Anda di halaman 1dari 269

laftı«#/

ZAHİR
GÜVEMLİ
ZAHİR GÜVEMLİ

BAŞLANGICINDAN
BU GÜ NE TÜRK VE
DÜNYA SİNEMASI

VARLIK YAYINEVİ
Ankara Caddesi, İstanbul
FA YDA LI KİTAPLAR. : 8

Varlık Yayınları, Sayı : 790


İstanbul’da Ekin Basımevinde basılmıştır
Ekim, 1960
ÖNSÖZ
Sinema, yedinci sanat, yüzyılımızın başında doğ­
muş ama, büyük bir hızla gelişmiş. Memleketimizde
ilk sinema filminin gösterilişi, hem en hem en bu sa­
natın icadı sıralarında. 19İ ğ te de ilk belge filmini
çevirmişiz. Aradan altmış yıla yakın zaman geçm iş.
Başka m em leketler almış yürüm üş. Biz, nendeyse y e­
rimizde sayıyoruz denecek durumdayız. Bütün ilgi­
miz, seyirci olmaktan ileri geçm iyor: sinemaya da,
gelişm elerine de.
B ir gün bizde de senaryoculuk, reklâmcılık, ma-
kiyajcılık iş bölümü kurallarının gerektirdiği ayrı
ihtisas dalları olacak elbet. Karm akarışık şartlara
bağlı bir gelişme. Bu gerçekleşinceye kadar sinema­
nın ne olduğu, nasıl geliştiği hakkında da fik ir sahi­
bi olmalıyız. Sinema tarihi, sinema tekniği, sinem ay­
la ilgili bilgi kolları hakkında kitap ölçüsünü bulan
eserler yayınlanmalı. B ir film diydloğlarmm nasıl
yazılması gerektiğini hiç kimseye sormadan öğrene-
bilmeliyiz. Meraklısı, denem eye girişm eden önce ka­
meranın teknik yönden olsun, sanat yönünden ol­
sun özelliklerini öğrenebilm en.
Başka dillerde kütüphaneler dolusu yayın yapıl­
mıştır. Bizde, sadece 'sinemayla ilgili kitabın sayısı,
iki elin parmaklarını bulmaz. B u alanda çalışmış olan
4 SİNEMA TARİHİ

birkaç kişi de (meselâ N ijat Özön gibi), eserini ya­


yınlamak imkânını elde edemez.
Biz,' bu küçük kitapla, sinema meraklılarına bu
sanatın macerası hakkında bir fikir vermek istedik.
Benzerleri içinde en uygun bulduğumuz Georges Sa-
douVun “H istoire du cinéma mondial” adlı eserinin
1959 basımlısını esas tuttuk. E lbette pek çök aksak­
lıklarımız var. Hele Türk sineması bölümünde çok
güçlüklerle karşılaştık. 1959 Temmuzunda Haliç’te­
ki depoların yanması birçok belgeyi de yoketti. N i­
hayet böyle bir özette, gerçeği tam mânasiyle dile ge­
tirm iş ölmaU iddiasında da değiliz.
Sinemamızın öncülerim burada saygıyla anarız.
Birçok hususlarda yardımlarını gördüğümüz Şakir
Seden’e; Semih Tuğrul, Çetin Karamanbey gibi genç
arkadaşlarımıza da teşekkür ederiz.

Z ahir GÜVEM Lİ
SİNEMA MAKİNELERİNİN İCADI

Sinema, yirm inci yüzyılın icadıdır. K fsa zam anda geliş­


m iş ve ı bir sanayi halini alm ıştır. H em de m em leketlere m il­
y a rla r k azan d ıran bir sanayi. M illetler a ra sın d a hiçbir m a h ­
sul, sinem a film leri k a d a r b ü tü n d ünyaya y aygın m ü şteri
b u lam am aktadır, ö b ü r s a n a tla r yüzyıllardanberi geliştikleri,
varoldukları halde, sinem a, b u k a d a r k ısa za m an d a nasıl bu
hale geldi ?
F o to ğ ra f icadedilm em iş olsaydı, elbette sinem a d a o la­
m azdı. A m a fo to ğ ra fta n sinem aya atlam ak , gerçek b ir iler­
leme, b ir ham ledir.
Sinem a, İlk devirlerinde on altı, so n raları y irm i d ö rt re s­
mi, b ir saniyede gözlerim izin önünden g eçirerek h are k eti
sağ lam ak tem eline dayanıyor. Ç ünkü insanda görm e h assası­
nın b ir kısm ını teşkil eden, gözün re tin a ta b ak a sın d ak i silin­
me m üddeti, b u k ad a r azdır. Saniyede y irm i d ö rt h ay al re tin a ­
y a aksederse, a rtık o h ayaller silinm eden b ir yenisi gelm iş
olacağından, biz, resm i h a re k e t halinde görürüz. A slında bu,
görm e işine a lt b ir gecikme, gözüm üzün b ir kusurudur. U cun­
d a a te ş bulunan değneği hızla ilerletirsek, ateş, b ir n o k ta
olduğu halde, biz onu a teşten bir çizgi gibi görüyoruz. Çizgi
olm adığını bildiğim iz halde, gördüğüm üz şey, ışık ta n b ir çiz­
gidir. Bu sebepten, sinem a, bir göz aldanm asından b aşk a bir-
şey değil.
Bu olay, 17. yüzyılda fizikçi Newton, 18. yüzyılda ise şö­
valye d ’A rcy ta ra fın d a n farkedilm iş ve incelenm işti. A m a si­
n em aya ulaşabilm ek için, İsviçre asıllı bir İngiliz olan P e te r
M ark R o ger’nin çalışm alarını beklem ek g erek ti. Onun çalış­
m aların ı ta tb ik a ta döken m eşhur b ir İngiliz fizikçisi, 1830 da
"F a ra d a y te k erleğ i” ni icadederken, John H erschel de, el y a ­
p ısı resim lerden fay d a lan a ra k ilk oyuncağı buldu. F itto n ’la
d o k to r P a ris İse 182ö’te T haum atrope’u y ap tıla r. Bu âlet,
önünde ve a rk a sın d a b 4irer resim bulunan b a sit b ir k a rto n
d aireden ib a re tti ki, çarçabuk te rs yüz edilecek, şekilde dön­
dü rü lü rse resim ler U stüste görülüyordu.
6 SİNEMA TARİHİ
H arek e ti tem in eden âletlerin yapılışı da bu s ıra la ra r a s t­
lar. 1832 de B elçikalı genç fizikçi Joseph P la te a u ve A vus­
tu ry alI profesör S tam pfer, tam am iyle birbirlerinden h aber­
siz olarak, "F a ra d a y tekerleği" tem eline d ayanan b ir â le t
y a p tıla r: bu, k e n a rla n dişli tekerlekle T hau m atro p e’un re ­
sim lerini birleştirdiler, ikisini te k b ir â le tte ta tb ik ettiler. B un­
dan sonraki gelişm eler, hep İngiliz fizikçilerinin önceki çalış­
m a la rın a dayanır. P lateau , P hénaldstiscope adını verdiği âle­
ti yapm akla, a ra ş tırm a la n n ı rakibinden önce g eliştirm iş ol­
du. B u âlet, üzerinde y a rık la r bulunan, ü stü açık, k a rto n b ir
silindirle, bunun içinde iç yönüne h a re k e ti tah lil eden resim ­
ler yapılm ış ikinci bir silindirden ib a re tti, ik isi z ıt yönlerde
hızla çevrilince göz resim leri te k te k görm üyor h a re k e t h a ­
linde görüyordu. 1833’ten itibaren, sinem anın b ü tü n ilerleyi­
şi, h e r bakım dan, bu âlete dayanm ıştır.
V iy ana’da, P a ris ’te, L ondra’da, fizik lâ b o ratu v arları, çok
p ah alı olduğu için zenginlere m ahsus b ir eğlence halinde k a ­
la n bu çeşit o yuncaklar y ap m ağ a başladılar.. H o m er adm da
b ir Ingiliz, Zootrope adiyle, bu âletlere yeni b ir şekil verdi
11834). Zootrope, sinem a film ini u za k ta n h a tırla ta n b ir ilk
buluştu: H om er, k a rto n bir şeride resim leri sıralam ıştı. Y al­
nız bu â letler bile, günüm üzdeki “h arek etli resim ler carto o n s”
denen (M ickey film leri) ta rz ın gelişm esini sağlayabilirdi. Çün­
k ü A vusturyalI general U chatius, daha 17. yüzyılda K irscher
ta ra fın d a n ta tb ik edilen “büyülü fen e r-lan tem e m ajique”
usuliyle, 1853’te bu resim leri perdeye a k settirm ey i ak ıl e t­
m işti.
G erçek anlam iyle sinem anın doğuşu, an c ak fo to ğ ra fta n
fay d a lan m a k la m üm kün olacaktı. N etekim P lateau, 1845 te
b u işi ak lın a koym uştu. N e v a r ki, ta ş a n la rın ı gerçek leştire­
medi, çünkü a ra ştırm a la rı yüzünden gözlerini k aybetm işti.
Sinem a, e n sta n ta n e ’ye dayanır. Bugün, fotoğraf, bu k a v ­
ram ı herkese kabul ettirm iş, ö ğ retm iştir: çok k ısa zam anda,
saniyenin b ir kesrinde resm i te sb it etm ek v ey a göz önünden
geçirm ek. 1839 d a M andé D ag u erre’le N ioèphore N iepce’in
m irasçıların d an bu yeni icadın im tiyazı F ra n sız hüküm etince
sa tın alındığı zam an dünya, en stan tan en in ne olduğunu bilm i­
yordu.
Niepce, ilk fo to ğ ra fı olan “H az ır so fra” resm ini 1823’te
çekm iş ve bunun için ondört s a a t poz verm işti. D ag u erre u su ­
lü ilk resim ler, 1839 da çekilen n a tü rm o rtla r ve m a n za ra lar,
SİNEMA TARİHÎ 7
h âlâ y a n m s a a t poz verilerek çekilebiliyordu. 1840 ta n so n ra
bu m üddet y irm i d ak ik ay a indi. Y üzleri boyanm ış, heykel g i­
bi h arek etsiz durdurulan, güneş ışığı altın d a buram b uram te r
döken ve gözleri kapalı in sa n la rın ilk p o rtre le ri de bu s ır a ­
la rd a çekilm eğe başlandı. K ısa zam anda bu iş de halledildi
ve bir iki dakikalık pozla resim alm ak kabil oldu. B una k a r ­
şılık, h assas cam diye nem li kelodyon kullanılm ası için 1851
y ılın a k a d a r beklem ek g erek ti. B ir fo to ğ ra f cam ından birçok
resim basm ak böylelikle m üm kün oldu. Poz m üddeti b irk aç
saniyeye düşürüldü. Az zam an d a binlerce insanın çalıştığ ı fo­
to ğ rafçılık m esleki böyle doğdu.
1851 den b a şla y a ra k Claudet, Dubesoq, H erschel, W h e at­
stone, W enham , Seguin gibi a ra ştırıc ıla r, kendi atölyelerinde,
h a re k e t halindeki birşeyin resm ini çekebilm eğe u ğ ra ştıla r.
A ma, ıslak kolodyon kullan m ak za ru re ti, saniyeden k ısa z a ­
m anda, h are k eti tah lil edebilecek resim ler çekm elerine engel
oluyordu. Bu yüzden m odellerini h arek etin birbirini takibeden
safh alarım g ö ste rir şekilde poz alm ağ a m ecbur b ırak ıy o rla r­
dı. M eselâ kolunu indiren b ir adam resm i m i çekecekler? ö n ­
ce adam ın kolu h a v a d a b ir resm i çekiliyor fo to ğ ra fa yeni bir
cam ta k ıld ık ta n so n ra kolu b iraz inm iş o la ra k b ir resm i d a­
h a çekiliyor ve bu böyle sürü p gidiyordu. K usurlu b ir u su l­
dü a m a 1870 ten önce D um ont, Oook ve b ilh assa Ducos du
H auron gibi fo to ğ ra fç ıla ra sinem anın gelecekteki gelişm esini
sezdirm eğe; h are k etle ri çabuk laştıracak , y a da y a v a şla tac ak
şekilde film çekebilm ek gibi bazı teknik buluşları tesb ite im ­
k ân veriyordu.
G erçekten h are k eti tahlil eden resim ler, S an F rancisco ’-
da, M uybridge adm da b ir Ingiliz ta ra fın d an , hayli m a sra fla
çekildi. 1872’de, K aliforniyalI b ir m ilyarder, L eland S tanford,
bu işe avuç dolusu p a ra döktü. M uybridge uzun b ir koşu yo­
lunun k en a rın a sıra sıra kulübeler y ap tırd ı.H er birine b ir fo­
to ğ ra f m akinesi yerleştirdi. F o to ğ ra f m akinesinin objektifini
açıp k ap a m a işini görsün diye, k arşıd a n ipler gerdirdi, ö y l*
ki, ip koparılınca, o p tü ra tö r işliyor, o bjektif açılıyor ve k en ­
diliğinden kapanıyordu. Bu h azırlığın güç ta ra fı m akinelerin
hepsine ayni zam anda hassas plâk, nem li kolodyon p lâk ları
k o ym aktaydı. Ç ünkü kolodyon k u ruyunca hayali te sb it h a s­
sasım kaybediyordu. H er m akinenin b aşın a b ir fotoğrafçı y e r­
le ştiren M uybridge, düdtlkle kum anda ederek m akinelere a y ­
ni zam an d a cam yerleştirilm esini sağladı, ik in ci düdükte de,
8 SİNEMA TARİHÎ
yolun bir bağında tu tu lan a tla r serbest b ıra k ıla ra k k o ştu ru l­
du. K oşan h ay v an lar h er ipi kopardıkça o m akine, hayvanın
o an d ak i resm ini çekiyordu. Güç ve sa k atlığ ı olan b ir işti. Ba-
za n ip dayanıklı çıkıyor, kopm uyor, a tı ve üzerindekini düşü­
rüyor, h a ttâ kulübeyi, fotoğrafçıyı yerlerde sürüyordu. N iha­
y e t uzun çalışm alar sonunda (1872-1878), seri halinde h are­
k e ti tah lil eden resim ler çekilebildi. 1878 den itib aren de, Ka-
lifo m iy ad a çekilen bu resim ler her yerde yayınlandı. U m um î
b ir heyecan y a ra ttı.
1882’de, M uybridge’in A vrupa se y ah ati sırasında, fizyo­
loji bilgini M arey, uzun zam andır üzerinde çalıştığı hayvan
h arek etlerin i te sb itte fo to ğ ra fta n fay d a lan m a ğ a k a r a r v er­
di. P iy asa y a brom ürlü jelâtinden yapılm a yeni hassas p lâ k lar
çıkarıldığı için, bu iş b ir derece kolaylaşm ıştı. Çeşitli çalış­
m a lard an sonra, M arey, 1888 de, ilim ler A kadem isine, peli­
kül üzerine çekilm iş ilk sinem a resim lerini sundu. K am era
denilen m odem sinem a m akinesini g erçekleştirm iş ve ilk defa
o la ra k kullanm ıştı.
M arey’in çalışm alarından hem en so n ra (1888-1890) In ­
g ilte re ’de de Leprince ve F riese Greene, güzel sonuçlar elde
ettiler. L âb o ratu v arların d a veya h erhangi b ir uygun bir
yerde, çektikleri film i perdeye ak settird iler. D ah a so n ra M a­
re y ve onunla b irlik te çalışan D em eny de ayni şeyi y ap tılar.
L eprince’le F riese G reene'in kurdeleleri o rtasın d an delikliy­
di. P erdeye a k s e ttirirk e n kurdelenin sa b it tu tu lm ası için b u ­
n a lüzum vardı. Bu usul, h a re k e t halindeki resm i bulan Rey-
naud ta ra fın d a n d a kabul edilm işti.
B ir m ürebbiyeyle k a b a rtm a m adalyonlar y ap a n b ir u s­
ta n ın oğluydu R eynaud. 1877 de H o m er’in zootrope’unu g e­
liştird i ve praxlnoscope adını verdiği bir â le t yaptı. 1888 de,
delikli kurdele usulünü kullan arak , “O ptik tiy a tro su ” adiyle
b ir â le t y ap tı ve on yıl, G revin müzesinde, renkli ve h a re k e t
halindeki el yapısı resim leri perdeye a k se ttirip herkese gös­
terdi. P ro g ra m la rı h er biri on onbeş d ak ik a süren kurdele­
lerden m eydana geliyordu. Y ani Reynaud, d ah a o zam andan,
şim diki h are k etli resim tekniğini kullanm ış oluyordu. B unun
için in sanın h arek etlerin i ince k â ğ ıtla ra ü stü s te kopye ederek
tah lil ediyor, a rk a sın a b ir fon resm i çiziyor, so n ra bunları te ­
k e r te k e r kurdeleye işliyordu.
Yine o sıra la rd a Edison, her resm in k e n a rın a d ö rt çift
delik hesabiyle 35 m ilim etrelik kurdeleyi b u la ra k çağdaş film-
SİNEMA TARİHİ 9
elliğe kesin b ir yön verdi. O nun am pulü icadetm esi, bu lâm ­
b aların geniş ölçüde y ap ılm a ğ a başlanm ası, sinem a ve p ro jek ­
siyon işlerini de g eliştirm eğe yaradı. Y ine onun çalışm ala-
riyle E astm an K odak fa b rik a la rı ta ra fın d a n sellüloid üzerine
sinem a film i yapılm ası sağlandı. Edison, sinem a film inin h er­
kesin göreceği şekilde perdeye aksettirilm esin i istem iyordu.
O na göre böyle birşey, a ltın y u m u rtla y an tav u ğ u kesm ek olu-
cak tı. K inetoscope dediği, kocam an b ir k u tu içinde dönen, a r ­
k ad an ışık a la ra k b ir küçük pencereden b ir kişinin seyredebi­
leceği film m akinesini y ap tı. Bu âlet, birçok m em leketlerde,
o, h a re k e t eden resim leri perdeye ak se ttirm e k fik rin i doğur­
du ve birçok ara ştırıcı, sinem a film ini sürekli o la ra k perdede
o y n atac ak m akineyi y ap m ağ a çalıştılar. Çeşitli â letler de
y ap tıla r. E sk i “büyülü fen e r-lan tem e m agique” âletinin için­
den film i geçirip o b je k tiften b ir perdeye ak settird iler. Y ah u t
bu n a benzer m akineler kullandılar. Bu iptidaî âletlerd e Edi-
son’un p iy asad a bulunan film lerini kullanıyorlardı.
İlk o la ra k bu film leri p a ra y la h alk a gösterm eği ak ıl
edenler, bu işden k â rlı çıkacaklardı. Ç ünkü 1888 denberi g e­
re k lâ b o ratu v arlard a, gerek h erkesin o rtasın d a yapılan dene­
m eler epey çoğalm ıştı.
1895 de, ilk “sinem a tem silleri” görüldü. H em en h er ta ­
ra fta , bunu g erçekleştiren kim seler, birbirlerinden habersiz
çalışıyorlardı. B u yüzden, sinem anın icadı sonradan birçok
an laşm azlık lara yol açtı. A m erik a’da olsun, A lm anya’d a ol­
sun, tek. tük, y a h u t seri halinde “sinem a tem silleri” verildi.
F a k a t ayni yıl çeşitli zam a n lard a yapılan bu g österilerin hiç­
biri 28 A ralık 1895’te P a ris’te, Capucines bulvarındaki “G rand
ca fé” de gösterilen “L um ière sinem ato g rafı” k a d a r ilgi çek­
medi, g ü rü ltü uyandırm adı.
Louis Lum ière, babası ve kardeşiyle, Lyon şehrinde b ü ­
y ü k b ir fo to ğ ra f m alzem esi atölyesi işletiyordu. 1894’te F ra n ­
s a ’y a ilk kinétoscope'Iar gelir gelm ez deneylerine b aşlam ış­
tı. L yon'da yapılan Edison tipi b ir çeşit pelikülden fay d a la­
n a ra k önce bir ehronophotographe m eydana getirdi. B ununla
h alk a b irk aç tem sil verdikten so n ra 1895 m a rtın d a sinem atog­
r a f âletin i yaptırdı. B u â le t hem kam eraydı, y ani film çeki­
yordu, hem de projeksiyon m akinesiydi, y an i film oyn atıy o r­
du. B enzerlerinin hepsine de üstündü. G erek yapılışındaki ile­
rilik, g erek çekilen film lerdeki başkalık, L um ière’e, dünyaca
şö h ret sağladı.
10 SİNEMA t a r i h î

Louis Lum ière, on k a d a r film çeken ve o y n atan u s ta ye­


tiş tire re k bunları çeşitli m em leketlere yolladı. B ugün “Ciné­
m a, Ciné, K ino” gibi kelim elerin türediği sin em ato g raf adını
d ü n y ay a duyurdu. In g ilte re kralı, A vustu ry a k ra l ailesi, Ç ar
b u yeni âleti görm ek istediler. K ısa zam anda sinem atograf,
A m erik a’d a da b a ş a n kazandı. Bu işe serm aye y a tıra n la r ço­
ğaldı. F ra n s a ’da Méliès, G aum ont, P a th é gibi ötedenberi bu
işle u ğ raşa n lar, yeni icadı benim sediler. 1896 yılı sonundan
itib aren , sin em ato g raf m akinesi, lâ b o ra tu v a rla rd a denenen
b ir â let olm ak tan çık arak tic a re t âlem inin m alı haline girdi,
ö n c e sinem a m akinesi sanayii kuruldu, ardından sinem a sa­
nayii dediğimiz, asıl s a n a t gelişti.

İLK K IM ILD IY A N R E S İM L E R VE LO UÎS L U M IÈ R E

1825’te yapılan T haum atrope, y u v arla k kesilm iş te k bir


k a rto n d a n ib a re tti. Bu k arto n u n b ir yüzünde m eselâ b ir kuş,
öbür yüzünde kafes resm i vardı. Ç apından geçen b ir a k s üze­
rin d e hızla döndürülünce, kuş, kafese giriyordu. A m a bu,
"kım ıldayan b ir resim ’’ değildi. B urada esas, ik i h ayalin ü st-
ü ste görünm esi ayni a n d a gözde bir te sir yaratm asıydı. L âkin
bu oyuncak, çeşitli k o nularda renkli b a sk ıla rla büyük şehir­
lerin çarşıların a, p a z a rla rın a döküldü. B ir yüzünde at, öbür
yüzünde süvari; b ir yüzünde kesik baş, öbüründe başsız göv­
de gibi, an cak döndürülünce ta m am lan a n k a rto n daireler s a ­
tılır oldu.
Bu ilgi, V iyana’da S tam p fe r’le L iège’de P la te a u ’ya, in sa­
nı h a re k e t halinde görm ek ve gösterm ek fikrini verdi. Bu h a ­
rek et, derinlem esine olduğu zam an da insan, üçüncü boyut
içerisinde görülm üş ve gösterilm iş olacaktı. Stéréoscope’un
icadından b irk aç yıl önce, bu usulle, P lateau , ökçeleri üstünde
dönen b ir adam resm i y ap tırm ıştı. S tam p fe r ise, dönerek sıç­
ra y a n b ir adam resm i yap tırd ı, ilk tek n ik ilerlem elerden iyi
neticeler alınınca oyuncakçılar, konularını hem en sın ırlan d ır­
d ıla r: iş, sayısız defa tekrarlan ab ilecek b a sit b ir h a re k e t seç­
m ekteydi. E ngel a tla y a n b ir a t, terbiye görm üş b ir köpek,
dans eden b ir kim se, b ir cam baz, b ir balerina, trapezci, bok­
sör, güreşçi, içki içen b ir adam , yangın söndüren iki tu lu m ­
bacı, düello edenler dişi ağ rıy a n kom ik b ir h a sta n ın birinci
plân d a gösterilm iş resm i, dem irci, berber, paly aço lar bu bey­
lik k o nuların ilk örnekleriydi.
SİNEMA TARİHÎ 11
Reynaud, 1877 de kendi buluşu olan praxinoscope için,
yeni k o n u lara gitm eden önce, bu beylik k onuları kullanm ış
ve düzeltm işti. S tam p fe r ve P la te a u gibi o da m eydan d erin ­
liğinden faydalandı. Yani, k onularının yalnız enlilem esine de­
ğil, ileriden geriye, y a d a geriden ileriye doğru h arek etlerin i
de te sb it etti. Böylece, âletinin görüş alan ın a derinlem esine
b ir boyut üçüncü boyut kazandırdı. O ndan evvel çalışanlar,
te k veya çift fig ü rle yetinm işlerdi. Em ile R eynaud ise, birçok
çifte vals o y n atarak bu g ru p la n birbirinden u zaklaştırd ı, b ir­
birine y aklaştırdı. B üyük plândan, yani yalnız yüzleri y ak ın ­
dan g ö steren p lândan faydalandı. M uybridge ve M arey’in ça­
lışm alarını görerek, a tla rı seyredene doğru b ir şekilde d ö rt
n a la koşturdu.
"O ptik tiy a tro ” dediği şey için R eynaud’n un hazırladığı
ilk kurdele "K öpekler ve palyaço”, P la te a u ’dan b eri bilinen
beylik b ir konuyu ele alm ıştı. Y alnız R eynaud, sayısız defa
te k ra rlan a b ilen ayni sü ra tli h a re k e ti k a rışık h arek etlerle de­
ğiştirm işti. "Silm e b ira” adındaki kurdele ise, yine beylik
k o n u lard an “içki içen ad am ” ın geliştirilm iş şekliydi. Bu ko­
nuya, p alyaçoların k a rışık h arek etlerin i k a ta r a k b ir kom ik
sonuca varm ış, bugünkü deyişle b ir skeç elde etm işti. “Za­
vallı m a sk a ra ” ise, o ilk tesirlerden tam am iyle k u rtu lm u ş­
tu r. B u rad a m a sk a ra (P ie rre t), Colombbıe’e k u r y a p a r sıma,
A rlequin’in dayağını y e r sonunda. F ilm on iki d ak ik a sü rü ­
yordu ve b ir de şa rk ıy a dayanıyordu. "D eniz banyosu kabinesi
çevresinde” ise d ah a k a rışık ve zengindi. F ilm b ir çeyrek sü ­
rüyordu. G örülen sahneler veya ta b lo la r g erç ek te n b ir b ütün
m eydana getirecek şekilde birbirini takibediyorlardı.
K urdelenin başlangıcında, banyo edenlerin m a sk a ra lık ­
la rı g erçek b ir deniz banyosu tesiri yaratıy o rd u . B ir y an d an
da m a rtıla r uçuşm aktaydı. Bu m a rtıla rın uçuşu, film in tem el
direğini teşkil ediyordu. T iy a tro d a böyle birşey olam azdı çün­
kü. S o n ra g a y e t canlı idare edilm iş alaylı b ir olay g ö rülü y o r­
du. P arisli bir çift, p lâ ja geliyorlardı. M ünasebetsizin biri, k a­
dına sırnaşıyor, kabinede soyunurken gözetlem ek istediği için
k ıçın a tekm eyi yiyordu. K adınla erk ek yüzerlerken, adam ol­
m ak bilm iyen çapkın, kadının kabinesine gizleniyordu. U fak
b ir döğüşten sonra, açık yelkeni üzerinde "Tem sil b itti” y a­
zısı o kunan b ir k ay ığ ın geçişiyle film sona eriyordu.
"B ir deniz bany o su 'k ab in esi çevresinde”, bugünkü el y a ­
pısı, k a rik a tü r film lerin b ü tü n beylik özelliklerini kendinde
12 SİNEMA TARİHİ
to p lam ıştı: sü resi ayniydi; kişileri iyice birbirinden ayrılm ış
tip ler halinde g ö steriliy o rd u ; hiyleler yerli yerinde ta tb ik edil­
miş, dekor u sta c a yapılm ış, olay güzel gösterilm işti. Reynaud,
kendinden sonrakilerin bile becerem iyecekleri sonuçlara u laş­
m ıştı. Çizdiği insan resim leri, k a rik a tü r değildi.
“O cak başın d a rü y a ” film iyle rüyayı ve hayali bu işe t a t ­
b ik etm iş, geriye dönüşleri, yani olayın sonunu an la tırk e n baş
ta r a f a geçişleri denem işti.
"O ptik tiy a tro ” nun bu el yapısı resim lerinden az sonra,
B âm eny’nin Phonoscope’u, ilk defa M arey’in lâ b o ra tu v a r de­
nem elerini h alk a göstererek, "Y aşasın F ra n sa !" y ah u t: “Sizi
seviyorum !” diyen h a re k e t halinde b ir insan portresin i p e r­
deye ak settird i. Böyle, ikinci plânın b ir kısm ını d a perdeye
alan b ir büyük plân, E dison’un bile önem ini b elirttiğ i b ir ye­
nilik oldu.
F o to ğ ra fı büyük plânda çekm ek, A m erikalı D ickson t a ­
rafın d an da b ir film de ta tb ik edildi. Asıl, D ickson’ın çevirdiği
kurdelelere ta m m ânasiyle ilk film ler denilebilir. Y arım s a a t­
te n aşağ ı sürm üyordu bu film ler. Zootrope film leri gibi ayni
h arek etin te k ra rın d a n ib a re t de olabiliyordu konuları. S eyir­
ciler b u n la ra b ir p ertav sız ark a sın d an bakıyorlar, k a r t pos­
tald an biraz küçük görüyorlardı. Edison diyordu ki:
“K kıâtoscope y ap m ak fik ri bana zootrope denilen bir
â le tte n geldi. Y aptığım âlet, son ara ştırm a la rım ı y ay m ağ a
y a ra y a c a k k üçük bir m odelden b a şk a birşey değildir.”
Dickson, zootrope’ta canbaz, a tla y a n köpek vesaire gibi
n ek a d ar beylik konu v a rsa hepsini b ir k ere ele aldı ve klne-
toscope’a ta tb ik etti. Z ootrope el yapısı resim leri g ö ste riy o r­
du. ik i düzüne resim yerine kinâtoscope’t a beş yüz fo to ğ ra f
k u llan m ak lâzım geldi. Zootrope kurdelelerinde konu y a lü­
zum lu eşya, ak sesu v a r vard ı am a, dekor yoktu. K inâtoscope’-
t a d a aynen böyleydi. Bu film lerin hepsi, E dison’un H a ra M a­
r ta denilen stüdyosunda yapılm ıştı. Siyah bir fon önünde be­
y az silûetler h a re k e t ediyordu. Bu beyaz silûetler k u k la k a ­
dar, in sana benzem ekten u zak şeylerdi. N eg a tif o la ra k çekil­
m iş k arag ö z h ay alleri gibiydi.“
B u n a k a rşılık D ickson’un hazırladığı kurdelelerin çoğu
d ah a b a şk a türlü y d ü ve geleceğin gerçek film lerini h a tırla ­
tıyordu. Y alnız büyük plânı kullanm ış olm ak bile E dison’un
k u k la y a benzer gölgeleri k arşısın d a değil, insan s u ra tı k a rş ı­
sında bulunulduğunu gösterm eğe yetiyordu. (Sinem a dilinde
SİNEMA TARİHİ 13
bü y ü k plân, film in karesini dolduracak k a d a r çehreyi büyük
çekm ek dem ektir. O m uzlara k a d a r çekilen resm e büyük plân,
gövdenin y a n s ın a k a d a r çekilen resm e A m erik an plânı, boy
resm ine o r ta plân, b ir dekor o rtasın d a birkaç kişiyi gösteren
resm e genel p lân d iy o rlar). Dickson, “P ro fesö r Sandow ” u
A m erik an plânında çektiği zam an onun kollarını, kaslarını,
yüzünü oynatm ası, fonun siyahlığını silip süpürm üştü. Bu se­
fer, sahiden canlı bir fo to ğ ra f elde edilmiş oluyordu.
“İtfaiy en in k u rta r ış ı” n d a siyah fon üzerine konulm uş
olan b ir itfaiy e m erdiveni, sahneyi dolduran dum an, gerçeğe
uy g u n b ir dekor y a ra tm a ğ a yetişm işti. E şy a ve fig ü ra n la r ço­
ğaldığı zam an da ayni te sir elde ediliyordu. Böyle, kinétosco-
pe’u b aşarılı gösterecek birçok film yapıldı. B u n lard a Edi-
son'un buluşu olan fonograf usuliyle ta n ın m ış m üzikhol a r ­
tistlerin in şa rk ıların ı da çaldığı için, bu usul, o a rtistle rin
m eşh u r olm asına yardım etti.
Edison’un yanında D ickson’un y erini alan Edm und
Kuhn, aslında b ir fo toğrafçıydı ve zootrope’un özelliklerini
b ir y an a b ıra k a ra k h a re k e t halinde fo to ğ ra fla r çekm iş olm ak­
ta n b aşk a birşey yapm ıyordu. Edison atölyelerinde k u llan ı­
lan kam era, yani film çekm e m akinesi, esasen o k ad a r ağ ır,
öyle k a rm a k a rışık b ir â le tti ki stüdyodan dışarı kım ıldatıla-
m ıyordu bile. A ncak L um ière m akinelerinin başarıların d an
so n ra Edison atölyesi k am eray ı d ışarıda k ullanm ak im k ân ın a
kavuşabildi.
K uhn’un çevirdiği film lerden iki tanesi m eşhurdur: M a­
ria S tu a r t’ın ölüm ü” bir, b ir de “M ay Irv in ’Ie Jo h n C. Rice’ın
öpüşm esi”. B irincisinde kalab alık h alk önünde M aria S tu a rt'-
ın başı kesiliyor ve cellât bu kopm uş başı h alk a gö steriy o r­
du. İkincisiyse, o sırad a pek b aşarı kazanm ış bir piyesin film
şekline sokulm uşuydu. Bu film, büyük p lâ n a önem veren ilk
eser değildi. A m a büyük plân resim lerinin yayılm asına yol
aç an ilk film oldu. K onudaki âşıkdaşlık sahnesi, ondan so n ra
binlercesi yap ılacak olan “happy end” (M esut bitiş) anlayışını
o rta y a koyuyordu.
B unlardan b irk aç ay sonra, vitascope denilen ilk renkli
film yapıldı. V itascope’un özelliği g a y e t b asitti: film de bir
dansöz, tüllerini sa v u ra ra k oynuyordu. Y alnız K uhn’un k a r ı­
sı, kendi eliyle, film in t>°zitifini boyam ıştı. Sinem a tarih in d e
ilk ren k li film denem esi budur.
Dickson ve K uhn ta ra fın d a n çevrilen ilk film ler, zootro-
14 SİNEMA TARİHÎ
p e k o n u ların a bağlı k alm ak la b erab er sinem ada yeni ta rz la ­
rın o rta y a çıkm asına, a k tü a lite film ciliğinin ra ğ b e t görm e­
sin e sebep olm uştur. B unlarda aktörlerden, d ekorlardan is­
tifad e edilm işti. Çalgılı eğlence yerleri ve tiy a tro la r film e çe­
kilm işti. F o to ğ rafçılık bakım ından değeri yüksek değildi,
çünkü peliküllere sürülen m addeler yıkandığı zam an iri n o k ­
ta la r (g rain ) m eydana getiriyordu. Bu film lerin gördüğü ilgi
de p ek fa z la olmadı. K inestoscope film lerinin konularından
çoğu, projeksiyonu için h azırlan an film lerde ve sinem atog­
r a f ta yeniden, ele alm acak, ancak sinem atograf, film ciliğe yep­
yeni ve değişik ko n u lar sağlayabilecekti.

L um ière kardeşlerden Louis, fotoğrafçıydı. S inem ato g raf


âletin i y ap m ak için uzun uzadıya, zootrope’u incelem esine h a­
c e t bile yoktu. F ilm lerinin pek önem li b ir özelliği v ard ı: h a­
re k e t halinde fo to ğ ra f olm ak özelliği.
Louis Lum ière, 1895'te ilk sinem a gösterisini y ap tığ ı z a ­
m an seçtiği on iki k a d a r konu, fo to ğ ra f am atö rlerin in yolun­
d an g itm işti. Y ani ince b ir tekniği vardı. Ç ağının ilk fotoğ­
rafçıların d an biriydi zaten. İşinin ehliydi. E n sta n ta n e resim
çekm ekte ustaydı. K onuyu k u rm a k ta (kom pozisyon) ve çer-
çeveıem ekte (ca d ra g e), b ir film k aresin e girecek u n su rları
seçm ek, onlarm dağılışım h esap la m ak ta ü stüne kim se yok­
tu.
İlk filmi, aşağı y u k a n b ir reklâm film i denilebilecek olan
“F a b rik a d a n dağılış”, F ra n sa 'd a fo to ğ ra f sanayii üzerine bir
k o n feran stan so n ra h a lk a gösterildi. B u film de ilkin bisik­
le tli işçiler, bol etekli, tüylü şapkalı işçi k ız lar fab rik alard an
çıkıyor, onların peşinden iki atlı b ir k u p a a ra b a sın a binerek
p a tro n la r geçiyor, en sonunda d a kapıcı, k ap ıları örtüyordu.
Lyon'lu bu iş adam ı, iş h ay a tın d a n b a şk a sahneler de çekti.
H epsinde konu, kendi fab rik asın ın çeşitli atölyeleriydi ve iyi
k ö tü bir olayı gösteriyordu: “D em irci”, “D oğram acı”, “B ir
d u v a n n yıkılışı” gibi şeyler... A ile h ay a tın ı gösteren, a m a tö r
fo to ğ rafçıların belli başlı konularım d a canlandırdı: “Bebeğin
k ah v a ltısı”, “K ırm ızı b alık la r y u v arla k cam kavanozda”,
“Ç ocuk döğüşü”, “D enizde bamyo”, “T av la oyunu”, “K ari­
des av ı”... L um ière’in ustalığı, kişilerini bulundukları v ey a g ö r­
m ek istedikleri haller içinde film e çekm esindeydi. B abasının
çiftliğinde çektiği “O t y a k a n la r” ise, yükselen, rü z g â rla sav ­
ru lan dum anın h a re k e ti dolayısiyle resm e derinlik k azan d ır-
SİNEMA TARİHİ 15
n ıak bakım ından pek beğenilm işti. A m a onun en beğenilen,
en çok d a ta k lit edilen iki filmi, “T ren’in istasy o n a v a n ş ı” ile
“Kendini sulayan bahçıvan” oldu. Birincisi film de derinlik yü­
zünden, İkincisi de kom ik te sir yüzünden çok ta k d ir görm üştü.
H a ttâ tren in gelişini ilk defa görenlerin çoğu, ezileceklerm iş
vehm ine kapılıp yerlerinden fırlıyorlardı. Bu film sayesinde,
k am era, ilk defa ü rk ü tü c ü b ir te s ir u n su ru olm a değerini k a ­
zandı. K ullandığı m akine en büyük plândan n âm ütenahiy e k a ­
d a r n e t çekm ek im kânına sahip olduğu için, b u rad a Lum ière,
g a y e t geniş bir alış plânından faydalanabilm işti. U za k tan ge­
len tren in g ittik ç e yaklaşıp büyüyerek b ü tü n perdeyi k a p la ­
m ası, k ap ıların açılışı, inenler, binenler, h a ttâ b u n la r a ra sın ­
d a k am eray ı görünce elinde olm adan d u rala y an g a y e t güzel
b ir köylü kiziyle yakışıklı delikanlı (istem edikleri halde ilk
jönpröm iye olan lar), sonraki sinem a tekniğinde kullanılabi­
lecek b ü tün p lâ n ların bu film de toplanm asına yardım ediyor­
lardı. T renin u z a k ta n gelişi kesik değil, sürekliydi. Y ani te rs
yönden b ir k a m e ra kayd ırm ası (travelling) te siri veriyordu.
S inem a alıcı m akinesi yerinde durduğu halde insanların ve
tren in böyle y aklaşm ası veya boyuna y er değiştirm esi, b u ­
g ü n k ü film cilikte an cak m o n ta jla elde edilebilecek değişik
p lâ n lar sağlam ıştı.
“K endini sulayan bahçıvan” da, L um ière'in on yaşın d a­
ki en k ü çük kardeşi, bahçıvanın h o rtu m u n a ay ağ ım basıyor,
ad am su kesildi m i diye h o rtu m u n ağ zın a b ak a rk en ay ağ ım
çekip bahçıvanı ıslatıyordıj. E sk i ve sade b ir konu. 'Üstelik
fo to ğ ra f olarak d a güzel değil. A m a L um ière’in d ah a b aşk a
kom ik film ler çekm esine yol aç ac ak tı: “K ötürüm ” de, bele­
diye m em urunu görünce, k ö tü rü m ü n bacak ların ı a y ıra a y ıra
ko şm ağ a başlam ası, belediye m em urunun onun peşine düşm e­
si, ilk ta k ip li film dem ekti. Böylece, sinem ada oyuncunun, ko­
n u y a beklenm edik b ir yönden m üdahale etm esinin ilk ö rnek­
leri belirm iş oluyordu.
Lumière, 1895’te, N euville-sur-Saône nehrinde gem iden
inen F o to ğ ra fç ıla r K ongresi Ü yeleri’ni film e çekerek ilk ak-
tü a lite film ini yaptı. Neuville Belediye reisinin, gökbilgini
Ja n sse n ’le y ap tığ ı konuşm adan y irm i d ö rt s a a t so n ra bu film
h alk a gösterildi. H a ttâ Belediye reisi L agrange, perdenin a r ­
k a sın a s a k la n a ra k kendi sözlerini yüksek sesle tek ra rlad ı.
Böylece ilk sesli film denem esi de yapılm ış oldu.
K lnétoscope’u n m ihaniki usullerle elde edilen k u k la r e ­
16 SİNEMA TARİHİ
sim lerine k arşılık L um ière’in gerçekçiliği, başarısını sa ğ la ­
m a k ta b aşlıca âm il oldu. T enkitçiler “ta b ia tı oluş halinde tes-
b it” e ttiğ i için onu göklere çıkardılar. Sinem ayı icadeden bu
adam , D ickson’un aksine, a k tö r kullanm am ıştı. M izansen
(sah n e te rtib i) yapm am ıştı.
1896 yılı b aşların d an itibaren, Lum ière, iyi yetiştirilm iş
b irkaç o p era tö r k u lla n arak işini genişletti. B unlar hem film
çekiyorlar, hem bunları yıkayıp hazırlıyorlar, hem de o y n atı­
yorlardı. ilkin, sokak sahneleri çektiler: “Lyon’da Cordeliers
m eydanı”.. Bu film le sinem anın reklâm gücü de o rta y a çık­
tı. O peratörler, kalabalık yerlerde, halk ın ilgisini k azan m ak
için, m anivelâlarını boş yere döndürerek, film çekiyorlarm ış
gibi, saatlerce dem ir a ttıla r ve L um ière film lerinin bedava
reklâm ını y ap tılar. A kşam olunca kendilerinin film e çekildi­
ğini san anlar, tab iî sinem a salonunu dolduruyorlardı.
L um ière’in adam ları, ilk a k tü a lite film lerini, ilk dokü-
m a n te r film leri ve ilk film rö p o rta jla rın ı icadetm ekle k alm a­
dılar. F ilm cilikte m o n taj denilen kesip biçip çeşitli kısım ları
uç uca eklem e işini de o rta y a a ttıla r. Bu alanda, p atro n ları,
d ö rt d ak ik alık b ir senaryo ısm a rla y a ra k onları bu yola sev-
k etm işti: itfa iy e n in çıkışı, teçhizatın hazırlanm ası, y an g ın a
su sık m a ve k u rtarm a... B u d ö rt film, projeksiyon m akineleri
ıslah edilip de te k b ir film haline getirildiği zam an, alevler
a ra sın d an b ir k u rb an ı k u rta rm a k gibi acıklı bir konuya d a­
y an an ilk m o n taj elde edilmiş oldu (1895).
Bu m ontaj, yani b ir film in değişik za m a n lard a çekilen
çeşitli kısım larını, konuyu a k satm ay ac ak şekilde uç u ca ek ­
lem ek meselesi, 1896 baharında, R u sy a çarı İkinci N iko la’nın
ta ç giym e törenine a it rö p o rta j film inden so n ra z a ru re t h a ­
line geldi. B irkaç o p era tö r birden, olayı başından son u n a k a ­
d a r film e çekm işlerdi. A m a h e r birinde b a ş k a b a şk a sah n e­
le r m ükem m el o la ra k çekilm işti. B unun üzerine h er film den
en güzel yerleri kesip bunları b ira ra y a getirm ekle, y an i bir
m o n taj işi görm ekle tek b ir a k tü a lite film i elde edildi.
A çık hav ad a film çekm ek, rö p o rta jla r yapm ak, a k tü a-
litey i te sb it etm ek, L um ière ta ra fın d a n o rta y a atılm ış bir
tarzd ı. P a riste ise, 1897 de Clém ent M aurice’in arzusu ü zeri­
ne Geroges H a to t ile B retteau , açık h a v a y a d ekorlar k u rd u ­
lar. M akiyajlı a k tö rleri o y n a ta ra k açık h av ad a m izansenli
film çevirdiler. Ç evirdikleri kom ik film ler, senaryosu tıp k ı
“Kendini sulayan bahçıvan” a benzeyen b a s it şeylerdi. D ram
SİNEMA TARİHİ 17
k o n u la n y a p tık la rı zam an, d ah a el değm edik şekillerde çalış­
tıla r; m eselâ ilk d efa ta rih i şahsiyetleri sinem ada canlandır­
m a yolu na g ittile r: Robespierre, M a ra t gibi F ra n sız ih tilâl­
cileri, y a h u t İsveç k ra lı XH, Charles, D ük de G ülse gibi k im ­
seler perdede gösterildi.
L um ière kardeşler, işi d ah a çok sinem a ve fo to ğ ra f m al­
zem esi sa tm a ğ a d ö k tükleri İçin öyle sahne te rtib i filân gibi
kü lfetlere girm iyorlardı. T ek saplan d ık ları alan, a k tü a lite
alan ı oldu, kaldı. F ilm sto k ların ı bile sa ttıla r. 1898 den iti­
baren, h avadis film lerinden b a ş k a birşey çevirm ediler. B una
k a rşılık film çekebilecek o lg u n lu k ta o p era tö r yetiştirm ekle,
ilk sinem a hiylelerini ta tb ik etm ekle, m akineyi k a y d ıra ra k
film çekm ekle (travellin g) m esleklerine hizm ette devam e l­
tiler. A sıl k ay d ırm a (tra v ellin g ), 1896 da, V enedik’te Pronıio
ta ra fın d a n ta tb ik edilm işti. Gondolle oteline dönerken, rıh tı­
m ın h arek etsiz durduğu halde k ay ık yürüdüğü için k a y a r g i­
bi görünm esi, bu o p eratö re m akineyi y ü rü te re k konusuna
y ak laşm ak veya m akinesi sab itm iş gibi g ö ste re rek konunun
kaydığı hissini u y an d ırm ak fik rin i verm işti. Böylece, sinem a
tarih in d e ilk defa sa b it k a m e ra yerine yürüyen k a m e ra k ul­
lanıldı. E yfel kulesi asansöründe, balonlarda, tren lerd e film
çekildi. L um ière operatörleri elinde k ay d ırm a işi yalnız dokü-
m a n te r film lere m ahsus kalıyordu. On sekiz ay sonra, halk
sin e m a to g ra ftan usandı; b irk aç dakikayı geçm eyen bu h a re k e t
halindeki fo to ğ ra fları gö rm ek ten bıktı. B oyuna konuya bağlı
kalm ak, m akinenin im kânlariyle k a s k a tı çevrilm iş olm ak si­
nem ayı b ir çıkm aza sokm uştu. Bu çıkm azdan k u rtu lm a k için
film in b ir hikâye, başlangıcı, gelişm esi ve son olan b ir olay
an latm ası gerekiyordu. B unun için te k çık ar yol, tiy a tro d an
fay d alan m aktı.

