C
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi
İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi
İktisat Bölümü
AB Ekonomisi
(Bir teksti yorumlayarak yeni bir tekst üretme)
Mayıs, 2011
EKONOMİK VE PARASAL BİRLİĞE HAZIR MIYIZ?
Kendimizi hiç mi hiç aldatmayalım... Eğer Avrupa Birliği’ne tam üye olmak
istiyorsak fazla geç kalmadan gerekli adımları atmalıyız. Yoksa bir otuz yıl daha
tam üyelik için bekleriz. Bundan hiç kuşkumuz olmasın. Ekonomik ve Parasal
Birlik için üye ülkelerin uyması istenen kriterler açısından Türkiye’nin durumu
değerlendirilecek olursa durumumuzun hiç de iç açıcı olmadığını görebiliriz.
Burada felaket tellallığı yapmanın alemi yok... Görünen köy kılavuz istemez...
Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde enflasyon oranı Yunanistan hariç ortalama
yüzde beşin altındadır. Yunanistan’da enflasyon oranı ise 1995 yılında yüzde
9.9 olarak gerçekleşmiştir. Şimdi gelin bu rakamı Türkiye ile bir karşılaştırın
bakalım!.. Üç rakamlı enflasyon canavarı ile yaşıyoruz!... Bütçe açıklarının
GSYİH’ ya oranı açısından da baktığımızda durumumuz hiç iyi değildir.
Türkiye borç yükü bakımından da kötü bir durumdadır. Her geçen gün borç
2
batağına iyice saplanıyoruz. Faiz oranları ise inanılmaz boyutlardadır. Avrupa
Birliği ülkelerinde ortalama uzun vadeli faiz oranı yüzde 8 civarındadır.
Türkiye’de ise oran yaklaşık yüzde 120’dir. Türkiye’nin Maasricht
anlaşmasında kabul edilen kriterlere uyumu için mutlaka çok ciddi kararlar
alması ve tavizsiz uygulaması gerekmektedir.
• Birliğe üye herhangi bir ülkede enflasyon oranı, bir önceki yılda Birliğe
üye ülkelerden en düşük enflasyona sahip olan üç ülkedeki enflasyon
oranları ortalamasının yüzde 1.5’ından daha fazla olmamalıdır.
• Birliğe üye ülkelerde bütçe açıklarının GSYİH’ya oranı yüzde 3’den fazla
olmamalıdır.
• Birliğe üye ülkelerde uzun vadeli devlet tahvillerinin faiz oranı bir önceki
yılda Birliğe üye ülkelerden en düşük enflasyon oranına sahip olan üç
ülkenin uyguladığı faiz oranlarının yüzde 2’sinden fazla olmamalıdır.
• Ulusal paranın döviz değişim oranı son iki yıl içinde normal
dalgalanmaya bırakılmamalı ve devalüe edilmeksizin kur mekanizması
içindeki değer değişimi (+/-) yüzde 15’i geçmemelidir.
Maastricht zirvesinde 1999 yılı başına kadar Birliğe üye ülkelerden belirtilen
kriterlere uyum sağlayacakların ekonomik ve parasal birliğe katılabilecekleri
3
kabul edilmiştir. Maastricht zirvesinde alınan kararlar bazı üye ülkelerde tepki
ile karşılanmasına rağmen tüm ülkeler anlaşmayı imzalayarak Ekonomik ve
Parasal Birlik için ortak karar alarak uzlaşmışlardır. Daha sonra geçtiğimiz yıl
15-16 Aralık tarihlerinde Avrupa Birliği liderleri bu kez Madrid’de bir araya
gelerek Maastricht anlaşmasını gözden geçirmişler ve bazı yeni kararlar
almışlardır.
Türkiye ise hiç şüphesiz faiz ve rant ekonomisinin yaşandığı bir ülkedir.
Türkiye’de ortalama uzun vadeli faiz oranı yüzde 120’ civarındadır.
Türkiye’nin Maastricht kriterleri yönünden durumu değerlendirildiğinde açık
olarak belirtilen hedeflerin çok gerisinde olduğu görülmektedir. Türkiye, Avrupa
Birliği’ne tam üye olmayı gerçekten istiyorsa belirtilen hedefleri nasıl
gerçekleştirebileceğini ciddi olarak düşünmeli ve bu konuda en kısa zamanda
tedbirler almalıdır. Avrupa Birliği’ne üye ülkeler hızla ekonomik ve parasal
birliğe hazırlanmaktadır. Türkiye bu açıdan çok gerilerdedir ve bu yarış için
daha fazla vakit kaybedilmemelidir. Ben açıkça ülkemizde Maastricht
hedeflerine ulaşılmasının önemini anlayan bir zihniyetin var olduğuna
inanmıyorum... Bu konuda fazla iyimser olmadığımı açıkça ifade etmeliyim.
