Reha BAŞOĞUL*
©2005
ÖZET:
21.yy’ın ilk yıllarını yaşayan insanoğlu, tarih boyunca kendi yarattıkları ile
kendi yaşamını zorlaştırmıştır. Silahlar, atom bombası, televizyon gibi
teknolojiye bağlı yaratımlar dışında, milliyetçilik gibi bazı kavramlar da bu
yaşamı zorlaştıranlar arasındadır. “İnsan” içinde olduğu savaş, iş yaşamı, sanat
ve bunun gibi bir çok ortamda, bu yarattıklarına çeşitli sebeplerle bağlı kalmayı
sürdürmüş, ancak yok etmek isteğini, isyanlarını yansıttığı ya da yeniden
türettiği çeşitli konuların başında ya da sonunda hep karşısına çıkan ve onun
tarafından yargılanacağını bildiği kavram 'etik' olmuştur. Hiç bir zaman
kendisini neslini, haysiyetini, hayatını ve zamanını düşünmekten alıkoyamayan
insan ırkı, kendi iç dünyasına çekilince bireysel etiğinin ona ne gibi kısıtlamalar
getirdiğini, ne gibi kolaylıklar sağladığını düşünmekten kaçamaz. Kurumsal
düzeyde ise, akademik ortamlarda yoğun bir şekilde tartışılan ve zaman zaman
küçümsenen etik kavramı hakkında araştırmalar yapılmakta, kurumsal etik
kodlarının kamuoyuna açıklanması gereği hissedilmektedir.
Ancak bu kurumsal çabalar, doğa, zaman, bilim, teknoloji, sanat alanında
örneğin finansal kaynakların yöneticilerini samimiyetsiz bulmamızı, toplumsal
geleceğe dair umutsuzluk duymamızı engellememektedir. Bu umutsuzluğun
sebebi ticaret ve etik arasında varolan gerilim midir? Kısaca, ticarette etiğin söz
konusu olamayacağı varsayımı mıdır? Tüm bunları derinlemesine
düşündüğümüzde, belki de modern çağda sıklıkla karşılaştığımız etik
kavramının en büyük sorununun, düşünce çağının başlangıcının da sorunu
olması da ilgi çekicidir. Zira etik kesinleşmiş bir tanıma sahip değildir. Etik
kavramının kendisi tam da bir çıkar mücadelesi alanına dönüşmüş ve bu nedenle
de etik kurallar belirlenmesi işi, içinden çıkılmaz bir hale gelmiştir
Etiğe ilginin canlanmasında çeşitli etkenler rol oynamıştır. Ne var ki, bugün
moda olan, felsefenin daimi bilgisel bir alanı olarak etik değildir. Moda
olan,“meslek etiği” denilen ilkelerdir. Bunların en eskileri bio-medikal etik veya
bioetik ve basın etiğidir. Şu anda çeşitli meslekler ve hizmet alanları da, kendi
etiklerini geliştirme çabası içerisindedir. ‘Etik’le ilgili bir diğer gelişme de,
bütün kültürlere saygı talebinin ve postmodernizmin norm sorunlarına relativist
yaklaşımının -”her şey olur” (any-thing goes) ilkesinin- yarattığı kargaşa
karşısında, bazı çevrelerin “evrensel bir etik” veya “evrenselleştirilebilir bir etik”
ya da “global bir etik” geliştirme girişimleridir. Etikle ilgili bu girişimlerde
çeşitli epistemolojik karıştırmalar dikkat çekmektedir. Bu karıştırmalar da,
etiğin, bugün gündeme getiren ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde
geliştirilmesine engel olmaktadır. [1]
Bu kavram kargaşasının yarattığı kaosun bir parçası da reklamcılık sektörünü
etkilemektedir. Geçtiğimiz dönemde Türkiye'de bulunan ve ünlü bir reklam
eleştirmeni olan Bob Garfield'a göre reklamların %80'i çöplük [1] olarak
tanımlanabilir. Garfield’ın bu korkutucu nitelendirmesinin etik kavramıyla
birebir ilintili olması, “reklam ve etik” konusunu ele alan bu çalışmanın asli
konusunun tanımlanan çöplüğün yaratıcısı olan reklamcılar olması gerekliliğini
ortaya koymaktadır. Diğer yandan, bu “çöplüğe” ve de mesaj stratejilerine ve
hedef kitle araştırmalarına maruz kalan tüketicilerin bakış açısı da aynı
nitelendirme çerçevesinde konuya dahil olmaktadır. [2] Bazı teknoloji
firmalarının yine reklam yoluyla duyurduğu "reklam"dan koruyan gözlükler,
televizyonlar veya bir ihtimal gelecekte beynimize reklam mesajlarının
ulaşmasını engellemeye kadar gidecek çipler, tüketicinin gözünde reklam
içermeyen mesajlar ve reklam yapmayan kişiliklerin samimi bulunduğu bu
yoğun reklam çağında reklamcılığın da kendi etik sorgulamalarını iyice
sorgulaması gerektiğinin bir delilidir. Yazıda aşağıdaki başlıklara yer
verilmektedir.