F İL M D E SA H N E T E R T İB İ: GEORGES M ÉL1ÈS

K endisinden önce b aşk a şekillerde denenm iş olm asına


rağm en, s in e m a to g ra fta sahne tertib in i başariyle ta tb ik eden
ilk kimse, G eorges Miéliès'ti.
K onusu acıklı ilk film ler, O rtaç ağ tiy a tro la rın d a olduğu
gibi, din törenleriyle ilgiliydi ve önce L um ière şirk etin in ope­
ratö rle ri ta ra fın d a n B ohem ya’d a çekilm işti. A m a bunlard an
yalnız A m erika’d a bahsedildi. Z aten alelâde şeylerdi. K işiler,
F. 2
18 SİNEMA TARİHİ
kocam an d ekorların a ltın d a â d e ta kayboluyorlardı. B ununla
beraber, b ir A m erikalı, L um ière’in bu dinî film ini on bin do­
la ra sa tın aldı.
O sıra d a Georges Méliès, P a ris ’te R o b ert H oudin tiy a t­
rosunu id a re ediyordu. Ü nlü sihirbazın tiyatrosu, M éliès’in
idaresine geçince de ta rz ın ı değiştirm edi ve hokkabazlık si­
h irb azlık g ö sterileriyle şö h ret yaptı. Z aten zengin olan Mé­
liès, bu işden hayli kazandı. L um ière mUessesesinln G rand Ca-
fé ’de verdiği sin em ato g raf gösterilerine h ay ra n kalm ıştı. A n­
toine L um ière’e, oğlunun m akinesini sa tın alm ağı te k lif etti.
B ab a L um ière "S in eg ıato g raf’t a iş yok. Bu tem siller p a ra g e­
tirm ez in sana" diye cevap verdi. Méliès, b irkaç h a f ta so n ra
L ondralı W illiam P a u l’den b ir projeksiyon m akinesiyle ham
K odak kurdelesi sa tın aldı, tik film leri L um ière’le E dison'un
y a p tık la rım te k ra rd a n , y a da ta k litte n ib a re tti. 1896 da, bu
şekilde seksen film çevirdi.
E rte s i yıl, 1897’de, M ontreuil'deki arazisinde büyük m a s­
ra fla rla b ir stüdyo yaptırm ası, sinem anın m ahiyetini değ iştir­
di. S inem a hiyleleri, ilkin bu stüdyoyla geniş ölçüde ta tb ik
edilm eğe başlandı.
Sinem ada hiyle (tru q u a g e), göz aldanm ası veya b irb i­
rin i tak ib eden sahnelerin birbirinin devam ıym ış gibi te sir e t­
m esi gerçeği, M éliès’in düşüne ta şın a ulaştığ ı g erçek ler de­
ğildi. T esadüfen bu iş ak lın a gelm işti. B ir gün, P a ris ’teki Ope­
r a m eydanında çekilm iş b ir film i seyrederken, b ir omnibüsün
perdede ansızın cenaze a ra b ası haline girdiğini görm üştü. Bi­
ra z düşününce bu değişm enin sebebini k eşfe tti: K urdele, alı­
cı m akinede yürüm em iş durm uş kalm ıştı. H albuki dışarıdaki
m a n z a ra değişiyordu. Böylece iki a y rı sahne ayni kurdele
üzerine U stüste çekilm işti. S onra kurdele takıldığı yerden y i­
ne dönm eğe b aşlay ın ca film bu sefer, om nibüs yerin e cenaze
arab asın ı çekm eğe devam etm işti. E sasen sahnede sihirb az­
lık n u m a ra la rın a alışık olan Méliès, bu se fe r ayni şeyleri si­
nem ad a y apm ağı ak ıl etti. H enüz su n ’î ışık la çalışılm adığın-
dan, tiy atro d a, m akine yardım iyle çekem ediği hokkabazlık,
sihirbazlık sahnelerini M ontreuil stüdyosunda r a h a t r a h a t ve
kolay lık la çevirdi: "K adının Y okoluşu” filminde, b ir duvarın
önüne gerilm iş siyah perde fon vazifesini görüyordu. Kadın,
iskem lesinde oturuyordu. H okkabaz ta m işa re tin i yapınca,
sinem a m akinesi b ir d ak ik a duruyor, kadın, iskem leyi boş bı­
rak ıp gidiyor, o b ir d ak ik a esnasında h okkabaz vaziyetini de­
SİNEMA TARİHİ 19
ğiştirm iyor, so n ra boş iskem leyle film e devam ediliyordu. 1897
de Méliès bu usulle birçok sahne hiylelerini film e aldı. Film de
ay n i kurdeleye ilstU ste sahne basm ak suretiyle elde edilebi­
lecek çeşitli tesirleri te sb it etti. Sinem ada m a k e t (ufak model
ve dekor) kullanm ak, b ir akvaryom ardından su içindeym iş
gibi film çekmek, m akineyi k a y d ıra ra k film çekm eyi sinem a
hiylesi hizm etinde k ullanm ak gibi yenilikler de ilkin onun
ta ra fın d a n ta tb ik edildi. S onradan sinem a sa n atın ın z a ru ri ve
tabiî ş a r tla n a ra şm a g iren bu oyunlar, onun film lerinde bir
v a s ıta değil, sürprizli b ir neticeydi. T iy a tro y a a it birçok şeyi
sinem aya o g etird i: senario, ak tö r, film için konuya m ahsus
k ıy afet, m akiyaj, dekor, perdelere ve sahnelere bölme..
B u n lar içinde m eselâ fo to ğ ra f hiyleleri tiy a tro d a ancak
m akineyle elde edilebilecek sonuçları k o lay laştın y o r, b a sit b ir
oyunla sağlanabiliyordu. S inem anın sessiz oluşu da, ona, a k ­
tö rleri yeni bir yola, tiyatrodan- fark lı b ir yola sevketm ek fik ­
rin i verdi: yüz ifadelerini m übalâğayla belirtm ek. D ekorları -
nı öyle renklerle boyatıp h a z ırla ttı ki, a k tö rle ri belirgin hale
g etirm ek için hiçbir zam an suni ışık kullanm ağa ihtiyacı ol­
m adı. S ta r F ilm adını verdiği firm a, günün en güzel film le­
rin i yapıyordu. B unun için m uazzam b ir sahne te rtib a tı k u r­
m uştu.
Méliès, tiy a tro fikrine bağlı kaldığı için film lerini tab lo ­
la ra bölm üştür. A m a sahneler, p lân değişiklikleriyle birbirini
takibetm ez. Sinem a dilinde séquence denilen ayni sahnenin
çeşitli g ö rü ş açılarından çevrilişi söz konusu değildir daha.
K am era, h er tabloyu, sonuna k a d a r ayni yerden te sb it eder.
B üyük plândan ancak tesadüfen fay d a lan ır ve bu sıra d a g ö ­
rü ş açısı k a t’iyyen değişmez. Bazı k ısa süreli film lerinde ise
bu usulü, kişilerini dev yapılı g österm ek için k ullanm ıştı (Gü-
liver; K au çu k K afalı A dam film lerinde). Sahneler, tiy a tro d a
olduğu gibi birbirine bağ lan ır; h a y a tta olduğu gibi değil. Si­
nem a ta rih i için çok ilgi çekici olan bu ilkel b ağ lan ışlara bir
örnek verm ek üzere “İm kânsızlık o rtasın d a se y ah a t” film i­
n in iki sahnesini h a tırla ta lım : birincisinde sahne bir v ago­
nun içidir. T ren durur. Y olcular iner. V agon boş kalır. İkinci,
yani b una bağlı sahnede b ir g a r görürüz. H alk, tren i bekle­
m ektedir. T ren u z a k ta n gelir, p erona girer, durur. K ap ılar
açılır ve b ir evvelki sahnede bulunan yolcular, yeniden tre n ­
den inerler. Bu seferki görünüş, dışarıdandır am a, zam an b a ­
kım ından birinci sahneye göre geri gidilm iş olur. Bu g ö ste r­
20 SİNEMA T AR 1H 1
m e usulü, 1908 den so n ra b ırakılm ıştır.
1897 de MâliĞs, gördüğü işin önem ini anladığı sıra d a si­
n em a büyük b ir bu h ran geçiriyordu. A m erika’da Edison, ken ­
di icadının im tiyazını aldığı ve b aşk ala rın ı dâva e ttiğ i için
serm ayesi u falt olan şirk e tle r çabucak sahneden çekilm işti.
Sinema, F ra n s a ’da ve A vru p a’da d a itibarım k aybetm iş bu­
lunuyordu. B ir yardım satışı sırasın d a projeksiyon m ak in e­
sinde k u llanılan e te r lâm bası parlam ış, iki yüz k a d a r insan
yanıp k ö m ür kesilm işti. Bu olay, sinem ayı tehlikeli bir eğlen­
ce haline getirdi. Sonra, yapılan şeyler zaten g a r a giren tre n ­
ler, k ah v a ltı eden çocuklar, fab rik ad a n boşalan işçiler gibi
birbirinin ayni sahnelerden m eydana geliyordu. H alk bıkm ış­
tı. O zam an, basında henüz fo to ğ ra fta n faydalanılm adığı, bir
fo to ğ rafı basm ak için şim şir üzerine oym ak, yani günlerce
çalışm ak g erek tiğ i için Mâliâs, sinem ayı bu yolda kullan m ak
istedi. G ünün m eşhur olaylarını yeniden stüdyosunda canlan­
dırıp film e çekti. G österilm esi onbeş d ak ik a sü ren ilk büyük
m izansenli ve yeniden y a ra tılm ış a k tü a lite film i olarak “D rey­
fu s v ak ’a sı” nı seçti. O sırada, casusluk isnadiyle m uhakem e
edilen m asum D reyfus m eselesi en buhranlı safhasındaydı
(1899). F ilm de D reyfus’ün lütbesinin sökülüşü, a v u k a tın a y a ­
p ılan su ikast, karisiyle karşılaşm ası büyük b ir gerçekçilikle
h azırlan m ıştı. H a ttâ bazı sahneler için Meliâs, fo to ğ ra fla r­
dan d a istifa d e etti. B undan so n ra birçok büyük ta rih i olay­
ları, y a d a m eşhur rom anları, önce tiy a tro su n d a sahneye koy­
du, so n ra da film e çekti: Jeanne d’A rc (onbeş d a k ik a için
beş y üz kişi kullandı), K ırm ızı KUlâh, M avi Sakal, Robinsen
Crusoe, Gulliver... B ugün bu film ler m ahvolm uştur. Y alnız
bazı fo to ğ ra fları var. “A yda se y a h a t” film i ise sa ğ salim z a ­
m an ım ıza k a d a r gelebildi. M^lies, bu film i çekm ek için Ju les
V em e ile H. G. W ells’in b irer rom anından faydalanm ıştı. K en­
disinin ifadesine göre bu film, ona 1.500 altın lira y a m alol-
m uştu. O nbeş d akikalık film in d ak ik asın a 400.000 fra n k h a r­
canm ış dem ek oluyor ki, 1948 yılında bir fra n sız film inin bü­
tü n sağladığı gelir dem ektir. M aam afih, h atırların d a , bu r a ­
kam ı, üç, d ö rt misli büyütm üş olarak söylediğini kaydeder.
“A yda se y a h a t”in başarısı, L um iâre'in açık hava m izansenle­
rindeki ü stünlüğünü o rta y a koydu. O zam anlar, film ler k ira y ­
la verilmez, satılırdı. B ir hesaba göre, 10.000 fra n k a m alolan
b ir film in serm ayesini k a p a tm a k için en az otuz kopyesinin
satılm ası lâzım dı. Bu hal, sinem anın m illetlerarası b ir sanayi
SİNEMA TARİHİ 21 .
işi olduğunu m eydana koyuyordu. 1900 den itibaren, M éliès’in
m ü şterisi a rttı. İn g ilte re 'd e k i bazı çalgılı g azinolar za te n m üş-
terisiydi. A v ru p a ve A m erik a’d a n da, onun y ap tığ ı film leri
iste r oldular. O za m a n lar film , reklâm için gösterilirdi. Y a
büyük kahvelerde, y a aç ık h av a d a (d am ların ta ra ç a la n n d a ),
y a d a büyük m ağ az ala rın özel salonlarında, m ü şteri to p lam a­
nın b ir v asıta sı sayılırdı. B edava davetiyeler, •biletler d ağ ıtıl­
dığı olurdu.
1902 de, sinem aya g erçek ten p a ra verenler, seyyar s a tı­
cılardı. B unlar, çeşitli yerlerde m allarım sa tm a k için ayni z a ­
m a n d a film de g österiyorlardı. A m erika'da olsun, A v ru p a’da
ve F ra n s a ’d a olsun, bu böyleydi. Méliès, O pera’y a gelen b.u çe­
şit sa tıc ıları topladı. O n lara “A y d a se y a h a t” film ini g ö ste r­
di. F ilm sona erince a d a m la r fiy atın ı sordular. B ir kopye için
yüz elli fra n k verm ek, o zam anki parayla, ad a m la ra çok gö­
ründü. B unun üzerine M éliès b a şk a b ir çareye başvurdu. T u t­
tu b ir fu a rd a â riy e t o la ra k film ini g ö ste rtti. P a rla k b ir de
afiş y a p tırm ıştı bunun için. B a şarı büyük oldu. H ab er çabu­
cak sey y ar sa tıc ıla r a ra sın d a yayıldı. Bu se fe r Méliès, film ­
lerini s a ttık ta n başka, serm ayesini de çıkardı. A m erik a’daki
b aşarı tahm inlerin de ü stü n e çıktı. Méliès, o ray a beş a ltı k u r ­
dele ih raç e ttiğ i halde A m erika’da “A yda se y ah a t” in yü zler­
ce kopyesi satıldı. O devirlerde telif h ak k ın a ria y e t edilm i­
yordu. Edison, B iograph, V itag rap h ve L ubln gibi ku m p an ­
y alar, bu film i önce n eg a tife çekip so n ra diledikleri k a d a r ço­
ğ a ltm a k ta m a h zu r görm ediler. Yine bu kurdele sayesinde,
Los A ngeles’te ilk daim i sinem a salonu açıldı. Bu şehrin b ir
k e n a r m ahallesine de Hollywood deniliyordu.
A m erika’daki h ak ların ı koruyabilm ek için G eorges Mé­
liès, N ew york’ta b ir şube açtı ve idaresini k ard eşi G aston’a
b ırak tı. O pera pasajın d ak i sa tış bürosu ve acentesi ise, za m a­
n ın In g ü lz y a z a rla rın c a "d ü n y a film m erkezi” diye adlandı­
rılıyordu. Y irm inci yüzyılın başında, sahne tertib in i icadede-
rek, m izansenll film ler y ap a rak sinem ayı k u rta rm ış tı. A m a
bu hal, kendisinin 1912 de, sefa let içinde ölmesini önleyem e­
di.

BRİG H TO N OKULU

In g ilte re ’de, sinem a öyle p ek büyük b ir b u h ran g eçir­


medi- A v ru p a’daki gibi olm adı orada. W illiam P au l b a ş ta ol­
22 SİNEMA TARİHİ
m a k üzere, öncüler sayesinde, pan ay ırlard a, çarşı pazarda,
m üzik-hol denilen sayısız çalgılı kahvelerde film gösterilm e­
sine devam edildi. N ew york’t a Bioscope adım verdiği kendi
icadı m akineyle tic a re t y a p a n C harles U rb an adın d a biri v a r­
dı. B u işin im tiyazı Edison firm ası üzerinde olduğu için ih tira
b e ra tı derdinden kovdurulm uştu. O da, İn g ilte re ’ye gelip si­
nem acılığa koyuldu.
W illiam Paul, ilkin a k tü a llte film leri çekerek işe b aşla­
m ıştı. S onra a k tö r k u llan m ağ a başladı. 1899 da d a b ir stü d ­
yo kurdu. 1903’tey se az çok önemli film ler çevirm eğe koyul­
m u ştu : Mr. P ickw ick’in başından geçen b ir olay, Pom pei’nin
son günleri, K u tb a se y a h a t gibi kurdeleler yaptı. W illiam
P au l’u n y ap tığ ı işlerden en değerlisi, ilk defa aç ık h av ad a
k ay d ırm a (travelling) usulüne baş vurm ası ve bunun gerçek ­
leştirm esi oldu. Picadilly M eydanı n d a otom obil içinden çek­
tiğ i b ir filmle, bu usul sayesinde seyirci üzerinde, k az a y a se­
bep olm adan deli gibi giden bir otom obildeym iş hissini u y an ­
dırdı.
A çık h av a film ciliği In g ilte re ’de asıl W illiam son ve G. A.
S m ith ta ra fla rın d a n ta m m ânasiyle ta tb ik edildi. H er ikisi de
B rig h to n ’da yaşıyorlardı. P lâj fotoğrafçısıydılar. S onra ak-
tü a lite film leri çekm eğe başladılar. Sm ith, açık h av a d a b irk aç
denem eden sonra, P a u l’den önce sinem a hilesi k ullan m ağ a
başladı. M éliès’in y a p tık la rın ı bilmeden, belki ondan da önce
ayni kurdeleye ü stü ste iki resim çekerek “surim pression” ve
“superposition” denilen usulü ta tb ik etm iş oldu. B uluşuna
o k ad a r sevindi ki, hem en bunun im tiyazını aldı. 1898 de çe­
virdiği, konusunu ünlü F ra n sız rom ancısı A lexandre D um as’-
dan alarak , “KorsikalI K ardeşler” de ayni a k tö rü ik i a y n kişi
gibi ayni kurdeleye çekm ekte bu usulden faydalandı. "B ir
h ay aletin resm i”, “K ül K edisi”, “F a u s t”, A lâ a ttln ’ gibi si­
h irbazlıkla ilgili film lerde bol bol kullandı.
L um ière şirketinde yetişm iş olan W illiam son ise, sah n e­
lerini, M éliès’in y ap tığ ı şekilde, tiy a tro sahnesinden fay d a la­
n a ra k te rtip etm iyordu. 1899 yılında “H enley’de yelkenli y a ­
rışı” diye b ir film çevirm işti. B u rad a yedi sekiz sahne birbi­
rini takibediyordu. M eselâ birincisi yelkenülerin h a re k e te b aş­
lam asını; sonraki, yelkenliden k a y d ırıla ra k sahildeki seyirci­
leri; d ah a so n rak i y a n ş a k a tıla n yelkenlilerden b ir g ru p u ;
n ih ay et kazan an ın v a n şın ı gösteriyor, film cilikte m o n taj de­
nilen değişik sahneleri uç u ca eklem ekle zam an bakım ından
SİNEMA t a r î h î 23
süreklilik tesiri elde ediyordu. “Çin’de b ir m isyonerliğin hü­
cum a u ğ ram a sı” film inde de yine böyle b ir so n rad a n kurulug
görülür. Beş d ak ik a sü ren bu film d ö rt tab lo y a ayrılm ıştı. Ön­
ce sa ld ırg an la r m isyonerliğin kap ısın d a görülür, kapıyı zor­
la rlar. B ahçede b ir sav aş başlar. P a p a s öldürülür. Balkonda,
p ap asın k a n s ı m endilini sa llam ak tad ır. Bu İşa re t üzerine sa h ­
ne değişir. K ralın deniz kuv v etleri işa re ti görm üşlerdir. A tlı
su baylarının kom utasında, m isyonerliğe yüklenirler. A tlı su­
b ay tam zam an ın d a bahçeye g irer. A siler, binayı a teşe v er­
dikten başka, p ap asın kızını d a k aç ırm ak üzeredirler. Subay
kızı k u rta rır; denizciler yetişir, Ç inlileri süngüleyerek m isyo­
nerliği âsilerden tem izlerler.
Möliös’in Uslûbiyle ta b a n ta b a n a z ıt olan bu çeşit film,
büyük m acera film lerine (W estern) yol açm ıştır. Bu film ­
lerin k an av ası o zam andanberi hiç değişm em iştir: ih an ete
u ğ ra y a n b ir k u rb a n la k u rta rıc ıla rı, m o n taj sayesinde, birbiri
ard ın a perdede görüleceklerdir. B u film tarzı, 1900 yılında,
In g ilte re dışında h içbir m em leketçe henüz bilinm iyordu.
S m ith d ah a ziyade büyük plân resim çekerek çalışıyor­
du. L âk in az so n ra bu usulün herşeyi ifadeye y aram ıyacağ ı-
nı an ladı ve A m erikan plânı dediğim iz o r ta y ak ın lık ta fo to ğ ­
r a fla ra y e r verdi. Böylece büyük plânla o r ta ve u zak plân ­
la rın y er değiştirm esi sinem ada gerçek b ir yenilik oldu.
Sm ith, ilk film lerinde ilim konularım ele alm ıştı. S o n ra­
la rı bazı Ingiliz h alk m asalların ı u fa k b ir stüdyoda film e çek­
ti. A m a Ingiliz film cileri genel o la ra k açık h av a d a film çevir­
m e prensibine bağlı kaldılar. H em açık havada, Möliâs’in k a ­
palı stüdyoda b ir tü rlü b a şa çıkam adığı boyalı bez dek o rlar­
la sahneleri çeşitlendirm ek, sık sık değiştirm ek de kolaylaşı­
yordu. Ingilizler, film çekm e m akinesini b ir n o k ta y a ça k m a k ­
ta n d a vaz geçtiler. M akine, a k tö rü g ittiğ i h e r yerde sü rek li
o la ra k takibedebilir hale geldikten b a şk a çeşitli yönlerde de
h a re k e t edebiliyordu. B u devrede acıklı film ler kom ik film ­
lerden çok yapılıyordu. “P o sta a ra b a sın a hücum ” o k ad a r b ü ­
y ü k b ir başarı kazandı k i A m erika’d a d a ta k lit edüm eğe b aş­
landı. O m eşh u r B uffalo BUl’le r K ızılderililer henüz gerçek
h a y a tta n çekilm iş değillerdi. Bu sebepten, bu ta rz d a çevrilen
A m erik an film leri büyük ra ğ b e t gördü.
In g ilte re ’deki O aıui)ont şirketinde çalışan A lfred Collins,
tak ip li kom ik film leri geliştirdi. K endisi aslın d a b ir çalgılı
kahve oyuncusuydu a m a tiy a tro kaidelerini b ir y a n a atm ay ı
34 SİNEMA TARİHİ
ak ıl e tti ve film de bam b aşk a usuller k ullanm ak yoluna g itti.
O nun başvurduğu usuller ta m m ânasiyle sinem aya m ahsus­
tu. N etek im “Otom obilde evlenm e” adlı kom edisinde bu usul­
leri ay n i sahne süresince kullanıyordu: E vlenm ek üzere k açan
b ir çifti b ir ih tiy a r takibediyor. K am era, d ışarıd a alm an sa h ­
neyi evvelâ sa b it b ir n o k ta d an kendi e tra fın d a dönm ek su re­
tiyle y an lam asın a takibediyor (panoram ik) ve k a ç a n otom o­
bili bulup seyirciye gösterince sü ratle k a y a ra k (travveling)
otom obile yaklaşıyor. S onra ayni sahneyi en u z a k ta n en bü­
y ü k p lâ n a k a d a r çeşitli m esafelerden (sekans) gösteriyor. N i­
h a y e t g iriş açısını değiştirip tam am iyle z ıt yönden sahneyi
te sb it ediyor (contre-cham ps). Böylece, fo to ğ ra fa çekm e te k ­
niğinin o za m a n a k a d a r bilinen im kânları, ta k ip li b ir sahnede
b ir a ra d a ta tb ik edilmiş oluyordu. E vlenm e sahnesinde p a r­
m a ğ a geçen yüzük çok yak ın d an çekilm iş ve iki p a rm a k a r a ­
sından tekm il kilisenin içi u z a k ta n gösterilm işti. Bu film in
çekiliş ta rih i 1903 tü r. Ingilizlerin bu dersinden faydalanm ak,
b aşk a m em leketlerde, y ıllarca so n ra m üm kün olacaktı.
A çık h av a İngiliz sinem acılığında te k n ik ilerlem eleri sa ğ ­
lam ıştı. M üşterinin rağ b e ti de konuların d ah a sosyal ve g e r­
çekçi olm asını kolaylaştırdı.
Collins, acıklı ve ciddî film ler de yaptı. “M adencinin b ir
gün ü " böyledir. O ndan b a şk a H a g g a r “B ir k ü re k m ahkû m u ­
n un k açışı” nı, W illiam son konusu günlük h a y a tta n alınm ış
“B ir dilim h a y a t” ı; W illiam Paul, henüz b itm iş olan T ra n s­
v al h arb ini ele a la ra k isveçli m ilyoner k ib rit fab rik atö rü
Kruger*! gülünçleştiren “Ş erefli b a n ş ” ı çevirdiler. B unları,
birçok cem iyet m eselelerini konu y ap a n acı ve b u ıu k film ­
le r ta k lb etti.
G erçekten hoşlanm ak, yeni ve ileri b ir tek n ik a r a ş tır ­
m ak, cem iyet m eselelerini konu y ap m ak gibi özellikler 1902
sıraların d a İngiliz sinem acılığının özellikleridir. N etekim 1903
den so n ra bu m em lekette sinem a yeniden doğm ağa b aşlay ın ­
ca, belge a ra ştırıc ıla n n ıri' gayretleri, İngiliz sinem asına ayni
özellikleri kazan d ıracak tır.- G rierson R o th a D avid Lean, y a ­
h u t C arol Reed gibi film ciler, a ra ştırıc ıla r elb ette doğrudan *
d o ğ ru y a W illiam son, M ottershaw ve Collins’in tesirinde k a l­
m adılar. Sadece İn g ilte re ’de bazı geleneklerin sürekliliğini
eserleriyle isb a t etm iş oldular.
SİNEMA TARİHÎ 25

P A T H E ’N İN İL K ZA M A NLA RI

B ab a P ath é, V incennes'da k asap tı. A lsace’lı b ir köylü


k ad ın la evlenmiş, d ö rt çocuğu olm uştu. D ö rt oğlunu da büyük
bir tu tu m ta sa sı içinde b ü y ü ttü . B unlardan C harles çocuklu­
ğ unda an c ak P a z a r du asın a giderken, o da annesinin eski p a ­
buçlarını giydiği zam an ay a k la rın ın ay ak k ab ı yüzü g örd ü ğ ü ­
n ü h a tırla r. B ir b a şk a k asap am canın y anında sıkı bir eğ itim ­
den g eçtik ten sonra k ü çü k C harles!, cebine bin fra n k koyup
Yeni D ünya’yı keşfe yolladılar. B ir m üddet kaldınm cılık, ça­
m aşırcılık ve m em urluk e ttik te n so n ra Buenos A ires’te s a n
hum m a çıkınca, Charles, cebinde m etelik bile k alm adan m em ­
lek ete te rs yüzüne döndü. D o stla n n d an b iri bu o tuzuna b a s­
m ış evlenm iş k asap dü k k ân ın d a ay ak hizm eti g ören ad am a
p an a y ırlard a te şh ir edilm ek üzere, 1894 y azında b ir Edison
fonografı gösterdiği zam an C harles b ir an d a a ltı aylık ü c­
retin i feda edip bu "konuşan m akine” lerden b ir ta n e sa tın al­
dı. M onthéty p an a y ırın d a iş görm ek üzere hem en V incennes’-
dan, b ir ta lik a y a atlay ıp uzak laştı. K a n sı da, m u k av v a b ir
k u tu d a balm um u silindirleri taşıyordu. Ş ay et bu silindirler
k ın la y d ı genç evlilerin ta m m ânasiyle ocağı sönerdi.
T alih C harles P a th é ’nin yüzüne güldü. V incennes’a dön­
dükleri zam an, genç k a n -k o c an ın ceplerinde on Louis altın ı
v ard ı: bir ay d a k a z an a ca k ları p ara y ı b ir günde k az an m ışla r­
dı. B unun üzerine P a th é k ardeşlerin dördü de Seine nehri ci­
v arın d ak i araziy e yayıldılar. C harles küçük bir serm aye to p ­
la d ık ta n so n ra L o ndra’y a g itti: orada Edison tipinden b a ş­
k a v e çok d ah a ucuz fo n o g raflar sa tıld ığ ın ı duym uştu. G it­
m işken W illiam P a u l ve Joly ta ra fın d a n yapılm ış ldnetosco-
pe’la rd a n da (penceresine göz uydurup b ak ın ca çevrilen b ir
m anivelâyla içeride h are k etli resim ler gösteren â le t) sa tın
aldı. A z zam an d a kendi h esabm a sinem a m akinesi yaptı. K ü­
çü k kard eşlerinin bu b a şa rısı üzerine döpt kard eş birleştiler.
Serm aye koyup m a ğ az a aç tılar. İlk iş a re tte iki k ard e ş koy­
d u k ları p ara y ı g eri çektiği için, Charles, diğer b ir kardeşiyle
iki o rta k kaldı. “P a th é F rè re s” (P a th é k ard e şler) firm ası
k u ru lm u ştu ve m ükem m el iş yapıyordu. 1898 yılında G rivolas
diye b ir adam , şirk e te b ir m ilyonluk b ir sip ariş verdi. O a n ­
dan itib aren de P a th é kardeşler, büyük serm ayeyle m ü n ase­
26 SİNEMA TARİHİ
b ete g irm iş oldular. B üyük serm aye sahiplerinden yardım g ö r­
düler. E sk i panayırcı, böylece iş adam ı oldu çıktı.
C harles P athö, C hatou’da büyük bir fa b rik a ku rd u “fo­
n o g raf” silindirleri yapıyor ve dolduruyordu. D erken Vincen-
n es’da, açık h av a d a film çevirm ek üzere işe girişti. F ıçılar
üzerine ta h ta la r u z a ta ra k bir sahne k urm uşlar, bu yüksek
şedde film çekiyorlardı. C hatou'da şa rk ıla rla fonograf doldu­
ra n A lfred Z ecca ism inde b ir çalgılı kahve şarkıcısına, C har­
les, V incennes’daki film lerin sahneye koym a İşini havale e t­
ti. İşle r gelişince de, MĞlies’inkinden d ah a büyük b ir stüdyo
yap tırd ı.
Zecca, Möliâs’in y ap tığ ın a göre, devrinin en ileri usulle­
rin i kullandı. P ath ö firm ası, bu adam ın herşeyinden fay d alan ­
m a ğ a bakıyordu. D ekorları o yapıyor, senaryoları o yazıyor,
film de başrolü oynuyor, gerektiğinde kam eray ı kullanıyor­
du. Zecca, ilk film lerinde, herşeyi Möliös’te n a k ta rm ıştı. F a ­
k a t d ah a çok İngiliz sinem a okulunun getirdiklerini aşırıy o r­
du. İlk on film inde aç ık ça B righton okulunu ta k lit etm ek tey ­
di. K ısa zam an d a iş bölüm ünün lüzum una im an e tti v e çev­
resine fay d alan acağ ı kim seleri topladı. P a n a y ır yerlerinde
film seyredenlerle fiim o y n atan la rın zevkini kolladı.
Zecca, kendisinden önce çevrilm iş film leri b irer b irer ve
hem en aynen kopye edip te k ra rla d ık ta n so n ra b ir de o ta rz ­
d a eserler verm eği denedi. M üşteri gözünde dekor, film için
edilen m a sra fla rın g a ra n tisi olduğundan b ir m üddet sonra,
k ısa b ir zam an için V incennes’daki açık h a v a stüdyosunu bı­
ra k tı. S inem a hilelerine d ayanan sihirbazlıkla ilgili d ö rt film
çevirdi. B u n lard a dekor son derece gerçeğe bağlıydı. M61iös’-
te n fa rk lı ta ra fı, film hilesini tek n ik im k â n la r haline g etirm e­
siydi. “T ünelde a ş k ” isim li film inde Zecca, sütnine kılığ ın a
g iren L iezer’le âşık d aşlık eder. Ü çüncü m evki vagonun pen­
ceresinden (boyalı bez dekor) k ır m a n za ra sı görünür. Bu k ır
m a n za ra sı d ah a önce, g itm ek te olan b ir tren d en çekilmiş,
so n ra k a ra n lık odada bu film e ikinci defa basılm ıştır. Böyle­
ce dekordan vagon yerinde durduğu halde, y ü rü rk e n çekilm iş
m a n z a ra yüzünden h a re k e t halindeym iş gibi görünür. Bu
usul, çağım ızda b aşk a tü rlü ta tb ik edilm ektedir: önceden çe­
kilm iş film buzlu cam dan b ir e k ra n a (tra n sp a re n t) a k s e ttiri­
lir v e k işiler bu cam ın önünde o yunlarına devam ederlerken
ayni sahne, m ü şterek o la ra k te k ra r film e çekilir. Zecca’nın
y ap tığ ın d an itibaren, bu usul b ir sinem a hilesi, b ir hokkabaz-
s i n e m a t a r i h i 27
lık o lm ak tan çıkm ış, sinem a dilinin, film tekniğinin b ir g ere­
ği haline gelm iştir.
Zecca birçok kom ik film de çek m iştir am a bunlar, az
b u lu n u r bayağılık tad ır.
A sıl büyük başarısın ı “B ir cin ay et hikâyesi” yle k a z a n ­
dı (1901). Olay, 1889 d a k u ru lm u ş olan G revin m üzesindeki
balm um undan heykellerin m a ce ra ların ı anlatıyordu. Bu m ü­
zedeki balm um u heykeller şu veya bu şekilde tanınm ış gerçek
k işileri tem sil eder.
O nun en önem li film i “Is a ’n ın h a y a tı” oldu. Bu film i çe­
virm ek için b aşk ala rın ın y ard ım ların d an da faydalandı. L u ­
cien N onguet, m uavini Louis G asnier, G eorges H a to t gibi
kim seler, birbirlerine ra k ip oldukları halde, işlerini y ü rü tem e­
diklerinden Z ecca'ya yardım cı olm ağı kabul ettiler. " Isa ” fil­
m inde N onguet'nin hissesi büyüktü.
1902 de çevrilm eğe b aşlan a n bu film 1905 ten önce b it­
medi. S tüdyo’n un im k â n la rın a göre, çevrilm ek üzere k ırk k a ­
d a r tablo tertiplenm işti. Sahneye k o n u şta b ir çeşit İhtişam
v ard ı ve bunu, k am eray ı y an d an gezdirerek, p an o ra m a ta r ­
zında sahneyi gösterm ekle tem in etm işlerdi.
A k tü alite film leri, b ilhassa olup bitenlerin so n rad an te r ­
tiplenm esiyle elde edilen a k tü a lite film leri de P a th é 'n in b ir
özelliği haline geldi. Zecca, g ere k kendi idare ederek, g erek
çevrilm esine n a z a re t ederek “A m erikan C um hurbaşkanı Mc
K lnley’in k a tli”, “P a p a ’n m ölüm ü”, “D ük de Guise’h ı öldürü­
lüşü” (Vincennes’da ta rih le gü n lü k olay lar birbirine k a rış tırı­
lıyordu) gibi a k tü a lite film leri m eydana getirdi. “M artinique
faciası” bu alan d a en b aşarılı eserlerindendi. E ğer, y an a rd a­
ğ ın pU skürüşü sırasında, m akinistlerden birinin su ratı, k ısa
b ir an için, dum anlar ark a sın d an görülm em iş olsaydı, d ekor­
daki g erçeklik d ah a tesirli olacaktı. Bu kısım kesildikten son­
r a film in k o p y alan binlerle satıldı.
Sinem ada 1903-1909 a ra sı P a th é D evri olm uştur. F e v k a ­
lâde b ir işletm ecilik anlayışı, Méliès devrinin esnaflık zihni­
y eti y erine sinem ayı b ir büyük sanayi haline getirdi. B u sa ­
nayiin b ü tü n d ünyaya hükm eden m erkezi ise V incennes’dı.
P a th é şirketinde de, M éliès’te olduğu gibi, b ir film den
y irm i kopye satıldı mı, film tekm il m a sra flarım çık an y o r, iş
deyimiyle, kendini am o rti ediyordu. Y ani ondan sonrak i sa­
tış la r hep kârdı. Buna* k arşılık, V incennes’d a çevrilen film ­
lerin h e r biri yüzlerce, bazan binlerce satılıyordu. H er yıl, d a­
28 SİNEMA TARİHİ
h a O cak ayı çıkm adan, sa tışla r, çoktan b ir yıllık m a sra fları
bütiln te fe rru atiy le am o rti etm iş olurdu. O nbir a y m üddetin-
ce sa tıla n film lerin h er m etro su n e t b ir k â r tem in ediyordu.
K ısa zam anda, günlük seksen kilom etreye k a d a r film sa tıl­
m a ğ a başlandı. F ilm işine y a tırıla n bin fran k , yılda on bin g e­
tirdi. C harles P athö, b ir m üşterisine: “Sinem a, y arın ın tiy a t­
rosu, okulu ve gazetesidir” diye yazıyordu.
P an ay ırlard a, binlerce b a ra k a d a film gösterilm eğe baş­
landı. ö y le h e r biri beslenm ek isteyen canbazlar, hokkabaz­
lar, vahşi h ay v a n la r yerine, h a lk a film gösterm ek esnafın d a­
h a işine geliyordu. P a th e ; ta m m anasiyle sanayileştirdiğ i bu
kendi kendine h a re k e t eden insan hayalleriyle, ücretlerden
k ısın tı y apm ağı sağlam ıştı. Tabiî, ko p y alar satıldıkça, p an a­
y ırcılar p a y alm ak la b erab er asıl se rv e t Vincennes k a s a la rı­
n a akıyordu. S a lta n a tla rı sürdüğü m üddetçe P ath ö K ardeşler
m ü th iş k â r sağladılar. 1900 yılında 345.000 fra n k ; 1902 de
910.000 fra n k ; 1904 te 1.370.000 fra n k ; 1906 da a ltı buçuk
milyon, 1907 de yirm i d ö rt m ilyon elde ettiler.
S atış önce M arne-sur-Seine panay ırın d a başlam ış, k ısa
zam anda dünyanın beş k ıta sın a yayılm ıştı. P a th â ’nin b ir a d a ­
m ı 1902 denberi bıkıp usanm adan dünyayı dolaşıyor, Londra,
N ew york, Berlin, M oskova, Brüksel, P e te rsb u rg A m sterdam ,
Milâno, B arselona K alk ü ta, V arşova S ingapur gibi m erk ez­
lerde şubeler açıyordu. 1908 de şirk e tin yalnız A m erika B ir­
leşik D evletleri’nde iki m ilyon g ay ri m enkulü vardı. N ew york
y ak ın ların d a b ir de stüdyo k uruyorlardı. 1908 de P a th â ’nin
A m erik a’y a s a ttığ ı film yekûnu, birleşm iş A m erik an prodük­
tö rlerin in topunun sa ttığ ın d a n iki m isli fazlaydı.
P a th ö ’nin alâm eti olan Horoz, her yerde k alab a lık la rı k a ­
ra n lık sa lo n la ra âd e ta çekiyordu. C harles P ath â, büyük bir
darb e indirm eğe hazırlandı. O za m a n a k a d a r gelişm e sa tıh ­
taydı. H am film i alan P ath â , çeviriyor ve çevirdiği film leri
b ü tü n d ü n y ay a yayıyordu. Bu sefer dikine gidecekti. Y ani
h am film i kendi yapacak, sinem a m akinelerini kendi y ap a­
cak, film lerinin gösterildiği b ütün salonları sa tın a la ra k k en ­
di m ülkü haline getirecek ti. Bu şekilde, b ir sü rü kâr, b a şk a ­
la rın ın kesesine gireceğine onun kesesine girecekti. 1907 de,
F ra n sız m e slek d aşlan n ın “hü k ü m et darbesi” dedikleri bu t a ­
sarıy ı g erçekleştirm eğe hazırlandı. B ir beyannam e yay ın la­
y a ra k b undan so n ra film sa tm ay acağ ın ı dünyaya bildirdi. Beş
bölgede beş tekel kuruyordu. Çeşitli m em leketler y a doğrudan
SİNEMA TARİHİ 29
d oğruya P a th e ’ye, y a d a bu beş tekelden birine bağlanıyor­
lardı. O zam an a k a d a r film cilik üç sa fh a ta k ib e tm işti: istih ­
sal, yani film i yapm ak; dağıtım , y ani toptancılık; işletm e, y a ­
ni perak ende o la ra k film k iralay ıp doğrudan doğruya seyir­
ciye gösterm e. C harles P ath â, işte bu üçünü de kendinde top­
lam ak istem işti. Bu bak ım dan E a stm a n K odak’ı taklidedi-
yordu. Ç ünkü bu m üessese de k ü çük ç a p ta ayni şeyi y ap m ak ­
tay d ı: pelikülü, film m akinelerini kendi yapar, kendi dü k k ân ­
la rın d a kendi sa tard ı. B ununla beraber, d ünyada h arc an an
pelikülün, yani ham film in yüzde doksan beşi K odak ta ra fın ­
dan yapılırdı. Pathö, yılda b ir m ilyon m e tre film h arc ay arak ,
K odak istihsalinin hem en y a n s ın ı çekiyordu. K ısa b ir ta h k i­
k a ta g irişti ve kendisine m etresi elli san tim e sa tıla n bu film ­
lerin aslında iki, üç san tim e m alolduğunu öğrendi. Y ani ham
film yapıp satm ak , sinem acılıktan çok d ah a kârlıydı. O sıra ­
da A lm an kim yacıları d a yanm az film i keşfediverdiler. B u­
nun üzerine Path6, rakiplerini b ir k e n a ra a ttı. B üyük ölçüde
pelikül y a p m ağ a girişti.
ö t e yandan, çevrilen h er film üç yüz m etrelik bir
p ro g ra m olm uştu. Y ani üç yüz m etrelik b ir film i dolduracak
k a d a r en trik alı sen ary o lar y ap m ak gerekiyordu. C harles
PathĞ, bu işde edebiyat ad am lan n d an , eski şaheserlerden fa y ­
d alanm ağı düşündü. Y az arlar ve ed ebiyatçılarla sinem acıları
b irle ştiren b ir dem ek kurdu. H am film den y az arın beynine
k ad ar, herşeyi k ontrolü a ltın d a tu tm a k istiyordu. Sonunda,
a ltı seneye kalm adan m uazzam b ir tr ö s t m eydana çıktı. K ud­
retin in sınırı yok gibi görünüyordu. K arşısın d a hiçbir rak ip
k alm am ıştı. H er g ün beş stüdyo ara lık sız o la ra k çalışıyordu.
Şubeleri dünyanın h e r ta ra fın d a film sanayiine hükm ediyor­
du. O k ad a r ki, bugün Hollywood bile, P a th ö ’nin o zam anki
ehem m iyetine erişem em iştir. Hoş, o zam an sinem a sanayii de
bugünkü iş hacm ine ulaşm am ıştı.
Böyle dev hacm inde b ir işi yürütebilm ek için Zecca
um um m ü d ü r yapıldı. Çoğu kendisinin y etiştirm e si olan b ir­
çok sahneye koyucunun işini kontrol altın d a bulunduruyor,
y a d a kendisi o n la ra yardım ediyordu. B u adam lar, onun na-
z a re ti altın d a yeni ta rz ve üslû p lar y a ra ttıla r. B unlar a r a ­
sın d a “Sinem a rom anı” denilen hisli aşk hikâyelerinden k o ­
n u su n u alm ış film ler gösterilebilir. Bu, o za m a n a k a d a r de­
nenm em iş b ir çeşitti. '
1906 yılı, P ath £ kum panyası için s a n a t bakım ından b ir
30 SİNEMA TARİHİ
dönüm n o k tası oldu. O za m a n a k a d a r ta k lit yollyle çevrilen
film ler bırakıldı. K onularından fo to ğ ra fla rın a k a d a r orijinal
eserler m eydana getirilm eğe başlandı. Y abancı film lerin te ­
siri silindi. "S inem a rom anı" denilen âşık a n e film ler okadar-
g eliştirild i ki, D an im ark a ve A m erikan sinem acılığına tesir
ederek o ra la rd a da bu çığırın açılm asına sebep oldu. Komik
film lerde Zecca b ir çeşit yeniliğe giderek ötedenberi m izah
dergilerinde, a lm an a k la rd a görülm eğe alışılm ış k a rik a tü r tip ­
lerini perdeye çekti. Bu çeşit film lerde P a th é kum panyasının
o rta y a a ttığ ı ilk kom ik yıldız A ndré Deed’d ir ki B olreau adiy­
le tan ın m ıştı. Deed, d ah a ziyade g a g denilen kom ik tesirine
ehem m iyet veriyordu. G ag diye gözle g ö rü n ü r kom ik d av ra­
n ışla ra diyorlardı. M eselâ A m erikan film lerinde o zam an çok
görü len su ra tın a reçel veya p a s ta atm ak , kayıp düşm ek gibi
h are k etle rd i bunlar. Deed İta ly a ’ya sey ah ate çıkınca yerini
M ax L inder aldı. M ax Linder, ilk defa, g a g yerine kom ik u n ­
su ru ç a p ra şık d u ru m la rd a a ra y a n a r tis t olm uştur. Bordeaux
k o n se rv a tu v a n n d a okum uş olan bu genç sanatçı, zam anın en
tan ın m ış b u lv ar tiy a tro su olan V ariétés’de uşak rolleriyle işe
başlam ıştı.
M ax L inder k ısa boylu, sıska, â d e ta h astalık lı b ir ad am ­
dı. V incennes stü d y o ların d a m ektepli rolleriyle film h a y a tın a
girdi. A cıklı film lerde de rol aldı.
1909 a doğru P a th é ’nin istihsali öylesine a r tt ı ki, h a r­
canan ve çevrilen kurdelelerin m ik ta rc a a rtışı bu n ların d eğer­
ce de elenm esine yol açtı. E skiden sinem a salonları te n te g e­
rili çad ır veya b a ra k a la rd a n ib a re tk en a r tık k ap alı salo n lar
haline gelmiş, b ir çeşit sinem a- tiy a tro salonu doğm uştu. P a t­
h é’n in bu sa lo n la rın a h e r h a f ta en az b ir yeni p ro g ram ye­
tiştirm e k lâzım dı. S inem a seyircisi p a n a y ır m üşterisi değil,
şehirlilerdi. O nların seyredeceği, zevk alacağ ı eserler y a r a t­
m a k gerekiyordu. Bu da is te r istem ez sa n atlı film ler çevril­
m esine im kân hazırladı.