Biz günübirlik düşünen, sıkıştıkça çözüm arayan bir anlayışa öteden beri sahip
bulunuyoruz. Bu görüşlerim çok karamsar olabilir... Ancak gerçek budur...
1963’de Avrupa Topluluğu’na katılmaya karar vermişiz, ancak hiç bir hazırlık
yapmadan zamanı boşuna harcamışız. Tam otuz yılı heba etmişiz!.. Şimdi bir o
kadar yılı da heba edebileceğimizden korkuyorum!... Tüm bu karamsarlığıma
rağmen eğer ciddi, samimi ve kararlı olursak tam üyelik hedefini
5
gerçekleştirebileceğimize inanıyorum. Önce şu siyasal istikrarsızlık sorununu
çözmemiz lazım. Sonra da politikacıların kendi kafalarına göre ekonomi
politikası araçlarını kullanmamaları için anayasal denk bütçe ilkesini
gerçekleştirmemiz gerekir. Yine borçlanma yetkisini mutlaka, ama mutlaka
anayasal düzeyde sınırlamalıyız. Yıllardan beri savunduğumuz anayasal iktisat
politikası önerilerinin önemini anlayacak neslin ne zaman ortaya çıkacağını
sabırla bekliyorum...Bu kez başka çaremiz de yok. Gerçekçi bir ekonomik
anayasa önerisini gerçekleştirmemenin bedeli çok ağır olacaktır. Hem de çok
ağır... Bizim miyop politikacılarımız bu reformun zorunluluğunu bir gün
anlayacaklardır.
6
1979 yılında Ankara Maliye Okulu’ndan mezun olan Prof. Dr. Coşkun Can
Aktan, lisans ve lisans-üstü eğitimini Dokuz Eylül Üniversitesi’nde tamamladı.
Yükseköğretim Kurulu eğitim bursu ile doktora tez çalışmalarını 1987-1989
yılları arasında Nobel Ekonomi ödülü sahibi James M. Buchanan’ın başında
bulunduğu Kamu Tercihi Araştırma Merkezi’nde (Center for Study of Public
Choice, George Mason University) sürdürdü. Earhart Vakfı’ndan sağladığı
araştırma bursu ile aynı araştırma merkezinde 1994-1995 akademik yılında
misafir araştırmacı olarak bulundu.
7
vermeye çalışan yazar, sayısal ifadelere başvurarak söylediklerini ispat etmeye
çalışmıştır.
8
tarihsel aynı zamanda birkaç siyasal olaya şahitlik ettiği için ise siyasal olarak da
niteleyebiliriz.
Konu olarak seçilen ‘ekonomik ve parasal birlik’ her ne kadar çok ciddi bir
konu olsa da, yazar makalenin bazı kısımlarında alaycı bir dille ülkeleri ve
ülkeler arasında imzalanan protokolleri eleştirmiştir. Bu açıdan bakıldığında
makalenin ahengi ile içeriğinin pek de uyumlu olduğunu söyleyemeyiz.
9
Okuyucuyu eleştirmiş; ‘1963’de Avrupa Topluluğu’na katılmaya karar vermişiz,
ancak hiç bir hazırlık yapmadan zamanı boşuna harcamışız. Tam otuz yılı heba
etmişiz!..’
Yazarın hem bir maliyeci hem de bir ekonomist olduğuna bakılırsa bu ve buna
benzer birçok makalesi olduğu tahmin edebiliriz. Tam anlamıyla bilimsel olarak
yazdıklarının yanında bu makale gibi yarı bilimsel yarı eleştirel yazıları görmek
de mümkündür. Örneğin “Helsinki Zirvesi ve Türkiye’nin ‘Aday Ülke’
Statüsünü Kazanması” adlı makalesi yazarın bu makalesi gibi hem eleştirel hem
bilimseldir. Oysa “Amsterdam Anlaşması, Gündem 2000 ve Genişleme Kararı”
adlı makalesi ise tamamen bilimseldir.
10