Yunan mitolojisinde Zeus'un oğlu Plutos sadece akıllı, erdemli, kibar, namuslu
insanlar dışındakilere yakınlık göstermeyerek, onları perişan, zayıf, sefil
durumlara düşürmeyi planlamıştır. Zeus ise oğlunun bu davranışı sonucunda bir
grubun kollanıp diğerlerinin dışlanacağını, insanlar arasında haksızlık ve
eşitsizlik olacağını düşünmüştür. Zeus'a göre herkes eşit şartlarda hayat
maratonuna başlamalıdır, bunun sağlanması için yapılması gereken şey oğlunun
tüm insanları eşit görmesidir ve gereken şey, acı da olsa Plutos'un gözlerinin kör
edilmesidir. Kör olduktan sonra Plutos, ahlaklı, erdemli, bilgili ve namuslu olup
olmadıklarını bilemediği insanların önüne, ayrım gözetmeden, olanaklarını,
maddi ve manevi kaynaklarını sermiştir. Ancak namus, erdem, ahlak kavramları
kendileri için daha az şey ifade edenler, yalan dolan, iki yüzlülük ve riyakarlık
ile Plutos'u aldatarak, bu zenginliklere kavuşmuşlar; bir takım ayak oyunları,
şiddet içeren davranışlar ve siyasi entrikalar ile bu imkanlardan doğru insanlara
göre daha çok yararlanmışlardır. Bu yetmezmiş gibi, bu kaynakların büyük
bölümünden kendileri yararlandıktan sonra, arta kalanları da yakın
çevrelerindekilere, eş, dost, partili gibi kendi benzerlerine dağıtmışlardır. Ve
ayrıca bu düzenbaz kişiler hassas köşe noktalarını tutarak, namuslu insanların
hak ettikleri noktalara gelebilmelerini önlemişlerdir. Bu nedenle eski Yunan
mitolojisine göre erdemli, namuslu, ahlaklı insanlar, yetenekleri, bilgileri ve
kültürel birikimleri ne olursa olsun, zor koşullar içinde yaşamaya adeta mahkum
olmuştur. O yüzden mitolojide, bu insanlara yardım etmeye çalışan bir sürü tanrı
gerektiği söylenir. Ahlak kurallarından yoksun bir çok sektör açısından, bu
tanrılar etik kuralların her biridir.
Etik kelimesi, köken olarak Yunan dilinde “karakter” anlamını içeren “ethos”
kelimesinden türetilmiştir. Yani “ethos” kelimesinden “ethics” türetilmiştir.
Ethics ise kavram olarak ideal ve soyut olanı vurgulayarak; ahlak kurallarının
ve değer yargılarının ele alınması sonucu ortaya çıkmaktadır.[Mengüşoğlu,
Takiyettin.1965]
Günlük yaşamda insan ilişkileri sürecinin önemli bir bölümü etik değer ve
yargıların ortaya konulması ve uygulanmaya çalışılmasıyla geçmektedir. Etik
ilkelere göre davranmak veya etik dışı bir çok davranışta bulunmak bireyin
kendisinden başlamaktadır. Reklamcılık sektörünün de kaynağını sosyal
yaşamdan alması gerçeğinden hareketle, tüketici bireyin eşi, dostu, çocuğu,
akrabası ya da iş arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde oluşan etik yargıları, bireyin
yine reklamları yargılarken temel aldığı asıl yargıyı tetikleyecek güçtür. Birçok
birey ilişkilerinde bazı davranışlara o kadar alışılmış ve bunlar o denli
olağanlaşmıştır ki, çoğu zaman davranışların etik bir yanı olduğunun farkına
nadiren varılabilir. Bireyin yaşantısında, dersi yardımcısı yürüttüğü halde, ders
ücretini kendisi alan akademisyenler, son kullanma tarihi geçmiş ürünleri satan
bakkallar, benzine su katan benzin istasyonları ya da belediyelerin seçim
zamanında hizmetinin reklamını yapmak amacıyla kaldırımları döşemesi, hep
etik dışı ilkelere karşı direnç oluşturmamıza neden olurlar.
Bu örneklere karşın etik dışı olana karşı direncimizi, neye göre ve nasıl ortaya
koyabileceğimiz hala bir muammadır. Henüz ahlak felsefesinde dahi kesin bir
iyi-kötü ayrımının kurulamadığı bir gerçektir. Buradan hareketle Ahlak felsefesi
alanında beliren ahlak kurallarına karşı çıkan doktrinin adı “amoralizm”dir
(ahlak dışıcılık). Amoralist ahlak felsefesinde, insanın doğal bir varlık olduğu
ve insanın ahlaki davranışları kadar ahlaki olmayan (gayri-ahlaki )
davranışlarının da söz konusu olabileceği, bu yüzden toplumda ahlak kuralları
oluşturmanın gereksiz olduğu savunulur. Alman düşünürü Friedrich Nietzsche
(1800-1900) “amoralist ahlak felsefesi” nin başlıca savunucularından birisidir.