M İZA N SEN D E G ELİŞM E

ilk film lerde d ah a çok peri m a sallarım an d ıra n hâriku-


lâde âlem lere, m eçhul d ü n y alara gökyüzü gezegenlerine a it
k o n u larla günlük h a y a t sahnelerinin seçildiğini gördük. Mé-
liès, en ileri g ittiğ i devirde y ap a y ap a piyeslerin konularını
sinem aya alm ağı akıl etm işti. A d eta “film e çekilm iş tiy a tro ”
SİNEMA TARİHİ 31
m eydana getiriyordu. O pera ve O pera- kom ikleri de perdeye
ak settird i: “F a u s t”, ‘T a u s tu n lânetlenm esi”, "S evilla b erb e­
ri” gibi... 1906 dan so n ra Zecca’y la rek a b ete girişm ek istedi
am a, y ap tığ ı kom ik film lerle çabucak âdiliğe düştü. Çok film
y ap m ak ve bunları sa ta m a m a k m âli durum unu d ah a da k ö tü ­
leştirdi. K ısa süreli bazı çalışm alardan so n ra b üsbütün iflâs
etti. M éliés’l yokeden sad e P a th é 'le rle re k a b e t değildi. Y ap­
tığ ı en iyi film ler bile İta ly a n la rın çevirdiği Cabiria. gibi, M ax
L inder'in güzel film leri gibi eserlerle ayni zam an a rastlıy o r,
h a ttâ Ş arlo ilk film leriyle büyük b ir şö h ret kazanm ağa, G rif­
fith k u m panyası dünya p iyasasını tu tm a ğ a başlıyordu. Çocuk­
la r hariç, 1912 seyircisi için M éliés’in film leri pek birşey ifade
etm ez olmuş, g a y e t ip tid aî kalm ıştı. N ew york şubesi de çeşit­
li gü çlü k ler yüzünden p alam a rı çözdü. B irinci D ünya H arb iy ­
le ilân edilen m oratortum , borçlarını ödem ek için stüdyosunun
haczedilm esinden onu k u rta rd ıy s a d a iflâ sta n ve işi ta m a-
m iyle b ıra k m a k ta n k u rtaram ad ı. N eg atiflerin i kiloyla sa ttı.
B ir zam an ların şaheserleri olan film lerinden diş fırçaları, t a ­
r a k la r yapıldı. B ir za m a n lar çok zengin olan bu adam , G ar
M o n tp am asse’t a uzun y ıllar oyuncak sa ta n b ir kulübe-dük-
k ân işletti. 1928 de gazeteciler, F ra n sız film ciliğinin bu ilk
m üteşebbisini bu durum da k eşfettiler. Şerefine to p la n tılar
yapüdı. O rta halli b ir dinlenm e evine yerleştirildi. 1938 yılın­
d a d a o ra d a öldü.
P a th é kum panyasının Geroges Méliés te n d ah a azılı r a ­
kibi G aum ont şirketiydi. "B ilûm um fo to ğ rafçılık işleri tic a ­
reth a n esi” sahibi Léon G aum ont uzun zam an sinem a m akine­
leri sa tışın ı esas, film ciliği ise te fe rru a t kabilinden saym ıştı.
K âtibi B ayan Alice Guy, sahneye koym a işlerinde çalışm ıştı.
Çeşitli ta rz la rd a film ler çevirdi. P a th é ’nin kazandığı b aşarı­
lar, 1905 te G aum ont şirk etin i büyük ölçüde sinem a işletm e­
ciliğine yöneltti. Y irm i Méliés stüdyosunu içine alabilecek te ­
sisler k u rd u lar. V ictorin J a s s e t adında, H ippodrom e tiy a tro ­
sunun eski p an to m im a organ izatö rü ile A lice G uy işbirliği e t­
tiler. Is a ’nm h a y a tın a d air büyük bir film çevirdiler, ö n ce
Ja s s e t’nin, so n ra d a A lice G uy'nin ayrılışından so n ra G aum ont
stü dyolarının sa n a t m üdürü Louis F euillade oldu.
Feuillade, g azetecilikten gelme, uyanık ve çok bilgüi b ir
adam dı. S enaryolar y a z a ra k bu işe girişm işti. S onra eser
sahneye koym aya başladı Ve h e r ta rz ı denedi. P a th é 'n in " d a r­
be” sine benzer b ir işe girişerek, G aum ont stüdyoları, 1907-
32 SİNEMA TARİHİ
1908 y ıllarındaki iktisad i buhranı k üçük z a ra rla rla a tla ttı.
B irçok iş sahipleriyle anlaşıp birleşti. B azı b an k a la rd a n da
b ü y ü k y ardım gördü.
ö te y an d an , b a şk a m âli m üesseseler, P a th é ’nin b ir üçün­
cü rak ib in i d ah a destekliyorlardı. E clair film şirketi, iş ad am ­
la rı ta ra fın d a n k u ru lm u ştu am a, işden an lay a n biriyle, Gau-
m o n t’un eski adam ı J a s s e t’yle çalışıyordu. Jasset, ak tö rleri
yıllık m ukavelelerle şirk ete bağlayan, ara lık sız ça lıştırm alar­
la onları g eliştire re k sinem a yıldızı dediğim iz sa n atç ı tipinin
ilk örneklerini h azırlay an birinci adam oldu. E clair şirketinde
N lk C a rte r serisini çevirerek yine ilk defa, gelecekte çok r a ğ ­
b et görecek olan, konulu polis film i y ap m a usulünü o rta y a
a ttı. Gerçi film k ah ra m an ın ı A m erikan polis hikâyelerinden
alm ıştı am a, olayları tam am iyle kendi uydurm uş, k a h ra m a n ı­
n ı P a ris y ak ın ların a getirm işti. Yüz m e tre boyunda olan bu
k üçük film ler dünya ölçüsünde b aşarı kazandı. B aş rolü oy­
n a y a n a k tö r Liabel, N ik C a rte r adiyle m eşh u r oldu ve dün­
y an ın d ö rt bucağından yüzlerce a şk m ektubu alm asına h e r­
k esten çok kendi şaştı.
İn g ilte re ’de sinem a, h âlâ ilkel şeklini m uh afaza ettiğ i
için, sanayileşen şirk e tle r k arşısın d a g it gide sönerken, P ath é
ve belli başlı iki rak ib i G aum ont'la Eclair, hep b irlik te dün­
y ay a h ü k m etm eğe başladılar.
İngiliz sinem asının p iri W illiam Paul, Méliès gibi, m oda­
sı geçm iş bir ta rz a , fu a r ve p an a y ır film ciliğine saplanıp k a l­
dığı için h e m ek a d ar sonradan bazı sosyal k o n u la ra eğilm iş­
se de belini doğrultam adı. Z aten İn g ilte re filmciliği, sanki
hiç değişm em ek isterm iş gibi, ulaştığ ı n o k ta d a kalm ıştı. Me­
selâ H a g g a r’ın çevirdiği “Life of C harles P eace” (C harles
P eace’in h a y a tı), z a b ıta v a k ’a la n n d a n çıkarılabilecek film ­
lerin en iyisiydi. K om ik film lerde de u laşılan derece aşılam ı­
yordu. C larendon’un çevirdiği “P ay m e n t’s day” (ö d em e günü)
y a d a “B aby” (B ebek), Ş arlo’y u h ab e r veren h a re k e t kom ik­
liğiyle doluydu. B u film de bir delikanlı, iste r istem ez, bulduğu
b ir bebeği alır. S onra ondan k u rtu lm a k ister. S o k ağ a b ıra ­
k ır olmaz, a t a r olmaz, b o ğ ar olmaz, b a ru t fıçısının ü stün e kor,
h av a y a u çurur, gene k u rtu la m az çocuktan. Ciddiye alın m a­
sın a im k ân olm ayan bu çocukça zulüm h are k etle rin i b aşk a
film lerde de, m eselâ “N u rsery R hym es’ ve “P unch an d Ju d y ”
K adın ve k u k la da d a görürüz. H epw orth’im hazırladığı “Ro­
v er ta ra fın d a n k u rta rılm ış” adlı kurdele, acıklı eserlerin g ü ­
SİNEMA TARİHİ 33
zel bir örneğiydi, B u film de bir köpek, k ü çü k bir kızı k u r ta ­
rıyordu. F ilm in yüzlerce kopyesi k ısa zam anda satılm ıştı.
Böyle to p ta n sa tış P a th é için esaslı b ir kaideydi am a, In g il­
te re ’de seyrek görülüyordu. H epw orth, In g ilte re de 1908 sı­
nırını aşabilen te k film ci oldu. P a n a y ırla ra eser hazırlay an
H a g g a r’la M ottershaw , tasfiyeye u ğradılar. S m ith ’le W illi­
am son ise işi teknisiyenliğe döktüler. Ö bür firm a la r film y ap ­
m a k ta n vazgeçip b aşk aların ın y ap tık la rın ı d ağ ıtm a k la y eti­
niyorlardı. G eriye b ir C harles U rb a n kaldı. L ondra’y a yerleş­
m iş olan bu A m erik a’dan göçm e adam m lse-enscéne (sahne-
yekoyuş) denen şeye hiç mi hiç inanm ıyordu. L um ière devrin­
den y etişm e b ir adam dı. S inem a ticaretinde “D ünyayı gözü­
n üzün önüne seriyoruz” sözünü kendine d ü stu r edinm işti. Bu
b ak ım d an b ü tü n istih sal gücünü a k tü a lite ve büyük rö p o rtaj
film lerine verdi. M uhabirleri o kyanusları aşıp k ıta la rı dolaş­
tılar. 1905 R us ihtilâlini yerinde te sb itten tu tu n d a günü n bü­
tün m ühim olaylarını film e çektiler. N ih ay et firm a, L o n d ra’­
n ın 'ş a rk ılı kahvelerinden birinde, ilk ilimle ilgili uzun eserini
h a lk a gösterdi. P ro fesö r M artin D uncan’ın hazırladığı: “Gö­
rünm eyen âlem ” .
C harles U rb a n ’ın en esaslı rak ib i “N erde birşey o lu rsa
B a rk e r o rad ad ır” sözünü kendine d ü stu r edinm iş olan B a r­
k e r ad ın da cesaretli bir operatördü.
B arker, a k tü a lite film ciliğini o hale g etird i ki, Liverpool’-
deki a t y arışların ın birincisini ve y arışın kendisini, L ondra’y a
gelirk en hususi vagonunda banyo edip b a sa ra k o ak şam Lon­
d ra ’d a gösterecek dereceye ulaştırdı.
P ath é, U rb a n ’ın a ra y ı açm asına m eydan verm edi, ilim le
ilgili eserler yapabilm ek için M a rtin D uncan’dan d ah a iyile­
rin i elde etti. D ünyanın d ö rt bucağından m uhabirlerinin gön­
derdiği a k tü a lite film lerini P a ris ’teki hususî b ir sinem a sa ­
lonunda “P a th é jo u rn al” (P a th é gazetesi, a k tü aliteleri) adı
altın d a, başlı b aşın a b ir pro g ram teşkil edecek ta rz d a h alk a
gösterdi. Bu m erkezden, P a th é ju rn alleri b ü tü n d ünyay a d a­
ğ ıtılır oldu. 1908 yılından itib aren de P a th é ju rn alleri dünya
p iy asasın a doğm uş oldu. U rban, a k tü a lite film lerini b ir y an a
b ıra k a ra k S m ith ’le birleşip b a şk a m a c e ra la ra atıldı. T abiî
renklerle boyanm ış ilk filmi, “D u rb a r of D ehli” yi g ü rü ltü lü
b ir şekilde o rta y a a ttı. Bu iş için de birçok şubelerini b aşk a
firm a y a devretti. *
F. 3
34 SİNEMA TARİHİ
îng ilizlerin rek a b eti P a th é ’yi telâşlandırm ıyordu. A m a
b aşk a m em leketlerde esaslı rak ip lerin doğduğunu görüyordu.
1903’te Ja p o n y a ’da, 1908 de Çin’de, 1902 de Isp an y a’da, 1906
d a H ollanda’da, 1908 Polonya, Finlandiya, P o rte k iz’de, Çekos-
lo vakyada b aşlayan film cilik h are k etle ri gerçi önemli değildi.
A lm an lar az film yapıyorlardı, R u slar keza. A m a İtaly an la rın
film ciliği hızla gelişmedeydi.
R u sy a’da sinem a, G ontcharov’un b ir senaryosuna d ay a­
n ıla ra k yap ılan “ S tcn k a R azine” film iyle başlar, diyebiliriz.
K onularını ta rih te n ed ebiyattan ve halk hay atın d an alan
eserler m e ydana getirilm işti.
1906 da, D anim arkalI Ole Olsen’in çevirdiği “A slan av ı”
filminde, h a y v a n a t bahçesinde em ekliye ayrılm ış çok yaşlı
b ir aslan, av cılar ta ra fın d a n sahiden öldürülm üş ve film e çe­
kilm işti. H ayvanın p arçalanm ası, derisi yüzülm esi tam am iy-
le g erçek te olduğu gibi gösterildiği için halkın pek ziyade il­
gisini çekm işti. Bu film de rol alan ak tö rü n d ah a sonra çevir­
diği ta rih i eserler de h alk ta ra fın d a n tu tu lac ak tı.
F a k a t, F ra n sız film ciliğine en esaslı rakip, İtaly an lard ı.
1896 da ilk defa Filoteo A lberini adında bir İtaly an , b ir
film çekm e m akinesinin ru h satın ı aldı. 1905’te “R om a’nuı
z a p tı” diye, içinde bol bol fig ü ran bulunan kalab alık b ir film
çevirdi. B u filmde, 1870 olaylarını yeniden canlandırıyordu.
K urduğu küçük ş irk e t “M esslna zelzelesi” ni yerinde te s­
tait ederek büyük k â r sağladı ve “Cinès” adını aldı.
İta ly a ’d a sinem a geleneği yoktu. Y üksek ü cretle F ra n ­
sa 'd a n iş© y ara y a c a k insanları getirtiy o rd u . O peratörler, de­
k o ratö rler, V incennes stüdyolarındım R om a’y a a k ta rıla ra k
ötede henüz p iy a say a sürülm em iş film leri bile yeniden çevir­
m eğe başladılar, “î t a l a ” şirketi, P a th é ’den kom ik A ndré
Deed’i de a y a rttı. P a th é ’nin eski fo toğrafçısı Ambrosio, b u ­
ra d a o p era tö r o la ra k çalışm ağa başladı. D aha ilk an d a “Pom-
pei’n b ı son günleri” ni çevirerek R om alıların o büyük m izan­
sen lere düşkünlüklerini gösterdi. Yeni b ir sahneleştirm e oku­
lunun öncüsü oldu. K onuları S h akespeare’den, D an te’den D u­
m as P è re ’den alınm ış soylu film ler m eydana getirdi.
A m erika d a u y an m ağ a başlam ıştı. Edison, b ir m üddet
A v ru p a film lerini te k ra r te k ra r b a s a ra k geçindikten so n ra
açılan d âv a la r yüzünden bu işin yürüm eyeceğini anlayınca
eski a k tü a lite film leri o p era tö rü E dw in S. P o rte r’i stüd y o la­
rın ın m ü dürlüğüne getirdi. B irleşik D evletlerde değerli film ­
SİNEMA TARİHİ 35
leri, o sıra, yalnız bu adam çevirebildi. K onulu film, m o n taj
ve benzeri te k n ik ilerlem eleri Ingiliz ve F ra n sızlard an g öre­
re k b aşariyle ta tb ik etti. “G re a t tra in R obbery” (B üyük tre n
soygunu) adlı film inin konusu gerçi M ottershaw 'nun b ir ese­
rinden alınm a, değiştirilm eydi. Gerçi film in dekupaji o k ad ar
m ükem m el değildi. A m a konuya yepyeni b ir özellik g e tiri­
yordu: F a r W e st denilen, A m erika’da b a tı bölgesinin k eş­
fedilmesine, m edenileştirilm esine ait, bugün bile işlene işlene
tüketilem em iş b ir çığır açıyordu. P o rter, b u rad a alelâde bir
z a b ıta v ak ’asını sa n k i o sıra d a olm aktaym ış gibi yeniden şe­
killendiriyor, o za m a n a k a d a r F ra n sız film cilerinin genel o la­
ra k ta k ib ettik le ri tiy a tro y u film e çekm e ta rz ın ı b ırak ıy o r­
du. Ingilizlerin açtığ ı ve Zecca’nın ta k ib e ttiğ i yolu takibedi-
yordu: Bazı sinem a hilelerini, te k n ik b ir özellik haline g e tir­
m işti.
P o rte r’den b aşk a M ac Cutcheon da çeşitli m a ce ra (F a r
W est) film leri çevirdi. A m erikan sinem acılığının bu ilk dev­
rinde, sahneye koyuş bakım ından en önemli a ra ştırm a la rı
V ltag rap h m üessesesi yaptı. K um panya, uzun zam an eserle­
rin rejisörlüğünü de y a p a n S tu a r t B lackton idaresindeydi.
1905’te “R affles G entlem an C am brioleıır” (K ib ar hırsızın k a l­
d ırd ık ları) film inin b aşarısın d an so n ra V ltag rap h şirketi, b ir­
çok film i birden h azırlam ay a y e te r b ü y üklükte b ir stüdyo
kurdurdu.
B lackton, rejisö r olarak herşeyden faydalandı ve stü d y o ­
nun s a n a t bakım ından m üdürü durum una geçti. İta ly a ’daki-
lerle- ayni zam anda, S hakespeare’in belli başlı piyeslerini si­
n em ay a ak tard ı. 1908 de Blackton, A m erikan sinem asının
gerçek s a n a tta ilk ve en önem li teşebbüsüne, yeni b ir seri
film le g irişti: G erçek h a y a tta n sahneler... O zam an a k a d a r
A m erikan sinem asında, yerlilik dolayısiyle yalnız kovboy
film leri b aşarılı say ılırk en bu seri, sa n a t değerini sade işden
an lay a n lara değil, h a lk a da kabul ettirdi. T eknik alanda,
“A m erikan p lânı” adı verilen göğse k a d a r y ak ın plând a çe­
kilm iş sahnelerin sistem li b ir şekilde kullanılm ış olması, bu
usulün o adla b aşk a m em leket sinem acılığına da girm esine
yol açtı. İlk defa b ir grup halinde birleşen ak tö rlerin sade,
ciddî oyunları; senaryo hazırlay an ların h er tü rlü sa h te tiy a t­
ro n u m a ra ların d a n vazgeçip günlük h a y a ta y k alaşm a ve t a ­
biîleşm e g ay re tleri h a y re t ve ta k d ir uyandırdı. Y itag rap h ,
böylece, G riffith ’in b aşarısını hazırlıyor, ilkin İn g ilte re ’de,
36 SİNEMA t a r i h î

am a pek acem ice ta tb ik edilmiş olan m ontaj m eselesini bir


sistem haline getiriyordu.
V ita g ra p h ’la b irlikte Edison ve B iograph şirk eti de New-
y o rk ’t a stüdyo kurdular. Selig şirk eti ay n i şeyi Ş ikago’da
y aptı. E ssa n ay şirk e ti ise F a r-W e st m a ce ra film leri üzerine
çalışıyordu. Tabiî dekor o rtasın d a film çevirm e işlerine bu sı­
ra d a girişildi. İlkin N ew york veya Ş ikago yakınların d ak i k a ­
sa b ala rd a işe başlandı. A m a çabucak F lo rid a’ya, B üyük Tuz
Gölü’ne, K ay a D ağ ları’na, h a ttâ K aliforniya'ya k a d a r uza­
nıldı. B aşarısın ın g u ru ru içinde, A vrupa, bu A m erikan öncü­
lerinin g ayretlerinden habersiz görünüyor, bu g ay re tleri kü-
çüm süyordu.
İŞLETME VE SANAT FİLMİ YAPMA
TEŞEBBÜSLERİ
1902’de, p a n a y ır y erleri dışındaki sâ b it sinem alard a kol­
tu k sayısı, b ü tü n dünyada, ih tim al yalnız G aum ont P alace si­
nem asındaki k o ltu k la r kadardı. A m a p a n a y ırla rd a sinem a
işletm esi alabildiğine gidiyordu. Y üzyılın başında, seyiröi, d a­
h a yeni yeni film seyretm enin ta d ın a varıyordu. 1900 efe New-
y o rk ’ta k i bazı çalgılı gazinolar, a rtistle rin grevini önlemek,
böyle b ir ih tim al k arşısın d a boşalm am ak için b irk aç h a fta ­
da sinem a salonu haline sokulm uştu. F a k a t p ro g ram ı doldu­
ra c a k film k ıtlığ ı yüzünden, k az an d ık ları başarı, üm idedilen
gelişm eye ulaşam adı.
P a n a y ır yerlerinde de, halk ın kan ık sad ığ ı n u m a ra la r y e­
rine, ileriyi g ören bazı iş adam ları, çadırlarını, b arak aların ı,
birinci m evkii kırm ızı k ad ife kaplı sıralardan, İkincisi de
a y a k ta d u racak yerlerden ib a re t sinem a salonu haline sok­
tu la r. Bu teşebbüs öylesine sü ra tle yayıldı ki k ısa zam anda
A v ru p a’nın h e r m em leketinde, A m erik a’da, eğlence y erleri
böyle derm e ç a tm a sinem a haline girdi. F onograf, bu salon­
la rd a o rk e stra y erini tutuyor, b ir izahçı da, film deki konuş­
m aları veya olayları h alk a açıklıyordu. İn g ilte re ’de h er sa ­
nayi m üessesesinin b ir M usic-H all’ü vardı. B u M üzikhol’ler,
F ra n s a ’daki C afé-concert (çalgılı kahve) lere, V audeville'le-
re, A m erik a’daki Sm oldng-C oncerts’lere bedeldi. Sinem a, ça­
b u cak bu m üzikhollerin p ro g ra m ın a girdi. Y avaş y av aş bu
yerler, sadece film gösteren sinem a salonu haline geldi. İn ­
giltere, sinem a salonu sayısı bakım ından b a ş ta gelen m em ­
lek etti. K ısa zam an so n ra B irleşik A m erika, İn g iltere'y i geç­
ti.
İk i iş adam ı, P ennsilvania m aden bölgesinin m erkezi olan
P ittsb u rg kasabasında, 1905’te b ir dükkân a ç tıla r ve film
g ö sterm eğe başladılar. K ısa zam anda dükkân salon haline
geldi. M adqn işçileri burayı doldurdu. Öyle ki sabahın sekizin­
den gece y a rısın a k a d a r <y a rım şa r s a a t süren p ro g ra m la rla
ayni film leri sürekli olarak gösterm ek gerekti. Sinem a ta r i­
hinde bu m ühim b ir olaydı ve a ltm ’a değilse de nikele hücum
38 SİNEMA TARİHİ
devrini açıyordu. A m erika’d a nikel diye, beş cent’lik (beş k u ­
ru ş) p a ra y a diyorlardı. Bu da, sinem a salonlarına girm ek için
ödenen ve hiç değişm eyen b ir fiy attı, P itts b u rg ’ta k i b a şa rı­
d an so n ra iş gelişti. Böyle “b ir nikel” e girilen salonlar çoğal­
dı. B u n lara N ickels Odeon adı verildi. T ek fiy a t usulü, ucuz
olm asına rağm en, işe y a tırıla n serm ayenin azlığı yüzünden,
ölçüsüz n isb e tte k â r sağlıyordu. B ir salonun bir günlük k â n ,
çok hallerde yepyeni b ir sinem a salonu açm ağa yetiyordu.
N ik el Odeon’la r seyircilerini cem iyetin en a lt tabakasın d an ,
b ilh assa o sıra la rd a her yıl en az bir m ilyon olan göçm enler­
den seçiyordu. F iy a t sistem i bu sonucu doğurm uştu. în g ü iz-
ceyi y a 'h iç y a da iyi bilm eyen bu in sa n la r tiy a tro y a gidem e­
dikleri için sinem a on lara te k eğlence oluyordu. B azan ayni
insan, b ir ay d a iki yeni sinem a salonu daha açabiliyordu. B ir
kişi e tra fın d a zincirlenen bu salonların yüzü bulduğu h aller
vardı. Çığ hıziyle büyüyen kâr, böyle yüzlerce sinem a salonu
işleten k o dam anlar doğurmuştu-. F o x ’lar, L aem le’ler, Z ukor’-
la r başlı b aşların a b irer kuvvettiler.
B u n lardan C ari L aem m le bir A lm an göçm eniydi. Y ir­
m i yıl, W isconsin’de b ir k asab a d a h ay a tın ı k azan m ağ a u ğ ­
raşm ıştı. K ırk yılda b irik tird iğ i p a ra b irk aç bin dolardan
ib a re tti. Ş ikago’da p arasın ı y a tıra c a k bir iş a ra rk e n N ickel
Odeon’la r d ikkatini çekti. D ört yıl sonra, bu çeşit sinem a s a ­
lonlarının k ıralı olm uştu. Elbise boyacısı Fox, deri tü ccarı
M acar Zukor, b isiklet tam ircisi d ö rt W a rn er kard eş hep bu
yoldan, y ani sinem a sayesinde zengin oldular.
1905 b aşların d a B irleşik D evletler’de on tane sinem a s a ­
lonu an cak v ark e n 1909 sonunda bu ■salonların sayısı on bini
aşıyordu. Bugünse, A m erik a’da sinem a salonları onbeşbinden
y u k arı değildir. O devirde, F ra n s a ’d a iki, iüç yüz sinem a v a r­
dı. D ünyanın k a la n k ısım larındaki salonların to p u birden
y a iki y a üç bin civarındaydı. İşletm ecilik alan ın d a A m eri­
k a ’n ın ü stü n lü ğ ü yıkıcı oldu. B ir F ra n sız film i F ra n s a ’d a on
kopye sa tılıy o r ve F ra n s a dışı için elli kopye d ah a basılıyorsa,
yalnız A m erik a’y a ik i yüz kopye gönderm ek icabediyordu.
Edison, lâ b o ra tu v arla rm d a 1891-1894 ara sın d a yaptığı
k eşifler 1dolayısiyle ham pelikül ve işlenm iş pelikül inhisarını
elinde tu ttu ğ u n d a n iste r kendileri im al etsinler, á ste r dışa­
rıd an ham veya işlenm iş film getirsinler, o v a k te k a d a r böy­
le iş y ap a n la rın hepsi E dison m üessesesine senede b ir milyon
d o lan bulan b ir hisse verm ek zorundaydılar. C harles E astm an
SİNEMA TARİHİ 39
gibi bir ham film k ra lı ise, se rb e st re k a b e te ta ra fta rd ı. Edi-
son’un film sanayiini sın ırla y an ve gelişm esini b a ltalay a n te ­
kelciliğine karşılık, ham film isra fı tem eline bağlı b ir geliş­
me p olitikası gütm ek, bu sebeple de rek a b eti körüklem ek is­
tiyordu. G erçi bu hal, A nsco gibi kendisine rak ip k u ru m la n n
d a gelişm esini sa ğ la y a c a k tı am a, E astm an , bunu, Edison
trö stü n ü n y a p tığ ın a tercih ediyordu. O sıra la rd a A m erik a'y a
ü stü n durum da olan A v ru p a piyasasını d a gözden uzak t u t­
m uyordu.
G erçekten sinem a, 1907-1908 yıllarında, kısa, am a şid­
detli b ir İktisadî b u h ran geçirm edeydi. B üyük firm a la r işlerin
d urgunluğunu önlem ek için g ö sterilm iş olan film lerin hem en
tahribedilm esini ileri sürüy o rlard ı ki yenileri yapılabilsin.
Bir kısm ı ise film sa tm a k yerine k ira la m a usulünü m ecburi
kılm ayı düşünüyordu. Hiç kim se işin içinden çıkam azken İn ­
g iltere’den gelen b ir davet üzerine film ciler büyük b ir to p lan ­
tıy a h azırlandılar. İlk to p lan tılar, o zam anın film m erkezi
olan P a ris te başladı. A m erik an trö s tü A vrupa sinem acılarını
tasalandırıyordu. A m a a z a r a z a r bu m esele ikinci p lâ n a düş­
tü. E astm an ise, P a ris kongresine k atıla ca ğ ın ı bildirdi. 2 Şu­
b a t 1909’da toplantı, M âliâs’in başk an lığ ın d a açıldı. Charles
P ath â, geç k a tılm a k la beraber, b ü tü n A vrupalI im alâtçıların
bulunduğu kongreye geldi. A m erikalılar, to p la n tıd a m ü şah it
d u rum unda kalm ağı tercih ettiler. D eğişik ş a rtla r a bağlı ol­
duğu için geçirdikleri bu h ran da hayli çeşitli olan elli şirk e t
bu kongrede tem sil edilm işti. Ş a r tla n n değişikliği ve çeşitli­
liği, tek lif edilen tedbirlerin de şu m em lekete iyi gelirse ö te­
kine elverişli olm am asına yol açıyordu. U zun ta rtışm a la rd a n
so n ra pek de kesin olm ayan b ir an laşm ay a varıldı. Biricik
kesin sonuç, işlenm iş film in satılm ası usulünden vazgeçm ek­
ti.
P a n a y ırla rd a film oynatanlar, film y ap an ların bu k a r a ­
rın a şiddetle itira z ettiler. Bu an laşm ay a k a rşı b ir D ünya
F ilm O y n ata n la r K ongresi toplayacaklarını ilân ettiler. M ü­
cadele için yardım kam p an y asın a girişeceklerdi. Y ardım k am ­
p an y asın da sadece yüz on fra n k toplayabildiler. O nların te­
şebbüsünden önce P ath â, MĞlies’e gönderdiği k ısa ve k ü sta h ­
ça bir m e k tu p la za te n y ıkılm aya m ahkûm bu anlaşm ad an a y ­
rıldığını bildirdi. *
E a stm a n ’ın bizzat A vru p a’y a gelişinin sebebi başkaydı.
A lm anların bulduğu yanm az film in m ahiyetini an lam ak is­
40 SİNEMA TARİHİ
tiyordu. B asının ve polisin yardım iyle yap ılan m ücadele so­
n u n d a y an m az film k ullanm ak zoru o rta y a atıldı ve bu fil­
m in geleceğine in anm ayan K odak şirk eti böylelikle s a f dışı
bırakıldı. A lm an birliği, b ir yandan A nsco’y la anlaşırk en sa ­
nayici R ochester de, P a ris'te , başlıca m üşterisi P a th é ’n in bir
y anm az film fab rik ası k u rm a ğ a hazırlandığını öğreniyordu.
E astm an , hem en V incennes’daki idare heyetini to p lan ­
tıy a ça ğ ıra ra k tehd itlere g irişti. A m a P a th é sıkı bastı ve k a r ­
şılığında herşeyini kendi y a p a c a ğ ın ı, açıkladı. O zam an P a ­
ris’in en kud retli av u k a tı R aym ond P oincaré’ye baş vurup da
g iriştiğ i işin çık a r yol olm adığını öğrenen G eorges E astm an ,
K ongre’den istifa etti. A vrupa film cileri böylece se rb e st re ­
k ab ete düşm üş oldular. H erbiri kendine bir k u rtu lu ş yolu
ara d ı ve çoğu, bunu yeni bir seyirci y a ra tm a k ta b u la ra k sa ­
n a t film i y ap m ağ a yöneldi.
O ta rih lerd e h erkes sinem anın a r tık m ahvolduğuna h ü k ­
mediyordu. K aran lık salonlar boşaldıkça boşalıyor, iflâsa g i­
diyordu. 1908 buhranında, film lere m evzu bulm a güçlüğünün
de payı vardı.
Sinem a, bir konuyu an latırk e n ; on dakikalık zam ana
k arışık b ir entrikayı, .kişilerin ruh hallerini sığdırayım der­
ken sadece ve an cak olayın hikâyesini an latm ış olabiliyordu.
Bunu y apm ak için de g a y e t ilkel çarelere baş v u rm ak du­
rum undaydı. Sinem a dili, ifade im kânı, tekniği çok b asitti.
Y etersizdi. Hele film lerin birbirini taklidetm esi, önüne geçil­
m ez b ir h a sta lık halini almış, seyirciyi g erçekten bezdirmiş,
b ık tırm ıştı. K onularda ic a t kıtlığ ı vardı. Senaryo yazm a işi
hem en hem en bedavaya denecek k a d a r az bir ücretle işsiz
y az arla ra , eski aktörlere, b aşarısız gazeteci veya reklâm cıla­
r a h avale ediliyordu. D urum k arşısın d a ed eb iy attan ve tiy a t­
ro d an m edet um uldu.
Bu çare akıl edilince, 1906 dan sonra, İta ly a ’da “Pom pei’-
nin son g ünleri” çevrildi. B irleşik A m erika’da “N eron’un Ro-
m a’yı y ak ışı” gibi konular, S h akespeare’in eserleri ele alın ­
dı. D an im ark a “L a D am e au x C am élias’ (K am elyalı K adın) ı
y a ra ttı. P athé, “ Y az arlar ve E deb iy atçılar Sinem a D em eğ i”
n t kurdu. L a fitte k ard eşler en büyük F ra n sız y azarların a,
A natole F rance, Ju les L em aitre, H enri Lavedan, J e a n Riche-
pm, V ictorien Sardou, Edm ond R ostand gibi tiy a tro y a z a rla ­
rın a görülm edik ko n u lar ısm arladı. F ra n sız T iy a tro su (Comé­
die fran çaise) artistle rin i, M ounet-Sully, Le B argy, A lb ert
SİNEMA TARİHİ 41
L am b ert ve S arah B e m h a rd t gibi kim seleri o ynattı. O nların
k u rd u ğ u S a n a t F ilm i şirk eti gerçi çabuk iflâs e tti am a, ilk
sinem acıların tanınm am ış kim selere d a y a n m a ların a k a rşı­
lık, sinem a sa n a tın a yıldızlar sa lta n a tın ı getirdi. B unun ü zeri­
ne P ath é, G aum ont ve E clair, s a n a t film leri y ap m ay a b aş­
ladılar. D oğrudan doğruya, y a d a dolayısiyle, A ndré An-
toine’ın y etiştird iğ i kim selerin m izansenini ta tb ik ettiler,
ik in ci M e şru tiy et'ten so n ra T ü rk T iyatrosunu (D arülbedayl)
k u rm ak üzere İsta n b u l’a da gelm iş olan A ntoine, 1916 Ue
1924 ara sın d a birçok film çevirm iş ve film leri b aşk a m em ­
lek etlere de te sir etm işti: “K o rsikalı k ard e şler” (1916), “Suç­
lu” (1917), “D eniz işçileri”, “T o prak” (1921), “A rlezyalı
k ız” (1922) bunlardandır. H epsi de tan ın m ış y a z a rla rın eser­
lerinden sinem aya a k ta rılm ıştır. A ntoine bu film lerde kendi
tiy a tro görüşünü sinem aya ta tb ik etm iş, içeride olduğu gibi
dış sahnelerde de tab iî dekordan faydalanm ıştı. T iy a tro a n la ­
yışı, film lerini b ir yeni gerçekçiliğe (néo-réalism e), b ir sa n a t
film i an lay ışın a götürecekti. A m a onu izleyenler, kendisinin
sadece sahne anlayışına bağlı kaldılar. A ntoine sinem anın
g erçek k u rallarım a ra ş tırm a y a başlam azdan on yıl önce film ­
ciliğe girişm iş oldukları halde, hocalarının m aksadını an la­
m adılar.
Bu görüş, b a şk a m em leketlere de yayıldı. D anim arka,
Ingiltere, 1912’den so n ra â u k o r’un o rta y a a ttığ ı “F am ou s p la­
y ers in fam ous p lays” (T anınm ış oyunda tan ın m ış ak tö r)
prensipine bağlandı. Zukor, bu hükm iyle, A m erik a’da H olly­
wood anlayışının tohum unu ekm işti.

F R A N S IZ S İN E M A SIN IN 1909-1914 A RA SIN D A


G E LİŞM E Sİ

Lum ière zam anında kural, dakikalık film yapm ak tı.


“A yda se y ah a t” bir m a k a ra süresindeki filmi, N eckel Odeon’-
la rs a üç. yüzm etrelik film i kabul ettirdi. O devirde film, b ir
çeyrek, yirm i d ak ik a süren b ir hikâye anlatıyordu. Olayı d a­
h a iyi an latabilm ek için de zam an zam an film durduruluyor,
yazı gösteriliyor, y a d a film in içinde levhalarla konunun g e­
lişmesi, b irk aç kelim ede açıklanıyordu. D ah a eskiden, biri
durur, perdede gösterilen, konuyu özetlerdi. 1908 e doğru, bu
usul bırakıldı. Y azı te rc ih edildi.
B u gelişm e, tek n ik gelişm eyle b eraber yürüdü. L um ière
42 SİNEMA TARİHİ
zam an ın d a perdeye akseden film deki pullaşm a, titre k lik se­
y ircin in gözünü fena halde yorardı. 1900 den so n ra p ro jek ­
siyon m akinesinin önünde dönen örtücü p ervane d ö rt k a n a tlı
o la ra k k u llanılm ağa başlanınca bu gibi k u su rla r düzeldi ve
a r tık b ir m a k a ra boşaldıktan sonra, yani b ir çeyrekte b ir a ra
verilm eye başlandı. Hiç değilse A vrupa’da, bu u zu n lu k ta film
y ap m ış olm ak b ir ilerlem eydi. Gece p rogram ları, a rtık yarım
s a a ti aşm ış bulunuyordu. T iy a tro k a d a r sürecek p ro g ra m la r
tertip len m eğe doğru gidiliyordu.
P ro gram ların, daha so n ra film lerin uzatılm ası, film k i­
ra la m a sayesinde m üm kün olm uştu. Günde bin m etreden on
bin m etreye yükselen gö sterm e uzunluğunu karşılam ak , P a t­
hé için, yabancı m em leketlerden film g etirtm ek le kabil ol­
m uştu.
1910-1914 arasında, bu gibi sebeplerle film y ap m a işi
a rtm ıştır. Y az arlar ve E deb iy atçılar Sinem a D em eği, G uggen­
heim ve P ie rre D ecourcelle ta ra fla rın d a n sanki P a th é şirk e­
tin e sen aryo y etiştirm e k için idare ediliyordu. Ş irketin baş
sahneye koyucusu A lbert Capellani, em ri altın d a bulunan kim ­
selerle b irlik te h a fta d a b ir film çeviriyordu.
Capellani, bu dern ek te “B eyaz eldivenli adam ” film iyle
d ik k ati çekm iş ve başarı k azanm ıştı. B undan so n ra içinde
R acine in “A thalle” si, Z ola’nm “L’Aftsommoire” ı ( ö ldü rü len
y er) de bulunan, tan ın m ış eserleri film e çekti. Decourcelle,
üçyüz y a z a rla işbirliği ederek, film lerini tanınm am ış sa n a tç ı­
la rd a n k u rd u ğ u b ir heyete çevirtti. S arah B ernhardt, R éjane
gibi yıldızlar, kendilerine tiy a tro gibi yüksek p a r a getirm iyen
stü d y o lara a ra sıra, tenezzül ediyorlardı.
C apellani’nin ilk önemli başarısı “L ’assom m oire” oldu.
Film , o zam an a k a d a r görülm em iş uzunlukta, y ani üç bobin
k ad ard ı (sekiz yüz m e tre). H em en ark a sın d an E ugène Sue’-
n ü n “P a ris e s ra rı” nı çevirerek bu uzunluğu 1500 m etrey e çı­
kardı. 1912 de ise, Capellani, D em ek h esab ın a V ictor H ugo’-
n u n “S efiller” ini d ö rt devre, dokuz kısım halinde çevirip u la­
şabileceği son n o k ta y a varm ış oldu. Bu film in uzunluğu beş
bin m etreyi aşm ıştı. G österilm esi beş s a a t sürüyordu. R ek ­
lâ m la ra inanm ak gerek irse iki yüz bin fra n g a m alolm uştu.
B a şarı o k ad a r büyü k tü ki, 1912 den so n ra P ath é, H ugo’nun
bu rom anını sık sık film e a lm a k ta n geri kalm adı. Bu film,
A m erik a’da da bü y ü k b ir zafer k azandı ve taklidedildi.
"S efiller” deki olaylar, birbirinden ay rı halde g ö steril­
SİNEMA TARİHİ 43
m ekteydi. Bazı sinem a salo n ların d a ise, bu ay rı o la y lar b ir­
b iri ard ın a ekleniyor ve sinem a, b ü tü n geceyi te k film le bi­
tiriyordu. Capellani, bundan so n ra Zola’nın “G erm inal” ini
çevirdi. B unun boyu iki bin sekizyüz m etreydi.
Y alm z ne v a r ki, film in boyca uzam ası, C apellani’ye yeni
b ir üslûp sağlam ıyordu. 1914'te hazırladığı, yine H ugo’nun
“D oksan üç”1 adlı eseri, ne tiy a tro , ne de sinem a güzelliğine,
özelliğine sahip olduğundan b ir sıra canlı tablo o lm ak tan ile­
ri gidemedi.
P ath é , prodüktörlerden n eg a tifin m etresi beş on fra n g a
film sa tın alıyordu. Zecca b u fiy ata, b ir za m a n lar onuru bü­
tü n işlerini gö tü rü olarak yapardı. A m a devir değişm işti. 1910
d a Zecca, sadece P a th é ’n in birçok film yapıcılarından biri ola­
ra k kalm ıştı. Böyle olduğu için, b ir hayli film çeviriyordu.
Çevirdiği film ler, g a y e t acıklı dram lardı.
P a th é hesabına film h az ırlay a n la rın aşılm az bo llu k ta
eser verm eleri 1912 yılına k a d a r sürdü. O ndan sonra, G au­
m ont, şirketi, b a şa geçti. Iş alan ın d a G aum ont’un ileri adam ı
Feuillade oldu. M odası geçm eden önce sinem a hilelerini bir
y a n a atıp, güzel film y a p a ra k s a n a t fîlm l’ne rek a b ete g iriş­
ti. R ek lâm cılar d a bu teşebbüsü desteklediler. V ita g ra p h ’ın
“G erçek h a y a t sahneleri” ne, “H ayat, yaşandığı gibi ’ başlığı
altın d a büyük b ir G aum ont serisine girişerek re k a b e t etti.
A slında F euillade’ın gerçeğe bağlılığı ta m ve m u tlak değil­
di. A m erikan film lerinde o y n ayanların o k usursuz tabiîliğini
taklidediyor, buna k arşılık yine o film lerdeki fikirsizliği, hiç
değişm eyen sevda hikâyesini, a ş k ıç üstünlüğünü, tatsızlığ ın ı
kendinden u za k tu tm a ğ a uğraşıyordu. Bu seride cem iyet te n ­
kidini denedi. “E n g erek ler” dedikoducuları, “B eyaz fa re ” iki
yüzlüleri, “Yün çorap” cim riliği hicvediyordu. U zun zam an
birinci sınıf sa n a tç ıla rla çalıştı. A ndré L u g u et gençliğinde
onunlaydı.
İ s te r G aum ont stüdyolarında olsun, ister P a ris ’in k en ar
sem tlerinde, büyük rejisör, sekiz dokuz yüz m etrelik uzun
film lerini iki üç günde tam am layıveriyordu. K om ik film ler
için b ir günün öğleden evveli k âfi geliyordu. Bu şirk e tte y ıl­
dızlar, ay d a bin fra n k alm ak üzere üç yıl için m ukavele y ap ­
m ışlardı. D ekorcular, m arangozlar, eserleri sahneye k oyan­
lar, o p era tö rler gbi, a rtis tle r de aylıklı m em urdular. H erh an ­
gi b ir film de rol alm ağı reddedem ezlerdi. Bu sebepten acık lı
b ir film de b aşarılı görülen b ir yıldıza p ek âlâ komik, b ir film
44 SİNEMA TARİHİ
de çevirtilebilirdi. B utte-C haum ont’daki büyük fa b rik a la rı­
n ın kapısında, Léon G aum ont, elde kronom etre, s a a t sekizden
beş d ak ik a geç gelen rejisö re bakışlariyle y ıldırım lar y ağ d ı­
r a r a k beklerdi. H a fta d a bir, çevrilen film lerin gösterilişinde
h a z ır bulunur, bazan d a o film i çeviren ad a m a g a y e t sakin
b ir sesle: "E h, a r tık kendinize b aşk a b ir iş ara m an ız zam anı
gelmiş... Vezneye uğrayıverin" dediği duyulurdu. Bu dik k atli
id a re sayesinde, hiçbir zam an b ir film in m aliyeti m e tresi on
fra n k ta n y u k arı çıkm azdı. E ğ e r çevrilen kom ik b ir film se
onun d a m etresi yüz m eteliğe gelirdi. M etresi elli fra n g a m al-
olan b ir ü stü n film ise (superproduction) n âd ira tta n d ı.
G aum ont k um panyasında çalışan Léonce P erre t, hem
ak tö r, hem rejisördü. F euillade’a ü stü n ta ra fı, fo to ğ ra fla ra
d ah a ôzén gösterm esiydi. Suni ışığı seyirciye te sir edecek şe­
kilde kullanabiliyordu. Y akın plân resim lerini d a h a sistem li
d ah a fay dalı h ale getirm işti.
1911 yılı b aşların d a F ra n s a ’nın h er yanında şöyle afiş­
lere rastlan ıy o rd u : Siyah pelerinli, yüzü m askeli b ir adam , bir
ay ağ ın ı P a ris şehrinin ü stü n e koym uş, elinde de hançeri, or­
talığ ı te h d it ediyor... U ç yıl boyunca, h er ay, P ierre Souvestre
ve M arcel Allain, üç yüz seksen iki sa y fa lık ro m an lar y a z a ­
ra k k ah ra m an la rın ın m a ceraların ı d ü nyaya yaydılar. A ltı yüz
bin sayı basılan bu hikâyeler yirm i dile birden çevrildi. Öyle­
sine yayıldı, öylesine m e şh u r oldu ki, h a lk a k ö tü te sir etm e­
sinden, z a b ıta v a k ’aların ın a rtm a sın a sebep olm asından ü r­
kenler, bu rezilce rom anların m enedilm esi için hüküm ete b aş­
vurdular.
Feuillade, adı F a n to m a olan bu korku k ralın ın m a ce ra­
ların d an ilkin beş film çevirdi. Bu hikâyelerin g erçeklik h is­
sini verebilm esi için y a z a rla rın başvurduğu çareyi gözönünde
tu ta r a k P a ris ve y ak ın ların ı bol bol dekor diye kullandı. F il­
min olayında s ü ra ti sa ğ lam ak için de sahneleri seksen m e tre ­
den uzun çevirm edi. “G erçeğe bağlı ve uyg u n bir te s ir y a r a t­
m ak, esere en gerekli m ânayı k a z a n d ıra c a k sadeliğe, tesirin
en yükseğini elde ederek u laşm ak ’’ bu film lerde ta k ib ettiğ i
yoldu. F a n to m a rolünü oynayan René N av a rre öyle b aşarı k a ­
zandı ki, günde b irk aç yüz m ek tu p alm ağa, so k ağ a çıktığı
zam an sahici g ü rü ltü p a tırd ıla ra sebep olm ağa başladı.
F a n to m a ’nm gördüğü rağbet, k ısa zam anda A m erik a’da
ta k lit edilm esiyle sonuçlandı. A slında, onun başarısın ı Jas-
se t’nin çevirdiği N ick C a rte r serisi h azırlam ıştı. Ja sset, film in
SİNEMA TARİHİ 45
kesilip te k ra r eklenm esi işini düzene koydu. Stüdyo sahnele­
riyle açık h av a sahnelerini sıra y la tertipledi. “H a y a t k av g a sı”
serisi için çok güzel fo to ğ ra fla r çektirdi. E clair kum panyası
N ick C á rter serisi tu tu n d u k ta n so n ra te frik a rom anların ı fil­
m e çekm ekle yetindi ve kendini o ala n a verdi. H ayali çok g e­
niş olan Ja sse t, b ir y andan film çevirirken b ir y andan se n ar­
yosunu hazırlardı.
Jasset, gerçi o film lerde u sta lık g ö sterm işti. L âkin bü­
tü n çalışm ası b unlardan ib a re t kalm adı. Zola ta rz ın d a g e r­
çekçi konuları da büyük u sta lık la film e çekti. Bugiin hem en
b ütün film leri h arabolm uştur. E lde k alan fo to ğ rafları, film ­
lerinin ü stünlüğünü isb a ta yetiyor. 22 Ş u b a t 1913 de, iş b aşın ­
d a öldüğü zam an eserini kendinden so n ra devam ettirecek
kuvvetli bir ta k ım m eydana g etirm iş bulunuyordu. B ununla
b erab er elli b ir yaşında ölüm tarihi, aşağ ı y u k a rı F ra n sız
film ciliğinin de çözülm eğe başlam ası ta rih in i İta ly a ve D a­
n im a rk a sinem acılığı iyice gelişirken m alî sebeplerle sa n a t
yoksunluğu birleşip F ra n sız film ciliğinin kuyusunu kazm ağ a
başlam ıştı. 1914 savaşı ise, iyice hesabını gördü, sayılır.

KU ZEY O K ULLA RI

K uzey ülkeleri içinde en önce D an im ark a'n ın sinem a a la ­


n ın d a b ir varlık gösterm esinin sebebi, bu m em lekette 18. yüz-
yıldanberi tiy a tro h ay a tın ın çok gelişm iş olm asıdır. Bu s a ­
yede, k u rulan stü d y o lara bol bol ak tö r, dekorcu, sahneye ko­
yucu bu lm ak m üm kün olm uştur. Ü stelik o rta ve kuzey A v­
ru p a p iy a saları D an im ark a film lerine tam am iyle açık bulu­
nuyordu. Ole O lsen'in ilk çevirdiği “A slan av ı”, d ah a so n ra
çevrilen “D an im ark a prensi”, “H am let”, “K am elyalı K adın”
gibi film ler m em leket dışına gönderilm iş değildi. Ole O lsen’-
in k u rd u ğ u “N ordisk” şirk e ti an c ak 1910-1911 y ıllarından iti­
b aren dış p iy a say a sunulabilecek eserler verdi.
Viggo L ârsen, A lm anya’y a gitm iş, o rad a PolonyalI a k ­
tris W anda T reum an’la güzel b ir çift m eydana g etirerek b ir­
çok film ler çevirm işti. İlk in “T erö r devrinde b ir evlenm e” yi
çev irterek işe başladı. O ndan sonra, y ap tığ ı film ler birbirini
kovaladı. Sinem anın h er ta rzın ı denedi. “D ansözün aşk ı” fil­
miyle, A s ta N ielsen gibi* dünya çapında bir yıldızı o rta y a çı­
kardı. A sta N ielsen sade D anim arkalI o la ra k değil, dünya y ü ­
zündeki sinem a yıldızları içinde de bu derece geniş b ir şö h ret
46 SİNEMA TARİHİ
k azan m ış olan ilk sanatçıydı “İsk an d in av y a’n ın S a ra h Bern-
h a r d t’ı” diye tanınıyordu. B erlin’de olsun, P e te rsb u rg ’ta, P a ­
r is ’te, L ondra ve N ew york’t a olsun h erkes onun film lerini gö­
rebilm ek için âd e ta yarışıyordu. Genel olarak film lerinde, A s­
ta Nielsen, daha çok zam anının konularını tem sil ediyordu:
aşk lar, ihanetler, vicdan azapları, v.s. H erşeye ü stü n olan iîı-
• tira s, yüzündeki tra g e d y a sa n atç ıla rın a m ahsus ifadeyi be­
lirtm ey e yarıyor, çizgileri derinleşiyor, bakışları m ânalanıyor-
du.
A sta Nielsen, O laf Fonss, B e tty N ansen, Lily Beck, Else
F rölich gibi san atçılarla, o zam an a k a d a r o r ta A vrupanın alı­
şık olm adığı bir âlem doğm uştu. M eselâ b ir ip canbazı kıza
â şık oldukları için B randeburg subayları düello ediyorlar, bu­
n a k b ir m ilyoner canbaz olm ağa k a ra r veriyor, hanım larının
şato su y anarken, vazifeleri gülm ek olan paly aço lar gözyaşı
döküyor, çingeneler düşesleri kaçırıyorlardı. Bu şiddetli sev­
gilerin y a n ısıra herkes, h er an b ir tehlikenin tehdidi altın d a
bulunuyordu: kendisini ald ata n karısını, ald atılan koca, o to­
m obiliyle b ir a ğ a c a çivileyerek yam yassı ediyor; şato n u n sa ­
ray ın d a k o n tla m etresi bir yıldırım çarpm asiyle ölüp gidiyor­
lar; değirm en a te ş alıyor; bankerin konağı dinam itle a tılı­
yor; fen er bekçisinin kızını a y a rta n kont, kum d algaları al­
tın d a can veriyordu.
Viggo L arse n ’den so n ra N ordisk şirk etin in film lerini y a ­
p an A u g uste Blom, bilhassa bu çeşit acıklı k onularla ün sa l­
m ıştı. U rban Gad, az so n ra onu d a geçti. N ihayet H olger
M adsen, güzel fo to ğ ra fla ra gösterdiği özenle, zevk ve bilgi­
siyle, inceliğiyle hepsini gölgede b ırak tı. Çoğu zam an d a te h ­
likeli k o nu lard a film çevirdi: “M orfinom anlar” , “T ay flar’’,
“E sra rlı dostluk’’ gibi. “E s r a r dalg ası’ film i D anim ark a'd a
m enedildiği halde Birleşik A m erika’da çok büyük rağ b e t
gördü. H olger Madsen, d ah a 1914'te m akineyi h a re k e t etir-
m ekten, ayni sahne içinde değişik görüş açılariyle fo to ğ ra f
çekm ekten alabildiğine faydalanıyordu. Sinem a sa n atın ın di­
lini, G ariffith ’te n on yıl önce bu gelişm eye u la ştırm ıştı.
D an im ark a film ciliği, böyle y aşanılan dünyanın dışında
b ir âlem y a ra tm a k la Hollyvvood'un bazı u n su rların ı h a z ırla ­
m ış oluyordu. N etekim , ileride Hollyıvood, D an im ark a’dan
V am p tip in i ve öpüşm e’yi sinem anın iki tem el u nsuru haline
g etirm ek üzere a k ta ra c a k tı. “F em m e fa ta le ” (U ğursu z k a ­
dın) tipi uzun zam an, bilhassa rom antiklerdenberi edebiyatın
SİNEMA TARİHİ 47
iyisinde de, kötüsünde de sürünüp d u rm u ştu am a, ilkin 1908
de Italy an la r, o da tesadüfle, bu tipi perdede canlandırdılar-
dı. A sıl D an im ark a’d ır ki, bu kadını gerçek b ir tip haline g e­
tird iler ve sinem a dünyasınca kab u l edilen Vamp adını ta k tı­
lar. Bu kadın, öylesine D an im ark a m alıydı ki, bunu A m eri­
k a ’y a kabul ettirebilm ek için a k tris Theodosia Goodman,
kendine perdede D anim arkalIya benzer b ir isim bulm ak zo­
ru n d a k alm ıştı: T heda Bara...
Bu şim al ülkesinin vam p'ı öpüştü mü, rez ale t dam gasını
yiyordu. F ra n s a ’da D an im ark a film lerini uzu n m üddet fazla
cüretli, kepazece buldular. Ç ünkü bu film lerde d u d ak lar bir-
leşiyordu. Birinci - d ünya harbinin arifesinde, bir A lm an g a ­
zetecisi şöyle yazıyordu: “Ö püşm eler sinem aya benzedi. Öyle
çarçab u k k u ca k la şm ak la yetinilm iyor, eskiden olduğu gibi,
D u d ak lar uzun zam an şehvetle birleşiyor ve kadın, kendinden
geçerek başım a rk a y a a tıy o r”.
Ingilizlerin “H appy end”, F ra n sızların “L a fin heureuse”
dedikleri m esut bitiş, D anim arkalIların icadı değildi. H am let’-
in diy arında aksine, film lerin konuları acıklı, k a ra m sa r so­
n u çlarla bitiyordu. B ununla b era b er D an im ark a film lerinin
büyük b aşarısı, birçok A lm an film yapıcılarını K openhag’a
topladı. B unlar epey film çevirdiler. Böylece, sa v a şta n önce,
D an im ark a sinem ası hayli ilerledi. H a ttâ A u g u st Blom, Ti­
ta n ic v ap urunun b a tışın a a it feci sahneyi stüdyosunda can ­
landırdı. Ü nlü A lm an y a z a n G erh ard t H au p tm an n ’ın bir ese­
rinden konusunu aldığı A tla n tis’i çevirdi. Bu kayıp, d a h a doğ­
ru su b a tık ülkeye a it konu, so n rala rı sık sık ele alınacak tı.
Sesli film icadedilip de S ta n L aurel ve O liver H ard y çıkın­
cay a k a d a r s a lta n a t sürm üş olan P a t-P a ta şo n (D oublepatte
e t P atach o n ) kom ik tipleri de yine bu devirde o rta y a atıldı.
Birinci D ünya H arbi patlayınca, O rta A vru p a m em lek et­
leri D an im ark a film lerini söm ürürcesine çektiler. Bu hal, o
film lere k a rşı boykot ilân etm iş olan ittif a k D evletleri’nin
m ü şteri o lm ak tan çıkm asını telâfi etti. D an im ark a film leri
olm asaydı, belki de A lm an stüdyoları kap ıların ı k a p a m a k zo­
ru n d a kalırdı. B ununla b eraber D anim ark a sinem acılığının
son günleri gelm iş çatm ıştı. A sta N ielsen’le U rban Gad uzun
zam andanberi B erlin’deydiler. A ğ ır A lm an sanayii M ünih ve
B erlin’de dev gibi stü d y o lar kuruyordu. N etekim b ir kısm ı İ s ­
veç'e göçm üş olan film ciler, 1918 den so n ra dağıldılar. D a­
n im a rk a sinem acılığı da y avaş y av a ş söndü. A m a İsveç sine­
48 SİNEMA TARİHÎ
m asın ın doğuşunu h az ırlad ık tan sonra.
Isto kholm deki belli başlı firm a S venska’ydı. B ir çeşit
sesli sinem a işletm esi için kurulm uştu. A m a ilk başarısı
“Göçmen” adlı sessiz b ir film oldu. 1909 da b u şirk eti k u ran
ve film lerini y ap a n M agnussen, 1912 de S jöström ve S tiller
adında iki a k tö rü rejisö r olarak tu ttu . S tiller “K a ra m aske”
diye b ir polis film iyle işe girişti. Bu filmde, “M orfinom anlar”
adlı D an im ark a film iyle şö h ret yapm ış olan a k tris Lily Beck
oynuyordu. Bu ilk film lerde D anim arkalIların konularını tak -
lid e ttik te n sonra, İsveçliler m ahalli k o n u la ra döndüler. L ars
H anson, G östa E km an, R ichard Lund gibi ünlü sa n a tç ıla r ye­
tiştird iler.
Bu sıra la rd a ise A lm anya’d a b ir tu ta m küçük şirk etten
b aşk a birşey yoktu. B unlar da hayli dağınık bölgelerdeydi.
A ncak B irinci D ünya H arbine doğru, V iyanalı b ir bankanın
desteklem esiyle P ag u gibi büyücek Bir ş irk e t kuruldu. M ax
S kladanow sky adında b ir m ucit, b ir film m üessesesi kurdu.
A k tö rü de, rejisörü de kendisiydi. 1905’te “O rlean bakiresi” ni
çevirdi. D üzenli b ir çalışm ası yoktu. O scar M esster adm da
b ir b a şk a öncü, d ah a bol ve d ah a değerli eserler yaptı. 1902 de
“ Salome”, 1906 d a “M eissen çinileri” gibi eserler verdi. Hiç-
birşey yapm am ış olsa, H enny P o rte n ’le ilk A lm an sinem a yıl­
dızını o rta y a çık arm ış oldu.
A lm an sinem acılığı an cak 1910 dan so n ra az çok u y an ­
m ay a b aşlar. B ununla beraber, yapılan film ler o rtan ın ü s­
tü n e yükselm em iştir.
Birinci D ünya S avaşının hem en öncesinde, gelecekteki
A lm an film ciliğinin sa n a tla ilgili yönü kendini belli etm eğe
başladı. P a g u şirketi, edebiyat ve sahne alan ın d a şö h ret y ap ­
m ış kim seleri sinem a alam n a çekm eğe niyetlendi. Ü nlü reji­
sö r M ax R einhardt, a ltı y ü z bin m a rk lık b ir k o n tra tla b ağ ­
lanıp şirk ete değerli b irk aç film sağ lad ıy sa da b unların pek
öyle tic ari k â r sağladığı söylenem ez. “Venedik geceleri,”
“B a h tiy a rla r ad ası” gibi film ler bunlardandı. D anim arkalI
S tellan Rye, bazı denem elerden sonra “P ra g iı öğrencl”yle
B erlin’de ilk önemli eserini verdi. Y irm i bin m a rk a çıkan bu
eser o p era tö r Guido Seeber ta ra fın d a n B ohem ya’da çekil­
m işti. M ax R e in h a rd t’ın belli başlı b irk aç oyuncusundan biri
olan a k tö r P aul W egener de bu film de rol alm ıştı. “ Pencere-
siz, k ap ısız ev” film ini de y a p tık ta n sonra, S tellan R ye 1914’te,
sa v a ş ta öldü. A çtığı yolda P au l W egener senaryo y azarı
SİNEMA TARİHİ 46
H en rik G aleen’Ie b irlik te ilerleyerek gerçeğe bağlı b ir dekor,
tabii dekor o rtasın d a ro m an tik geleneklerden h a re k e t eden
ifadeci çığıra g irdiler ve sa v aş sonrası A lm an film ciliğinin ön­
cülüğünü y ap tılar.
A lm anya’d a olduğu gibi, D an im ark a sinem ası R u sy a’d a
da büyük te sirler yapm ıştı. R u sla r ilkin k o n u ların a v a rın ­
ca y a k a d a r N ordisk şirk etin in eserlerini taklidediyorlardı.
S onra so n ra kendi y az arla rın ın eserlerini film e çekm eğe b aş­
ladılar. Bu devirde, îv a n M osjoukine gibi b irk aç şöhretli a k ­
tö r y etişti.
F in landiya yeni yeni m eydana a tılırk e n o zam anın b a­
ğ ım sız b ir devleti olan L eh istan ’d a P ola N eg ri gibi b ir yıldız
y etiştiriyordu. Sessiz film in belli başlı çehreleri K uzey ve o r­
t a A v ru p a’da belirm eğe başlam ıştı.

İTA LY A N SİN E M A SI

Ita ly a n sinem ası birdenbire yükselm iş, inanılm az b ir


zenginliğe u la ştık ta n so n ra yine yıldırım çarpm ış gibi g eri­
lem iştir. “R oına’ıun alm ışı”, “Pom pei’nin soıı günleri” gibi
ilk film ler yeni yeni teşebbüslerin şekillenm esine yol açtı. Ge­
n iş b ir d ekor o rtasın d a büyük ve ihtişam lı eserler sahneye
koy m a yoluna gidildi. İtaly a, ilk ç a ğ tarih in in yatağıydı. Çok
zengin ta b ia t ve ta rih dekoru vardı. M em leket küçük, am a
n ü fu sça kalabalıktı. A çık havadan, fig ü ra n la rd a n bol bol, ko­
lay ca fayd alan m ak kaabildi. Ita ly a n sinem asım n s a n a t te ­
şebbüsü d ah a 1912 de başlam ıştı. Am brosio ilk defa “Quo
V adis”i o sıra d a çevirm iş, P asquali “ S p artac u s”u, Giuseppe
de Liguoro “O dysseus ve Cehenneın”i hazırlam ışlardı. Yine o
devirde, Piero Fosco ta k m a adını alan m ühendis P astro n e
Ita la şirk eti hesabına birçok acıklı veya kom ik film in çev­
rilişine n e z a re t e ttik te n sonra büyük ölçülerle sahneye koy­
duğu “T roya’n ın düşüşü”nü hazırlam ıştı. Bu film için b ir
şehrin gerçek istihkâm larını y aptırm ış, dev ölçüsünde b ir be­
y az a t k urdurm uş, yüzlerce figü ran d an faydalanm ıştı.
“T ro ya’m n düşüşü” m illetlerarası ölçüde b aşarı k azan ın ­
ca eski R om a tarih in e dayanan büyük dekorlu film ler birbi­
rini kovaladı. P asquali “Ju liu s C aesare”yi, Guazzoni “M essar
llna”yı, A m brosio “K a rt^ c a esirleri”ni çevirdiler. B ununla
b era b er çağdaş ko n u lar elden b ırakılm ış değildi.
F. 4
50 SİNEMA TARİHİ
B ir y andan eski k onular te krarlanıyordu. “Pom pei’nin
son g ü n leri” b ir film için o za m a n a k a d a r h arc an an en y ü k ­
sek p arayla, yani b ir m ilyon altın fra n k h a rc a n a ra k b ir d a­
h a çevrildi. Az sonra, Cinès şirketi, yeni b ir “Quo V adis”le bu
rek o ru aştı. G uazzoni’nin hazırladığı eserde R om a’m n yakı-
lışı, a rsla n la ra atıla n hıristiy an lar, R om a’nm se fa h a t ve ziya­
fetleri, Neron, başında gül çelengiyle bir P etrone, herşey
Sienkiew icz’in eserinde olduğu gibiydi ve film , o eser gibi bü­
tü n d ü n yada h ay ra n lık la karşılandı, büyük b ir s a n a t eseri
sayıldı.
K ısa b ir zam an so n ra Foscou’nun çevirdiği “ C abiria”
d ah a değerli b ir eserdi. Sinem a tarihinde bir dönüm n o k tası
teşk il etti. E serin senaryosunda şa ir Gabriele D ’A nnunzio’nun
im zası bulunuyordu. A m a b a şta n so n ra k a d a r Fosco - P a st-
rone ta ra fın d a n yazılm ıştı. H a ttâ D’A nnunzio’nun-yazdığı di­
yaloglar, konuşm alar, ş a ta fa tlı edasiyle bugün bize son de­
rece gülünç görünm ektedir. F ilm in hikâyesi g a y e t k arışık tı.
A yni derecede k a rışık ve u sta lık isteyen bir beceriklilikle sah ­
neye konulm uştu. Film de sinem anın h e r tü rlü im kânından,
serbestliğinden, kolaylığından faydalanılm ıştı ki bu, G riffith ’e
de te sir etm iştir. D ekorlar, s ırf “ C abiria” film i için y a p tırıl­
m ıştı. İta ly a ’da, M éliès’in y ap tığ ı gibi çerçevelere bez gerip
b o y am ak la dekor yapılm ıyordu. G erçekte olduğu gibi, yani
k alınlığı belli, hakiki d u v arla r örülüyordu. D ekorlardaki bu
ş a ta fa tlılık ve fig ü ra n la rın bolluğu, film in çekilişine, görüş
aç ıla rın a da te sir etm işti. K um panyanın P a th é ’den aldığı I s ­
panyol o p era tö r Segundo Chomon, o zam an a k a d a r stü d y o ­
d a ta tb ik edilm em iş b ir usulü kullan m ak tay d ı: F ilm çekm e
m akinesi b ir a ra b a y a bindiriliyor, d ek o rlara p aralel o larak
gezdiriliyor, bu da canlılık hissini a rtırd ığ ı için tesiri daha
büyüyordu. B azan da tekm il sahneyi dolaşıp dekorun b ir k ıs­
mı önünde d u ran belli başlı kişilerin üzerine çevriliyor, o ra ­
da te sb it ediliyor, onları y ak ın plânda gösteriyordu. P astrone,
kendi k eşfettiği, hiç değilse stüdyoda ilk defa kullandığı bir
usulün im tiyazını elde etm işti. Carello’nun (travelling, yani
k ay d ırm a dediğimiz şey) kullanılışında İtaly a, b ütün öteki
m em leketlerden ve tabii A m erika’dan önce davranm ıştı.
P astro n e, suni ışık ta n da s a n a t m aksadiyle büyük-, fay- -
d alar elde etti. O za m a n a k a d a r güneş ışığı tesirini elde etm ek
için kullanılan e le k trik te n co n tre - lum ière (ışığ a k a rşı re ­
sim ) de faydalandı.
SİNEMA TARİHİ 51
“Oabtria.” da halkın heyecanını u y an d ıra ca k birçok nok­
ta la r d a vardı tabii: yangınlar, savaklar, R om a donanm ası­
nın yokedilmesi, B aal ta p m ağ ın d a k u rb an edilen çocuklar,
v.s. K alabalık rolleri canlandırm ak için, b ilhassa ta rih i k işi­
lerde, birçok tanınm ış a k tö r kullanılm ıştı. A m a film in bü­
tü n b aşarısı iri kıyım b ir Cenovalı’ya, Bartolom eo P ag an o ’y a
a it oldu. Bu güçlü kuvvetli adam , C abiria’d a M aciste (Ma-
sist) rolünü yapıyordu. Bu rolde öylesine b aşarı kazandı ki,
asıl adı unutuldu. M asist diye şö h ret yaptı. Bu şö h ret y üzün­
den de b üsbütün başka, o günlük konu lard a b ir seri M asist
film i çevrildi. Bu film in başarısı, daha değerli olduğu halde
“S p erd u ti nel Buio” (K a ra n lık lard a kaybolm uş)un şöhretini
gölgeledi. H albuki cem iyetin iki z ıt ta b ak a sın ı ta sv ir eden bu ı
film son za m a n lara k a d a r h ay ra n ların d a n b ir film tenkitçisi
ta ra fın d a n gösterilm ekteydi (1944). N eoréalism e’in doğuşun­
d a te siri olduğu da m u h a k k ak tır.
Gerçekçilik, d ah a doğrusu vérism e (hakikatçilik) Nino
M artoglio’nun çevirdiği film lerin de özelliğiydi: Zola’nın
“T h érèse Raquiıı”i bu görüşle sinem aya alınm ıştı. B ir yandan
R om a an layışındaki büyük ölçülerle sinem a yapm ak gelene­
ği yerleşirken öte y an d an yeni eğilim ler beliriyordu. Nino
O xilia’m n “D em ir m adeni”, “'ölüm y a rışı” gibi eserlerinde D a­
n im a rk a film ciliğinin günlük h a y a tta n alınm ış dram ları, te ­
sirin i belli ediyordu. Bu üslûp, P asq u ali’nin “ U çurum un di­
binde”, “T ah tın b asam a k ları”, “M orfin”, “Geçmişin gölge­
si”, “Çingene ih tira sı” gibi film lerinde kendini gösterm edey­
di.
1914’ten itib aren büyük ta rih i sahneler o rtasın d a çağdaş
h ay a tın acıklı ta ra fla rı İta ly a n sinem asını kapladı. Bu dev­
rin eserlerinde H enri B ataille’ın tiy a tro lariy le D ’A nnuzio’-
nun ro m anları epey faydalı olm uştur. P iero Fosco, “ C abiria”
dan so n ra B ataille’ın m eşhur eserini, “A teş”i çevirdi. F ilm in
o zam anki m eşhur yıldızı P in a M enichelli’ydi. Ita ly a n sine­
m asın a yıldızlar hükm ediyordu. D ah a 1914’te n önce bunların
b ir film için aldıkları ü cre t yüz bin altın fra n g ı geçiyordu.
İk i üç m ilyon fra n k a la n la rsa istisn a teşkil etm iyorlardı.
R eklâm cılığa verilen değer, yıldızların sayısını a r tırm a k ta g e­
cikmedi. B ugün bile h a tırla n a n bazı isim leri sayalım : L yda
Borelli, M aria Jacobini, M öry - Cléo T arlarini, F ra n ce sca B er-
tini, L in a Cavalieri... Bu yıldızların tesiri, o n la ra h a y ra n olan
gençlerin, k a p ıla n dibinde in tih a r etm elerine k a d a r v arıy o r-
52 SİNEMA TARİHİ
du. Bu coşkunluk, İta ly a n sinem asını 1915’ten itibaren çö k ert­
m eğe başladı. Görünüşe, reklâm a, şöhrete bel bağlam ak, de­
ğerce yüksek eserlerin doğm asını önledi.
Bu çöküntü ortasm da, m a ce ra film leri b ir sü re daha
p arıltısın ı korudu. M ario Caserini, “H ay a letler tre n l”ni çevir­
di. Bu ta rz ın büyük m ütehassısı, eski b ir saatçi, sinem a a r ­
tistliğ i y ap an ve film çeviren Em ilio G hione olm uştu. 1918
de çevirdiği “K ül rengi F arelerdi aşağ ı y u k a rı F euillade'm
“V am pirler”ini an d ırm ak la b erab er çok şahsi b ir eserdi. Bil­
h assa Torino şehri yak ın ların ın h arikulâde fo toğraflariy le
dik k ati çekiyordu. Ghione, “Don P ietro C aruso” gibi, “M avi
K ontes” gibi birçok film i hem çevirdi, hem başrolünü y aptı.
M uh ak k ak olan kabiliyeti ve çalışm aları ise İta ly a n film ci­
liğini düşm ekten k u rtaram ad ı.
M em leketin güç b ir sa v aşa girm iş olması, sinem a sa n a tı
üzerinde de tesirini gösterdi. M ütarekeden so n ra dış p a z a rla ­
rı elde etm eye ça lıştıy sa da, d o ğ m ak ta olan Hollyvood, çok­
ta n o ra la ra yerleşm işti. S ağlam bir iktisadi te şk ilâ ta bağ lan ­
m ış olan Berlin, Ita ly a n sinem acılığiyle kolayca re k a b e t h a ­
line girm işti. Tam bu sıra d a F aşistlerin R om a’y a yürüyüşleri,
Ita ly a n film cilerine en kesin darbeyi indirdi. Y irm i beş yıl
k a d a r kendilerine gelem ediler.
GRIFFITH VE AMERİKAN SİNEMASININ
DOĞUŞU
1908 sıraların d a E dison’un k u rm u ş olduğu trö st, yani
şirk etlerin te k elden idaresi, ta m yolla ilerliyordu. Bu trö ste
bağlı h e r büyük kum panyanın bir trupu, b ir de film i yapan,
sahneye koyan adam ı vardı. B unların ü cre ti yıllık olarak öde­
niyordu. H a fta d a üç, d ö rt film yapıyorlardı. H er film en çok
bir bobin oluyor, m asra fı birk aç yüz doları geçm iyordu. A ncak
trö stü idare edenler b ir n o k tay ı unutm uş gibiydiler: film le­
rin b u k ad a r u cuza m aledilm esi, ellerindeki b ütün im tiy azla­
r a rağm en, rak ip firm ala rın doğuşunu d a kolaylaştırab ilir-
di. N etekim öyle oldu: K essel ve B aum an, b irk aç bin dolar­
la yeni şirk etler kurd u lar, tk i yüz dolar m a sra f ettik le ri her
film, kendilerine on k a t k â r bırakıyordu. B unların m acerası
d a N ickel Odeon’la rın k urucularından, C arle Laem m le, Fox
veya Z ukor’dan fa rk lı değildi.
K endilerine “B ağım sız” adını veren bu yeni iş adam ları,
film y ap an lar, b iraz fa z la ü c re t v ere re k trö stü n te k n ik ele­
m an ların ı da kendi ta ra fla rın a çektiler: W illiam R anous,
P au l P a n z e r V itag rap h ’tan, Edw in P o rte r Edisoığdan ayrıldı.
B unlar, halkın zevkini, trö stü n ü k u rm u ş olan kodam anlardan
d ah a iyi bildikleri için h oşa gidecek film lerle işe başladılar.
P anzer, P ow er hesabına “B uffalo BilT’in h ay a tın ı çevirdi.
Film , a ltı a y d a elli bin dolar sâfi k â r b ırak tı, ö te y a n d a n
trö ste dahil kum panyalar, N ickel Odeon’la ra h a fta d a iki, y a
d a üç yeni p ro g ram y etiştirebiliyorlardı. Bu sinem aların s a ­
hipleri, m e n fa atleri icabı, yeni film ler elde edebilm ek için is­
te r istem ez “B ağım sız”la ra başvurdular.
Kennedy, N ickel Odeon’la n n ah lâk a ay k ırı davran ışları
aleyhine basım k ışk ırttı, sa n sü r koydurm ak istedi, birdenbire
k an u n ların ta tb ik ç isi kesiliveren bir kısım z a b ıta kuvvetleriy­
le b ağ ım sızlara bağlı sinem a salonlarını k a p a ttırm a ğ a k a lk ­
tı am a, nafile. A v ru p a k ıta sı k a d a r kocam an, geniş b ir ü l­
keye yayılm ış binlerce “bağım sız”la savaşm ak kaabil değil­
di. Â ciz kaldı. B unun üzerine Tim M ac Coy’un idaresindeki
hususi teşkilâtını, yeni yeni film y ap m ağ a başlam ış kim seler
54 SİNEMA TARİHİ
aleyhine seferb er etti. Tabii bu çare biraz d ah a tesirli oldu:
film banyo edilen küvetlere a s it dökülünce, n eg a tifle r h arab -
oluyordu. K am e rala r havalanıyor, kovboy rolüne çıkan a k ­
tö rle rin k u la k ları dibijıde sahici k u rşu n la r vızıldıyordu. Hele
fig ü ra n la r a ra sın a k a rışa n k ışk ırtıcıların çıkardığı k a v g a la r­
d a y ara lıla r, ölüler bile görüldü. Kennedy, eski efendisinin
usullerinden faydalanm ıştı: R ockfeller de, rak ip firm a S tan ­
d ard OU kum panyasiyle m ücadele için bu kum panyanın p e t­
rol nakleden borularını dinam itle h a y a a ttırm a m ış m ıydı?
H iç değilse, E a stm a n ’ın idaresinde ham film yap an lar, trö ste
bağlı oldukları için belki “B ağım sız”la r üzerinde kesin ü stü n ­
lüğü sa ğ lam ağ a yard ım edebilirdi.
L âk in bu sefer de L um ière fab rik aların ın B ru la to u r t a ­
rafın d an idare edilen A m erika şubesi k a rşıla rın a çıktı. “Ba-
ğım sız”la ra kilom etrelerce ham film sa ttı. H a ttâ , şubenin
s a ttığ ı film m ik tarı, köhnem iş L um ière fab rik aların ın Lyon
şehrinde elde ettiğ i m ik ta rı k a t k a t aşıyordu. A slında, “L u­
m ière” etik eti vurulm uş olan bu ham film k u tu la n , Roches-
te r ’den gelmeydi. O rada (A m erika’da) yapılıyordu. 1911’de
E a stm a n kendi m allarının b aşk asın a sa tıla ra k o başkasın ın
dam gasiyle ith a l m alıym ış gibi p iy asay a sürülm esinden ib a re t
bu hiyleyi keşfedince, resm en trö stte n istifa etti. B ru la to u r’u
da, sa tış işleri dairesine um um m üdür yaptı. B rulatour, p a t­
ronunun fikrini alm adan, onun yap tığ ı film leri, rak ip firm a ­
la ra bol bol je tm iş , m ükem m el b ir iş başarm ıştı. B una k a rşı­
lık, Edison ta ra fın d a n bulunan Selig, V itagraph, Kalem , Bior-
g ra p h gibi kum panyalar, B ağım sızlara k a rşı sav aşla rın a
ciddi ciddi devam ettiler.
Ş ikago’d a halıcıyken, albay Selig, dev gibi stüdyolara,
terzihanelere, örnek lâ b o ra tu v a rla ra sahip olm uştu. K um p an ­
yasının ih tisası “W estern” (m acera, kovboy) film leri y ap ­
m ak tı. K urduğu tru p u n aktörleri, B irleşm iş D evletleri d ö rt
dönüyor, güneşli ta b ia t sahneleri arıyorlardı. 1908 b aşlan g ı­
cında, o p era tö r T hom as P erso n s'la rejisö r F ra n cis Boggs,
Lons A ngeles’in k en a r m ahalleleri y ak ın m a yerleştiler. N iy et­
leri, işsiz b ir sihirbaz - h o k k a b a z la “K ont de M onte - Cris-
to ”yu çevirm ekti. B irinin “Kokino orm anı” diye ad ta k tığ ı
b e rb a t b ir yerde derm e ç a tm a b ir stüdyo k u rd u la r (Aslında,
K nliforniya'da bu b itk i yetişm ez). Selig, B a şk an Roosevelt’in
A frik a’daki avlanm asını canlandırabilm ek için stüdyosunda
vahşi h ayvanlarla film çekti. A frik a sahneleri canlandırdı.
SİNEMA TARİHİ 55
Bu çeşit film le b irlikte eski b ir sü v a ri çavuşunun Tom Mix
adiyle m aceralarını çevirdi. Tom M ix pek m eşhur oldu. H e­
m en b ü tün dünyada h alk edebiyatına maledildi. B ugün bile,
çocuklar bu adı g a y e t iyi bilirler.
V itag rap h k u m panyasında S tu a r t B lackton, halk ın s e ­
viyesinden dalıa ü stü n eserler verm ek üzere tan ın m ış k im ­
selerin h ay atın ı esas aldı: “M usa”, “N apolyon”, “Lincoln” g i­
bi büyükleri film e n ak letti. N apolyon b irk aç bin d o lara m a-
loldu. V itag rap h kum panyası bu film için A v ru p a’y a vesika
ve m obilya toplam ak üzre h eyet yolladığını ileri sürdü. Bu
kum panya, A m erika d a ilk defa b ir bobinden y u k a rı film çe­
virm işti. A m a işletm eye konulduğu zam an, bu film ler, konuya
ve o la y lara göre p a rç a la ra bölünüyordu. 1914 sıraların d a,
firm ad a otuz dokuz rejisör, yüzlerce a k tö r çalışıyordu.
K alem şirk eti eski a k tö r Sydney O lcott’u n tesiriyle, ilk
defa “Ben H u r” film ini çekti. S enaryoyu yazan, rom ancıdan
izin alm adığı için kum p an y a y irm i beş bin dolar ta z m in a t
ödedi. Olcott, F lo rid a’da kızılderililerle ilgili film ler çevirdi.
O ndan sonra, zam anın âdetine uydu, İrlan d a'y a, F ilistin ’e se­
y a h a t ederek o ra la rd a da çeşitli film ler yaptı.
Edison şirketinde P o rte r in ilkin asistan ı olan, son ra da
onun yerine geçen S earle D aw ley’in ü rk ek denem eleri, Bl-
o g rap h şirketinde beş yıl s a n a t m üdürlüğü y a p a n G riffith ’in
p a rla k zekâsı yüzünden sönük kaldı.
D avid W a rk G riffith, 1875'te K entucky eyâletinin L a g ­
ran g e şehrinde doğm uştu. Iç S avaş yüzünden m ahvolm uş g ü ­
ney ta ra flısı bir albayın oğluydu. G ençliğinde gazetecilik, i t ­
faiyecilik, şairlik, serserilik, m aden işçiliği etm işti. U fak
ça p ta b ir a k tö r oldu. Kom pozisyon rollerinde b aşarı g ö ste r­
di ve b ir tu rn e arkadaşiyle, L inda A rvidson'la evlendi.
1907 yazı boyunca N evyork’ta işsiz güçsüz k alan genç
çift, E dison'da u fa k rollere raz ı oldular. G riffith birk aç se­
n ary o y azd ık tan sonra, karisiyle, h a fta d a onbeş d olara Bio-
g ap h k u m pan y asın a girdi. Ş irk etin rejisörü em ekliye ay rılın ­
ca onun yerine G riffith geçti. 1908 Tem m uzunda, çingenele­
rin k açırdığı b ir küçük kızın m acerası olan beylik b ir konuy­
la “DoUy’nin başından geçenler”i çevirdi. T iyatro, rom an ve
şiir alan la rın d a epey tecrübe sahibi olan G riffith, hayli geniş
bir k ü ltü r edinm işti ve tem iz k onular seçebiliyordu. Tols­
toy’un, M a u p assa n t’ın, Ja c k London’un hikâyelerini, k a r ­
m an çorban olm akla beraber, perdeye a k ta rd ı. Ü ç yıl boyun­
56 SİNEMA TARİHİ
ca, hiç şaşm adan, h a fta d a iki film yaptı. Bu ilkel eserler ge­
reği gibi değerlendirilm em iştir. Çoğu sinem a tarihçisi, G nf-
fith ’i, sinem anın dlini hiç y oktan y ara tm ış b ir dev gibi ta ­
n ıtırlar. A m a 1903ie 1912 ara sın d a çevirdiği d ö rt yüz film in
hepsi orijinal m ahiyette eserler değildi. M eselâ “Issız kö şk ”
adlı filmi, çoğu defa, paralel gelişim denilen ve ay rı yerde,
ayni anda geçen olayları g österm ekte ilk örnek diye ele alı-