Nietzsche şöyle demektedir: “Ahlaki gerçekler diye bir şey yoktur.”
Nietzsche’ye göre insan doğal bir varlıktır. Bu yüzden insan davranışlarında
ahlak ve erdem kadar ahlaksızlık ve erdemsizlik de normal karşılanmalıdır.
Ahlaki ölçüler ve normlar koymak saçma ve gereksizdir. Gazzali, Nietzsche’den
farklı olarak insanların birbirlerini ahlak konusunda yargılamamaları konusunu
işlemektedir. Gazzali şöyle demektedir: (Aktaran: Kandemir,
1986,64.) “Günahkarın, cifeden daha pis koktuğunu ve pisliğin başkasını
temizlemeyeceğini bilmiyor musun? Böyle iken sen, pis pis koktuğun halde
başkasını temizlemeğe nasıl cesaret edersin.” Gazzali’nin ahlak felsefesinde
insanoğlunun her zaman doğru yolu seçemeyebileceği ve bazen yanlış yola
sapabileceği belirtilmekte; ancak bir insanın başka bir insanı ahlak konusunda
yargılama hakkının bulunamayacağı ifade edilmektedir. Gazzali’nin ahlak
felsefesine göre her insan farklı ölçülerde de olsa - farkında olarak ya da
olmayarak- gayri ahlaki davranış ve eylemlerde bulunabilir.
Tarih boyunca ahlak felsefecilerine baktığımızda bu karmaşanın içinde reklamın
ve reklamcılığın etiğini sorgulayacağımız düşünülmelidir; Protagoras Ahlak’ına
baktığımızda Protagoras (İ.Ö. 482-323)’a göre insan her şeyin ölçüsüdür. Genel
geçerliliğe sahip doğrular yoktur. Doğrular ve yanlışlar insandan insana değişir.
Kynik Ahlakı Sinoplu Diyojen’in (İ.Ö. 412-323) ahlak öğretisidir. Ahlak ve
erdem peşinde koşmak doğru değildir. Erdem tüm istek ve tutkulardan
vazgeçerek yaşamaktır. Mutlu olmak için hiç bir şeye aldırış etmeden
yaşamalıdır. “Gölge etme başka ihsan istemem senden” kinik felsefesinin
(kinikizm) temelidir. Kirene Ahlakı, Aristippos’un (İ.Ö. 435-355) ‘Haz veren
şey iyi, acı veren şey ise kötüdür.’ öğretisidir. İnsanın amacı en yüksek hazza
ulaşmaktır. İnsan kendisine haz vermeyen şeylerden uzak durmalıdır. Kirene
ahlakının bu öğretisine, Haz Ahlakı (Hedonizm) adı da verilmektedir. Sokrates
Ahlakı ise Sokrates’in (İ.Ö. 469-399) ‘İnsanın temel amacı erdeme ulaşmak
olmalıdır.’ Amacıyla özetlenebilir. Varılacak erdem ancak bilgelikle
mümkündür. Eflatun (İ.Ö. 427-347)’a göre ahlaki davranışların temel gayesi “en
yüksek iyi”dir. İyilik erdem demektir. İnsanlar erdeme; bilgelik, yiğitlik,
ölçülülük ve adalet ile ulaşırlar.Aristo (İ.Ö. 385-322)’ya göre toplumda
yönetenler ve yönetilenler arasında bir ayrım yapılması ahlakidir. Aristo şöyle
der: “Öküz, yoksul kişinin kölesidir; yoksul köle de efendisinin...” Aristo’ya göre
toplumda her zaman üsttekiler ve güçlüler yönetir; alttakiler veya güçsüzler ise
yönetilir. Perikles (İ.Ö. 495-429) ‘e göre ise vatandaşlar kendi özel işlerini
yaparlarken kamu işlerinden de kendilerini tamamen soyutlamamalıdırlar.
Vatandaşlar, toplumsal sorunlar ve devlet yönetiminde ortaya çıkan sorunlarla
da ilgilenmelidirler. İlkçağ ahlak felsefelerinden biri olan Stoa ahlakına göre,
doğru yasalar ve kurallar ancak akıl yolu ile bulunabilir. Stoa ahlakına,
“rasyonalist ahlak” da denilmektedir. İlkçağ düşünürlerinden bir diğeri
Epiktetos’un ahlak öğretisinde “bilge odur ki kimseyi kötülemez; kimseyi övmez;
kimseden yakınmaz; kimseyi suçlamaz.”... Bu ahlak felsefesi “sekinizm” olarak
da adlandırılmaktadır. Epiküros (İ.Ö. 341-270)’un ahlak anlayışında mutluluk
“erdem” peşinde koşmakla değil, gündelik ve yalın kaygıların ötesinde sükun ve
huzurla temin edilir. Epikürizm ahlak öğretisinde iki temel ilke söz konusudur.