D avid - W a rk G riffith (1875 - 191/8)

nır. Çünkü konusunda h ay d u tların kaçırdığı b ir kadın v a r­


dır. Bu kadının korkusu kocasına m alûm olur ve koca im da­
da yetişerek kadını k u rta rır. Yepyeni bir üslûp özelliği diye
gösterilen bu olay daha 1900 de W illiam son ta ra fın d an k u l­
lanılm ıştı. “Issız köşk”, A ndré Lorde adlı y az arın b ir piye­
sinden P allié ta ra fın d an u sta c a sinem aya alınm ış “Telefon­
d a ” ııdlı filmi de harfi harfin e taklidediyordu.
Illro g ra p irta çalıştığı y ıllar içinde büyük ü stad ın asıl ba-
SİNEMA TARİHİ 57
şan sı, değişik o k u llar ta ra fın d a n o rta y a a tılm ış yenilikleri
birleştirm ek, bu yenilikleri b ir sistem haline g etirm ek olm uş­
tu r. H ak k ın d a ne yazılm ış o lu rsa olsun, 1911 e k a d a r G riffith,
çevirdiği b ütün film lerde, yazdığı se n ary o lard a Mâliâs in y ap ­
tığ ın d an biraz d ah a y ak ın olm akla b eraber hep uzak plânda,
um um i g ö rü n ü şte kalm ışlard ır. A sıl kendine m ah su s ta ra fı,
ayni sahnenin değişik p lâ n la ra bölünm esinde değil sıralı bir
eklem e (m ontaj) sistem indedir. 1911 de üslûbu değişir. Y ap­
tığ ı film lerin ritm i d ah a âhenkli ve konuya uygun b ir geliş­
m eye g öre ayarlıdır. N ih ay et A m erikan plânı denilen o rta
m esafeden (göğse k a d a r) çekilm iş fo to ğ ra flard an faydalanır.
H a ttâ bazan, te fe rru a ta a it eşyayı veya sahne kısım larını
büyük p lânda g ö ste rir (A m orce). 1912 so n ların a k a d a r te k ­
niğini m ütem adiyen ilerletir.
G riffith, Florence L aw rence’ten sonra M ax Linder’i ta k -
lideden M ichael S innot’u an g aje etti. Sinnot, kendine M ack
S en n ett adını ta k m ıştı. Beş y aşından beri a k tris olan G ladys
S m ith ’! aldı. O d a M ary P ickford adiyle m eşh u r oldu. M arion
Leonard ve L inda A rvidson (B ayan G riffith) gibi sa n a tç ıla r
anne rolüne çık ark en Gladys, genç kız rolleri yapıyordu. G rif­
fith, hiç sahne tecrübesi olm ayan kendi uşağı R o b ert H ar-
ro n ’u, b ir yığın insan ara sın d an çekip çıkardığı M ae M arsh ’ı,
M ary P ick fo rd ’un a rk a d a şla rı D orothy ve L ilian Gish k a r ­
deşleri yıldız derecesine yükseltti. Lionel B arry m o re gibi b ir
çoğunu d a sinem ayâ b aşlattı. K ısacası, Hollyvood’u n ilk de­
virlerinde yetişen m eşhur san atç ıla rın çoğunluğu ilkin onun
elinden geçti. D aha önce N evyork’la Şikago a ra sın d a bölüşül­
m üş olan sinem a sanayiinin K aliforniya k ıy ıların a göçm esi
de onun zam anındadır. 1910 kışını kum panyasiyle o rad a g e­
çirdi. H er kö tü m evsim de de orad a kaldı. B irograph’ın bu
h are k eti b aşk a k u m p a n y ala rc a d a ta k lit edildi. Yajıi Holly-
vood, ötedenberi sanıldığı gibi trö stü n değil, bağım sızların
eseridir. Hollyvood kelim esiyle yıldız kelim esi aşağ ı y u k arı
eş anlam lıdır. “Y ıldızlar h a rb i”yle bağım sızlar zaferi k a z a n ­
dılar.
B ağım sızlar, d ağ ıtım işinde b ir te k şirk e t halinde b ir­
leşm işlerdi. Sales C om pany adındaki bu ş irk e t k ısa zam an d a
U niversal ile M utual diye iki rak ip g ru p a ayrıldı.
U niversal şirk eti h a fta d a otuzbeş film dağıtıyordu. Bu
şirk e t de P ow ers’le Laem nile ara sın d ak i b ir iç re k a b e tte n do­
layı bölündü ve L aem m le d u ru m a hâk im oldu. M utual şir­
58 SİNEMA TARlHt
k e ti ise ikişer ikişer gruplandı. B ağım sızlar ara sın d ak i bu iç
sa v a şla r ve bölünm eler, trö stle m ücadeleye eklenince bundan
y ıldızlar faydalandı. M ary P ickford U niversal’e dahil olan şir­
k etin i b ıra k tı ve M utual birliğine dahil olan M ajestic şirk e­
tin e geçti. D aha so n ra trö ste dahil B iograph’a oradan da, iyi
b ir m ukaveleyle yine U niversal birliğinden Z ukor’a atladı.
B ağ ım sızlar grupunu teşkil eden birliklerle bu birlikle­
re dahil şirketler, A vru p a’dan film getirtm eğ e devam ediyor­
lardı. 1912’ de Zukor, bir F ra n sız s a n a t film i olan “K raliçe
E lisab eth ”i alm ıştı. S arah B ern h a rd t'ın oynadığı bu esere o
zam an için büyük b ir fiy a t olan yirm i bin dolar ödemişti.
A m a, becerikli bir reklâm yoliyle S arah B e rn h a rd t’ın ken ­
disinin de geleceğini ilân edip, N ickel Odeon’la rd a değil, ti­
y a tro salonlarında o y n attığ ı için, verdiğinin üç k atın ı çık ar­
dı.
1913 te sinem a sanayii, film y ap m ağ a elli milyon, am a
salon açm ağ a yüz yirm i beş m ilyon dolar yatırıyordu. Böyle
b ir y atırım için b an k alard an yardım alm ak gerekti. N evyork
Börsası, W all S treet, B ağım sızlarla ilgilendi. T rö st bu işde
m ahkûm du. M arcus Loevv’ün, p ro g ra m la rım Z ukor'un verdi­
ği P a ra m o u n fu n birinci sınıf sinem a salonları böyle yapıldı.
T rö st’ün şe y tan idarecisi Kennedy, B rodw ay’den yıldız
a la ra k m ücadele etm ek istedi. A m a geç kalm ıştı. Y ıldız sis­
tem ini v aktin d e kabul eden V ita g ra p h ’ta n g ay ri trö ste dahil
şirk etler az zam an so n ra ciddi güçlüklerle k a rşıla ştıla r.
T rö stleri m eneden k anunla da 1915 te bu birlik resm en d a­
ğıldı.
K ennedy'nin ta k ib ettiğ i usul, uzun zam an G riffith ’i kös­
tekledi. 1913’ten itibaren, b a s it b ir hikâyeyi film haline g e­
tirm eğ e başlayınca b ağım sızların seviyesine ulaştı. “Nev-
y o rk ’ta n alın m a şa p k a ” adlı bu film, A n ita Loos’un bir hi­
kâyesini perdeye naklediyordu. K üçük A m erikan k asab a la­
rın ın güzel b ir hicviydi. M ary Pickford ve B arrym ore, konu­
yu g a y e t ince b ir oyunla belirtiyorlardı. “B ethulyalı Ju d ith ”
te ise, îta ly a n la rd a gördüğü büyük m izansen usulünü k u l­
lanm ış, d ö rt bobinlik ilk film ini yapm ıştı. D eğerli k a m e ra ­
m anı Billy B itzer’den başka, kum panyasının hem en b ütün
yıldızları bu film de rol alm ışlardı: Lilian ve D orothy Gish,
R o b ert H arron, D onald Crisp, B lanche Swet, M ae M arsh...
G riffith, Ince ve M ack Sennet'le, A m erikan film ciliği en
yüksek n o k tasın a ulaşacak tı.
MAX LINDER’DEN CHARLİE CHAPLlN’E
KADAR KOMİK FÎLM
1914’ten önce F ra n sızların y a p tık la rı kom ik film ler g e­
çiyordu. A ndré Deed, P a th é ’deyken B oireau tipini y a ra tm ış ­
tı. Bu tip, İta ly a n la rın P le rro t’su n a ve sirklerdeki A ugust
denilen p a sk a la eşti. Bu film lerde h alk ı güldürm ek için tu tu ­
lan beylik yol yüze p a s ta sıvam ak, çürük y u m u rta a tm a k
gibi şeylerdi. K om ik a k tö rü n h a re k e t ta rz ı sirklerdeki p a l­
yaçoların h arek etlerin e benzedikten b aşk a yüzleri de zaten
so y ta rı haline getirilirdi. 1909 da Deed, I ta la film şirk etin e
geçti ve îta ly a n la r için T orino'da h a fta d a b ir film hazırladı.
Senaryoyu kendi yazıyor, kendi sahneye koyuyordu. F ra n ­
s a ’da, y a ra ttığ ı kom ik tip Gribouille, İta ly a ’da C retin etti,
Güney A m erika’da Torribio, Isp a n y a ’da Sanchez diye ta n ın ­
m ıştı. D ünya çapında şö hreti vardı. H er gün y a p a y a p a g ag
tem eline, yani beklenm edik ve m übalâğalı b ir vü cu t kom ik­
liğine d ayanan güldürm e usulünü iyice öğrenm işti. B ir yığ ın
lüzum suz eşyadan, insanı güç durum a sokan k a rşıla m a la r­
dan bol bol faydalanıyordu, im k â n la rın ı sirklerden ve şa rk ı­
lı gazinolardan alm ış olan Deed, böylece sinem ada bir gelene­
ğ e yol açm ış oldu. M ack Sennet, H arold Lloyd, M arx K a r­
deşler hep onun izinden gideceklerdi.
G aum ont şirketinde Feuillade, kom ik film i iki tem el
üzerinde y ü k se ltti: saçm alık ve psikoloji. Saçıfıa şeylerin ko­
m ik te sir y aptığını bildiği için bu durum u, y ani saçm ayı te ­
sadüfe bırakm ıyor, iyice hesaplıyor, g a y e t m an tık lı b ir dü­
şünüşle saçm a h a re k e tle r y ara tıy o rd u : b ir p iy a n ist k ıv ra k
b ir vals çalm ağa başlıyor, k arısı dans ediyor; derken kapıcı,
so k a k tak i satıcı, polis, bütün yoldan geçenler, piyanoyu d u ­
yan h erk es çılgıncasına dans etm eğe başlıyorlar... “Onéisme
sav aş yolunda”, “Çingene kalbi”, “O néism e sa atç i” gibi film ­
leri hep b u 'te m e le göre hazırlanm ıştı, ik in ci tarzda, yani
psikolojik kom edilerinde ele aldığı tip çeşitli k ılık lara g iri­
yordu: güçlü kuvvetli b ir adam oluyor, miyop, k orkak, u y u r­
gezer, sosyalist, hâkim , pul m eraklısı, bahçıvan gibi çeşitli
hallerde görünüyordu.
60 SİNEMA t a r i h î

1914’te n önce hiçbir yıldızın b aşarısı M ax Lânder’le öl­


çülemez. P a th â stüdyosunda her işi g ö rd ü k ten sonra, Max
Linder, 1907 de Deed’in ayrılm ası üzerine baş kom ik oldu,
ilk b aşarılı film i olan “Yeni p a tin a j öğrenen b lri”nde ra k ip ­
lerinden pek ayrılm ış durum da değildir. O nun yaptığ ın ı Deed
de p ek âlâ yapabilir. “M ax havacı” film inde ise kendini bul­
m u ştu r: k ısa boylu olduğu için ökçeleri yükseltilm iş a y a k k a ­
bı giyen, g a y e t şık giyinen k ısa bıyıklı b ir genç. K ılık k ıy a­
fetindeki şıklık, b aşına geleceklerle z ıt olduğundan kom ik te ­
siri büsb ütün a rtırır. D aha önce bulvar tiy a tro ların d a çalıştı­
ğı için, M ax L inder’in kom ikliği öyle k ab a so y ta rılık ta n ib a­
r e t kalm ıyordu. G ülünç te sir yapan m ühim k ab alık ları ihm al
etm em ekle b erab er d ah a ziyade ruhi tesirden, durum ların ça­
tışm aların d an faydalanıyordu. K om ikliği cam bazlıklard a de­
ğil, yüz ifadesinde veriyordu. Bu yüzden de fo to ğ rafların ın
yakından, büyük plândan çekilm esi icabetm ekteydi.
1910 dan so n ra M ax L inder b aşk a m em leketlere turn elere
g itti. B arselona’da olsun, P e te rsb u rg ta olsun, halk, arab asın ı
çekm ek için koşum ları çözdü. Binlerce hayranı, onu oteline
g ö tü rü rk e n alk ışlam ak için birbirini ezdi. V aktiyle an cak
S arah B e m h a rd t’a k arşı halk böyle d avranm ıştı. B unları gö­
rü n ce M ax Linder, kendi tic ari değerini anladı. P ath e, ona
y ıld a 150.000, so n ra da 200.000 altın fra n k verm eği kab u l e t­
ti. H içbir a k tö re nasibolm ıyan bu yüksek ü c re tte n başka, Av­
r u p a ’n ın h e r yerinde gecesi 100 veya 200 Louis a ltın ın a ve­
rilen tem siller de vardı. M ax L inder’in za te n nâzik olan sıh ­
h a ti ve sey ah atleri engel olm azsa, h a fta d a b ir film yap m ak
üzere d aim a stüdyoda bulunuyordu. F ra n sız sinem asının en
önemli kom ik a k tö rü olduğuna şüphe yoktur. Film lerinde
kendisine g a y e t hoş kad ın a rtis tle r eşlik ederdi: N apiekow s-
k a gibi, Jean n e R e n o u art gibi (Şim di F e m a n d G ravey’in k a ­
rısı), G aby M orlay gibi. “2 A ğustos 1914” adlı v atansev erlik
filmi, son eseri oldu. Ç ünkü Max, o ta rih te ask ere alındı.
A ğır b ir y ara lan m a d an so n ra yeniden stüdyoya döndüğü z a ­
m an iş işten geçmiş, b ir yeni yetişm e, Şarlo, onu dünyanın
h er ta ra fın d an perdeden ve s a n a t h a y a tın d a ta h tın d a n in­
dirm işti.
Ş arlo’nun A m erika’da b ırakıp g ittiğ i b ir k um p an y a
M ax L inder’i d avet ettiy se de h astalığ ı engel oldu. S avaş
sonuna k a d a r h a sta lık la u ğ raştı. Hollyvood’d a çevrilen “Yedi
felâk et senesi”, y a da V iyana'da yapılan “Ş irk k ra lı” film le­
SİNEMA TARİHİ 61
rinde g österilm ek istendiği gibi, kabiliyetini ve sa n atım k a y ­
betm iş değildi. A ncak sinir h astalığ ı onu kem iriyordu. N i­
h ay et 1925’te, genç karisiyle birlikte, b ir k ıskançlık bu hranı
sırasında, h a y a tın a son verdi.
M ack S en n ett’in d ik k a te değer istidadı, kom ik film
m erkezini Seine neh ri kıy ıların d an P asifik okyanusu k ıy ıla­
rın a götürdü. İlk önemli kom edisini y ap tığ ı ta rih , 23 E ylül
1912 sinem a tarihinde esaslı b ir gündür. “Cohen, Coney A da-
sı’n d a” adlı bu film le M ack S en n ett yolunu bulm uştu. O tuz
yaşm da, saçları k ırla şm ay a yüz tu tm u ş b ir adam olan bu
K anadalı, G riffithin y anında üç sene a k tö r ve a sista n o larak
y etişti. G riffith gibi o da birçok k abiliyet keşfetti. M abel
N orm and, Roscoe A rbuckle (F a tty ) , B en T urpin, H an k M an
gibi birçok san atçıy ı o buldu. W allace B erry, G loria Sw an­
son, B u ster K eaton (M alek), H arold Lloyd (L ul), H a rry
Langdon, Bing Crosby gibi bulunm uş olanları şöhrete o u la ş­
tırd ı. T hom as ince gibi o da, m ükem m el b ir yetiştirici, bir
atö ly e ustasıydı. Film lerini kendi y ap m ak ta n çok n e z a re t
ederdi.
S en n ett’in kendine göre b ir üslûbu vardı. Bu üslûp bir
a la y g ag ’dan, sinem a hilesinden, k a rik a tü r haline getirilm iş
sayısız figü ran d an doğuyordu. O yuncuları, Ita ly a n h alk ko­
m ed y aları (com m edia dell’a rte ) tertib in e göre düzenlenm iş­
ti. A çık havada, çoğu zam an b a s it ve h a ttâ rak ip b ir firm a ­
n ın y ap tığ ı film konusuna d ayanan b ir k a n a v a üzerinde içle­
rinden geldiği gibi kom iklik ederlerdi. Delilik ve başıboşluk...
i ş t e onun sinem anın herşeyi m üm kün gibi g ö steren tek n ik
k o lay lık ları sayesinde elde e ttiğ i iki özellik... M otosikletçi
te lg ra f tellerinde y ü rü r, otom obiller tram v ay la rın üstünden
aşar, a k tö r altıncı k a tta n düşer de birşey olmaz... Bu gerçek
dışı o lay lar b ugünkü kom ik film lerde y o k tu r a rtık . Sadece
canlı resim lerde yaşıyor. Sennet, bu anlayış içinde, kom ik
o la ra k za b ıta ve m acera film lerinden ta rih i film lere k a d a r
p e k çok şey çevirdi. Onbeş sene boyunca... A m a b ü tü n A m e­
r ik a ’yı feth etm ek için, on beş ay y e tti de a r ttı bile.
Bu sırad a da, A m erik a'y a tu rn e için gelm iş genç b ir In g i­
liz aktö rü nü, h a fta d a yüz elli dolara tu ttu la r. Bu adam C h ar­
lie Chaplin’di.
Şarlo, 1889 da L ondra’nın fa k ir bir m ahallesinde doğ­
m uştu. Ş aşılacak b ir gözlem kabiliyeti ve yüz h are k etle rin e
h âkim iyeti olan annesi, b ir dansöz, çocuğu b ü y ü ttü . K üçük
62 SİNEMA TARİHİ
Şarlo erkenden h ay atım kazanm ak zorunda kaldı,
çık tığ ı zam an d ah a çocuktu. Y irm i yaşındayken, İr
en m ükem m el pandom im a kum panyası olan K arno
y asm a girdi. O rada dansetm ek, topallam ak, cam t
rek etleri y apm ak gibi şeyler öğrendi. Sessiz bir
ifade v asıta sı olan h a re k e t güzelliğini elde etti. Tu:
rasın d a P a ris ’e geldi. A v ru p a’dan A m erika’y a geçti.

Charlie Chaplin

luımpanyasmca angaje edildiği zaman, sinemada g


rollerine çıkacağını hayalliyordu.
2 ¡julıal 1914’te bitm iş ve kopyeleri basılm ış ola
minin adı “H ay atın ı k az an m ak için”dir. Bu film d
gri silindir şapkalı redingotlu, siyah za rif ayakkabıl;
monokl ta k a n k ib a r bir Ingiliz’i canlandırıyordu am
SİNEMA TARİHİ 63
giliz, s a h te k â r bir hay d u ttu . G ay et zalim bir adam dı. Keys-
tone’d a çalıştığı m üddetçe, b ütün rollerinde bu hain adam
tipini canlandırdı.
Şarlo, b ir m üddet, kendine çeki düzen v erm ekte tered ­
d ü t etti. B ir a r a düşük bıy ık ları b ırakıp sivri sak al oldu.
A m a kıy afetini çabuk buldu: Mölon şapka, küçük, bıyık, ko­
cam an ay ak k ab ılar, kalçad an yürüyüş, kam ış baston, çok
bol b ir pantalon, yıpran m ış sefil b ir redingot, fantezi yelek.
Bu k ıy a fe t hem en tam am iyle M ax L inder’den alınm ıştı. Y al­
nız ötekinin şıklığına k arşılık beriki, hırpaniydi. Ş arlo’nun ilk
film lerini H enry L ehrm an, M ack S en n ett ve M abel N orm and
idare ettiler. O sıra la rd a K eystone’un erk e k yıldızı F ord
S terlin g ’ti. Şarlo, dördüncü film inde onunla o y n ad ı: “Betw enn
Show ers” (Ş arlo ve Şem siye). K ıyafetini düzm üştü am a,
m eşh u r yürüyüşünü henüz bulam am ıştı. Hele ellerini ne y a ­
pacağ ım bilem iyordu. Bu film de eline bir şem siye geçirip de
bunu b aston gibi k ullanm ak durum unda kalınca, o yalpalı y ü ­
rü y ü şü de b u lm u şjıld u . K eystone’da b ir yıl kaldı ve otuzbeş
film çevirdi. B unların hepsi y a bir, ya da iki bobinlikti. M ack
S en n ett’in elinde İta ly a n halk kom edyalarının b ir tipine ben-
zem işti. E sasen S en n ett’le çalışan b^r a k tö r belli, iyice sın ır­
lı b ir tipi tem sil ederdi: Roscoe A rbuckle (F a tty ) bön b ir şiş­
ko, M abel N orm and hoppa, k ızın ca hem en dövüşe h azır b ir
kadın, M ack Swain k ab a ve hain adam , F ord S terling hid­
detli b ir insandı. O yuncular, konunun dışına çıkm am ak üze­
re, içlerinden geldiği gibi kom iklik ederlerdi. Y ani önceden
düşünülm üş b ir oyunu h a rfi harfin e oynam azlar, o andaki
durum un g ere k tird iğ i şekilde h a re k e t ederlerdi. Bu usul, o
sıra la rd a yirm i d ö rt yaşında b ir delikanlı olan sevimli Ş ar-
lo’yu k ısa zam anda A m erika’nın b ir n u m aralı kom iği y ap ­
m a ğ a y etti. B irinci D ünya Savaşı, b a tı ülkeleri ve A v ru p a’­
ca keşfedilm esini biraz geciktirdi, am a A m erikan iş ad am ­
la rı K eystone şirketinin b ir altın m adeni k eşfettiğ in i sez­
m ek te gecikm em işlerdi. 1915’te, büyük kom ik, E ssa n ay k u m ­
p an y asın a ak tö r, senaryo y azarı ve rejisör olarak giriyordu.
Bu m ukavele, A m erikan sinem acılığının b ir dönüm n o k ta-
siyle ayni zam ana rastlam ıştı. Bu dönüm n o ktası “B ir mille­
tin doğuşu” filmiydi.
AMERİKAN SİNEMASININ EN YÜKSEK DEVRt
1914 savaşı A v ru p a sinem asının çöküşü ve A m erikan
sinem asının en yüksek devre girişi tarih id ir. S anayide ve
m âliyede olduğu gibi film cilikte de b ir gelişm e olacak tı el­
bet. Ç ünkü sinem a da sanayie dahildi.
Film ciliğin gelişm esinde sinem a salonlarının N ickel
Odeon denilen derm e ç a tm a yerler o lm ak tan çıkıp gerçek bir
salon olm asını beklem ek gerekm işti: gördüğünü an lay an se­
yirciye sa n a t değeri olan eser kabul ettirilebilirdi. Binlerce ve
binlerce sa laş sinem a seyircisini doyurm aksa, çabucak hızla-
nıveren film lerle kolay oluyordu. Çünkü b u n lar durm adan
pro g ram değiştiriyorlar, boyuna yeni film istiyorlardı. Bu
ş a rtla r a ltın d a s a n a t değeri olan film h azırlam ak zordu.
G erçek sinem a salonlariyle N ickel Odeon’la n n birlikte
varo ld u k ları b irk aç yıl, yeni b ir çığırın açılm asını sağladı:
serlal film denilen, seri halinde h azırlanm ış film ler, ö ted en -
beri, uzun film leri b irer m a k a ra o la ra k g ö sterm ek âd eti z a ­
ten vardı. S erial A m erikan film leri, konusu b ir kişi etra fın d a
dönen değişik film lerden, J a s s e t’nin N ick C a rte r’leri, Feuilla-
de'ın F a n to m a ’ları gibi şeylerden başkaydı.
1913 te z ira a t m akineleri k ralı M ac C orm ik’in gazetesi
olan Chicago T ribune’la W illiam H e a rst’ün gazetesi Chicago
A m erica ara sın d a insafsız b ir sav aş başlam ıştı. H e a rst ve
M ac Corm ick, b irbirlerin i ezmek, k a rşı ta ra fın gazetelerini
sa ttırm a m a k için Ş ikago’daki h ay d u t çetelerini besliyorlar
ve b irbirlerinin ü stü n e saldırtıyorlardı. A m erikan cem iyetinde
g an g sterliğ in başlangıcı olan bu serseri k iralam a yüzünden,
şehir zam an zam an silâh sesleri ile çınlıyor, birbirini kırıp g e­
çiren çeteciler a ra sm d a ölenler, y a ra la n a n la r g ırla gidiyordu.
M ack Corm ick de, H e a rst de, daim a em re h az ır c a n k u rta ra n
otom obilleri servisi kurm uşlardı. M ac Corm ick ta ra fı gazete­
lerine, h a fta sonunda m ahalle sinem alarında gösterilm ek üzere
filme çekilen te frik a rom anları koym ağı â d e t edindiler. Böyle-
ce N ickel Odcoıı seyircilerini kendi ta ra fla rın a okuyucu o larak
kuzandılar. 29 A ralık 1913’te Ş ikago’n un yüz sinem ası, T ti-
buııo’ün te frik a ettiğ i “K ath ly n ’in başından geçenler” filmi-
SİNEMA TARİHİ 65
ni gösteriyordu. G azetenin baskısı ve sa tışı b ir h a fta d a % 15
a rtm ıştı. H earst, Selig’in çevirdiği o filme, otuz üç gün sonra,
Edison’un çevirdiği b ir b aşk a film le m ukabele e tti ve bu hal
hemen tekm il A m erikan basınına sira y e t etti. Bu y en i-seri
film leri k ısa zam an d a şah eser verm ek te gecikm edi. M eşhur
“M illion dollars m y stery ” (B ir m ilyon doların e sra rı) Mac
Corm ick’le Tharihouser’in işbirliği neticesinde m eydana gel­
m işti. O tuz üç m a ce ra 125000 d olara m alolm uş ve on k a t faz­
lasını g etirm işti. H e a rst - P a th é birleşm esiyle çevrilen “P au-
line’in d ü ştü ğ ü tehlikeler” onu gölgede bıraktı.
Bu film ler d ü nya çapında öyle b ir şöhrete eriştile r ki,
zam anın genç şairleri, A pollinaire, M ax Jacob, A ndré B reton
ve Louis A ragon, bu seri halindeki m aceraların tiry ak isi ol­
duklarını yazdılar.
Seri halinde film m odası, A m erik a’da uzun yıllar sü r­
dü g itti. H a ttâ kovboy film leriyle ve daha k a rışık e n trik a ­
la rla b ağdaştırıldı. C ari L aem m le ile de cem iyet d ertleri bu
ta rz film e alındı.
B ir yandan A m erikan sinem ası, D anim ark a film ciliğin­
den cinsiyet m eselesini ith al etm işti. Bu alanda 5700 dolara
halolan bir film, yirm i sekiz h a fta d a y arım m ilyon dolar gelir
sağlam ıştı. W illiam Fox, s a n a t m üdürünü A m sterdam ’a g ö n ­
derdi. N ordisk şirketinin bazı yıldızlarını a y a rtm a k istedi. S a­
vaş p atlay ın ca bu ta s a r ı su y a düştü.
Güzel ve g ü n ah düşkünü, zalim ve ta p ıla n uğursu z k a ­
dın, m eşhur adiyle Vamp, T heda B a ra sayesinde büyük bir
b aşarıy a u laştı. Hollyvood’un sıcak iklim inde ta k litleri çabu­
cak yerleşip filizlendi. İta ly a n ve D an im ark a te siri verim li, ti­
c a re tte n anlar, kabiliyetli bir rejisö r elinde büyük eserler
m eydana getiriyordu. Bu adam , Cecil B lount de M ille’di.
E sk i b ir saksofoncuyken k ab a re m üdürü olan Jessie
L asky ile kayın b iraderi Sam uel Goldfish (ki so n ra kendisine
Goldwyn ded irtti) film y ap m ağ a k a r a r verdiler. S erm ayeleri
25.000 dolardı. Bunu d a b ir eserin telif hak k ı o la ra k verdiler.
D unstin F a m u m adlı, zam anın m eşhur b ir ak tö riy le a n la ştı­
lar. E ser ve ak tö r, koydukları serm ayeyi ilk anda iki m isline
çık arm aların a yol açtı. D aha bir m etre bile çevirmeden, fil­
min hak k ını sa ttıla r. L asky, 200 dolar verip Hollyvood’d a boş
bir a n b a r kiraladı. B urasını «bir stüdyo haline g etirdi ve re ji­
sörlük işini Cecil B. de M ille’e havale etti. C. B. Mille, b u rad a
F. 5
66 SİNEMA TARİHİ
h er ay, sahne tecrübesinden de fay d a lan a ra k b ir büyük
film çevirdi. Suni ışığı en uygun şekilde kullanm asını g ay e t
iyi biliyordu. 1915 te çevirdiği “The C heat” (H iyle) adlı film
A m erik a’da pek faz la yan k ı uyandırm adı a m a A v ru p a’d a bir
şaheser o la ra k karşılandı. B ir Ja ponyalıdan bol p a ra kabul
e ttik te n so n ra kendisini ona teslim etm eyen düşkün b ir kadın,
bu film de kızgın dem irle dağlanıyordu. T enkitçiler, halk ko­
n u y a b ay ıla dursun, film de en çok y ak ın plân ların sistem li
kullanılışına, y a rı gölgeli ışık oyununa, oyunun tabiiliğine
h ay ra n oluyorlardı. Jap o n rolünü Sessue H ay a k aw a oynam ıştı.
"Quo V adis”le “ C abiria” sayesinde A m erikan film cileri
büyük m izansenin tadını ta tm ışlard ı. C. B. de Mille, k ısa z a ­
m an d a bu işin u sta sı oldu. Bu tesirle G riffith, “B ethulyalı
Ju d ith ”!, “B ir m ille tin doğuşu”nu çevirtm eğe k a r a r verdi. Bu
son film de olay, senaryoya göre Birleşik D evletler’in kuzey ve
güney ara sın d ak i A yrılık S avaşları devrinde geçiyordu. K onu­
su, T hom as D ixon’un “T he C lansm an” adiyle yazdığı, Ku-
K lux-K lan gizli cem iyetinin övgüsü sayılacak kötü bir rom an­
dan çıkarılm ıştı. Hollyvood civarında, çok geniş b ir alan için­
de dokuz h a fta d a bitirilm iş, İOCOOO dolardan faz lay a malol-
m uştu. F ilm in o p era tö rü Billy B ltze r’di ve a rtis tle r ara sın a
yeni y ıldızlar da alınm ıştı. R om anda y a rım sa y fa d a geçişti­
rilen b ir sav aş sahnesi, film de en önemli n o k ta haline g etiril­
m iş ve bunun için fig ü ra n la rd a n ib a re t bir ordu m eydana k u ­
ru lm u ştu . Beş yüz "p lân ”, G riffith ’in nezaretinde, özenle b ir­
birine eklenm işti. On iki m a k a ra lık b ir eser o rta y a çıktı. Gös­
terilm esi Üç s a a t k a d a r sürüyordu. A vru p a'd a â d e t olan b ir
geleneğe u y u la ra k da, sırf bu film oynatılırken çalınm ak
üzere besteci J. — C. B reil’e özel m üzik ısm arlanm ıştı. Cum ­
hu rb aşk an ı Lincoln’ün öldürülüşü, b ir zencinin genç b ir zenci
ta ra fın d a n öldürülm esi, K u-K lux-K lan’ın suzsuz Cam eron
ailesini son d ak ik ad a k u rta rışı film de heyecan y a ra ta n belli
başlı kısım ları teşkil ediyordu.
Film, birçok hâdiselere sebep oldu. H arv ard Ü niversi-
te si’nden C harles Elliot, O. G. V illard ve F ra n cis H a c k e tt gi-
1>1 tanınm ış kim seler eseri pro testo eden m ak aleler yay ın la­
dılar. Siyah ırk ın k alk ın m a sın a çalışan züm reler de bu
itlrn zln n k ışk ırttı. B irçok şehirde, ilk gösterildiği zam an k a v ­
unlar, döğüşler oldu. Y aralan an lar, h a ttâ ölenler görüldü. İd ­
diaya göre hu film on milyon A m erikalıyı vahşi g österm ek
İçin tılllııiHsa çevrilm işti. “B ir m illetin doğuşu”, ünlü rom an
SİNEMA TARİHİ 67
“R ü z g âr gibi g eç ti”yi çok geride b ıra k a n s e r t b ir ırk çılığ ı
ta sv ir ediyordu. Zenciler y a gözleri görm eyen köleler, y a da
şiddet, tecavüz ve hırsızlık la b a ş k a şey düşünm eyen kim seler
gibi ta s v ir edilm işti. Zencilere dostluk gösterm eyen Cum hu­
riy etçi ise tiksinilecek bir işbirlikçi dem ekti. K anlı A lm an S.
S. lerinin a ta sı sayılm ası gereken Klan, nam uslu A m erikalı­
ların k ah ra m an ordusu gibi tak d im edilm işti. Ailesi bu sa ­
v a şla r yüzünden m ahvolm uş, iflâs etm iş b ir G riffith ’i f a ­
şist düşünüşle ith a m etm ek kaabil m iydi?
“B ir m illetin doğuşu” yüzünden açılan şiddetli ta r tış ­
m alar, eserin çok k â r getirm esini sağladı. Seyirci sayısı yüz
m ilyonu buldu. N evyork’ta k i L ib e rty T h a tre da 44 h afta, Şi-
k ag o 'd a 35, Los A ngeles’te 22 h a fta gösterildi. N evyork’ta
ilk dokuz ay sonunda 6266 defa gösterilm iş bulunuyordu. On-
beş sene boyunca, dünyanın h er yerinde oynatıldı. Film e, hiç
de cam istem ediği halde 700 dolar y a tırm ış olan, G riffith ’in
özel sek re teri yirm i m isli fazlasını kazandı. Safi k ârın y ir­
m i m ilyondan fa z la olduğu ileri sürülm üştür. Bu film den
so n ra y alnız “R ü z g âr gibi geçti” otuz d ö rt m ilyon k â r g e tire ­
rek rek o ru aşab ilm iştir am a, sadece sayıda. Çünkü “R ü z g âr
gibi g eç ti” zam anında doların değeri düşüktü. O halde, “B ir
m illetin doğuşu” filmi, bugün bile h â sıla t rekorunu korum uş
oluyor.
gücünü buldu. “S uperproductlon” (büyük eser) çığırı açıl­
sa olsun, bir film in m a sra fların ı k arşılayacak, h a ttâ yüksek
k â ra geçirecek b ir seyirci kalabalığının v arlığını isb a t etm iş­
tir. Böylece, Hollyvood, büyük m a sra flarla , İta ly a n sinem a­
sını gölgede b ıra k a c a k lüks eserlerini tehlikesizce yapabilm e
gücünü buldu. “S uperpi’oduction” (büyük eser) çığırı açıl­
m ıştı.
“B ir m illetin doğuşu” s a n a t bakım ından da önemli bir e­
serdi. T ertem iz b ir senaryo, olayı, gerçek b ir sahne değeriyle
sonuna k a d a r g ittik ç e a r ta n ilgi çizgisi üzerinde y ü rü tü y o r­
du. Film in en güzel iki sahnesi sav aş sahnesiyle F lo ra Ca-
m eron’u n kendi canına kıym asıydı. S avaş sahnesi, k alab alık
kişileri k ullanm a bakım ından mükem m eldi, ö b ü r sahnedeyse
F lo ra ’yı tem sil eden M ae M arsh, kendisini takibeden zenci­
nin tecavüzünden k u rtu lm a k için k açark en u çurum a düşü­
yor, kardeşi, cesedinin başında K u-K lux-K lan gizli cem iyetini
k u ru p in tik am alm ağ a yem in ediyordu. Bu ta k ip sahnesi,
herşey, ta b ia t m an za ra ların ın vahşiliğiyle zencinin vahşi e­
68 SİNEMA TARİHİ
m elleri h esap lan arak g a y e t güzel fo to ğ ra fla r halinde tesbit
edilm işti.
B u film de ta b ia t sahneleriyle insan sahneleri birbirinin
değerini a rtıra c a k şekilde kullanılm ıştır. İleride en çok İs ­
veçliler bundan fay d alan acak tı. F ra n s a ’y a gelince, m ü stem ­
leke ord uları cephelerdeyken böyle ırkçı b ir film zam ansız
sayılm ış ve film yedi sene gecikm eyle F ra n s a ’da g ö steril­
m işti.
“B ir m illetin doğuşu” film inden so n ra yeni b ir sanayi
şubesi olan sinem anın değeri anlaşıldı. B ankacılar, p a ra y ap ­
m asını bilen bu a d a m la ra güvendiler. P aram o u n t’un e tra fın ­
da beş bin tiy a tro sinem a salonu vardı. F irs t N atio n al
k um panyası da b ir o k ad ar salon toplam ıştı. Yeni yeni şir­
k e tle r doğuyor ve destekleniyordu. K uhn Loeb b ankası ve
R ockfeller in S tan d rad Oil şirk eti ta ra fın d a n desteklenen
T riagnle (üçgen) yenilerdendi.
D. W. G riffith, T hom as İnce ve M ack Sennet, bu üçgenin
b irer ay ağı idiler. T anınm ış aktö rlerle yıldızlarla anlaşm ış­
lardı. B unlar ara sın d a D ouglas F airb an lts da vardı. O sırad a
otuzunu henüz geçm ekte olan bu aktör, yorulm ak bilmez
k av g aları, kılıç k u lla n m a k tak i ustalığı, hiç eksilm eyen g ü ­
lüm sem esiyle büyük k alab a lık la rı elde etm işlerdi. D ünya se­
yircisinin gözünde, hiç bir şeyden yılm ayan, gözü pek bir
A m erikalı sem bolü olm uştu. H em en hem en Şarlo gibi, o da
b ir tip haline gelm işti, ilk senaryolarını yazanlar, A n ita
Lroos ve John E m erson ona hem en dünyaca bilinen kişiliği
verm iş değillerdi. Onu asıl G riffith, bilhassa şekline soktu.
H a ttâ , ilk on iki film ine n ez aret e ttik te n son “The L am b”
(Ü rk ek ) adlı film inin senaryosunu d a G riffith yazdı.
S onradan D ouglas F a irb a n k s’la evlenen M ary Pickford,
taşbebek yüzü, pırıl pırıl bukleleriyle A m erikan film ciliğinde
ideal kadını tem sil ediyordu. B iograph şirketindeyken h a fta ­
da 20 dolar alırdı. Z ukor’a geçince 1000 dolar aldı. S onra üc­
reti iki k a t artırıld ı ve iki yıl için kendisine 104.000 dolar ö­
dendi. Yine de m em nun değildi. M u tual’le an laşm ay a u ğ ra şı­
yordu. Z ukor bu s a n m aden dam arını k aç ırm am ak için, son­
raki iki yıllık ücretini bir m ilyon dolar o la ra k te sb it etti. Bu
ücretle, Hollyvood yıldızları, alabilecekleri p ara n ın son d ere­
ceni ııo ulaşm ışlardır.
Hu arada, film çevirm e işine çok büyük p a ra la r y a tın -
lıynnlıı. Tlıonuıs ince, 1916 yazında, C um hurbaşkanı W il-
ŞİNEMA TARİHİ 69
son’un adaylığını desteklem ek üzere “M edeniyet” adlı b a rış­
çı b ir film yapm ıştı. W illiam Fox, T heda B a ra ’y a p arla k bir
“C arm en” çevirtm işti. Cecil B. de Mille de rek a b et dolayısiy-
le b ir b aşk a “ C arm en”, d eh a so n ra b arış lehine "Jean n e
d’A rc ” çevirdi. D erken bu b a n ş ç ı film lerin peşisıra savaş
film leri sökün etti.
A k tö r E rich Von Stroheim , böyle b ir film le dünya ça­
p ın d a şöhrete erişti. A m a A vrupa, savaş propagandasın d an
yorulm uştu. “F a r - W est” m acera film leri geçiyordu. T ho­
m as H arp er İnce ise, bu ta rz ın ü stad ı o la ra k tan ınm ıştı. İ l­
k in p a r a k az an m ak ta n b a şk a b ir hedefi yokken, pelikül
sa tm a k ta n vazgeçip de film y ap m ağ a başlayınca, hem p a ­
ra kazandı» hem ' de ilerinin İsveç, F ra n sız ve R us film cileri
üzerinde büyük te sir b ırak tı.
T hom as H. İnce, 1880 de doğdu. Ailesi de a rtis tti. Genç­
liğinde uzun y ıllar dışarlık k a sa b a la rd a dolaşıp oyunlar ve­
ren b ir tiy a tro d a çalıştı. H ay atın ı k azan m ak için lo k a n ta la r­
da garso nluk etti. B ir m üddet G riffith ’in film lerinde oynadı.
S onra b aşk a şirk etlere girdi. N ih ay et M utual birliğine b ağ ­
lı b ir k u m panya k urdu: Bizon 101. İlk film lerinin aktörü , se­
n aryocusu ve rejisörü kendisiydi. S ırf açık h av ad a çevirdiği
300 m etrelik film lerinin m ontajını d a kendi yapıyordu. B un­
la r hep A yrılık Savaşı devrine ait, y a d a F a r-W e st film leriy­
di. K onularını Tom M ix’ten, ucuz hikâyelerden, sirklerden, y a
d a Birleşik D evletler’in B atı bölgelerine göçüp orada y erle­
şen in sanların k ah ra m an lık savaşların d an alıyordu. Bu eski
ak tö r, k ısa zam anda kusursuz bir teşkilâtçı oldu. A rtis tte n
y an a pek talihli değildi. W illiam S. H a r t’ı kovboy film lerinde
keşfedinceye k a d a r yıldız yetiştirem em işti. Sessue H ayak aw a
da, 1914'te onun “T ayfun” film inde işe başlam ıştır.
ince, G riffith ’le T riangle’i ku ru n ca a r tık eser sahneye
k o ym aktan, m izansenle u ğ ra şm a k ta n vazgeçti. H a ttâ T rian g ­
le hesabına çevrilm iş b ir çok filmi, yanlış olarak o y ap tı za n ­
nedilir. K endisinin sinem a dünyasına m alettiğ i ve o zam an-
danberi kullanılan şeyler vard ır: h ak k ı yerine g etiren kov­
boy; atlıla rın tozu dum ana k a ta ra k geçip g ittik le ri ah şap ;
derm e ça tm a k asab a lar; içki salonları; silâh lar konuşan k u ­
m a r oyunları; iki rakibin toza, çam u ra b u la n arak elbiseleri
liym e liym e oluncaya kaıdar dövüşm eleri gibi sahneler, tip ­
ler, olaylar. S enaryolarının çoğu G ardner Sullivan adında
bugün de Hollyvood’da bu işle u ğ raşa n bir eski gazeteci ta ra -
70 SİNEMA TARİHİ
ğ fm dan hazırlanırdı. İnce, d ah a ziyade, o devir için b ir ye­
nilik olan dekupaj işinde, y ani çevrilen bir film in p a rç a la ra
ay rılm asında yardım cı olurdu. Kendisi tek k ita p okum am akla
övünilrdü am a, A m erika’da plân p lân sahnelere ayrılm ış, bü­
tü n te fe rru a tı d ik k a tle üzerinde işaretlenm iş en eski senaryo
m üsveddesi onun ta ra fın d a n yazılm ıştı. Bu iş bitince, g ö ste­
rilen yoldan kıl k a d a r ay rılm am ak şartiyle, film in çevrilm e­
sini a sista n la rın a bırakırdı. F ilm in çevrilm esi bitince ince,
yeniden işi ele alır; çevrilm iş sahnelerin te k e r te k e r a y rıl­
m a sın a ve yeniden tertiplenm esine kendi n e z a re t ederdi. O
za m a n lar sinem ada pek az kim se çalışırdı. Ince’in em eği bu
bak ım d an çok önemliydi. H iç değilse, çekilm iş fo to ğ ra fların
b ir düzene konm ası işini sağlam ıştır. 1918 'den so n ra b ağ ım ­
sız o larak çalışm aya b aşlayan ince, en güzel eserlerini T ri­
an g le zam anında v erm iştir. 1924 te de, bir g ıd a zehirlenm e­
sinden, v aktinden önce, öldü.
Sinem a tarihçileri, G riffith ’i Ince ten ü stü n görürler. E n
ş a ta fa tlı eseri olarak da “Intolérence” i (H oşgörm ezlik) gös­
terirler. Bu film için, G riffith, “B ir m illetin doğuşu”ndan e t­
tiğ i b ü tü n k â rı kullandı. Dev ölçüsünde d ekorlar yap tırd ı.
O rdu halinde fig ü ra n la r çalıştırdı. Bâbil sa ra y ın ı k u rd u r­
du. S arayın kuleleri yetm iş m etre yüksekliğindeydi. .Deko­
ru n derinliği 1600 m etreyi buluyordu. Balthazariın. (Bâbil k r a ­
lı) ziyafeti sahnesinde 4000 fig ü ran vardı. Bu sahneyi film e
çekm ek için Billy Bitzer, balona binm ek zorunda kalm ıştır.
İra n ordusunun sav aş sahnesinde, 16000 kişi ayni fo to ğ rafa
sığdırılıyordu. Bu koca ordunun taşınm ası, idaresi için husu­
si trenyolu ve telefon h a tla rı döşenm işti. Günde 12000 dolar
ödem ek gerekm işti. B aşk a alan la rd a da G riffith, 16. yüzyıl
P a ris ’ini ve İs a devrindeki K udüs’ü k u rdurm uştu. işçi, tekni-
siyen ve fig ü ra n o la ra k 60000 kişi çalışıyordu. Y alnız ziy afet
sahnesi için 250000 do lar harcandı. T am am ı iki m ilyonu geç­
ti. Y irm i iki ay on iki g ün çalışıldı. 100000 m e tre ham film
harcandı. A ynen gösterilseydi 76 s a a t sürerdi. M ontaj s ır a ­
sın d a film on d ö rt m a k a ra y a indi. Ü ç s a a tte n biraz fazla sü re ­
cek hale geldi.
B üyük rek lâ m la rla ilân edilen bu m uazzam eser 5 E y ­
lül 1916 d a N evyork’un L ib e rty T h ea tre’ında h a lk a sunuldu.
G erek içeride, yani A m erika’da, gerek yabancı m em leketlerde
halk, film i k a t’iyyen tutm adı. Z a ra r b ir m ilyondan fazlaydı.
B unu G riffith k a p a tm a k zorunda kaldı. D erler ki, m eslek
SİNEMA TARİHÎ 71
h ay atın ın k alan kısm ını bu borcu ödem ekle g eçirm iştir.
K urdûğu Babil şehrini y ık tıra c a k p a ra sı olm adığından bu
şehrin h arab eleri on yıl, Hollyvood civarında görüldü. Film ,
o devir için aşırı yeniliklerle doluydu ve denildiğine göre tu-
tulm am asının sebepleri de bunlardır.
İki yıllık b ir canlılıktan so n ra T riangle, tem izlendi. B unun
üzerine, üç rejisö rü n k u rd u ğ u ş irk e t dağılınca, üç a rtis t:
M ary Pickford, D ouglas F a irb a n k s ve Charlie Chaplin, “A s­
sociated A rtiste s” (B irleşik S an atçılar) şirk etin i kurd u lar.
G riffith 'i de a ra la rın a aldılar. G riffith, b u ra d a b a sit dekorlu,
k a ra k te r artistliğ in e dayanan, kişileri az film ler y a p a ra k du­
ru m u n u biraz düzeltti. F ilm in h av ası da, a r tık onun elinde,
acıklı konunun kişilerinden b iri oluyordu.
Ş arlo’y a gelince, G riffith veya herhangi b ir A m erikan
san atçısının şöhretini aşm ak için kendisine b irk aç ay kâfi
gelm işti. 1915 te E ssa n ay şirk eti hesabına onbeş k a d a r film
y ap a rak san atın ı olgunlaştırdı. İlk şaheseri “T he V agabond”
(S erseri) oldu. A d eta acıklı b ir filmdi. Şarîo, b u rad a çiftçinin
k ızına âşık oluyor ve çeşitli h ay a lle r sonunda, kızın nişanlı
olduğunu öğreniyordu. D ah a so n ra çevirdiği film lerde de,
kendisine se k re teri E d n a P u rv ian ce’ı oyun ark a d aşı seçmiş,
onu büyük bir a r tis t yapm ıştı. Bu kadın, 1958 yılında, unu­
tu lm u ş b ir halde öldü.
Ş arlo 1916 da, M utual birliğiyle on İki film için 670.000
dolarlık bir an laşm a yaptı. Bu film lerin h er biri b ire r şahe­
serdi. Ü stadı M ax L inder’i ço k tan gölgede bırakm ış, k a ra k ­
te r ve cem iyet hicivleriyle M oliöre’in hizasına yaklaşm ıştı.
B ü tü n b u n lard a fo to ğ ra fla r daim a u z a k ta n ve k arşıdan , y a ­
ni genel plânda çekilm iştir. Şarlo bu geleneğe bağlı kaldı.
“M onsieur V erdoux” çevrilirken: "Benim için genel plânda
çekilm iş film b ir z a ru re ttir. Ben oynarken b acak larım la da,
ay a k la rım la da, yüzüm le oynadığım ı oynarım . Ben alelade­
nin dışındayım . A lalâdeden b a şk a görüş zaviyesine filân ih ­
tiyacım yo k ” dem işti. Yalnız, yüzün ifadesi, vücudun h a re ­
ketlerinden d ah a önemli olan seyrek a n lard a yak ın plând a fo­
to ğ ra f çektiriyordu. H içbir teknik oyuna y e r verm em ekle be­
raber, b ir sahnenin hazırlanm ası için çok çalışırdı. Ç ünkü bü­
tün y ü k oyuncudaydı. İk i m a k aralık b ir film için 12.000 m e t­
re n e g a tif kullanm ış, film çektirm iştir. F ilm in eklenm esi ve
hazırlan m ası için d ö rt gürf d ö rt gece kendisi de b e ra b e r ça­
lışm ıştı.
72 SİNEMA TARİHİ
Şarlo, kom ik tesirini evvelâ ifadesinden alıyordu. M ax
L inder’in aksine, film lerinde daim a fa k ir b ir adam , bir k im ­
sesiz, b ir serseriydi. A m a k ib a r olm ak isteyen b ir serseri. Bu
sayede, cem iyete lâyık olm adıkları halde saygı gören tiple­
ri gülünç hale g etirm iştir. “K açak” film i için şöyle yazıyor­
du:
“B ir balkonda, genç b ir kızla dondurm a yiyorum . A lt k a ­
t a iri kıyım , saygı değer b ir hanım efendi yerleştirdim . Don­
d u rm a y erken b ir k aşık düşürüyorum . D ondurm a, pantalo-
n u m a kaçıyor, o radan da a lt k a tta k i hanım efendinin boy­
nundan içeri. îlk k ah k a h a benim sıkıntım dan doğuyor. Son­
r a d ah a kuvvetli bir k ah k a h a saloosu şık hanım yüzünden p a t­
lıyor. E nsesine dondurm a k aç an kadının zıplam ağa, bağırıp
ça ğ ırm ay a başlam ası yüzünden... P ek b a sit görünse de, bu­
ra d a insan y ara tılışın ın iki u n su ru n a başvuru lm u ştu r: Biri,
halk ın aynı heyecanı kendi duym ası.. T iy a tro d a en çabuk öğ­
renilen şey, halkın, zengin kim seleri sıkışm ış görm ekten zevk
duyduğudur. Ş ay et ben, dondurm ayı zengin b ir k adının değil
de fa k ir b ir ev kadının boynundan içeri k aç ırac ak olsaydım,
h alk gülecek yerde kad ın a acır, ona k a rşı sevgi hissederdi.
Ç ünkü ev kadınının kaybedecek hiçbir ü stünlüğü olm adığın­
dan durum tu h a f olm azdı."
Şarlo, bu tesirleri çok az v asıtay la elde ediyordu. Bir
te k dondurm a, iki gülünç sonuç veriyordu. S onra kom ik te ­
sir y ap a c a k olay dünyanın her yerinde ve her seyirci ta r a ­
fından anlaşılacak çeşitten seçilm işti.
1917 de Şarlo, F irs t N atio n al’le bir milyon dolarlık a n ­
laşm a y aptı. A m erikada’ki sinem a salonlarının çoğu, bun­
la ra bağlıydı. 1918’le 1920 ara sın d a üçer m a k aralık d ö rt film
y a p tı sadece. “Ş arlo A sker” , “Eğlenceli b ir gün” gibi film ­
ler. B u n lard a g a y e t kuvvetli yergiler b a ş ta geliyordu. O k ad ar
ki, “Ş arlo a sk e r”in bazı sahneleri san sü r ta ra fın d an çık arıl­
dı.
AVRUPADA SİNEMA
İSV EÇ
İsveç sinem asının kendine m ahsus yönleri d ah a 1914 y ı­
lın d an önce görülm eğe başlanm ıştı. S jöström ve Stiller, re ji­
sör olarak, a k tö r olarak sosyal konularda film ler çevirm ek­
teydiler. Sjöström , 1916 da çevirdiği b ir filmde, iki rol birden
y apm ıştı. G eriye dönüp de olayı yeniden ele alm ak gibi, son­
rad a n çok ra ğ b e t görecek usuller kullanm ıştı. T raing le şir­
keti ta ra fın d an çevrilm iş film lerin tesirinde kaldığı d a ol­
m u ştu r. A ncak A m erikalıların fark ın d a olm adan elde e ttik ­
leri so n u çlan o, bile bile, düşüne ta şm a elde ediyordu; t a ­
b ia t sahnelerini eserin aktörlerinden biri haline g etirm ek gibi.
Ü stelik, onun film lerinde, ta b ia tta n çekilm iş sahnelerle stü d ­
yodan çekilm iş sahneler ara sın d a elde edilmesi zor b ir b era­
berlik g örü lü r de ay n lık , g ay rılık görülm ez. K onularını t a ­
nınm ış y az arla rın eserlerinden aldı: Ibsen gibi, Selm a L age-
löff gibi. “H ay a let a ra b a sı” filmi, ü stü ste basılan sahnelerin
tem izliğiyle b ilhassa dik k ati çekti. Sinem a tarihinde, Mdliös’in
pek iptidai ve büsbütün b aşk a m a k sa tla rla y ap tığ ı denem e­
lerden sonra, gerçek m ânasiyle ilk defa Sjöström , ayni k are
ü stü n e iki ay rı sahneyi b irlikte basm ış (ü st - çekim ) ve b u n ­
dan film lehine m ükem m el sonuçlar alm ıştır. Bundan so n ra
y ap tığ ı "A teş denem esi” filmi, büyücülük konusunda esra rlı
yönü olan b ir eserdi.
Stiller, d ah a duygulu bir oyuncu olduğundan film lerin­
de derin ve y ü ksek b ir şiire u laşm ıştır. M eslek h ay a tın ın ilk
kısm ında D an im ark a sinem asının tesirinde kaldı. Bazı ko­
m ediler de çevirdikten sonra konusunu Selm a L agerlö ff’ten
aldığı "A rne definesi” film iyle şaheserini verdi. K ar, buz­
la r ara sın d a sıkışıp k alan gem i gibi film i güzelleştiren u n ­
su rla rd a n dolayı Stillef, dekoru, olayın a k tif b ir unsuru, b ü ­
tü n e hükm eden u n su r haline g etirm iştir.
S tiller b ir m üddet şahsiyeti olm ayan konuları seçerek
b ü tü n dünya seyircisine hitab etm ek istediyse de, sonradan,
h ak lı o larak yerli h a y a ta döndü. K onusunu S elm a L agerlö ff’-
te n aldığı “E sk i çiftllk ”te, b ir ailenin son m irasçısını, sirk te
74 SİNEMA TARİHİ
göriip sevdiği b ir kız u ğ ru n a ren geyiği ticaretin e atılm ış ola­
r a k ta sv ir etti. B irçok güzel sahneleri film e çekm ek için ko­
n u n u n im kânlarından faydalandı.
“G östa B erling’ln hlkâyesi”nde ünlü a k tö r L ars H anson’a
rağ m en eser fazla birşey verm edi. G re ta Garbo, çok genç o­
la rak , bu film de sinem aya girdi.
S jöström ve Stiller, İsveç film ciliğini yücelten in sa n la r­
dı am a, bu iş yalnız o n larca elde edilm iş bir şonuç değildi.
R une C arlston gibi, Ivan H edqvist gibi a k tö r ve rejisörlerin
de bu yü kselişte p ayı olm uştu.
1920 de İsveç film ciliği öyle yüksek ve b aşarılı b ir nok­
ta y a u laşm ıştı ki, iki değerli D anim arkalI rejisö r bu m em le­
k e te geldiler: B enjam in C hristensen ve C ari D reyer.
C hristensen, hem ak tö r, hem rejisördü. İlk in ko rk u ve­
rici film lerle işe g irişti. E ziyet ve aşk sahnelerinde o k ad a r ileri
g itti ki, bazı film leri ancak hususi salonlarda gösterilir oldu,
y a da on a ltı y aşından k üçük çocuklara menedildi. M akiyajlı
yüzlere verdiği ışık sayesinde, ta k m a uzuvları gerçekm iş g i­
bi gösterecek k a d a r ışık işinde u sta davrandı. C hristensen
İsveç’ten so n ra Berlin e a k tö r olarak çalışm ağa g itti. D aha
so n ra Hollyvood’a geçerek o rta değerde bir ta k ım film ler çe­
virdi.
B unca şaheser, b ütün halkının nüfusu N evyork’un nü­
fu su k a d a r olan, sinem a salonları ise pek sayılı bulunan İ s ­
veç gibi bir m em lekete dünya çapında şö h ret sağ lam ay a y e t­
ti. A ncak bu şöhret, film lerinin h er sinem ada gösterilm esini
sağlayam adı. A m erika’nın hüküm y ürütm eğe başladığı de­
virlerde, İsveç film leri, belli m em leketlerin belli sinem ala­
rın d a g ö sterilir oldu. S venska şirketini k u rm u ş olan M agnus­
sen, m ahalli konulu İsveç film lerinin geniş h alk k itleleri t a ­
rafın d an sevilm iyeceğinden k o rk tu . Bu alan d a yapılan dene­
m eler, büyük kalabalığı k az an a m a d ık tan başka, aydın azın ­
lığı h ay al k ırık lığ ın a u ğ ra ttı. A m erikan ve A lm an rek ab eti
hızlanıyordu. Şiddetli b ir buhran, İsveç’te film y ap m a işini
hem en hem en durdurdu. C hristensen ,ve D reyer B erlin’e g it­
tiler. M olander, F inlandiya’y a geçti.
1023 yılında, Hollyvood, a r tık Los A ngeles’in kasvetli b ir
kem ir m ahallesi olm aktan çıkm ış, dünya sinem a im paratorlu-,
ğııtuın m erkezi haline gelm işti. S venska’yı d a ğ ıttık ta n b aş­
lı a, o sayede İsveç’in büyük kozlarından birini, G erta B ar-
SİNEMA TARİHİ 75
bo’y u d a çekti, aldı. İsveç filmciliği, böylece, onbeş yıl süre­
cek b ir k ış uy k u su n a y a ttı.

A LM A N S İN E M A SIN IN DOĞUŞU

Birinci D ünya Savaşı, A lm anya’yı b ir y an d a F ra n sa,


Ingiltere, İtaly a, öte y an d a R u sy a gibi iki düşm an küm e a-
ra sm d a sıkışık durum a düşürm üştü. İş te bu durum du r ki,
film cilik bakım ından A lm anya'yı kam çılam ış, d ışarıdan m al
getirem iyeceğine göre kendi başının çaresine bakm asını sa ğ ­
lam ıştır. A lm an a ğ ır sanayii, film ciliğin A m erika’d a W all
S tre e t m aliyecilerini ilgilendiren faydalı b ir işletm e olduğu­
nu anladığından O rta A vru p a’da verim li b ir film m erkezi k u r­
m an ın b ir "m illî vazife” olduğunu anlam ıştı. 4 Tem m uz 1917
de g eneral Ludendorf, H arbiye N âzırına, sinem ayı b ir ah lâk
sav aşı fik ri çevresinde birleştirm ek lüzum unu ih ta r ediyordu.
H indenburg kendisini destekledi. D erken bankacılar,
kim yacılar, elek trik sanayicileri kud retli b ir film şirk eti k u r­
m ak için işbirliği ettiler. U niversum F ilm A ktiengesellsch aft
(D ünya Film Ş irk eti) böylece kuruldu ve ilk h arfleriyle t a ­
nındı: U. F . A.
U FA , Edison’un yap tığ ı gibi, çeşitli istih sal m erkezleri­
ni birleştiren b ir k a rte l oldu. Bu A lm an k a rte l’lnin usulü,
A m erikan trö s t’ününkinden fa rk lı değildi. H er İkisinin de
gayesi istihsali tek el a ltın d a b u lundurm aktı. A m a A m erik a’d a
m ali d olaplar S herm an kanunu gereğince m enedilm iş oldu­
ğu için filmcilik, geniş bir özel teşebbüsün gelişm esine yol
açtığ ı halde A lm anya'da tersine, h üküm et him ayesine girdi
ve öyle gelişti. 1908 denberi ham film y ap m ak la u ğ raşa n
A g fa şirketi, K odak - R ochester şirketlerin e göre ü stü n lü k
sağlam ıştı. E le k trik ve fo to ğ ra f m alzem esi y ap m ak la u ğ ra ­
şan fa b rik a la r sinem a salonlarını hızla d o n attıla r. Stüdyola­
rı zenginleştirdiler. A m a sa n atç ı kadrosu henüz y eter d ere­
cede değildi. A lm anya, yalnız kalınca, bu bakım dan da gelişe­
bilm ek için b ütün O rta A vrupa’dan sa n atç ı ve teknisyen to p ­
ladı. D anim arkalI A sta N ielsen’den so n ra PolonyalI kadm
sa n atç ı A pollonia Şalupeç (P o la N egri adiyle m eşhur olm uş­
tu r) b u n la r araşındaydı.
Em il Jannings, A lphpnse D audet’nin b ir hikâyesinden
sinem aya nakledilen b ir film le m esleğe girm işti. W ern er
K ra u ss’la Conrad Veidt, stüdyolarda yeni yeni görülürlerk en
76 SİNEMA TARİHİ
H enny Porten, C ari F roelich’in çevirdiği film lerde 3
nın sa lta n atın ı sürüyordu. Z abıta k onuları çevirm ek
mış Joe, May, V iyanalı bir gencin senaryolarını filme
du. Bu genç istidadın adı F rits L ang’tı. D aha baş
b irlikte b ü tü n bu kabiliyetler, 1915 1916 yıllarınd

E m il Jannings (Alman aktörü) 1887 - 1950

stü d y olarında toplanm ıştılar. UFA, zam anın büyük


çileri Krııpp, Stinnes, (Geleceğin I. G. F a rb e n ’i) ve
linnk (A lm an millî b ankası) ta ra fın d an desteklendig
g e r ç e k sinem acılık teşebbüsüne de girişilm iş oldu.
Norıllsk D anim arka şirketinin film lerini o y natan sir
SİNEMA TARİHİ 77
lonları bu sayede kontrol a ltın a alındı. İflâ s ve yenilgi h av a­
sı içindeki A lm anya’da hiçbirşeyi eksik olm ayan, b ütün Av­
ru p a 'd a bir eşi ve rak ib i bulunm ayan stüdyolar yapıldı. O
sıra d a İta ly a n la rın büyük m izansenli film leri gelişm iş oldu­
ğundan, U FA ’yı m ali bakım dan destekleyenler film çevirm ek
için ih tiy açlarım sordukları zam an rejisörler, R om a a re n ala­
rın d an sa ra y dekorlarına k a d a r ne istedilerse elde ettiler, y ap ­
tırd ılar, kurdurdular. îlk in kom ik film ler çevirerek kabiliye­
tini isb a t etm iş olan E rn e st L ubitsch, işte böyle azam etli de­
k o rla r o rtasın d a m uazzam b ir “ C arm en” çevirdi. Bu filmde,
senaryoyu yazan, rom ancı P ro sp e r M erim ee’den çok, Car-
m en’in operasını bestelem iş olan G eorges B izet’nin tesiri a l­
tın d a kalm ıştı. H a rry Liedtke, Don Jose rolünde ve Pola
N egri, Carm en rolünde, Hollyvood sa n atçıların ın ta m te rsi­
ne, g a y e t gerçekçi bir oynayış tu ttu rm u şlard ı.
Y enilgiden so n ra K aiser kaçm ış, k u ru lan A lm an Cum hu­
riyeti ise U FA şirketinden devlet serm ayesini çekm işti.
“C arm en” çeşitli b u h ran la rla k ay n a şa n b ir cem iyet içinde se­
yirciye takdim edildi. U FA , pro p ag an d ay la u ğ ra şa n şubele­
rini lâğ v etti. Özel b ir şirk e t haline geldi. A m a yüksek m ali­
yeciler, y ardım larını kesm ediler. L ubitsch de, sonraki m uh­
teşem film leriyle bu m ali y ardım ın kesilm iş olm adığını fiilen
isb a t etti. Em il Ja n n in g s'le P ola N egri’nin L ubitsch idaresin ­
de çevirdikleri “M adam D u b arry ” filmi, F ra n sa y ı k ü çü ltü r
görünm esine rağm en düşm an m em leketlerde bile b a ş a n k a ­
zandı.
E rn s t Lubitsch, M ax R e in h a rd t’ın yetiştirm esi oldu­
ğundan, üstadının izinden g itti. O nasıl, sav aş öncesi sah n e­
lerini, tiy a tro d a büyük m izansenlerle a ltü s t ettiyse, L ubitsch
de A lm an sinem asında ayni şeyi y ap tı. P erdeye aksettirileb i-
lecek h e r ta rz ve ü slû p ta film çevirdi, ö te k i film y ap an lar
Ita ly a n üslûbundan k u rtu lm a k gayesiyle b a s it konuları te r ­
cih ediyorlardr. B erlin’e henüz gelm iş olan bir M acar,
A lexander Korda, hususi h a y a t hikâyelerini konu o la ra k alan
film ler çevirdi ve bu yüzden zengin oldu.
Lubitsch, R ein h a rd t gibi, büyük k alab alık ları u sta lık la
idare etm ekle kalm adı. A lm an operetlerinin geleneğine dahil
olan eğlenceli konuları da perdeye nak letti. Onun b aşarısın ­
dan doğan ak ım a karşı, d ah a milli ve m ahalli olan expres-
slonisnıus (ifadecilik) y e r aldı.
Senaryosu C ari M ayer’in bir Çekle o rta k la şa eseri olan
70 SİNEMA TARİHİ
“Doktor Callgari’nin muayenehanesi’’ filmi işte bu ifadeci
sanatın öncülüğünü yapmış ve en g ü ze l örneği olmuştur. Bir
akıl iıastahanesi müdürü, gündüzleri panayırlarda öteberi sa­
tan Cesar adında bir genci hipnotizmayla tesiri altına alır ve
geceleri ona korkunç cinayetler işletir. N ihayet Cesar, ruhi
dayanıklılığı sıfıra inerek yorgunluktan ölür. İşin aslı anla-
şüınca Doktor Caligari deliler evine kapatılır. Oyunda hâkim
fikir, başkaları üzerine hükmeden zulüm otoritesine karşı is-

E r n s t L u b itsc h (Alman rejisörü) 1892 - 191fl

yandır. Senaryo ve bu fikir, ifadeci sanat kaidelerine göre


film e çekilmişti. Dekorlarını da, Alman expressioniste resim
okulu Der Sturm’un (Der Şturm: Fırtına) üç ünlü ressamı
hazırlamıştı. Işık, yapı işleri, bilhassa aydınlık sahnelerde
kıısdcn bırakılan gölgeli ve karanlık parçalar, tamam iyle
SİNEMA TARİHİ 79
p sik an aliz usullerine göre kullanılm ıştı. T ek te k saTıneler ele
alındığı zam an, a rtistle rin m a k iy a jla n da dahil, ressam la­
rın istediği te sir fevkalâde oluyordu. A m a film, biraz, film e
çekilm iş tiy a tro y a benzem işti. C onrad V eidt (C esar rolünde),
W ern er K rau ss (C aligari rolünde), Lil D agover, eserde rol
alan sa n a tç ıla r arasındaydılar.
Bu okulun, C aligari’den sonraki önem li film leri F ritz
L an g ’ın y ap tığ ı “Ü ç ışık ”, W egener in y ap tığ ı “Golem”, P au l
L eni’n in y ap tığ ı “M um yalar M üzesi”dir. Ifadeci s a n a t film ­
lerinde korku, dehşet ve zulüm sahneleri canlan d ın lm ıştır.
Gaye, seyirciye bu yoldan te sir etm ekti. T eknik bakım dan
g etird iğ i dış dünyanın b ir iç benlik açısından gösterilişi m a ­
hiyetindeydi. G erek bu okul, g erek öbür A lm an film cileri
b ilh assa ışığı tesirli ku llan m ak yönünden büyük b aşarı g ö ste­
re re k dış sahneleri â d e ta hiçe indirdiler ve dış sahneleri bile
stüdyo içinde hazırladılar.
ö n s a fta C arl M ayer, F ritz L an g ve M u m au olm ak
üzere birçok rejisör, bu okulu aşac ak eserler verdi. B ir iki
b aşarısızlık tan sonra, C arl M ayer, yine de ifadeci s a n a ta
u y g u n senary o lar y a z m a k ta devam etti. Yani, kuru lm asın a
önayak olduğu okula tam am iyle s ır t çevirm edi. B una k a rş ı­
lık, K am m erspiel’l sinem aya n ak letti. Kelime, A lm an ların
h alk tiy a tro su n d an gelm eydi ve oda tiy a tro su anlam ına M ax
R e in h a rd t ta ra fın d a n kullanılm ıştı. Ç ünkü bu ünlü rejisör,
büyük A lm an T iy a tro su ’ndan b a şk a b ir de k üçük oda tiy a t­
rosu k u rm uştu. S inem ada bu okulun ilk vasfı, gerçekçi ol­
m ak tı. D ehşet saçan h ayaletler, zulüm y a p a n la r b ir y a n a
b ıra k ıla ra k u şak lar, hizm etçiler, dükk ân cılar günlük y a ş a ­
y ışları sırasın d a ta sv ir edilecekti. C ari M ayer, ifadecilikten
gerçekçiliğe atlam ış oluyordu. A m a onun gerçekçiliği g ö rü ­
n ü şten ib a re t değildi. O layların a ltın d a gizlenen yer, dekor
birliği gibi u nsurlar, seyirci üzerinde, gördüklerinin sahiden
g erçek olduğu tesirini a rtırd ığ ı gibi dram ın ölçülü biçili g e­
lişm esi de, görünüş gerçekçiliğini destekleyen başlıca sebep­
ti. '
C ari M ayer için alelâde v ak a la rın k a h ra m a n la n b irer
tem silciydi. N etekim b ir kısım eşya da, a ğ ır delâletleri olan
sembollerdi. B azan bu te fe rru a ta a it eşyanın, ak tö rd en a ğ ır
b astığ ı d a oluyordu. K aflerin yenilm ezliği, bu gerçekçilikte,
ifadeci sa n a tı h a tırla ta n b ir kesinlik kazanıyordu. “S cher­
ben” (Y ıkıntı) filmde, b ir b a ş ta n çık arm a olayından so n ra
80 SİNEMA TARİHİ
anne ölüyor, b ab a k a til oluyor, kız çıldırıyor ve nişanlı da
k a d a v ra haline geliyordu. Bu acıların şiddeti te rs ta ra fta n ,
ta b ia tta n seçilm iş sem bollerin kay ıtsız ve ilgisiz görünüşleri,
d av ran ışlariyle artırılm ıştı. B ardağın ikidebir kırılm ası, in­
san ın n ek a d ar kolay kırıldığını, hiçleştiğini g österm ek için
te k ra rlan m ış bir leit-m otiv’den ib a re tti. Film in son sahne­
sinde, tren i d u rdurm ak için fener sallayan adam ın son sözü
“Ben k atilim ”di. Bu sözü söylediği sahnede, yüzü fenerin
ışığından gelen renkle kırm ızıya boyanm ıştı. R engin tesi­
rinden faydalanılm ak istenm işti. Sessiz film zam anında da,
y e r y e r pelikülü boyam ak âdeti vardı. A m a boyanan, fig ü r­
lerin elbiseleri, y a h u t herşeyin kendi rengi değil, bütün peli­
küldü. K ırm ızı lenk, genel olarak yangın sahnelerinde bü­
tü n peliküle sürülm üş bulunurdu.
K am m erspiel çığırını en yüksek n o k ta sın a “İnsan ların
sonuncusu’’ ad 'ı film iyle rejisö r M urnau çıkarm ıştır. Bu de­
virde C arl M ayer üslûbunun tak litçileri bile türem işti. M ur­
nau adını alan F riedrich W ilhelm Plum pe, felsefe ve güzel
sa n a tla r tah sil etm işti. İlk önemli denem eleri, terhisinden
so n ra oldu. Dr. Jekyll tipinin bir te k ra rın d an ib a re t olan
“Ja n u s’u n başı” ve “Vogelöd şato su ” film lerinden sonra, sü ­
rüklendiği ifadeciliği “N o sferatu ” ile tam am ladı. Bu filmde
vam pir, yani k an içici bir tip y a ra ta n rejisör, açık h av a sa h ­
nelerini bol bol kullandı. Film in “K öprüyü geçince h a y a le t­
lerle k a rşıla şır”, “N e v ak te k a d a r y aşay a cağ ım ? Ş afak a t a ­
n a k ad ar..” yollu yazıları, farelerin uğultusu, uzun ta b u tla r,
K a rp a t d ağ ların d ak i şato, iki rom antik sevgilinin y ap tığ ın ­
dan çok d ah a kuvvetli te sir bırakıyordu.
“in sa n la rın sonuncusu”, M u m a u ’nun öbür film lerine gö­
re K am m erspiel’in yani oda tiyatrosunun, film de en başarılı
örneği oldu. Bu film de Em il Jannings, büyük b ir otelin k ap ı­
cısı rolünü oynuyordu. Yüzü ifadesiz göründüğü halde iri
gövdesinin kopuk hareketleriyle d ah a çok tiy a tro sanatçısını
an d ıran Jannings, k aderin itişiyle y er silmeğe, helâ tem izle­
m eğe m alıkûm olunca, yaldızlı kapıcı üniform asından a y rıl­
ırı ak ta n sa ölmeği düşünüyordu. Film de ak tö r, oteldeki y erin ­
ilen sonra yalnız, yaşadığı odada gösterilm ekte idi. Böylece
lıoca film, sadece iki yerde çekilm iş oluyordu. Biteviyeliği
önlemek içinse, teknik alan d a b ir yen ilik 'o lm ak üzere, k am e­
ra, durm adnn h a re k e t halindeydi. C arly M ayer, daha “Y ıkın­
tı” filminde, “(;nblriu”dan ve P a stro n e ’den beri âd e ta u n u ­
SİNEMA TARİHİ 81
tulm uş olan, film çekm e m akinesini stüdyoda c h a rio t’da,
tek erlek li b ir a ra b a üzerinde h a re k e t e ttirm e usulünü t a t ­
bik etm işti. E ski İta ly a n film lerinde k ay d ırm a (travelling)
d ah a çok dekorun derinliğini, zenginliğini g österm ek gayesiy­
le m akinenin dekor boyunca gezdirilm esi için kullanılm ıştı.
C ari M ayer’in elinde bu usul, ruhi ifadeyi s a ğ la m a k ta k u lla­
nıldı. Jannings, sarhoş, h are k etsiz duruyor, kam ero onun
çevresinde f in i fırıl dönüyordu. M u m au ve C ari F reund gibi

F r its Lan f/ (Alman rejisörü)

rejisö rler de bu usulü olanca genişliğiyle kullandılar.


A lm anya'da şaheser sayılan Ja n n in g s’in filmi, A m eri'
k a ’d a pek iş yapm adı. Çünkü h er A m erikalı, b ir kapıcının,
y er tem izleyiciden, bulaşıkçıdan veya lavabo tem izliyen
kim seden çok d ah a az p a ra kazandığını bildiği için, v ak a
k ah ram anının üm itsizliğe düşm esine m âna verm edi. Z aten bu
film den sonra da K am m erspiel ta rz ın d a faz la film çevrilm e-

F. 6
82 SİNEMA TARİHİ
di. M urnau, " F a u s f ’u y a p tık ta n so n ra A lm anya’dan ayrıldı.
Birinci sınıf bir film ci olan F ritz L ang, onun yerini aldı.
B abası gibi m im ar olm ası beklenen bu Viyanalı, ressam ­
lık hevesiyle ve derbeder b ir havayla dünya seyahatin e çık­
m ıştı. B irinci D ünya Savaşı sırasın d a ise subay o la ra k teb-
d ilhavadayken sen ary o lar yazm ağ a başlam ıştı. E rih Pom-
m e r’in D ECLA şirk eti (D eutsche - E clair) genç senaryocu­
yu cinai film lere m evzu h azırlam ağ a zorluyordu. A sıl “Üç
ışık ” film iyle kendini gösterdi. B ugün o çeşit film lere skeç -
film diyoruz. Senaryoya göre ölüm, iki sevgiliye üç kere ye­
niden y aşam a fırs a tı veriyor. B ir defa O rtaç ağ ’d a ve Çin’de;
b ir d efa H aru n ü rreşid devrinde B a ğ d at’ta ; b ir defa d a Doj-
la r zam anında V enedik’te» F ritz L an g ’ın â d e ta ko n u ştu rd u ­
ğu dekor p arçaları, duvarlar, m erdivenler vesaire, filmin
m aksadm ı oyuncudan iyi anlatıyordu. A na fikir, L an g 'ın özel­
liğiydi: insan , kaderine esirdir yazılan bozulmaz.
F ritz L ang, d ah a so n ra “D oktor M abuse”ü çevirdi. Yedi
ay u ğ ra ştığ ı m eşhur “N iebelungen”i h az ırlark e n A lm an y a’da
büyük b ir b u h ran p a tla k verdi. M ark o k ad a r düştü ki, g ü n ­
lük h esaplarda konuşulan sa y ıla r m ily arlar üzerinde dönü­
yordu. H am burg, k ız ılla r ta ra fın a geçm işti. H itler, M ünih’te
hapse tıkılm ış, “M ein K am pf” (K avgam ) kitabını yazıy o r­
du. Seçm enlerin yüzde otuzu m illiyetçileri istiyordu.
“N iebclungen” filmi, ta m m ânasiyle, o d estan a lâyık bir
eser olm uştu. TJFA, film e gerekli d ek o rla r için m a sra ftan
kaçınm adı. A n ıt halinde m erdivenler, çim entodan k a te d ra l­
ler, k o ca gövdeli a ğ a ç la rla dolu orm anlar, kale m aketleri,
m a ğ a ra la r dev ölçüsündeydi. L an g ’ın h e r zam anki dekorcu­
ları O tto H unte, E rich K e tte lh u t ve C ari V olbrecht, eşi güç
bulunur b ir başariyle o sahneleri gerçekleştirm işlerdi. B ü­
y ü k sinem a m im arı Lang, ak tö rlerin i bile dekor nizam ının
h are k etli u n su rları gibi kullanm ıştı, insan, bu filmde, biçim ­
lerin p lâ stik üstünlüğüne feda edilm işti.
F ritz L ang, bundan sonra, gelecekteki A lm anya’nın ih­
tişam ını ve üstünlüğünü geçm iş b ir m asald a gerçekleştirm ek
isterm işçesine “M etropolis” film ini çevirdi. “M etropolis”
yirm ibirinci yüzyılda k u ru lac ak olan bir göklere tırm an an
şehirdi. Y oshiw ara bahçelerinde, d ünyaya hükm eden insan­
im-, ş a ta fa tlı b ir se fa h a t âlem inde yaşıyorlardı. Y eraltı k a t­
ların d a ise, aşağı ırk la r sefil işlerde kullanılıyor, ıstıra p çe­
kiyor, sessizce vazifelerini yapıyorlardı, insan , bu k a tla rd a
SİNEMA TARİHİ 83
a r tık b ir m akine - ad am ’dan ib a re tti. Bu ışık ve k ara n lık
âlem i a ra sın d a k a la n son aydın, az çok deli b ir adam , gelece­
ğin H av v a’sını y a ra ttı. Bu robot, M esih gibi bir k u rtarıc ılık
sevdasiyle esirleri isyana k ışk ırta c a k tı. E sirler, köleler, m a ­
kineleri kırıp p arçalıyacak, en önce kendilerini m ahvedecek
olan felâ k etler doğuracaklardı. Film , serm aye ve emeğin
b ağ d aştırılm asını tem sil eden bir kilise sahnesiyle sona eri­
yordu.
Bu iddialı eser, U F A ’nın sarsıldığı devreye rastlad ı.
F ritz L ang'ın da son büyük sessiz film i oldu. A lm an sinem a­
cılığı, b ütün iyi im k â n la rın a rağ m en en yüksek devrini t a ­
m am lam ış bulundu. L âkin m ü stesn a k ab iliy ette senaryocu­
lar, rejisörler, dekorcular, a k tö r ve o peratörlerle beslenm iş
olan bu sinem acılığın tesiri, sonraki k alk ın m a ham lelerini
a ştığ ı gibi bugün de kendini h issettirm ek te d ir. B ilhassa ifa-
deci üslûp, son y ıllard a Holly vood ta, m eselâ Orson W elles’in,
Jo h n F o rd ve M arcel C am ö’nin birçok filminde, dik k ati çe­
kecek k a d a r kendini belli etti.