Ataraksia (ruh dinginliği) ve Apathos (ilgisizlik). Bir diğer düşünür Konfüçyüs
(İ.Ö. 551-478) şöyle der: “Hiç erişemeyecekmişsin , yada yitirecekmişsin gibi
çalış.” Konfüçyüs, çalışma ahlakının önemi üzerinde duran düşünürlerin başında
gelir. Konfüçyüs’e göre çalışma, mutluluğa ve refaha ulaşmanın yoludur St.
Augustinus (İ.Ö. 354-430)’ın ahlak anlayışı ise şu şekilde özetlenebilir. “Hiç
ölmeyecekmişsin gibi çalış, yarın ölecekmişsin gibi ibadet et.” St.Augustinus’a
göre, insan Tanrı’nın egemenliğine boyun eğmeli ve Tanrı’ya ibadet etmelidir.
İnsanlar arasındaki eşitsizliklere isyan etmek yerine Tanrı’ya şükredilmelidir.
Niccolo Machiavelli (1469-1527)’nin ahlak anlayışı: “Amaca ulaşmak için her
araç meşrudur.” Francis Bacon (1564-1626)’a göre ise ancak dinsel inançlar ve
buyruklar olmadan da ahlaklı olunabilir. (Laik ahlak felsefesi) Siyasi
liberalizmin kurucusu olarak kabul edilen John Locke (1632-1704) tarafından
baktığımızda bireyin doğal hakları (yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakları) asla
ihlal edilemez. Bireyden ya da devletten kaynaklanan ve doğal hakları ihlal eden
her türlü zorlama gayri ahlakidir. Locke, ahlaki meselelere “haklar” yönünden
bakmaktadır.Bernard de Mandeville (1670-1733)’in ahlak öğretisi ise günümüzü
özetler niteliktedir. Ona göre ahlak denen şey, içi boş bir kavramdır. İnsanlar
kendi çıkarları olmazsa, toplum yararına ve ahlaka uygun davranmayacaklardır.
Fransız filozof Henri Bergson (1859-1941)’un ahlak anlayışında iki türlü ahlak
vardır: kapalı ahlak ve açık ahlak. Kapalı ahlak, bireyin özgürlüğünü dikkate
almayan ve zorlama yoluyla ya da gelenek ya da tabuların baskısıyla
oluşturulmuş ahlaktır. Açık ahlak ise bireyin özgürlüğünü ön planda tutan,
değişik kişilikleri hesaba katan ahlak anlayışıdır. Jeremy Bentham (1748-
1832)’ın ahlak öğretisi de “En üstün iyi” faydadır yönündedir. İyiyi, kötüden
ayırmak için faydalı olup olmadığına bakmalıdır. Bentham’ın “faydacı ahlak”
anlayışı Hedonizmin bir uzantısıdır. Bentham şöyle der: “zevkin kendisi iyidir,
tek iyidir...acı kötüdür. İyi ve kötünün başka bir anlamı yoktur.” Bentham’a göre
amaç, “en fazla sayıda insanın en fazla mutluluğudur.”diyerek faydadının
yüzdelik dilimdeki ağırlığı adına ahlakın varlığını ortaya koyar. Immanuel Kant
(1724-1804)’ın ahlak anlayışına baktığımızda her yerde ve zamanda neyi
yapmamız gerektiğini değil, neyi istememiz gerektiğini savunan ahlak öğretisine
vardığını görürüz. “Sana yapılmasını istemediğini, sen de başkasına yapma.”
diyen Kant’a göre insanlar aynı zamanda genel bir yasa ve evrensel bir kural
olmasını isteyecekleri bir kurala göre hareket etmelidir. [34]
Çoğu yazar, sanatçı, bilimadamı ve felsefeci tarafından sorunun temel noktası
olarak görülen Hegel’in Moralität dediği ve başka dillere ‘etik yaşam’
[Sittlichkeit] olarak çevirilen, tarihsel-toplumsal-törel gerçeklikten ayrıbir ‘kişi
ahlâkı’ ve bunun toplumsal bağlamı üzerine de çeşitlilik gösteren pek çok görüş
ortaya atılmıştır. Şimdilerde geçerliliği tartışılan bu ayrım düşünülürken, biraz
sonra belirteceğimiz gibi, bir de antik geçmişteki bağlamı unutmamak, böyle bir
ayrımın orası ve o zamanlar için de geçerli olup olmadığını, eğer değilse iki olgu
arasında nasıl bir sürekliliğin bulunduğunu düşünmek gerekmektedir.[4]
Bu nedenle, etik teriminin anlamca açıklığa kavuşturulması ve ‘etik’ sözcüğüne
bugün yüklenen farklı kavramsal içeriklerin ayırt edilmesi, yalnızca etiğin teorik
geliştirilmesinde ilk adım olarak değil, aynı zamanda özel, kamusal ve meslek
yaşamımızda adım başında karşılaştığımız etik problemler karşısında doğru ya
da değerli eylemde bulunabilmek için zorunlu görünmektedir.
Mesleki etiği sorguladığımızda, gerek meslek kavramının temelinde olan
işbölümünün geldiği nokta olarak ve gerekse de etik alana nüfus eden bir olgu
olarak kapitalizm ile karşılaşırız. Karl Marx’ın “kapitalizmin sonlu olduğu”
tezine karşı teorileri ile bilinen Alman sosyolog Max Weber, kapitalizmi temelde
bir ahlaki öğreti olarak incelenmesi gereken din olgusu ile açıklamaktadır.
Weber’e göre kapitalizmin ortaya çıkmasının zorunlu şartı, “Protestan
Ahlakı”dır. Protestan ahlakı ya da Püritanism, kendi içerisinde akılcılığı, kazanç
arzusu ve işbölümü ile kapitalist zihniyeti taşımaktadır (Torun, sh: 106)[54]. Bu
anlamıyla Protestanlık ile iktisadi kapitalizmin birlikte ortaya çıkışı, manevi
etikle sosyal etiğin ve de mesleki etiğin örtüştüğü, modern kapitalizmin
doğumunu şekillendirir. Kalvinist görüşte olan ve ilk kapitalistlerin içinde
bulunduğu Püritan öğreti, insanların Tanrının yeryüzündeki aracı olduğunu ve
Tanrının büyük azameti için bir meslekte, bir işte çalışmaları için zorunlu
kılındıkları fikridir. Bu fikirden etkilenen gruplar içerisinde ekonomik başarı
yönünde muazzam bir itici güç yaratılmıştır. Buna inanan kişinin ölçülü ve
tutumlu bir yaşam sürmesi gereği de bu itici güce eşlik etmiştir.
Kapitalizmin ilk döneminde Püritanlar lüksün bir düşman olduğuna inandılar,
böylece zenginliği arttırma dürtüsü kasvetli ve süsten uzak bir yaşam biçimi ile
birleşti. İlk işadamları toplumda önemli değişikliklerin olmasına yardım
ettiklerinin çok az farkındaydılar; her şeyin üstünde dini motifler tarafından
teşvik edildiler. Püritanların din uğruna dünya zevklerini feda etmeleri - yani
kendini inkar etme- şeklindeki yaşam biçimi çağcıl uygarlığın asıl parçası haline
geldi. Weber bu oyuncunun kaderini şöyle öngörmektedir:
“Püritan bir meslek içinde çalışmak istedi; biz de böyle yapmaya
zorlandık. Münzevilik manastır hücrelerinden günlük yaşamın içine
taşındığı ve dünyadaki ahlakta baskın olmaya başladığında, çağcıl
ekonomik düzenin büyük evrenini oluşturmada rol oynadı... Münzevilik
dünyada yeniden model olduğundan ve ideallerini dünyada yaymaya
başladığından, maddi mallar insanların yaşamında tarihte daha önce
hiçbir dönemde olmadığı kadar gittikçe artan ve sonunda karşı
konulamaz bir güç kazandı... Birinin yaşamlarımız içinde meslek
edinme araştırmasındaki görev fikri ölü dinsel inançların hayaletine
benzer. Meslek edinmenin yerine getirilmesi üstün ruhsal ve kültürel
değerlerle doğrudan ilişkili olamaz veya öte yandan bu ekonomik
saplantı olarak görülmemelidir, birey genellikle onu haklı göstermek
girişimini bırakır. En yüksek gelişim alanında, A.B.D: de zenginliğin
peşinden koşma, dini ve etik anlamından soyundu, tamamen dünyevi
hırslarla bağlantılı hale geldi...” (Weber 1976, s. 181-182).
Bir meslek olarak reklamcılığı irdelemek için meslek ilkeleri, tüketicinin
gözündeki etik problemler ve felsefede tartışılan etik problemleri birbirinden
ayırmak ve etiğin teorik olarak geliştirilmesinde ilk adım olarak değil, aynı
zamanda özel,kamusal ve meslek yaşamımızda adım başında karşılaştığımız etik
problemler karşısında doğru ve değerli eylemlerde bulunabilmek için Hacettepe
Üniversitesi Felsefe Bölümü öğretim görevlisi Prof. Dr. İoanna Kuçuradi şöyle
bir açılımda bulunuyor:
"Bir anlamdaki “etik problemler”, felsefenin başlangıçlarından beri
filozofların uğraştığı ana bir soru ya da problem demetini oluşturuyor:
'erdem nedir?', 'adalet nedir?' ve bunlara benzer birçok soru, Platon’un
birçok dialoğunun ve Aristoteles’in Nikomakhos’a Etikinin merkezindeki
konuları oluşturuyor.
Başka bir anlamdaki “etik problemler”, eylemde bulunmak zorunda
olduğumuz günlük yaşamla -farkında olsak da, olmasak da- doğrudan
doğruya ilgili olan problemlerdir.Bu demektir ki, sizin, benim, günlük
yaşamımızda ve meslek yaşamımızda her an karşılaştığımız ve eylemde
bulunmak için şu veya bu şekilde çözmek zorunda olduğumuz etik
problemler, bir filozofun ele aldığı ve cevap bulmaya çalıştığı etik
problemlerden türce farklı problemlerdir: ilkleri, gerçek, bir defalık
problemlerdir.