FRANlSA’DA SAVAŞ SON RA SI

Birinci D ünya S avaşı sırasında, herkesin askere alın m a­


sı yüzünden, F ra n sız sinem acılığı çok sıkıntılı b ir devir y a ­
şadı. 1915 sonuna doğru h e m e k a d a r film yap m a işine b a ş­
lan d ıy sa da bu, gereği k a d a r r a h a t olm uyordu. S avaşın ilk
kışında, C harles P ath e, N evyork’a giderek m ali yardım te ­
m in etti. H a ttâ E a stm a n gibi bir adam , ilk zam an ların re ­
k ab e tin i b ir y an a b ırakıp ona ham film verm eği kabul etti.
H earst, seri film leri ve h ab e r film leri için firm ayı destekle­
di. C harles P a th â ’nin g ay re ti sayesinde 1916 blânçosu k ârla
kapandı.
K um panya, P a th e film lerine k arşılık T riangle film lerini
sin em alarında gösterm eği kab u l etm işti. Bu sayede F ra n sız
halkı, A m erikan film ciliğinin ta d ın a vardı. D urum , P a th e
film lerinin o rta k a r a r kalm ası yüzünden firm ayı yeni g ü ç­
lü k lerle k a rşıla ştırd ığ ı için k um panya b aşk a m em leketlerde­
k i şirk etlerin i tasfiy e etti. T asfiye d ah a da devam ederek,
P a th e ’n in büyük ham film fab rik ası E a stm a n ’a ikiyüz m il­
y o n fra n g a satıldı. B u «fabrika K odak fab rik asın ın b ir kolu
h alin e geldi. Y aşlılığın y ak laştığ ın ı hisseden C harles P ath â,
b ir za m a n lar F ra n s a ’y a dünya üstünlüğünü sağlayan firm a ­
84 SİNEMA TARİHİ
sını, o firm ay ı teşkil eden p a rç a la ra bölerek elden çıkarıy o r­
du. B ir zam an salonlard a o ynatılan film lerle film oynatm ağ a
y a ra y a n m akinelerin yapıldığı P a th é B aby’yi elde tu ttu . Bu
kolu eski Zecca idare ediyordu. 1929 d a ise tam am iyle işden
çekildi. P at'hé’nin politikası, öbür büyük F ra n sız şirketleri
ta ra fın d a n da a n a h atlariy le ta tb ik edildi. 1921 de 150 büyük
film y ap ılırk en 1929 da sadece 52 film yapıldı.D ış film tic a ­
retin in % 80 ini elinde tu ta n F ra n sa, birk aç sene içinde, ih­
r a c a t bakım ından hem en hem en sıfıra düşürüldü.
Bu alan d a söz sahibi olan Louis D elluc’un yazdığına
göre, 1920 ile 1925 arasında, y ap tık la rı film lerle sa n a t de­
ğ eri g ö steren beş a ltı film ci vardı. Abel Gance, G erm aine
Dulac, l’H erbier bu a ra d a kendilerini h issettirm eğ e b aşla­
m ışlardı.
B u nlardan P oirier, ressam B erthe M orizot’nun yeğeniy­
di. C ham ps - Elysées tiy atro su n u n um um i kâtibiyken film
y ap m ağ a başladı ve sinem aya, o zam an pek geçer akçe ol­
m ay an b ir k ü ltü r ve bilgi seviyesi getirdi. Y aptığı film lerin
en iyisi “V erdun”dü.
Jacques de Baroncelli de “Islan d a B alıkçısı”, “Ram -
m u n tch e”, “G oriot B ab a” gibi film lerden sonra 1924’te sa n a ­
tın ın en yüksek n o k tasın a ulaştı, ö ld ü ğ ü 1950 yılına k ad ar
d a' o rta b ir film ci olarak kaldı.
B abası T rista n B e rn a rd ’ın oyunlarını sahneye koym ak­
la işe b aşlayan R aym ond B ernard “K u rtla r M ucizesi” film iy­
le b ü tü n dünyada ak isler uyandırdı. D ellucün m erkezinde
bulunduğu bu g ru p a sonradan Jeaıı E pstein de katıldı.
Abel Gance; Spinoza, N ietzsche, Schopenhauer, Bacon,
Confucius gibi filozofları okurken, hay atın ı k azan m ak için
sinem a işlerine girdi. Senaryo yazarı ve a k tö r oldu. S onra işi
rejisörlüğe çevirdi. îlk film lerinde b aşarı gösterem edi. Ona
şö h ret k azan d ıran ilk önemli film “ith a m ediyorum ”dur. Bu
sayede iki m ilyon serm aye b u larak dem ir yolu ile ilgili bil’
film hazırladı. Bu film i iki yılda yaptı. Nice g arın d a k i b a ra ­
kayı stüdyo gibi kullandı. A y larca d ağ lard a gezdi. On bin­
lerce m etre n eg atifi kesip biçerek n ih a y et son d ak ik ad a adı­
nı değiştirip “T ekerlek” koyduğu film i bitirdi. E serde bil­
h assa dem iryolu m akinistlerinin, am elesinin, m a k asçıların iş
ve eğlence hayatı g a y e t iyi incelenm işti. F ilm in konusunda
seyirciyi oyalıyacak her şey ve acıklı sah n eler vardı. Abel
Günce, bu film de ta b ia t m an zaralariy le insan yüzlerini b ir­
SİNEMA TARİHİ 85
biri peşi sıra ekleyerek film i gitgide hızlanan bir tem po için­
de bitirm işti. F ilm in en talihli yönü, b ütün büyük film lere
gerekli zemini sağ lay an çevre incelenmesiydi.
M arcel L ’H erbier'nin eğilimi, Gance ta n büsbütün b aş­
kaydı. İlkin senary o lar y a z a ra k işe başlam ıştı. B unlar aşırı
m odem dek o rlar içinde geçiyor ve dekor resim lerini henüz
pek genç olan Claude A u ta n t-L a ra çiziyordu. E n güzel film i
“Eldorado”ydu. Film de E ve F rancis, Jacques C atelain gibi

A b el G ance (Fransız rejisörü)

a rtis tle r rol alm ışlardı. Film in konusu halkı, üslûbu ise Del-
luc’un Ciné - Club (Sinem a K ulübü) ve R icciotto Canudo’nun
“Yedinci S a n a t D ostlarının K ulübü’’ gibi san&t çevrelerinde
beğenildi. Bu film in kaynağı, o za m an lar F ra n s a ’da hiç bi­
linm eyen A lm an expressionism us’u (ifadeciliği) değil, re ­
sim le te sir (im pressionism e p icturale) ve G riffith, Sjöström
gibi u sta la rın ara ştırm alıy ıy d ı. Sinem a hiyleleri bu gibi ince
m a k sa tla rla kullanılm ıştı: ressam , G ran ad a’daki E lh am ra
sa ra y ın a b ak tığ ı zam an onu M onet'nin tab lolarındaki gibi
86 SİNEMA TARİHÎ
bulanık görüyordu. B ir sarhoşluk sahnesinde bazı çehreler,
yüzün biçim ini değiştiren a y n a la rd a görülüyorm uş gibi bi­
çim lerini kaybediyordu. Bu usuller, o zam an için, konuya
u y g u n lu k ları bakım ından yeni idi. L ’H erbier, “İn san lık dışı”
adlı film inde 1923 ü n b ü tü n ileri san atç ıla rın ı b ira ra y a g e­
tirdi. Jacques C atelain ve G eorgette Leblanc (Belçikalı şair
ve tiy a tro y a z a n M aurice M aeterlinck’in ilham perisi) baş
rolleri oynadılar. M im ar M allet S tevens’le ressam F em a n d
L éger ve genç dekorcu A lberto C avalcanti dekorlarını, P ierre
M ac O rlan senaryosunu, D ariu s M ilhaud film oynatılırken
çalınacak m üziği hazırladılar. Bu s a n a t filmi, ta m m âna-
siyle kepaze oldu. “E ldorado”yu h ay ra n lık la seyredenler ne­
y e u ğ rad ık ların ı şaşırdılar. Bu b aşarısız lık ta n so n ra L ’H er­
bier, tic a ri film ler y ap tı. A ncak rol alan ünlü a k tö r îv a n
M osjoukine ve henüz sinem ada b aşarı gösterm eye başlayan
M ichel Sim on’un oynayışları, C avalcanti’nin d e k o rla n say e­
sinde, konusunu Ita ly a n şairi P irandello’nun rom anından
alan “Ölü M atlıias P asc al’’ b aşarıy a ulaşabildi.
Je a n E pstein, essay (denem e) ve felsefeyle u ğ raşıy o r­
du. S inem ayla ilgili ilk yazılarım D elluc’ün C inem a dergisin­
de yayınladı. “Yedinci S a n a t1' dediği sinem ayı övüyordu. Çe­
virdiği ilk film, B enoit - Lévy’le o rta k la şa b ir belge filmi
(docum entaire) oldu: “B ir papazın h a y a tı”. Ism arla m a işler,
san atçıy ı b ir dereceye k a d a r sınırlıyordu. A m a bu film in
birçok değerli yönleri vardı ve bazı p a rç a la rı so y u t filmle-
rin k i k a d a r p lâ stik bir d ik k a t ifade ediyordu. E pstein, “K ır­
m ızı Ham”dan so n ra “S adık K alb”i çevirdi. A şırı gerçekçi
b ir konuda güzellik a ra m ıştı: K ötü b ir ad am la tem iz b ir iş­
çi, b ir kadın u ğ ru n a rek a b ete girişiyorlardı. K adın, G ina Ma-
nès'ti. E pstein, G ance’ın denediği hızlandırılm ış m o n taj u su ­
lüne yeni p lâ stik u n su rla r ilâve etm işti. Bu ilk b a ş a n epey
üm it uyandırdı. B ir m üddet y ap tığ ı o rta film ler yüzünden
ara ştırm a y ı b ırak tı, tic ari film e döküldü sandılar. B ir a ra
yeniden s a n a t film leri çevirm eğe başladı am a, seyircisiyle te ­
m asını kaybetm işti.
Bu a ra d a yeni b ir tek n ik buluş olan o tom atik ve p o rta ­
tif film çekm e m akinesinden faydalandı. B u m akine, a rtık
k am eran ın m anivelesini çeviren b ir in san a ihtiyaç hasıl ol­
maksızın, işletilince film çekebiliyordu. Böylece b ir tele b ağ ­
lanıp y u k arıd an indirilirken, indiği yerin film ini de sürekli
.şekilde tc sb it ediyordu. Bu usul, film cilerin epey işine y a ­
SİNEMA TARİHİ 87
radı. B unu ta m m ânaaiyle gerçek leştiren L ’H erbier'ydi. A m a
d ah a önce “E ldorado”d a ressam ın görüş açısından bulanık
(flou) resim çekilm iş, Abel Gance, h a re k e t halinde bir atın
üzerine k am erasını te sb it e ttire re k a tın h are k etle rin e uyguıı
resim ler çekm işti. H a ttâ , ay n i rejisör, denildiğine göre, bir
k a rto p u sahnesini gerçeğe uygun şekilde film çekebilm ek
için, stüdyoda p o rta tif k am eray ı o rad an oraya, tabii çalışır
halde, fırlatıp a ttırm ıştı. işe pana y a tıra n la r tasalan ıp da
ağ g ererek k am eran ın z a r a r görm em esine ça lıştık la rı z a ­
m an Abel Gance bu n a engel olm uş:
— “B aylar, k a rto p u ça rp tığ ı yerde d ağ ılır!” diye b a­
ğ ırm ıştı. Tabii k a m e ra la r d a kırılm ıştı. K o rsik a d a gerçeğe
uy g u n film çekm ek için, k a y a lık l a r d a aşağı, deniz içinde
de resim alabilen k a m e ra la r atılm ıştı.
işletm e bütçesi dev ölçüsiindeydi. A bel G ance’m y a p tı­
ğ ı “N apolyon” film i için m ilyonlar harcanm ıştı. F ilm b itti­
ğinde onbeş bin m e tre tutuyordu. K esile kesile beş bin m e t­
reye indirildi. A m a yine de N apolyon, İta ly a m eydan m u h a­
rebesine g irerk en film bitiyordu. Y ani eserin sonu, S ain t
H élène adası sü rg ü n ü filân ydktu. Bu kısım , çok sonra, B er­
lin’de Lupu P ick ta ra fın d a n a y rı b ir konu halinde çevrildi.
Böyleyken film yine iş yaptı. Ç ünkü çok sam im i o la ra k h a­
zırlanm ıştı. E n büyük a k tö rle r en küçük rolleri kab u l e t­
m işlerdi. G erektikçe te k n ik k u ra lla r çiğnenm iş, o zam ana
k a d a r bilinm eyen adese ve â le tle r y ap tırılm ıştı. B azı y erle r­
de, perdenin ötedenberi bilinen beyaz dörtgeni yanlam asın a
üç d efa büyütülerek N apolyon’un sahnelerine bir fresk o bü­
yüklüğü verilm işti; hem de sin eram a keşfedilm ezden yirm i
beş yıl önce... N ih ay e t G ance üçlem esini (trilogie) 1960 da
tam am layabildi. Yeni b ir şirk etin ilk film i o la ra k “A u ster-
litz”i y ap tı. 600 m ilyon fra n g a m alolan film de günü n en
m eşh u r a rtistle ri oynadılar. M artine Carol, V ittorio D e Sica,
Orson W elles, Lili P alm er, Michel Simon, Je a n M arais...
A m a bu a ra ş tırm a la r verim li olmadı. Y apılan yenilikle­
rin çoğu, genelleşm edi. Y a da aşırı k u lla n ıla ra k kendi k en ­
dini y o ketti. A bel Gance, bundan so n ra “D ünyanın sonu”
film ini çevirdi. B aş rolü kendi oynuyordu. Bu film de tam a-
m iyle bitirilem edi. G österildiği zam an noksandı. Sesli film in
bulunuşu, tam am lan m asın a engel oldu.
B ununla beraber, bu, devir F ra n sız sinem acılığı, m em le­
k e t içinden çok m em leket dışında iş yapm ış ve tanın m ıştı.
88 SİNEMA TARİHİ
“K u rtla r M ucizesi”, “A tla n tid ”, “İm p a ra to ru n m enekşeleri”,
“N apolyon” gibi film ler dünyanın d ö rt bucağında gö steril­
m işti. A ncak sinem a sanayiinin gerilem esi, film lerin sa n a t
değerini de düşürm üştü.

RU S FİL M C İLİĞ İ

R us sinem ası 27 A ğustos 1919 da, Lenin ta ra fın d a n es­


ki film ciliğin m illileştirilm esine a it k a ra rın im zalanm asiyle
b a şla r am a, başlayan, sovyet film ciliğidir. Yoksa, Ç ar İk in ­
ci N ikola devrinde, h e m e k a d a r b a tı film ciliği R u sy a’y a h â ­
kim se de yine film çevriliyordu. G ontcharov’un “S ivasto­
pol’ü n alm ışı”, T ourjjınsky'nin “K aram azof kard eşler” gibi
eserleri, konularını ta rih te n veya ed ebiyattan alan filmlerdi.
B irinci D ünya Savaşı, R u sy a’y a yabancı film gelm esine en­
gel olduğu için is te r”istem ez yerli film yapılm asına yol açtı.
A lm an y a’da olduğu gibi. A k tö r Ivan M osjoukine y etişti. îş
y ap tığ ı nisb ette film lerin iyileştiği görüldü. Geo B auer, bu
devrin en çok ve en iyi film yapan adam ıydı am a, beklen­
m edik b ir an d a ölümü, ta sa rıla rım y arım bırak tırd ı.
1917 Ş u b at ihtilâlinden sonra işler a ltü s t oldu. Büyük
firm alar, k a p ita list olm ak dolayısiyle k apılarını kapadılar.
G rev y ap tıla r. Bazı film y a p a n la r Beyaz R us ordusuna k a ­
tıla ra k m em leketten göçtüler. B unlardan P a ris ’e yerleşen­
le r a ra sm d a Volkov, T ourjansky, N atalie Lissenko, Koline,
Iv an M osjoukine gibi değerler vardı. Sonuncu ak tö r, P a ris ’­
te "A k tö r K ean”, “E sra rlı ev” gibi film ler yaptı. P a ris ’te
faz la elverişli b ir çevre bulam ayan göç k u şla n , y av aş yavaş
d ağıldılar veya söndüler.
Sovyet R usyasında ise sinem a, b aşlan g ıçta hayli ağ ır
güçlüklerle k arşılaştı. G üçlükler, elb ette iktisadi idi. Bir
y an d an Beyaz R u slar y er y er b aşarı sa ğ la y a ra k bolşevikli­
ğin çöktüğünü ilân ediyorlardı. Bu ş a rtla r altın d a R u sy a’ya
ne ham film yollayan oluyordu, ne de sinem a m alzem esi.
A ncak, cephelerde bazı a k tü a lite film leri çevrilebiliyordu. îç
sav aş devam ederken, a ğ ır ş a rtla r altında, konulu birkaç
film hazırlanabildi. Koulechev “M ühendis P ra ite ’in ta s a rıs ı”,
şa ir M aiakovski senaryosunu yazıp başrolünü oynayarak
“P a r a için doğm am ış” film iyle işe başladılar.
1922 de b arış im zalanınca, sinem a h a y a tın d a da k ıp ır­
d am ala r başladı. S tüdyolar yeniden açılm ağa, sa v a şta n sağ
SİNEMA TARİHÎ 89
k alan teknisiyenler, a rtis tle r b irer ik işer toplanm ağ a ko­
yuldular. H üküm etin desteğiyle K oulevhoc’un D enem e Lâbo-
r a tu v a n b a ş ta olm ak üzere bazı gençler, ilerilik dâvasında
g ru p la r m eydana getirdiler. D ziga V ertov, günlük P ra v d a
g azetesinin ilâvesi o la ra k Kino P ra v d a ’yı yay ın lam ağ a b aş­
ladı (G erçek S inem a an lam ın a). Bu ilerilik öyle aşırı bir

V seı olod P o u d o vkin e (Rus rejisörü) 1893 1953

n o k ta y a geldi ki, Kino Glaz (Göz - sinem a) denilen ve re ­


sim deki fü tü ris t görüşe benzeyen bir anlayışla, sinem adan
ak tö rü , kostüm ü, m akiyajı, stüdyoyu, dekor ve ışığı, b ir k e ­
lim eyle m izanseni tam am iyle sürüp çıkarm ağa, defetm eğe
k alk tıla r. K am era, insan* gözü gibi, sadece b ir objektiften,
te sb it edici bir âletten ib a re t k alacak tı. M akinenin tara fsız-
90 SİNEMA TARİHİ
ligi, onlar İçin gerçekçiliğin te k tem eliydi. Vazifesi, hay atı,
o lm a k ta oluşu sırasın d a tesb itten ib a re tti. A sıl sa n a t mon­
tajd an , yani çekiliş p a rç a la rın lüzum una göre birleştirilm e­
sinden b aşk a birşeye bağlı değildi.
T abii bu aşırı görü şler ne de olsa R us sinem asına, h a t­
tâ b aşk a m em leketlere b ir dereceye k a d a r te sir etti, in san ı
cem iyet h ay a tın ın o rtasın d a y ak a la m ak lüzum una, m ontajın
önem ine d ik k a ti çekti. A m a ta tb ik a tta epey güçlükle, h a ttâ
İm kânsızlıkla karşılaşıldı: insan gözü herşeyi olduğu halde
görebiliyordu am a, gözün girip gördüğü h er y ere sinem a
m akinesi dalıp çıkam ıyordu. Işıklandırm a, pelikülün h assas­
lık dereesei yüzünden, vazgeçilm ez b ir unsurdu. A radan y ir­
m i beş yıl geçtiği halde, h âlâ öyle b ir m akine yapılm adığına
göre, K lnoks’çuların fikirleri, tabii gerçekleşem edi.
B ununla beraber, D ziga Vertov, iyi film ler çevirdi: “Bir
lokm a ekm eğin hikâyesi’’, “K am eralı adam ’’ bunlardandır.
K oulochev ise, L âb o ratu v ar’ında, V ertov gibi m o n ta ja önem
veriyorduysa da, aktörü, m izanseni ihm al etm iyordu. Pou-
dovkine isimli, y etiştird iğ i gençlerden birine m aledilerek m eş­
h u r olm uş b ir denem e y a p tı ve m o n tajın önem ini gösterdi:
M osjoukine’ln bir film inden bazı sahneleri kesti. U ç u ca ek­
ledi. Seyircilere gösterdi, işin iç yüzünü bilm eyenler, perd e­
de önce b ir ta b a k çorba, b ir ta b u t ve bir çocuk görünce Ivan
M osjoukine'in açlığı, ıstıra b ı ve baba sevgisini ifadede gös­
terd iğ i sa n atç ılığ a h ay ra n kaldılar. Koulechov, kendi yap tığ ı
film lerde de bu görüşü ta tb ik etti.
K oulechov’un dostu şa ir M alakovski, çıkardığı L lef ad ­
lı dergiyi genç b ir tiy a tro rejisörünün em rine açm ıştı.
E isenstein adındaki bu genç, bu dergide yeni bir m o n taj şek­
li o rta y a atıyordu. K endisi m ühendislik tahsil etm iş, ressam
olm ak istem iş, rejisö r olm uştu. Çekici m o n taj dediği bu u su ­
le göre birbiriyle fik ir bağı olan sahneleri, konu bağı olm a­
sa d a b irbiri peşisıra ekliyordu. Çevirdiği “G rev” film inde
bu usulü ta tb ik etti. Film de Ç ar idaresi, işçileri yığın h a ­
linde öldürtüyordu. Bu sahneden hem en sonra, m ezbahada
öldürülen b ir sığ ır sürüsü gösteriliyordu. E isenstein, bundan
so n ra ayni görüşle “P otem ldne zırhlısı” film ini b irk aç h a fta
İçinde O desa’da çevirdi. Bu film R u sy a’da çok m eşh u r oldu.
H ü k ü m et E lsenstein’e hiçbir y ardım ı esirgem edi. O da b u n ­
dan fa y d a la n a ra k “E sk i ve yeni” diye b ir film e başladı.
D ö rt yıl çalıştı, bitirm ek üzereyken hepsini im ha etti. Ye­
SİNEMA TARİHİ 91
niden başladı. 100.000 m e tre h am film h a rc a d ık ta n sonra
y ap tık la rın ı 25.000 m etrey e indirdi. 1927 de çalışm asına a ra
verdi. Bu film de stüdyoya a y a k basm am ış b ir köylü kızına
baş rolü o ynatm ak istem işti
E isenstein, otuz yaşında Hollyvood’a geldi ve orad a

Serge M ikh a ilo vitch E ise n ste in (Rus rejisörü) 1898 191/8

sendeledi. R usya’da yerine Poudovkine geçm işti. Koulechov'in


y etiştirm esi olan Poudovkine M axim e G orki’nin rom anından
perdeye a k ta rd ığ ı “A na” film iyle m eşhur oldu. O ndan sonra
ayni b aşariyle “A sya’d a “F ırtın a ” (Asıl adı: Cengiz H an ’ın
oğlu) film ini y ap tı. A na’da m eşhur a k tris B aranovskaia
02 SİNEMA TARİHİ
başrolü oynam ıştı. Poudovkine, T ü rkiye’ye de gelm iş olan
gazeteci ve y a z a r Z ark h i’yle o rta k sen ary o lar yazm ıştı.
Sessiz film in son devrinde yetişen Dovjenko, kendinden
önceki film y ap a n la rd a n tam am iyle ayrıldı. E n iyi film i
“T oprak”tı. Bu film de aşka, ölüme ve ta b ia tın verim liliğine
dayanıyordu.
Sovyet sinem ası beş yıl içinde, bir hayli film verdi.
B unların çoğu, evvelkiler k a d a r önemli olm ayan sa n a tç ıla r
ta ra fın d a n çevrilm iştir. Sovyet okulunun sinem ada en büyük
özelliği, propagandadır. Cem iyet m eseleleriyle ve siyasetle il­
gili b ir p ro p ag an d a ki, biricik tem elini sovyetlerin kendi id a­
re ta rz la rı teşkil eder.
sin e m a d a İl e r i c i l i k

Sinem ada İlericilik (av a n t - g ard e ), resim ve şiirden


onbeş y irm i yıl sonra, 1925 yılına doğru kendini gösterdi.
Apollinaire, Picasso, M ax Jacob gibi şa ir ve ressam lard an
sonra, F u tu rism e’in (fü tü rizm ) kurucusu, İta ly a n şairi M a­
rin etti, sinem ayı yeni ifade im k ân ları ara sın d a saym ıştı. S a­
v aş ilk fü tiirist film in çevrilm esine engel olduysa da M ari-
n e tti’nin ta ra fta rla rın d a n B ragagila, L yda Borelli’nin b aşro ­
lünü oynadığı “P erfido In c a n to ”y u (K ötü câzibe) çevirdi.
A m a bunun sade dekorları fü tü ristti,
İlk in her m em lekette sinem a sevenlerin toplandığı ve
yeni film ler üzerinde ta rtış m a la r yap tığ ı Ciné - Chıb’le r (si­
nem a kulübü) açıldı. Sessiz film devri k ap an ırk en F ra n s a ’­
d a yirm i beş ta n e sinem a kulübü vardı. B elçikada F ilm -
Club, H ollanda’da F ilm L iga, A lm anya'da F îlm freunde,
L ondra’da F ilm Society, N evyork’ta F ilm A r t Guild adiyle
ay n i to p lan tı yerleri açılm ıştı. İlk ilerici (a v a n t - g arde)
film ler, hızını D adaism e (dadaizm ) denilen s a n a t akım ından
aldı. Bu akım ı kuran, T rista n T z a ra adında b ir R om anyalI ş a ­
irdi. Z urih’te 1916 da tem eli in k â r olan böyle b ir okul m ey­
d an a getirdi. 1917 de Vicking E ggeling adlı bir İsveçli re s­
sam , resim de ileriGİ denem elere girişince 1921 de U F A ş ir­
k e ti ona, A lm anya’da ilerici bir film çevirm esi için m üsaade
verdi. Bu film, halezon ve ta ra k dişlerinden yapılm a b ir çe­
şit h are k etli resim film iydi ve adı “E ğrilem esine senfoni”ydi.
1924’te, ölüm ünden önce “D üz senfoni” ve “P arale l senfoni”
adlariyle iki film d ah a çevirdi. H ans R ichter, W a lte r R u tt-
m an n gibi iki A lm an ressam ı d ah a böyle resim ler y ap tıla r.
B u n lar içinde, büyük kalabalığı eserini gösterebilen ilk s a ­
n a tç ı R u ttm a n n oldu: F ritz L an g ’ın “N iebelungen” film inin
b ir yerinde, rejisörün isteği üzerine “Şahinin rü y ası” adını
verdiği so y u t biçim lerle y ap tığ ı eseri seyredildi.
“E ğrilem esine senfoni”, “R itm 23”, “O pus IV ” gibi
isim ler, soyutçu A lm an ressam larının niyetlerini g ö ste riy o r­
du: hendese biçim lerini b ir o rk estra d an çıksın sesler gibi
94 SİNEMA TARİHİ
k u lla n arak “sessiz nağm eler’, sahici “gözle görülen senfoni­
le r” y ara tm ak .
V icking Eggeling, A lm an ilerici film lerinde tu tu lacak
yolu g a y e t ciddi şekilde 1921 de çiziyordu: k u la k yoliyle biz­
de iz b ıra k a n m üzik olayı gibi soyut biçim ler y a r a ta r a k öz
s a n a tta ih tilâl yapm ak. B una k arşılık F ra n sız ilerici filmleri,
işi h a fifte n alan alaycı b ir halle, A lm an film ciliğine k o n tra
gidiyordu: A m erikalı d ad a ist fotoğrafçı M an R a y ’in “A kla
dönUş” ü, k ü b ist ressam F ern an d L ég er’nin “M akine bale”-
si, René C lair’in F ra n cis P icabia için y ap tığ ı “P erde a ra s ı”
böyle eserlerdi.
R ené Clair, asıl adiyle René C hom ette, P arisli b ir tü c­
c arın oğluydu. B aba m eslekine girm eyerek gazeteciliğe b aş­
ladı. Sonra Feuillade’m film lerinde u fa k roller aldı. Jacques
de B aroncelli’nin yanında asista n olarak ç a lıştık ta n sonra
kendisi film çevirm eğe başladı. Ş air ve ressam o la ra k D a­
d aist g ru p u n T rista n T za ra ve A ndré B reton’la b erab er b aş­
ların d an olan F ra n çis Picabia, “P erde a ra sı” için topu topu
iki sa y fa tu ta n b ir senaryo yazm ıştı. H albuki R ené Clair,
bunu çeşitli şekilde zenginleştirerek tam b ir film haline koy­
du. Film de, p an a y ır yerinde tık a b asa k a m ın ı doyuran b iri­
nin geceki kâbusu canlandırılıyordu. T abii film den düzenli
b ir m ân a ç ık a rm a ğ a im kân yoktu. H er sahne, b ir çeşit sem ­
boller âlem inden ib a re tti. İlk kısım da T h éâ tre des C ham ps -
E lysées’de b ir P a ris pan o ram ası görülüyordu. B ir dansözün
y avaş çekilm iş sıçrayışı, sonra bazı dadaistlerin k ısa c a g ö rü ­
nüşü: M an R a y ’le ressam D ucham p sa tra n ç oynuyorlar, Pi-
cabia’y la m üzikçi E rik S atie b ir top g etiriy o rlar. S on ra b a­
leler k ra lı J e a n Borlin tiy a tro n u n dam ına, tirollü kıyafetiyle
geliyordu. P icabia kendi y a ra ttığ ı k ah ra m an ı tü fek le öldürü­
yordu. H em en cenaze törenine geçiliyordu. T a b u t b ir a r a ­
b ay a konulm uş, a ra b a y a b ir deve koşulm uştu. Ç elenkler ek ­
m ek içinden yapılm ıştı. Tören bir L una p a r k ta geçiyordu. Ce­
naze, L u n a p a rk ta k i eğlence v asıta ların ın hepsinde gezdik­
ten so n ra k ırla ra bırakılıyordu. Sonunda, sihirbaz kılığında
yeniden o rta y a çıkan ölü' - Je a n Borlin, önce cenazeyi tak ib e-
denleri, sonra kendi kendisini el çabukluğiyle o rtad a n kaldı-
rıvcriyordu. E rik Satie, film g ö sterilirken çalınsın diye, g a y e t
k ıv rak ve sahnelere uy an b ir m üzik bestelem işti.
René Clair, “P erde a ra sı”nd an so n ra pek de b aşarılı
olm ayan b aşk a film ler çevirdi. B a şk aları da b irta k ım ilerici
SİNEMA TARİHİ 95
film ler y ap tılar. A m a hiçbiri “P erde ara»ı”nın b aşarısın a u la­
şam adı.
Soyut sa n a tta n ve dadaizm den sonra, sinem a, sü rre a ­
lizme y an aştı. G erm aine Dulac, bu ta rz d a b irk aç film yaptı.
Çevirdiği “B ir E ndülüs köpeği”, bu çığırın şaheseri oldu. Ş air
L au tré am o n t bu film için: “T eşrih m a sasın a b irlik te konul­
m uş b ir dikiş m akinesi vc şem siyenin tesad ü fü k a d a r güzel”
d em iştir ki sürrealizm i bu derece güzel a n la ta n söz az bulu­
nur. Ş air B enjam in P é re t veya ressam M ax E rn st, eserlerini
verirk en kelim e veya biçim halinde birbiriyle doğrudan doğ­
ru y a ilgisi olm ayan u n su rları y an y an a g etiriyorlardı. Bunun

R e n é Clair (Fransız rejisörü)

için şu u raltından, her kelim enin yazılışından sonra ak la ilk


gelen kelim eyi yazm ak yoliyle faydalanıyor, y a da kendile­
rini tam am iyle tesadüfe bırakıyorlardı. R essam S alvador D a­
li ile Bunuel, işbirliği halinde senaryoyu m eydana getirirk en ,
işte böyle davranm ışlardı. B irbirini takibeden sahneleri dol­
d u racak eşyanın bilhassa m ânâsız ve saçm a olm ası için hayli
k a fa p a tla tm ışla rd ır: m eselâ olayın k ahram anı, sevdiği k a ­
dım öpemez, çünkü a ra la rın a iki ip gerilm iştir. İplere bal­
k ab ak ları, iki papas, içitıde eşek leşi konm uş b ir de k u y ru k ­
lu piyano bağlanm ıştı! Senaryoyu y azark en b u n la ra h e r­
han g i b ir m â n a yüklem em işlerdi. A m a film i açık lay an te n ­
96 SİNEMA TARİHİ
kitçiler, bu gibi u n su rlard a neler bulam adılar, nasıl yorum ­
lam ad ılar onlan... “B ir E ndülüs köpeği", sürrealizm in için­
den çıkam adığı b ü tü n m eselelere k a rşı takınılm ış ta v rın en
güzel ifadesiydi. D ali ve B unuel’in senaryoları, sü rre a list âle­
m i için, o layların F reu d usulüne göre izahını g ere k tiren bir
a n a h ta r vazifesini gördü.
İlerici film, bundan so n ra sahne tertib in i tesadüfe b ıra k ­
m a y a ra k belge m ahiyetinde eser verecek b ir çalışm a ta rz ın a
yöneldi. Soyut sa n atın yanıbaşında docu m en taire( belgeci)
film de gelişti. H a ttâ b ütün ötekilerin yerini aldı. B ugün şa­
y e t so y u t film v a r olm uşsa bu klâsik m üziğin, geom etri bi­
çim lerinin yardım iyle m üm kün olm uştur. W a lte r R u tt-
m a n n ’ın b ir yetiştirm esi, O skar F ischinger, A lm an y a’da
"7 ve 8. E tü d ” gibi eserlerle b aşlad ık tan so n ra A m erik a’da
bu usulü L iszt’in “M acar Rapsodle”sine, G erschw inin “R hap­
sody in blue"suna ta tb ik etm işti. Onun kendine m ah su s t a r ­
zı, sonradan W a lt D isney ta ra fın d a n “F a n ta sia ”nın birinci
bölüm ünde (B ach’ın fu g a ve to c c a ta ’sı) ta k lit edilerek dün­
y ay a yayıldı. N e k a d a r özel b ir alan da olsa, bu çeşit fil­
m in gene b ir geleceği vardır. S ü rrea list sinem a, N evyork’ta
fo to ğ rafçı R alp S tein er’in, Lewis Jacob, Joseph Shillinger
gibi d ah a b aşk ala rın ın denem eleriyle b ir m üddet b ir v arlık
g ö sterm iştir. M aya D eren’in son y ap tığ ı film ler, a r tık b ıra ­
kılm ış olan sü rre a list film ciliğin bir çeşit kalkınm ası say ıla­
bilir. H ans R ich te r in “P a ra y la sa tın alınabilen h ü ly a lar”
adlı film inde M an Ray, D uchamp, Calder, M ax E rn st, F e r­
n an d L éger gibi ressam ların payı v ard ır ve eseri değerlen­
dirm işlerdir.
A lberto C avalcanti de, h alk a eğilen film ler yaptı. B aş­
la n g ıçta Je a n R enoir’a yakındı. Renoir, o za m a n lar sinem a­
da efsane, m asal, hayal dünyası a k se ttirm e hâvasındaydı.
K arısı, a k tris C atherine H essling’in kabiliyetlerini belirtecek
eserler veriyordu. N ihayet, Em ile Zola’nm “N an a” adlı ro ­
m an ın a d ay an arak , A lm an stüdyolarında, dilediği gibi bir
film hazırlayabildi. K ısm en kendisinin de y a tırım y ap tığ ı bu
iş b aşarı kazanam ayınca, tic a ri m a k satlı film ler çevirdi. Z a­
ten, dostu C avalcanti de b aşk a tü rlü h a re k e t etm iyordu.
F ra n sız film cileri, A lm anların aksine, d ah a çok halis
sinem a ta ra flısı idiler. T ic aretten ziyade s a n a t gayesi güdü­
yorlardı. René Clair, Lacombe, Je a n G rém illon bu ta rz d a
eserler verdiler. H ollandalI Jo ris Ivens'in ilk film leriyse, dış
SİNEMA TARİHİ 97
gerçeğin kılı kılına tesbitinden ib a re t kaldı.
A lm anya’da bilhassa D ziga’nın, ilerici sinem a üzerine
büyük tesiri oldu. H ans R ichter, H indem ith’in müziği üze­
rin e alaylı tefsirleri sa'hneleştiren bir film den so n ra sosyal ko­
n u ları gerçekleştirm eğe yöneldi. “In flatio n ” (E nflâsyo n )d an
sonra, R usya d a N azilik aleyhine y arı belgeci “M aden” fil­
mini çevirdi. A m a s a n a t yönünden ilerici olm ak, politik a yö­
nünden ilerici olm ayı gerektirm ediği halde W a lte r R u tt-
m ann, R ich ter’den ziyade bu yola sap m ak la aldanm ıştı. A l­
m an film cileri, a r tık beylik hale gelen usulleri bu film lerde
bel bol kullanıyorlardı, harek etlerd ek i benzerliklerle, y a da
cad rag e (çerçevelem e) denilen, b ir film karesine alın acak
sahnenin istifini ayni şekilde seçm ekle o sahnelerin in san a
verdiği ve düşündürdüğü fik irler ara sın d a bağ lan tı k u rm a ­
ğ a çalışm akla geçişler sa ğ lam ak yoluna gidiyorlardı, ö rn e k
verm iş olm ak ¿için h a tırla ta lım : birinci sahnede y ak ın p lân ­
dan çekilm iş bir k a fa ta sı gö sterd ik ten sonra ikinci sahnede
yine y ak ın ve büyük plândan çekilm iş bir m um alevi gös­
term ek, bu iki sahneyi çerçevelem e bakım ından birbirine
b ağ lam ak dem ek olur. Bu gibi usuller, sonunda biteviyeliğe
k a d a r v arır. H a ttâ R uttm ann, bu beraberliği m ütem adiyen
insan ve onu takibederek hayvan fo to ğ ra fları ara sın d a a r a ­
dığı için insanı sosyal b akım dan değil, hayvanlık yönünden
ta sv ir etm iş olm akla suçlan d ın lm ıştır.
N azilik, A lm anya’dan birçok rejisörleri kapıdışarı edin­
ce, bazı ku m p an y alarca desteklenen bu ilerici h are k etle r so­
n a erdi. F ra n sa 'd a ise, böyle desteklerden m ahrum oldukla­
rı halde film çeviren rejisörler, sesli sinem a çıkıncaya k a d a r
çalıştılar, sonra b aşk a m esleklere geçtiler.
In g ilte re’de belgeci sinem a tutundu. Bunun da sebebi
hüküm etin, büyük sanayi şirketlerinin ve reklâm cılığın bu işi
desteklem esiydi.

P. 7
HOLLYVOOD’UN KURULUŞU

Birinci dünya savaşını takibeden on sene, A m erikan


sinem acılığı için birbirini kovalayan bir zafer serisi h az ırla­
dı. B ir kere, yirm i bin sinem a salonu, kap ıların ı yabancı film ­
lere k ap am ıştı. Ü stelik, dünyanın d ö rt köşesinde, A m erikan
film leri, sinem a salonlarındaki p ro g ram ların % 60 % 90
kısm ını teşkil ediyordu. H er yıl, 800 film i aşan b ir istihsale
200.000.000 dolar harcanıyordu. B ir buçuk m ilyar dolarlık
b ir yatırım , sinem a sanayiini benzeri herhangi b ir sanayi şu­
besi k a d a r verim li hale g etirird i: otomobil, konserve, çelik,
petrol, s ig a ra sanayim den fa rk ı kalm azdı siném anin da.
B üyük şirketler, P aram ount, Loew, Fox, M etro, U ni­
versal g erek film yapm a gerekse b ütün dünyada dağ ıtm a
işini ellerinde tutuyorlardı. Çeşitli m ali an laşm ala rla Wall
S tre e t’e bağlanm ış bulunuyorlardı. Serm aye sahipleri, b a n ­
kacılar, a r tık şirk etlere değil, o n lan n o rta y a çıkarıp dünya
ölçüsünde şö h ret haline getirdiği yıldızlara p a ra y a tırm a k ­
taydı. Film ciliğe producer denilen film yapıcıları hâkim ol­
du. B unları ise işe p a ra y a tıra n m aliyeciler seçiyorlardı. M et­
te u r en softne’ler, yani b ir film in alınm asını sağ lay an reji­
sörler h a fta lık alan alelâde m em urlar haline girdiler. Tıpkı
elektrikçiler, operatörler, m akinistler gibi. P roduceP ler yani
film y ap anlar, k o n tra tla rı sayesinde, film idare edenlerden
eski h ak ların ın çoğunu k aldırm ışlardı: konu seçm ek, yıldız
seçmek, senaryo, m ontaj, dekor kostüm ve b itm iş film i göz­
den geçirm ek gibi işleri kendi üzerlerine alıyorlardı. Böylece,
film yapan, film in sa n a t bakım ından k arşılaşa ca ğ ı b aşarı ve­
y a başarısızlığın te k m esulü oluyordu. Onu da birinci dere­
cede ilgilendiren nokta, tabii h â sıla t meselesiydi. O na yol
g österen gişe hasılatıydı. B ağım sız film tenkitçisinin hük-
m üna aldış eden yoktu. A m erika Birleşik D evletleri’nde bu
sebeple, film tenkidi denilen şey, gerçek m ânasiyle m evcut
olm am ıştı.
F ilm yapan, gölgede kalıyordu. Hollyvood’un göze gö­
rünen ta ra fın d a daim a baş a r tis t bulunuyor; yıldız sistem i,
Hollyvood’un dünyaya hükm etm esinde tem el görevi yapıyor-
SİNEMA TARİHİ 99
du. Y ıldızlara h ay ra n olan seyircilerin bu ateşli ilgisi binler­
ce ith aflı fo to ğ ra f dağıtılm asiyle daim a h arlı tu tu lm a k ta y ­
dı. R eklâm cılık, bu tap ılan in sa n la r etra fın d a m a sallaştırıl­
m ış hikâyelerden örülm e esrarlı b ir hava yaratıy o rd u . Seviş­
meleri, boşanm aları, giyip çıkardıkları, evleri, sevdikleri
h ay v an lar b ütün m em leketler için ilgi ve ta rtış m a konusu
olm uştu. Bu sayede, Rudolf V alentino, M ary Pickford, D oug­
las F airb an k s, G loria Swanson, John G ilbertL M ae M urray,
N orm a Talm adge, C lara Bow, Lon Chaney gibi yıldızlar,
devrin y a rı ta n rıla rı haline getirilm işlerdi.
Y erleşm iş dinler bu yeni rek a b ette n te lâşa düştü. Bil­
h assa p u rita in denilen ah lâk çılar Hollyvood adlı bu yeni B a­
bil aleyhine hızlı b ir sav aşa g iriştiler. Sonunda M. P. A. A.
(A m erikan film y ap a n la r ve d ağ ıta n la r birliği) M otion P ic­
tu re A ssociation of A m erica, incorporation) kuruldu. Cum hu­
riyetçi p artin in başkanı W illiam H ay s’in ku rd u ğ u bu birlik
ciddi çalıştı. H ays, B aşkan H ard in g ’in kendisine te k lif e tti­
ği vazifeyi dahi, senede yüzbin dolarlık bu iş için reddetti.
Yirm i yıl boyunca H ays, bürosunu, kendisine Sinem anın Ç a­
rı dedirtecek şekilde idare etti. B ir Cizvit papasının h a z ır­
ladığı m üstehçenlikten k orunm a nizam nam esine de kendi
adını verdi. Bu m üstehçenlik meselesi, sinem ada b ir gaye ol­
m a k ta n çok v a s ıta vazifesini gördü. Sinema, B irleşik A m eri­
k a ’d a o r ta sınıf halkın hayatını, daha doğrusu h a y a t s ta n ­
dardını b aşariyle ta sv ir eden bir pro p ag an d a âleti vazifesini
gördü. V aktiyle Ingiliz ik tisatçıla rın d an biri “İn g ilte re bir
m em leketi za p tetm ek için oraya ordusunu değil, serm ay esi­
ni g ö n d erir” dem işti. H ays, bu sözü şu hale getirdi: nereye
A m erikan film leri girerse, ardından A m erikan m alları orad a
sa tılır.
Hollyvood, y er yüzündeki önem ini an lam a ğ a başladıkça,
bazı yıldızların y a ra ttık la rı kişiliklerde de itidal görülm eğe
b aşlar. M eselâ D ouglas F airbanks, T riangle B irliği devrinde
babayani, kadınların sevgilisi, bönce bir A m erikan delikan­
lısı tipi canlandırm ıştı. D aha sonra M eksika için “Zoro’nun
işa re ti” film iyle yenilm ez bir a tle t; F ra n sa için “ Üç silâhşor-
la r”la korkusuz bir şövalye; İn g ilte re için “O rm anlar h âk i­
m i” (Robin Hood) film iyle haksızlıkların koruyucusu ve n i­
h a y e t “B a ğ d at H ırsızı”, “K a ra K orsan” gibi film leriyle Do-
ğ u ’d a hep ü stü n gelen k ah ra m an durum una girm iştir. Bu
değişm e her zam an yıldızların lehine değildi. Çoğu defa p a r ­
1 00 SİNEMA TARİHİ
la k bir sa n atç ı film y ap an ların (producer) elinde kişiliğini
kaybediyor, h a ttâ o rta derecede biri, kuvvetli b ir san atçıy a,
h asıla t ta sası dolayısiyle tercih ediliyordu. Hollyvood y ü k ­
seldikçe, öncülerini kaybetm edeydi. T hom as ince ölm üştü.
M ack S ennett, eski b aşarıla rın a zerre eklem iyen seri halin­
de film ler yapıyordu. G riffith de yükseldiği tepeden yavaş
y av aş k ay m ağ a başlam ıştı.
A m erika hesabına “B ir m illetin doğuşu”, A vrup a için
“K ırık lâle”, sinem a sa n a tı içinse “Intoléran ce” ulaşılacak
en yük sek noktayı tem sil etm ekteydiler. G riffith ’in son film ­
leriyse g itgide kötülüyordu. Hele sözlü film i “A b rah am Lin-
coln”un uğradığı başarısızlık, ticari bakım dan G riffith ’i b a­
tırdı. O kadar ki, öm rünün kalan yirm i 'yılında an c ak tek bir
film çevirebildi. Hollyvood’un o insafsız p a r a kaidesi, bu
şehrin büyük kurucusunu ezdi, m ahvetti.
G riffith’in m ahvolm asiyle Cecil Blount de Mille in b aşa­
rısı te z a t teşkil ediyordu. De M ille'in kişiliği alelade olm akla
b erab er tic a re t dehası vardı ve bu hal Hollyvood’un an lay ı­
şın a tam m ânasiyle uyuyordu. K âr getirm ek şa rtiy le dene­
mediği ta rz kalm adı. E n b asit bir komediden en a ğ ır oyuna
k a d a r her çeşit film yaptı, birçok yıldız o rta y a a ttı. Sovyet-
le r aleyhine pro p ag an d a film i olan “V olga m a h k û m ları”,
şöhretini sağ lay an eserlerdendir. A sıl ustalığını, şarkılı k a h ­
ve seviyesi içindeki suproproduction’lariyle (üstünfilm ) el­
de etti. “ Evâmtr-1 aşere” (On em ir) gibi, k u tsa l k ita p la rd a ­
ki olaylardan aldığı k o nularda büyük kalabalıkları, eziyet,
işkence ve sevişm e sahnelerini u sta c a birbirine ekleyerek
seyircinin, büyük kalabalığın ilgisini çekti. De Mille, gişe h a­
sılatı rek orunu k ıran şam piyonlar arasındadır. Onun izinden
giderek F red Niblo, Goldwyn - M ayer şirk eti için “B en H u r”
film ini y aptı. Bu m uazzam film altı m ilyona m alolm uştu a ­
m a, o k ad ar tutulduğu halde d ö rt m ilyondan fazla gelir sa ğ la ­
yam adı.
Rex Ingram , “A pocalypse’in d ö rt siivarlsi”yle Rudolf
V alentino’yu m eşh u r etti. K ing Vidor, “B üyük resm igeçit”le
propagandayı ihm al etm em ekle beraber, kendine göre bir
duyarlık gösterdi. Hollyvood film cileri, k o n u la n b aşk a m il­
letlerden seçerek dünya ölçüsünde b aşarı kazanıyorlardı.
Çünkü sessiz sinem a devrinin son b aşarıh film leri içinde
A m erika tarih in e d ayanan tek b ir eser vardı “K ervajı” . Bu
filmde, Jam es Cruz, rejisö r olarak, 1850 s ıra la n n d a B atı
SİNEMA TARİHİ 101
A m erika’yı fethe çıkan öncüleri canlandırm ak istem işti.
M acera ve kovboy film leri ( F a r W est) ince ile W illiam
H a rt elinde b ir s a n a t özelliği k azanm ıştı. A m a gitgide bunlar
d a derm e ça tm a hazırlanıveren ucuz m ahsuller halini aldı.
Film cilik, dünyaya açılayım derken A m erikalılığını k ay b e t­
m eye gidiyordu. B ir y andan sa n sü rü n s e rt hüküm leri, öte
y andan satışı bol, a m a değersiz rom anların sinem aya a k ta ­
rılm ası, yıldız sistem i ve gişe h asıla tı m eselesi sinem anın sa ­
n a t bakım ından fakirleşm esine sebep oluyordu. G eriye k ala
kala, hem en hepsi y ab an cılar ta ra fın d a n çevrilen bazı m üs­
te sn a filmle, kom ik film alanı kalıyordu.
A m erikan kom ik film ciliğini bir okul haline g etiren
M ack S en n ett ve C harles Chaplin örnekleri gitgide d ik k a t­
le ta tb ik edilerek bu okulu b ütün dünyaya hâkim kıldı. Ses­
siz film devrinde bu s a lta n a tı k u rm ak ta, Ş arlo’nun büyük
rolü olm uştu.
B ir kom ik film ak tö rü ta ra fın d a n uyulm ası pek çetin
olan uzun film alanında Ş arlo’nun ilk başarısı “ Y um urcak”
filmiydi. Cam silicisi olan Şarlo, başından bir k a z a geçerek
çocuk dünyaya getirm iş zavallı bir kızı çocuğunu evlât
ediniyor. F a k a t b ir düşkünlere yard ım teşkilâtı, çocuğu, ona
o k ad a r b ağlanan Ş arlo’nun elinden a la ra k y av ru su n a b ak ­
m ası im kânsız an a y a teslim ediyor. Bu film in bazı sahnele­
rinde G riffith ’in tesiri aç ık tır. Ş arlo’nun, film de en m ükem ­
mel yardım cısı, bu film le m eşhur e ttiğ i Jack ie Coogan’d ır ki,
onun ak tö rlü k kabiliyetini belirtm esine vesile olm uştur. F il­
m in bazı yerlerinde, gerçek, olanca katiliğiyle duyurulduğu
gibi bazı yerlerinde de hayale ve d u y arlığ a im kân verilm iş­
tir.
Şarlo, bundan sonra yine k ısa film ler y ap tı: “Şarlo ve
dem ir m aske”, “P a r a alm a günü” gibi film lerdi bunlar. K en­
di gelişim i onu acıklı kom edilere götürüyordu. N etekim ,
film ark a d aşı E d n a P urviance için yazıp çevirdiği Puplic
Opinion” (E fkârıum um iye) da işi iyice bu çığıra döktü. F ilm ­
de bir a rtis t, b ir genç kadını sever sonra b ırak ır. Y aşam ak
için zengin bir adam ın m etresi olan kadın sonradan ilk sevgi­
lisini yeniden bulur. B ulur am a, bir anlaşm azlık yüzünden
a y rılırla r ve a r tis t in tih a r eder. A slında ne b ir m elodram , ne
de komedi olan bu film, dünya seyircisine çok te sir etti. Bir
devrin ru h hali ve insan k a ra k te ri üzerinde çok derin b ir a ­
ra ş tırm a y a dayanıyordu. K işilerin birbirleri karşısındak i du-
102 SİNEMA TARİHİ
ru m la rı ve bu durum ların boyuna değişm esi de u sta lık la ida­
re edilm işti. Şarlo, bununla sinem anın rom andan da, tiy a tro ­
dan d a d ah a tesirli olabileceğini isb a t etm işti. B ütün d ü n y a­
ca an laşılır olm ak için son derece b asitleştirilm iş b ir olay­
dan, b azan çocukça görünen sem bollerin delâletinden fay d a­
lan m ıştı; olayın k ah ra m an ı olan kız terkecAlince, yâlnız bir
vagon penceresi, y a rı aydınlık, görülüyor, bundan da terke-
denin g ittiğ i anlaşılıyordu. Y a da, sonraları, kız bir çekmece
açıyor, çekm eceden b ir erkek y ak alığ ı düşüyor; bu, erkeğin
ölüm ünü belirtiyordu. Bu gibi oyunlar, d ah a önce b a şk ala rın ­
ca, m eselâ isveçliler ve A lm anlarca da denenm işti am a, hiç­
b iri Ş arlo’nunki derecesinde tesirli olmamış, hiçbiri b asit
içinde büyük ifade gücüne erişem em işti.
Şarlo, bundan sonra yeniden Şarlo kılığiyle, “Altına, hü­
cum ” film inde görüldü. Bu eser, onun sessiz film zam anındaki
en önemli filmiydi. Film de bilhassa iki hârikulâde p a rç a v a r­
dı: birinde, Şarlo, don attığ ı so fra başında gelm eyecek olan
sevgilisini boş yere bekler. E n nihayet, iki ça ta l ucuna küçük
fra n c a la la rı g eçirir ve bu fran calaları, kendisiyle sevgilisi
farzed erek d an settirir. ö b ü r kısım da da, a r tık aç lık tan göz­
leri dönen ark ad aşı, onu piliç halinde görür, kendisi ise p a ­
buçlarını bağ ları m ak arn ay m ış gibi, çivileri kem ikm iş gibi
em erek yer.
Ş a rlo n u n hiçbir filmi, “A ltına H ücum ” k a d a r p a ra g e­
tirm em iştir. B u film, yıllar sonra te k ra r te k ra r b asılarak
dünyanın h er ta ra fın d a gösterildiği gibi bizzat Şarlo, “ Sahne
ış ık la n ” filmiyle, b ir otuz yıl sonra, iki kom iğin hay atın d an
sahneler canlandırırken yine bu film den b ir kısm ı eserine a l­
m ıştır. B aşarısı kıskanıldığı için, ah lâk çılar hem en aleyhin­
de ay a k la n d ıla r ve şahsi b ir meseleyi büyüterek, boşanm ayla
neticelenen olaydan fayd alan m ak istediler. Jo a n B erry ad ın ­
da b ir yıldız adayı Ş arlo’yu çocuğunun babası olm akla suç­
la y a ra k n a fa k a dâvası açm ıştı. M ahkem e babalığı red, am a
n afa k ay ı kabul etti. Şarlo, şahsi serveti sayesinde bu n lara
k a fa tu ttu . K endi b aşına film çevirm eye devam etti. “A ltın a
H iicum ”dan üç a y sonra tam am ladığı “S irk ”in te k özelliği,
ötedenberi film lerinde bulunan h a sta c a duyarlık, gülünçlük
gibi u n su rların y an ın a acılığı da katm asıydı. Şarlo, sonraki
film lerinde de bu, h a y a ta küskün, acı davranışı, hiç b ırak m a­
y acak tır.
Ş arlo'ya rak ip olabilen oyuncular, o devirde ve kendisin­
SİNEMA TARİHİ 103
den hayli geride k alm ak şa rtiy le B u ster K eaton, H arold Lloyd
(Lûi) ve H a rry L angdon’du. H arold U oyd, güzel a r tis t Bébé
D anlel’le sinem aya başlam ıştı. Ş arlo yu te rs ta r a i ta n ta k ­
lit ediyordu: berikinin bol ve y ıpranm ış kılığına k arşılık o,
d asd aracık elbiseler giyiyordu. Sonra, küçük bıyıklarından
d a vazgeçti ve b ir h a s ır şa p k a giydi. Şık, özelliği olan b ir tip
halini aldı. Seksen k a tlı binaların tepelerinde canbazlık n u ­
m a ra la n y ap arak , iş h ay atın ın hızına, sp o ra kendini k a p tı­
ra ra k b ir çeşit o r ta halli A m erikan tipine u laştı. Y a ra ttığ ı
tip, A m erika’da, Ş arlo’nun “A ltın a H ücum ” film inden daha
çok h as ıla t yap an “Y aşasın spor!” film iyle perçinlendi.
B u ster K eaton, L ûi'ye gö re d a h a kendine m ahsu s bir
kim seydi. Çalgılı g azinolarda çalışıyordu. F a tty n i n film le­
rinde sinem aya başladı. G ülünç olm alı için hiçbir şey y ap ­
m am ak yoliyle halkı güldürm eyi başardı: ne olursa olsun,
yüzünün tek çizgisi bile kım ıldam ıyordu. H issiz denilecek k a ­
d ar ciddi, h a ttâ asık su ratlı görünüyordu. Bu hal, h a re k e tle ­
riyle, y a da d ü ştüğü d u ru m la rla çelişik olduğundan halk ko­
layca gülüyordu. B aşarısı anlaşılınca, m ukavelelerinde g ül­
m eyen adam şa rtın ı kabul etti. S ade film lerde değil, halk
a ra sın a k arıştığ ı za m an lard a d a k at'iy y en gülm iyecekti.
H a rry Langdon da, sesli film in icadiyle b ütün çekiciliği­
ni kaybeden b ir kom ikti. Onun d a kendine göre özellikleri
vardı.
B u ster K eaton, nasıl A v ru p a’da M alek adiyle tanınm ışsa,
bu devrin kom iklerinden L a rry Semon da Ztgoto lâkabiyle
tanınm ıştı.
D ah a birçok kom ik film a rtis ti yetiştirm iş olan A m eri­
k a ’nın bu devirdeki gerçek s a n a t değeri ta şıy a n film lerinin
çoğu, Hollyvood da iş bulan y ab an cılar ta ra fın d a n m eydana
g etirilm işti. Şarlo bile tngilizdi. B unlar ara sın d a seri film inin
y ara tıcıların d a n olan G asnier (F ra n sız ), M aurice T ourneur
(F ra n sız ), G reta G arbo’yu o ray a getiren M aurice S tiller ( is ­
veçli) gösterilebilir Stiller, P ola N eg ri’ye ve Em il Ja n n in g s’e
b irk aç film çe v irttik ten sonra, m em leketine döndü ve k ısa
zam an içinde orada öldü.
G re ta G arbo’nun b aşarısı ve şöhreti çok büyük oldu. G er­
çi film lerinden hiçbiri “Ben H u r” gibi, “B üyük resm lg eçit”
gibi h a s ıla t rek o ru k ırm am ıştı. F a k a t G arbo’nun çok k u d re t­
li b ir sa n atç ı oluşu, Hollyvood stüdyolarında da s a n a ta yer
verildiği üzerinde geniş b ir pro p ag an d a sağlıyordu. F ilm le­
1 04 SİNEMA TARİHİ
rinin isim leri bile reklâm cılığın gereklerine göre a y a rlan ı­
yordu: “Şehvet ve Ş eytan”, “İlâhi k ad ın ”, “E sra rlı kadın",
“V ahşi orkide”, “Öpüş”... H akkında yayılan rivayetlerle ta r i­
hin en ünlü aşk hikâyelerine ta ş çıkarıyordu. L ars H anson
ve John G ilbert’le çevirdiği “Şehvet ve Ş eytan” film i say e­
sinde ölmezliğe erişti. Clarence Brown un yap tığ ı bu filmin