Böyle bir problemle belirli bir kişi, belirli bir anda, belirli bir durumda
karşılaşır; dolayısıyla ona verilen ve kişinin o durumdaki eylemini belirleyen
cevap (belirli kişinin bulduğu çözüm), yalnızca o belirli probleme verilen bir
cevaptır. Bu sorunları çözmenin reçetesi yoktur; cevabın her durumda
bulunması gerekir. Oysa ikinci türden etik problemler genel, teorik
problemlerdir. Onlara verilen cevap, felsefî bilgiyi oluşturur. Örneğin:
“Doğru eylem nedir?” sorusu ile “Bu durumda benim ne yapmam doğru
olur?” sorusu epistemolojik bakımdan farklı şeyler soruyor. İlk (fel-sefî)
soruya bir cevap, eylemle ilgisinde ‘doğru’ teriminin
kavramsallaştırılmasıdır; oysa ikinci soruya cevap vermek için, kişi, o
belirli, gerçek, somut, tek durumda neyi yapması gerektiğini bulmak
zorundadır. Bunu da, eyleminin değeri için farklı sonuçlar yaratan, farklı
şekillerde yapabilir: bir “doğru eylem” kavramına dayanarak yapabilir,
kendisi için geçerli bir norma göre yapabilir, ya da sadece amacına nasıl
ulaşacağını hesap ederek eylemde bulunabilir. Örneğin “başımı alıp gitmem
gerek” diyebilir, ya da “kardeşimden durumu saklamam gerek” diyebilir.
Görüldüğü gibi bu iki cevabın da felsefeyle ilgisi yoktur. Bu son türden
problemlere “ahlâksal problemler” de denmektedir."[5]
Alıntıda da belirtilen "bir doğru eylem kavramına dayanarak yapılan" diğer
eylem reklamcılık mesleğine sahip insanların genel anlamda en büyük
savunmasıdır: "Serbest piyasadaki rekabete tutunmak amacıyla" özetlenen bu
günü birlik reklam savaşlarının sonucunda etik kavramının bir anda yerle bir
olup, daha da kötüsü kendi meslek ilkelerinden ödün vererek yeni gelecek
meslektaşlarına yeni bir "doğru eylem" tanımlaması yapmaları da -farkında
olarak ya da olmayarak " kaçınılmazdır.
Platon’un diyaloglarındaki Sokrates’in “hiç kimse isteyerek kötü olmaz”
kabulüne ve erdem ile erdemlerin bilgisine olan ihtiyacı ısrarla vurgulamasına
daha çok kulak vermemiz yararlı olur. Bu da, genel olarak eğitimde ve meslekî
eğitimde felsefî etik eğitimine daha önemli bir yer vermemiz gerektiği anlamına
gelmektedir.
TEK AYAK ÜSTÜNDE BEKLEYEN YARAMAZ ÇOCUKLAR :
REKLAMCILAR
"Reklam, yasal yoldan yalan söylemektir."/Michael Jackman
REKLAM NEDİR?
Dünyaca ünlü Ogilvy & Mather reklam ajansından Chris Moore’un “insanlık
gibi akıl arzuyla nerde buluşmuşsa orada her zaman yaşamıştır" [10] şeklinde
tanımladığı reklamın tarihine iki açıdan bakmak gerekmektedir: Modern Çağın
Reklam Tarihi ve İnsanlık Tarihi. [11]
3. Bilinçaltı Reklamcılığı:
Sinemalarda sık sık kullanılan ve zaman zaman cinsel obje olarak düşünülen
sinema sanatçısının sigara yakmasıyla ya da kola içmesiyle uyanan ürünü satın
alma dürtüsü, ya da fotoğrafların içindeki harflerin örgüsüyle firmanın ismini
yerleştirmek gibi..
Bu 3 yöntem bizi, kendi irademizle seçmemizden alıkoyarak etik ilkelerini
olduğu kadar vatandaşlık ve insan haklarımızı ihlal eden[16] reklam teknikleri
olarak karşımıza çıkar. Ve nereye, hangi noktaya, nasıl ulaştığından habersiz bir
biçimde, "sadece satın alınıp alınmadığı konusunda tüketicinin dürtülerini"
inceleyen pazar araştırmaları kullanılarak, önüne gelen "brief"i (firmanın
pazarlama stratejisini reklam ajansına aktardığı açıklama metni) değerlendiren
reklam yaratıcılarının, yarattıkları reklamın satın alımından önceki ve sonraki
detaylarıyla ilgilenmediklerini gösterir. Örneğin Peugeot’un reklamında "O”na
sahip olamamak ne kadar utanç verici" cümlesinin kullanılması kimi uzmanlara
göre bir espiri olarak algılansa da reklamın tüketiciye gerçek vaadinin almadığı
takdirde utanç duyacağını sunması ve arzulanabilirlik yaratması olması, etik
ilkelere uymamaktadır. Elbette reklamcılardan bir akademisyen gözüyle her
türlü reklamın psikanaliz etkisini değerlendirmeleri beklenmemelidir. Ancak
satış için abartı, yanlış bilgi verme ve bilinçaltına ürünün özelliklerinden fazla
duygu hissi verilmesi bu kadar reklamcılar tarafından iyi bilinirken bahsi geçen
etik sorumluluklar içinde reklamcının bu üç metodu toplum yararına
kullanmadığı, aynı zamanda verilen hissin Maslow’un açıkladığı
gereksinimlerden “anlamı ve estetik ihtiyaçlarını” sömürdüğü açıktır.
Reklamveren firma tarafına baktığımızda ise ”Kötü ürüne iyi reklam firmayı
batırır.” sözünü hemen hemen her reklam ajansı ve reklamveren bilmektedir.
Çeşitli manipulelerle tüketicinin zihnine giren reklamlarda, reklam ajansı ürün
ve firma bilgilerine bakarak ürünün mesajını tüketiciye iletir. Ancak reklamın
vaadi firma tarafından gerçekleştirilmiyorsa, reklamveren firma ve reklam ajansı
zor durumda kalmaktadır. Reklamlarında ‘Türkiye’nin her yerine 24 saat
içerisinde kargonuzu ulaştırma garantisi’ sloganını kullanan MNG Kargo
müşterisinin bunun gerçekleşmediğinden ve paketin hala ulaşmadığından
şikayetçi olması, ‘Kesintisiz internet’ sloganıyla ortaya çıkan ADSL
reklamlarına rağmen tüketicinin memnun edilememesi, ''İnsanların güvenini
kaybetmektense para kaybetmeyi tercih ederim'' sloganıyla var olan Bosch’un
müşterisinden üründen şikayetçi olduğunda tamir için tekrar para talep edilmesi,
ürünün gürültüsüz vaadiyle sunulmasına karşın aşırı gürültülü olması, Garanti
Bonus Card’ın ’ Peşin fiyatına 12 taksitle’ sloganına güvenip NetCell bayisine
giden bir tüketicinin 240 Milyon TL yerine 340 Milyon TL üzerinden
taksitlendirilmesi gibi, “başarılı” reklamlara inanan ancak aynı vaadi satış
noktasında bulamayan müşterilerin tüketici haklarının gündeme gelmektedir.
Ancak tüketici haklarından sadece reklam yayınlandıktan ve tüketici satış
noktasında ürünle buluştuktan ya da kullandıktan sonra değil, reklamın
yayınlanması sırasında da sözetmek gerekmektedir. Sanayi ve Ticari
Bakanlığınca Resmi Gazete vasıtasıyla açıklanan ve denetlemesi yapılan “Ticari
Reklam ve İlanlara İlişkin İlkeler ve Uygulama Esasları”na dair yönetmeliğin
ikinci bölüm Madde 7-c uyarınca reklamlar, özellikle aşağıda belirtilen
konularda, eksik bilgi vererek, anlam karışıklığına yol açarak veya abartılı
iddialar ileri sürerek yanlış izlenimler yaratmak suretiyle tüketiciyi doğrudan ya
da dolaylı olarak yanıltabilecek ifadeler ya da görüntüler içeremez. Bunlar;
1) Malın yapısını, bileşimini, üretim yöntemi ve tarihini, amaca uygunluğunu,
kullanım alanları ve imkanlarını, verim ve performansını, miktarını, ticari ya da
coğrafi veya jeolojik kökeni, çevreye etkisi gibi özelliklerini,
2) Mal veya hizmetin değeri ve ödenecek gerçek toplam fiyatını,
3) Kiralama yoluyla satış, kiralama, taksitle satış ve kredili satış gibi diğer
ödeme şartlarını,
4) Teslim, değiştirme, geri alma, garanti, bakım ve onarım şartlarını,
5) Telif haklarını; patent, marka, faydalı model, endüstriyel tasarım, coğrafi
işaretler gibi sınai mülkiyet haklarını ve ticaret unvanlarını,
6) Resmi tanınma ya da onay, madalyalar, ödüller ve diplomalarını,
7) Sosyal amaçlı yardımları,
8) Hizmetlerin niteliklerini,
kapsar.[33]
Bu kurallara tabi olan reklamveren firma ve reklamajansı bilgiyi deforme
etmeden ürünün ana ve yan vaatlerini eksiksiz şekilde etüd etme
zorunluğundadır.
MEDYA VE REKLAM:
“Giyimden şarkıcılara dek modanın bile durgunlaştığı, geçmişi
unutmak isteyen ve artık bir gelecek taşımayan bir bugünün
oluşturulması kesintisiz bilgi akışıyla sağlanmıştır..."/ Guy
Debord
Popüler ikonun içinde en fazla genç nüfusa etki eden ve kendi imajını
yansıttığını hissettiği müzik videoları için Amerika Birleşik Devletlerinde
gerçekleştirilen ve müzik videolarındaki şiddet ve saldırganlığın araştırıldığı bir
çalışmada, 166 müzik videosunun %56’sında şiddet içeren davranışlar
bulunmuştur. Bu çalışmadaki saldırganların %73.3’ü erkek, %26.7’si kadın dır.
Buna karşın kadın mağdurların oranı % 76.8, erkek mağdurların oranı ise, %23
dür. Müzik videolarının %3’ünde şiddet davranışı ölümle sonuçlanırken, video
başına 2.86 oranında şiddet içeren görüntü bulunmuştur (Sherman ve Dominick
1986: 86-87 ). Bulgu tarafından (1995: 125) yapılan çalışmada, araştırmaya
katılan çocukların % 23.6’sı “en çok hangi tür programların kahramanlarına
özenirsiniz ?” sorusuna en çok korku, şiddet ve gerilim türü filmlerin
kahramanlarına özendiğini söylemiştir. MTV televizyonunda yayınlanan müzik
videoları ile ilgili bir başka çalışmada; Müzik videolarının % 75.9’unda cinsellik
öğeleri bulunmuştur. Bunların %50’si flört etmek ve üstü kapalı dokunma,
%20’si açıkça dokunma (okşamak, sıvazlamak), %10 sarmaş-dolaş olmak ya da
kucaklamak, %13’ünde öpüşmek bulunmaktadır. Cinselliğin %70’i karşı cinsle,
%26.4’ü aynı cinsle, %3’ü ise diğer geleneksel olmayan davranış biçimleri
içinde görülmüştür (Sherman ve Dominick 1986:88-89 ).Zira bir araştırmada
yayınlardaki şiddetten rahatsız olduğunu söyleyenlerin oranı %4.4 olması bu
tüketimin gitgide hislerimizi anlamsızlaştırdığını anlatmaktadır. (Batmaz ve
Aksoy:1995:66). Kral TV’de yayınlanan müzik videolarıyla ilgili bir içerik
çözümlemesi çalışmasında; 42 ana ve yan karakterden 32’sinin cinsel obje
olarak kullanıldığı, kadın karakterlerin tamamına yakınının güzel, şık, bakımlı
ve ideal vücut ölçülerinde olduğu görülmüştür. Yine aynı çalışmada şiddet,
saldırganlık ve pornografik unsurlara müzik videolarında yer verildiği
görülmüştür (Günindi-Ersöz 2000:7-8).[52]
Guy Debord “Gösteri Toplumu” adlı kitabında her gün her yerde karşı karşıya
olduğumuz bu imajın anatomisini şu şekilde çiziyor:
Kesinlikle
Katılıyorum:
Katılıyorum
METOD:
Reklam Yönetmeliği:
- Reklamla heryerde karşılaşmanın geleceği ve çocukları adına endişe verici
olduğunu düşünenlerin oranı %48.8 iken, etiğe uymayan ve tehlikeli ve sağlığa
zararlı madde içeren reklamların %75 civarındaki oranla sansürlenmesi gerektiği
düşünülmekte ve denetim mekanizmasının sadece halkın tepkisiyle olması
istenlerin sayısı sadece %25.6’dır İstek dışı yapılan reklamlara karşı cezai
yaptırım isteyenler %48.8 iken, reklamverenlerle reklamcıların etik
sorumluluklarını yerine getirmediğini düşünenlerin oranı %60 civarındadır.
Reklamverenler ve reklamcılar bu iki görüşe büyük bir oranda destek vermezken
tüketici ve öğrenciler destek vermektedir. Halkla ilişkilerciler ise daha çok
reklam ajanslarının etik sorumluluklarını yerine getirmediğini düşünmektedir.
- Tüm bunların yanında reklam öncesi denetiminin reklam ajansını ve
reklamveren firmayı ekonomik olarak etkileyeceğini düşünenlerin oranı
%46.5’tir. Reklamverenler bu görüşü %80 oranında desteklerken reklamcılar
%46.2 oranla destek vermektedir.
- “Reklam etiğine uymak reklam yaratıcılığına kısıt koymak anlamına gelir”
%81.4 oranla destek bulmamaktadır.
ARAŞTIRMACININ YORUMU:
SONUÇ:
”Bir kişi, grup veya toplum, “Yok arkadaş, ben (haklı-haksız)
elimde bulundurduğum yeryüzü kaynaklarını bölüşmem ve benden
başkasına hayat hakkı tanımam!” demesi, insanlığın yükselmek ve
yücelmek içen yüzyıllarda kat ettiği ya da etmesi gerektiği
yolu, bir anda sıfıra indirgemesi demektir. Ki bu aynı zamanda,
kendini ve var edilmiş olanın tasarruf keyfiyetini, eşyanın
(bütün maddî varlıkların)nihai hükmünü bilmemek ya da bilip de,
umursamamak anlamına gelir. “ / Halil Cibran