Greta Garbo (İsveçli a k tris)

konusu A lm an edibi S udem ann’ın bir rom anından alınm ıştı.


Elimin bir sahnesinde Garbo, sevdiği adam ın kendisinden
önce içtiği okunm uş içkiyi râhibin elinden alınca, erkeğin du­
dak ların ın değdiği yeri buluncaya k a d a r tası çeviriyor ve
ııyni yerden içiyordu. Garbo m eşh u r eserler ve kişilerle il­
gili film ler de çevirdi: “A n n a C hristie” , “G rand H o tel”,
SİNEMA TARİHİ 105
“R enkli Peçe”, “K am elyalı kad ın ”, “ik i yüzlü kadın”, “M ata
H ari”, “K raliçe K risttn ”, “A n n a K aren in a”, “M arie W aleva­
k a ” gibi.
İsveçli rejisö r S jöström ’ün Hoilyvood’ta işe başlam ası
hayli gü ç oldu. îlk in ona boyuna Lon C haney’in film lerini çe­
v irtm ek istediler. A k tö r Lon C haney in kuvvetli yüz h a re k e t­
leri ve m eşhur kom pozisyon rolleri, belki A lm an okulu tesi­
rinde k alan Tod B row ning’in an lay ışın a daha uygun gelirdi.
Sjöström , Loh C haney ve o za m a n lar yeni yeni başlay an N o r­
m a S h eare r’e “Y alan kulesi” film ini çevirtti. D aha sonra
Selm a L agerlöff’ün b ir rom anını film e aldı. E h kuvvetli ese­
ri ise, L ars H anson ve L illian G ish’le çevirdiği “R ü zg âr”' fil­
mi oldu. Film in başındanberi rüzgâr, b ir ta b ia t unsuru, bir
a k tö r gibi Lilian G ish’le b irlikte oynuyordu. Kız, güneyden,
uzak b ir ak rab asın ın yan ın a geliyor, am a geldiği evdeki k a ­
dın k ö tü bir insan olduğu için, rü z g â r durm adan esen bu y a­
rı çöl m em lekette k arşısın a ilk çıkan adam la evlenm ek zo­
ru n d a kalıyor. Bu adam kaba, hayvandan fark sız biridir. L â ­
kin kız sonunda onu sevm eğe başlıyor. H a ttâ bu sevgi u ğ ­
ru n a, kendisine m u sallat olan b ir başkasını da öldürm ekten
çekinm iyor. L a rs H anson, k ab a adam ı g a y e t iyi şekilde can ­
landırm ıştı. Film deki acıklı yön çok kuvvetliydi, ö y le ki,
sessiz film olduğu halde, ru h hallerine paralel o la ra k boyuna
gösterilen rü zg â rla savrulan kum ların ca m la ra çarpışı âd e ta
işitiliyordu. F azla p a ra getirm em iş olm akla beraber, “R üz­
g â r” son derece kuvvetli bir eserdi. Sjöström , m em leketine
dönünceye kadar, tic a ri film ler yapm ak la oyalandı. 1931 y ı­
lında İsveç’e döndü. O rada rejisörlüğü b ırak tı. A k tö r o larak
film lerde rol aldı. 1937 de L ondra’da A lexander K orda için
çevirdiği film, hesaba k atılm ıy acak değerdedir.
G arbo’dan başka, A lm an göçm enleri de Hollyvood’d a de­
ğerli eserler y a ra ttıla r. A k tö r ve rejisö r E rich von Stroheim ,
rejisö r E m e s t Lubitsch ve S tern b erg bunlardandır.
E rich von Stroheim 1885 te V iyana’da doğdu. 1910 d a
d a b u rad an ayrıldı. A m erika’y a g itti. Sahne yazarı, y a da
gazeteci olm ak istiyordu. “Intoléran ce” (H oşgörm ezlik) fil­
m inde G riffith ’e asistan lık etti. İlk film inde zulüm den hoş­
lan an b ir A lm an subayı rolünde çıktı. V ücut yapısı ve yüz
ifadesi böyle rollere çok uygun geldiği için, isteye isteye,
n e fre t edilecek adam kalıbını benimsedi. K azandığı b a ş a rı­
dan ce sa re t a la ra k senaryosunu kendi yazdığı, kendi oynadı­
106 SİNEMA TARİHİ
ğı, dekor ve kostüm lerini kendisinin hazırladığı film ler çe­
virdi. B ir film i için onbir ay çalışm ıştı. M asraf, In toteran ce”
film indenberi ilk defa bir m ilyon d o la n geçm işti. O lay 1019
da M ontekarlo’da geçiyordu. Stroheim , K aliforniya k ıy ıları­
n a M ontekarlo’nun m eşhur gazinosunun, otelini ve köşkleri­
ni y ap tırm ıştı. T eferru atın m u tla k a gerçek olm ası fik rin ­
deydi. Bu sebeple otellere elek trik zili te rtib a tı bile koydu­
ruyordu. O ysaki film sessizdi ve bu zillerin çaldığı duyulmı-
y acak tı. S onradan “Ben H ur” un dev gibi dekorları için h a r­
canacak m ilyonlara kızm ayan Hollyvood, bu b irk aç yüz do­
larlık zil hikâyesine fen a içerledi ve S troheim 'in isra fla n
dillerde gezdi durdu. F ilm çok p a ra getirdiği için sonradan
bu dedikoduların a rk a sı kesildi. “Çılguı k ad ın lar” (Folies
des fem m es) adlı bu film de S troheim b ir beyaz R us diplom a­
tı rolündeydi. B ir b aşk a diplom atın k arısın ı b a şta n çık arı­
yor, m etresi olan oda hizm etçisiyle yaşıyordu. İşkenceden
hoşlandığı için de zavallı bir budala kıza tecavüz ediyordu.
Sonunda öldürülüyordu. Beş s a a t süren ve p iy asay a çık arı­
lırk en üç buçuk sa ate indirilen bu film de herşeyi olduğu g i­
bi g ö sterm ek ta sası yüzünden sansürle bağı derde girm işti.
S tro heim ’in acı ve k a ra m sa r bir görüşü vardı. Cem iyetin
y u k a rı sın ıfların a k a rşı insafsız hicivler yapıyordu. Bir
m üddet so n ra M etro-G oldw yn şirk eti hesabına “G reed”
(T u tk u ) yu çevirdi. K onusunu F ra n k N orris in n a tü ra list
b ir rom anından alm ıştı. Stroheim , bu film i çevirm ek için
stüdyodan hem en hiç faydalanm adı. Film in d ö rtte üçü, ro ­
m an d a bahsedilen, S anf ransisko nun b ir m ahallesindeki üç
evde geçiyordu. Stroheim , bu evleri eşyasını tam am iyle ro­
m an d a bahsedilen devrin eşyalarını k o ltukçulardan b u ld u ra­
ra k döşetti. R om anın en parçasın ı aynen film e çekti. Dokuz
a y geceli gündüzlü çalıştı. F ilm b ittiğ i zam an öyle aşırı söy­
lentilerle belirtilm ek istendiği gibi on beş yirm i s a a t değil,
sadece d ö rt buçuk s a a t sürüyordu. İk i defada gösterilm esi
gerekecekti. Rejisör, seyirciyi, gördüğü herşeyin gerçek ol­
d uğuna m u tlak su re tte inandırm ak istem işti. F a k a t filme
serm aye veren p ro d ü k tö r T halberg, bu hali görünce deliye
döndü. D erhal b ir b aşk a rejisöre eseri iki s a a te indirm esini
em retti. Stroheim , iste r istem ez, film büsbütün m ahvolm asın
diye işe y ardım e tti am a, film e kendi adını koydurtm adı.
Böyle b ir haldeyken bile, “T u tk u ” sinem a sa n atın ın en m ü­
kem m el eserlerinden biri oldu. B ilhassa ruh halleri bak ım ın ­
SİNEMA TARİHİ 107
dan son derece zengindi, ö n em li rollerden birini oynayan
Je a n H ersh o lt so nradan A m erikan Sinem a A kadem isi (A ca­
dem y of M otion P ictu re A rts and Science) m üdürü oldu ki
bu akadem i, şim di h e r yerde O scar m ü k â fa tı diye anılan
film m ü k â fa tla rın ı 1928 yılındanberi h e r sene d a ğ ıtm a k ta ­
dır.
“Şen Doıl” film inin ilk gösterilişinde, E rich von Stroheim ,
seyircilere kalkm ış, şöyle b ağ ırm ıştı:
— “Bu film i yaptım . N eyliyeyim ki evde beslenecek ço­
luk çocuğum v a r!’ ’
F ra n z L eh a r'ın m eşhur operetinden konusunu alan bu
film, on b ir h a fta d a ta m am lan m ıştı ve rejisör, vals nağ m e­
leri a ra sın d a H absburg’la r devri V iyana’sım m ükem m el hic­
vediyordu. T icari bakım dan çok verim li olmuş, adam akıllı
p a ra g etirm işti. Stroheim , b u n a benzer b irk aç tic ari film den
so n ra önemli birşey yapm am ıştı. Hollyvood, onu k a ra listeye
geçirm işti. E ttiğ i m a sra f bir tü rlü affolunm uyordu. “Produ-
cer”in b ir film i b e rb a t edebilecek derecedeki h ak ların a en­
gel oluşu da affedilm iyordu. D ah a k ırk y aşın d a ve kabiliy eti­
nin en verim li çağında, a k tö r o la ra k değilse de rejisö r ola­
ra k stüdyo kap ıların ın kendisine tam am iyle kapatıld ığ ın ı
gördü.
S trohelm ’in b aşına gelen, herkesin b aşın a gelebilirdi.
Stroheim , G riffith gibi adam lar, is te r istem ez producer deni­
len film yapıcıların elinde oyuncak olacaktı. R ené C lair’e g ö ­
re, sinem a tarihinde yeni b ir devir açacak olan b ir film i h a ­
zırlark en Stroheim in Irv in g T halberg ta ra fın d a n stüdyodan
kovulduğu gün, asıl Hollyvood dediğimiz sinem a şehrinin g e r­
çekten kurulduğu ta rih tir. S troheim ’i yolcu eden anlayış, bir
b a ş k a C erm en rejisörünü, E m e s t L ubitsch’i m eşhur edecek­
ti. A lm anya’da kazandığı b aşarılar, d ah a A m erika’y a ayak
b a sa r basm az M ary P ickford’un ona film çevirtm esine y e t­
ti. Birinci D ünya Savaşı sonunda m eydana gelen işsizliğe,
b u h ran a ve k a rg a şa lık la ra rağm en, A m erika, o zam an a k a ­
d a r cinayetle birlikte gösterilm iyorsa, bir kadının, kocasını
ald atm ası suçunu film lerde hoş karşılam azk en L ubitsch, ev­
lilik m üessesesini bulvar kom edileri ta rz ın d a alay a aldığı
halde h erh an g i b ir tepki gösterm edi.
B ubitsch’in şaheseri, O scar W ilde'in eserinden konusunu
aldığı “Lady W inderm eer'in yelpazesi” filmiydi. A m a bitince
o rta k a r a r b ir b aşarı olm aktan ileri gidemedi. Onu asıl ta n ı­
108 SİNEMA TARİHÎ
tan , Em il Ja n n in g s’in b aş rolü oynadığı “Le P a trio t” (Y u rt­
sever) film i oldu. Sesli film den a z önce hazırladığı bu eserle
Lubitsch, Hollyvood serm aye sahiplerine hayli p a ra k azan d ır­
dı ve onların işine y ara y acağ ın ı isb a t etti.
Bu iki rejisö r ara sın d a b ir yeri olan Joseph von S tren-
b erg ise, tic ari bakım dan öyle olm akla beraber, b irkaç film le
g erek A m erik a’da, g ere k A v ru p a’da sinem a sa n a tı üzerine
adam akıllı te sir etm iştir. Çocukluğu ve gençliği A vrupa ve
A m erik a’da geçm işti. Y azar olm ak istiyordu am a, ekm eğini
k azan m ak için stüdyolardan birinin fo to ğ ra f atölyesinde k ü ­
çü k b ir işe girdi. In g ilte re’de k ısa b ir zam an k ald ık ta n son­
r a senaryo y a z a n oldu. Başroldeki Ingiliz ak töründen p a ra
y ard ım ı görerek ilk film ini çevirdi. Bu film in değeri Ş arlo ’-
nun d ik k atini S tern b erg üzerine çekti. Film de başrolü oyna-
jfan k adın a rtisti, G eorgia H ale’i “A ltın a H ücum ”a aldı. Ş ar-
lo, S tern b erg ’e de kendi film ark a d aşı E d n a P urviance için
b ir film ısm arladı. A m a Şarlo, onun y ap tığ ı film i beğenm e­
di, b astırıp d ağıtm adı da.
B ir iki tic ari denem eden so n ra S tern b erg u sta c a bir eser
verdi: “Ş ikago geceleri” (U nder w orld).
F ilm in senaryosunu, H ollyvoodun en iyi aktörlerinden
biri, Ben H echt y azm ıştı ve perdeye ilk defa yeni b ir tip çı­
k arıy o rd u: g an g ster. Bu tip doğrudan doğruya A m erikan
cem iyetinden alınm ıştı ve içki kaçakçılığının geliştirdiği bir
tip ti. S ternberg, bu tip te â d e ta çağdaş insan örneğini b ulu­
yordu. H ay d u t Bonnot cinsinden k an u n dışı adam lar, cem iye­
tin adaletsizliklerini ta m ir için tab an caların ı kullan ıy o rlar­
dı. G österdikleri şiddet yüzünden bu ü s t - insanlar, cem iyet
seviyesinin de ü stüne çıkıyorlardı. Çünkü yücelik ve ad alet
hissini k ay b etm iş b ir cem iyete k a rşı duruyorlardı. Film in so­
nunda, G eroge B a n cro ft’un canlandırdığı olay k ahram an ı,
te k başına dünyaya m eydan okuyor, sık ıştın ld ığ ı a p a r tm a n ­
da, değişm ez kaderi olan ölümle k arşılaşın cay a veya ele g e­
çinceye k a d a r vahşicesine savaşıyordu.
“Şikago geceleri”nin tesiri m üthiş oldu. S trenberg, bun­
dan so n ra daha b aşarılı film ler çevirdi.
Em il Jannings, Hollyvood’a yalnız b aşına gelm işti. Çev­
resinde b ir alay rejisör, a k tö r ve A lm an film teknisyeni v a r­
dı. A m erika, A lm an sinem acılığının gelişm esini, yayılm asını
tasalı tasalı takibediyordu. 1924’teki enflâsyondan sonra,
W eim ar C um huriyetini k u rta rm a k m aksadiyle h azırlan an
SİNEMA TARİHİ 109
D awes plânı, M organ gibi b ir b aşkanın ta tb ik a tç ılığ ın a eriş­
m işti. M ilyarder P ierp o n t M organ, Hollyvood’un b aşlıca se r­
m aye sahibiydi. Bu plân yüzünden, A lm an film ciliği ihtiyacı
olan m ali desteğe kavuştu. A m a kendisine b a şa rı sağ lay an
d eğerlerin A m erika y a u çtuğunu d a gördü. Bu yolu 1923 te
Einst Lubitsc'h, Bouchivetsky, P ola N egri ve senaryo y a z a n
K taly açm ıştı. O nların ardından M um au, Leni, A lexander
Korda, Ludw ig B erger, D upont gibi rejisörler; Conrad Veidt,
L ya de P u tti, Em il Ja n n in g s gibi yıldızlar o ray a akın etm iş­
ti. B unların b ir kısm ı A m erikan stü d y o lan n ın k ârın ı artırd ı.
Bir kısm ı ise ancak postunu k urtarabildi.
A lm an tesiri, birçok film lerde kendini gösterdi. A v ru p a
sinem ası ise A m erikan film ciliğine d ah a ziyade sa n a tı tic a­
r e t hizm etinde kullanm ak örneğini verdi. B azıları bu alanda
m uvaffak oldular. Sesli film o rta y a çıktığı sıra la rd a yeni y e­
ni isim ler sivrilm eğe başlıyordu.
“ B üyük resm i geçit”in sağladığı itib a ra d ay a n arak
K ing Vidor daha b a şk a film ler çevirdi. F a k a t bunlardan bil­
hassa “T he Crowd” (K alabalık) b aşarısızlık la sonuçlandı.
F ra n k B orzage’ın y ap tığ ı da, Vidor’u aşam adı. Bu sırad a H o­
w ard H ow ks gibi yeni rejisö rler yetişiyordu.
Hollyvood, görüldüğü gibi, kendisi- için g erek s a n a t b a­
kım ından, gerek işletm ecilik yönünden b irer se rv e t kay n ağ ı
olabilecek öncüleriyle A vrupalI elem anlarını, onlardan fay d a­
lan acak yerde tem izlem ek, ta sfiy e etm ek yolunu tu tm u ştu .
Bu devreye iki olay son verdi. B unlardan biri sesli film in
icadıydı. İkincisi de W all ¡Street m aliyecilerinin u ğ rad ık ları
büyük buhrandı. A m a buhran, sesli film in ta tb ik i için sonu
kârlı y a tırım la ra engel olmadı. Ç ünkü bu y a tırım la r sayesin­
de, W all S tre e t m aliyecileri, H ollyvood'a hükm etm ek im k â­
nını korudular.
G erçekten de ilk sesli, şark ılı ve sözlü film, A lan Crosl-
'la n d ’m çevirdiği ve Al Jolson’un başrolünü oynadığı “ Caz
Ş ark ıcısı” 23 E kim 1927 tarihinde gösterilm işti. Bu eser, si­
nem a tarih in in yepyeni b ir çağını h ab e r veriyordu.
SESLİ FİLMİN BAŞLAMASI
Sözlii film bir yenilik değildi. Sinema, ilkin 1889 da,
E dison’un lâ b o ra tu v a rla n n d a b irkaç kelim e söyler gibi ol­
m uştu. H a ttâ daha önce, perde a rk a sın a yerleştirilm iş kim se­
lerin konuşm alariyle film ler sözlendirilm ek istenm işti. Yine
perde a rk a sın a fonograf yerleştirilerek şark ılı film denem e­
leri çoktan yapılm ıştı. H a ttâ , fonografla söylenen sözlerin,
perdedeki ağız ve ses h areketlerine zam an bakım ından uydu­
ru lm ası bile sağlanm ıştı. B ütün bu denem elere rağm en, sine­
m a h âlâ sessiz’dir. B ütün o denem eler 1914 yılında tam am iyle
b ırak ılm ıştı. Asıl sesli veya sözlü film, büsbütün b aşk a bir
tem ele dayanacaktı.
A slına b ak ılırsa fonograf telefondan, o da te lg ra fta n
doğm uştu. Telsiz telg rafın bulunm ası sinem ayla ayni zam an a
ra stla r. Sonra radyo usulü, sesli sinem a için bir dereceye k a ­
d a r im kân sağladı. R adyoyla ilgilenen büyük kum panyalar,
b irtak ım im tiy azlar İlde ettiler. B unlar iki grup halinde b ir­
leşti: G eneral E lectric - V estern ile A. E. G. Tobis K langfilm .
W estern, kendi usulünü büyük A m erikan şirketlerine
te k lif etti. B unlar da, onun gibi, M organ B ankası n a b ağ lıy ­
dılar. A m a hiçkim se sözlü film e inanm ıyordu. Bu işten üm i­
dini kesince, W estern şirk eti W a rn er K ardeşler firm asın a baş
vurdu. Bu şirket, serm ayesinin küçüklüğü yüzünden, onbeş
k a d a r salonunu bu te sisa tla donattı. D erken film y apan lar,
sinem a salonlarında o rk e stra k u lla n m a k tan çok daha ik tis a ­
di olan bu hoparlör k ullanm a işiyle ilgilendiler. B unların
y ap tığ ı ilk film lerde seslendirm e, m üzik ve gürültüden iba-_
r e t kaldı. John B arrym oore ve Rin-Tin Tin (köpek) gibi iki
önemli oyuncusuna rağm en, W arn er B ro th ers (W arner K a r­
deşler) şirk eti ak şam a sa b ah a iflâs edecek durum daydı. Ü ­
m itsizliğin şevkiyle, şirket, b ir çeşit opera film i y ap m ağ a
k alk ıştı: John B arrym oore’un başrolü oynadığı “Don J u a n ”
operası. Bu film in ulaştığ ı b a ş a n , denem eyi daha ileri g ö ­
tü rm ek için y eter bir sebep sayıldı. W arn er K ardeşler, se rm a­
yelerinin son k ırın tıların ı da b irleştirerek çalgılı gazino lard a
şö h ret yapm ış bir sa n atçıy la a n la ştıla r: Al Jolson. F ilm in hi-
SİNEMA TARİHİ 111
kâyesi, zavallı bir şarkıcının b a şa rıy a ulaşm asını an latıy o r­
du. Y ani film in konusu, şa rk ıla rı b aşarıy a u la ştıra c a k şekil­
de tertiplenm işti. B aşk a bir deyimle, bu film b aşarı k a z a n ır­
sa, konunun gelişm esine göre ay a rlan m ış şa rk ıları sayesinde
b aşarı k azanacaktı.
N etekim öyle oldu. Film , dehşetli beğenildi, ra ğ b e t g ö r­
dü. Beğenilişi, sırf, şark ılı olm ak yönündendi. Konu, konudaki
ro m an tik hislilik, bu başarıyı az da olsa, desteklem işti. Üç
buçuk m ilyon dolarlık h a s ıla t y a p a ra k A m erika’da “Ben H u r”
film inin kırdığı re k o ra yak laştı. Y ine Al Jolson’un W arn er
hesabına çevirdiği ikinci film, beş m ilyon dolarlık hasılatiy-
le, evvelki rekoru kırdı. Böyle sonuçlarla karşılaşınca, Holly-
vood, sesli film çevirecek im k â n la r peşine düştü. Sesli film
çekm e im tiyazı, tab ii W a m e r’lerin elindeydi. F ox şirketi, A l­
ın an lard an aldığı M ovietone im tiy azın a sahipti, ö b ü r ş irk e t­
ler, iste r istem ez W e ste m ’in a ğ ır tekliflerini, şa rtla rın ı k a ­
bullenm ek zorunda kaldılar. A z sonra R ockfeller'in idaresin ­
deki Radio grupu, photophone sistem ini işletm eye çıkardı
am a, boykota uğradı. İşletm eye koyabilm ek için, R ockfeller’-
ciler, eski şirk etlerin de katılm asiy le B. K. O. (Radio - K eith -
O rpheum ) şirketini kurdular, ö te y an d a n , A m erikan seyircisi
şa rk ı söyleyenin dudak h are k etle riy le perdeden gelen ses a r a ­
sındaki eşliğe hayrandı. Bunu görm ek için salonları doldurup
taşırıyordu. Bu arad a, sessiz film in en başarılı örnekleri ve
en ateşli ta ra fta rla riy le bu sesli film ara sın d ak i zıtlığı belirten
bazı h areketler, g ö ste riler oldu. A slında, gerçek anlam iyle
sözlü film doğm uş değildi. “Caz Ş arkıcısı”, içinde bazı sözlü
ve şark ılı y erle r bulunan b ir sessiz filmdi. Y üzdeyüz sözlü ilk
film, yalnız, 1929 da çevrilm iş olan “N evyork ışık ları” (L ights
of N ew -Y ork) idi. A m erikalıları böyle film y a p m a k ta tered ­
düde g ö tü ren n o k ta tek n ik o lm ak tan çok ekonom ikti: dış p a ­
za rları k aybetm e korkusuydu. Ç ünkü F ra n s a ’da “F ran sızca
konuşan film isteriz!” fe ry a tla rı yükseliyordu. L o n d ra’d a İn ­
gilizce’nin A m erikan şivesiyle konuşulduğu duyulunca halk
film i ıslıklam ıştı. B ütün bu sebepler, güzel bir keşif olan söz­
lü film in kaderine, y ayılm asına engel olamadı.
Bu iktisadi ş a rtla rın y anında b ir film in güzel olm asını
sa ğ lay a n sebepler de bazı ilerilikler gerektiriyordu. Sesli ve
sözlü film , bu gereğin bir sonucuydu: sessiz film, v ara cağ ı en
m ükem m el n o k ta y a erişince a rtık film e ses a ra m a k ta n b aşk a
y apılacak birşey k alm am ıştı. N etekim siyah - beyaz fo to ğ ra f­
112 SİNEMA TARİHİ
ta da en ileri n o k ta y a ulaşm ış olmak, renkli film i gerekli kıl­
m ıştır. Bu h u su sta b aşarılı film leri incelemek, insanı kesin
so n u çlara götürüyor. M ükem m el bir film seyrediyorsunuz.
K işiler bazı yerlerde evet veya hay ır diye konuşuyorlar. Ses­
siz film zam anında yalnız bir baş hareketiyle bu evet veya
h a y ır ifade edilebiliyor. A m a öyle yerler geliyor ki, filmin
çerçevesine giren fo to ğ ra f hârikulâdedir; a rtis tle r rollerini
nefis b ir şekilde oynuyorlar; olay en heyecanlı yerindedir;
b ir de bakıyorsunuz, yakın plânda çekilm iş bir foto ğ rafın en
güzel yerini uzun cüm leler halinde yazı, bazan o kısa sahne­
nin sürekliliğince d am galanm ıştır. Bu hal, sık sık b aşa gele­
ceği için bir film in güzelliğini âd e ta baltalıyor. Film seslen­
dirilince, gözün, yazıyı okum ak suretiyle d ik k a ti film in g i­
dişinden u za k laştırm ası tehlikesi de o rtad a n kalkm ış oldu.
Çeşitli m em leketlerdeki rejisörler, bu gereği şiddetle h isset­
m işlerdi. N asıl oyuncuya p eru k a yerine gerçek saç gerek iy o r­
sa, gerçek ses de lüzum luydu. C ari D reyer, bu ihtiyacı en çok
hissetm iş olanlardan biriydi. Jean n e D’A rc ın h a y a tın a a it bir
film inde k am eranın h arek etin i uzak plân lard a tu tm a k ta y ­
ken, konunun düğüm lendiği acıklı sahnelerde yakın p lân a g e­
çiyor, insan çehresindeki ifade güciyle eserin te sir gücünü
artırıy o rd u . A rtık eserin önemli yükünü insan üzerine y ık ­
m ak gerekiyordu: iş te o zam an, söz, şa rttı. Sessiz film de
y azının te sir güciyle fo to ğ rafın te sir gücü denkleşm eliydi. Bu
dengeyi ancak söz karşılardı, yani ses.
işin tuhafı, D reyer, sonraki film lerinde, “V am pyr”de ve
“D avid G ray’in b aşına gelen acaip işler” de, b u n lar sözlü
film olduğu halde k am eran ın değişik açıların a ve h arek etlili­
ğine sözden fazla y er verm iştir. Çünkü, bazı ş a rtla r y üzün­
den, üç a y n kopye olarak çevrilm esi gereken bu film leri en
ucuza m aletm esi lâzım dı. H içbir ak tö r, İngilizceyi, F ran sız-
cayı ve A lm ancayı ayni güzelikte konuşam ıyordu. R ejisör de
iste r istem ez, söz faslını k ısa kesmeye, asıl işi k a m e ra h a re ­
ketlerin e yükleyecek b irk aç kelim elik cüm lelerle vaziyeti id a­
reye m ecbur olm uştu.
René C lair ise, çevirdiği film lerde, D reyer'in yaptığ ın ın
aksine, yazıyı tam am iyle film den kaldırdı. B ununla beraber
söze fazla itib a r etm edi. H a ttâ m üzik ve şa rk ıy a geniş yer
a y ıra ra k sözden kabil olduğu k a d a r kaçındı. M eşhur “P arisli
şa rk ıc ı” (Sous les to its de P a ris) filmi, sözlü sinem aya bir
tepki zannedildi.
SİNEMA TARİHİ 113
B aşlan g ıçta sözlü film ler, film e çekilm iş tiy a tro d u ru ­
m undaydı. B unları h az ırlam ak için B roadw ay'den Hollyvood’a
rejisö r getirtiliyordu. H alk a k tö rü n konuşm asına h ay ra n olu­
yor, am a işin içindekiler ve bilhassa sinem a tekniğinden a n ­
lay an lar, film in böyle perdelere, sahnelere bölünm esi aleyhin­
de bulunuyorlardı. Z am andan kazanm ak, az m a sra f etm ek
için seslendirm e işi, film in çekildiği kopya üzerinde yapılıyor­
du. Ses alm a m akineleriyse, ses geçirm eyen o d alara çakılı,
a ğ ır âletlerdi. İ s te r istem ez, film b unların k arşısın d a ve stü d ­
yoda çevriliyordu. F ilm çekm e m akinesinin kaydırılm ası,
gezdirilm esi (travelling) ne, b ir sahnenin böyle ak a rcasın a
tesbitine im kân kalm am ıştı. F ilm çekm e tekniği en az yirm i
yıl geriye gitm işti. İ ş te “P a risli şa rk ıc ı” film i sözden çok sese
ve şark ıya, m üziğe y e r v ererek b unların ay rı ay rı zam an ­
la rd a çekilebilm esini sağlam ış ve y u k arık i m ahzuru b ir de­
receye k a d a r silm iş oluyordu. K am eranın çakılıp kalm asın a
engel olm ak üzere film, stüdyoda yapılm ış, P a ris dam larını
g ö steren uzun bir dekor önünde k a y a ra k başlıyor, bu b aş­
langıç süresince, şarkı, koro halinde ve kam eran ın h are k e­
tin e g öre yaklaşıp u za k la şarak söyleniyordu. Y ani k am era
dek o ra y ak laştık ça sesler yaklaşıyor, u zaklaştıkça, u zak laşı­
yordu. Ses derinliği, k am eran ın harek etin e paraleldi. H albu­
ki b aşk a yerlerde, René Ciair, sırf sesi ve fo to ğ rafı ayn i an ­
da çalıştırm ak illetine aykırı olsun diye, bu beraberliği boz­
m uştu. F ilm in kişileri m eyhanenin cam lı kapısından çıkınca,
konuşm ayı bıçakla keser gibi kesiyordu. Y a da, tesiri a r tı r ­
m ak için, kişiler u z a k ta oldukları halde kavga, döğüş sesleri­
ni çok y a k la ştıra ra k , yani kam erayı ve m ikrofonu aksi yön­
lerde ç a lıştıra ra k bir yenilik yapıyordu. O za m a n lar bir yeni­
lik olan bu gibi buluşlar, so n raları te k ra ıia ııa te k ra rla n a ale-
lâde hale geldi.
“P arisli şark ıcı”, ilkin P arisliler ta ra fın d an küçüm sendi
am a, o devrin basınına göre, B erlin’de dünyanın en başarılı
film i ilân edildi. Jap o n y a bile film e ra ğ b e t etti. O layın b a s it­
liği, k onuşm aların m u tla k a anlaşılır olm asını z a ru ri kılm ı­
yordu. Ü stelik P a ris ’in k en a r halkı, b aşk a m em leketler için,
hiç değilse kovboylara k a d a r ilgi çekiciydi. F ilm i m eşh u r e­
den şa rk ın ın n a k a ra tı, “Sous les to its de P a ris ” h e r yerde ıs­
lık la çalınır oldu. Bu eser, sözlü film e k a rş ıt d a v ra n ışta de­
ğildi. Ç ünkü René Clair, ondan so n ra çevirdiği "M ilyon Av-
F. 8
114 SİNEMA TARİHİ
cısı” (Le M illion) filminde, aksine, k onuşm alara çok önem
verm işti.
Hollyvood da, şark ılı kom ediler, operetler çeviriyordu.
B u nların en tanınm ışı, “B roadw ay melodisi’’ (B roadw ay Me­
lody) idi. K urnaz Lubitsch, sözlü film sayesinde, A v ru p a’da
ra ğ b e t görm üş operetleri yeniden film e çekm enin kârlı b ir iş
olduğunu hem en anladı. M aurice Chevalier ile Je a n n e tte Mac
D onald'i anlaşm ış b ir çift haline g etirerek X arnof ve Chan-
cel’in y azdıkları bir F ra n sız operetini, “A şk resm igeçldl”
film ine ak tard ı. F ilm o k ad ar başarı kazandı ki, R om anya
k ra lı K arol, film deki başlıca şa rk ıy ı o rd u ların a m illî m a rş
y a p tı derler. Bu kolay b aşarıd an sonra Lubitsch, benzeri
film leri a rk a a rk a y a sıralad ı: “M ontekarlo”, “V als rüyası,
“ Şen dul” ... Bu başarılı eserler b ir hayli ta k lit edildi ve
Hollyvood bundan k â r etti.
“Oaz Ş arkıcısı” film inde Al Jolson, yüzünü boyay arak
zenci k ılığına giriyordu. Belki bu durum , K ing V idor’a g e r­
çek zenci b ir a rtis tle şarkılı bir film çevirm ek fikrini verdi. O
za m a n a k a d a r sinem ada zenciler y a uşak rollerine çıkardı, ya
da çalgıcı. K ing Vidor, Hollyvood un bu geleneğini bozm uş
sayılm az. “H alleluiah” film inin tekm ili zenci olan kişileri ya
katildir, y a suçludur, ya da b asit işçilerdir. Çalgılı gazin o lar­
d ak i gibi, işçilerin şa rk ı söyleyip oyun o y n ay arak p am u k to p ­
lad ık ları b ir filmde, zenci ve esirlik m eseleleri o rta y a a tıla ­
cak değildi tabii. F a k a t Vidor, elindeki oyuncuların kab iliy et­
lerini büyük b ir u sta lık la belirtm iştir. Y a n A frik a danslarını
h a tırla ta n oyun ritm i, şa rk ılar, güney m a n zaraları, o zam an a
k a d a r alışılm am ış, tam am iyle zenciden ib a re t b ir topluluk
A v ru p a için yepyeni birşeydi. Hele flimde, birbirine öldürm ek
için düşe k a lk a b a ta k lık ta takibeden iki zenci erkeğin m üca­
delesi sırasın d a h e r tü rlü m üziğin su stu ru la ra k a ra sıra vahşi
k u ş çığlıklariyle bu sessizliğin noktalanm ası, Vidor’u zafere
u la ştıran bir u sta lık tı.
Ses alm a tekniğinde yapılan ilerlem eler k am erayı eski­
si gibi h are k etli hale u laştırm ış, film e d ah a k arışık b ir m on­
ta j im kânı sağlam ıştı. “ Caz Ş arkıcısı” zam anında film in ses­
leri ve şa rk ıları p lâ ğ a alınırdı. Sesin elektrikle ışığa çevrile-
bilmesi, fo to ğ rafla ses bandlarının ayni kurdele üzerine te s­
hilini m üm kün kıldı. Bu hal, b aşlan g ıçta fay d ad an çok gü ç­
lük çıkardı. Film çevrilirken sesler a y rı b ir kurdele üzerine
tesb it ediliyordu. S onradan bu ses bandı, çoğunlukla üç ay rı
SİNEMA TARİHİ 1 15
banda çekiliyordu: sözler, m üzik ve b ir de g ü rü ltü veya g e­
rekli sesler (efek t). D aha sonra, oyn atılacak kurdelenin k e­
n arın d ak i ses şeridine, g ere k tiğ i k ad a rı naklediliyor, y a da
ü stü ste basılıyordu. A rtık , kam era, ses m akinesiyle b irlikte
çalışm ak zorunda değildi. Sadece zam an bakım ından b ir a ­
yarlam a, o da sonradan, yapılm ış oluyordu, ki m eselâ bir a r ­
tis t belli b ir kelim eyi söylerken ağız h arek etleriy le çıkan
sesler ayni anda görülsün ve işitilsin, sonuç tabii olsun. Bu
tekniği, ilkin B roadw ay’dan gelm e b ir tiy a tro adam ı, Rou-
ben M am oulian kullandı. Lew is M ilestone d ah a geliştirdi.
U zun ko nuşm alar süresince k am eray ı kişilerin çevresinde
döndürüp d o laştırarak , o sahnenin sözleri söylenip bitinceye
k a d a r a rtistle ri tek bir açıdan gösterm em ek yolunu tercih
etti. Bu usul, biraz sonra göreceğim iz “karşılık lı b ak ış”
(cham p - contrecham p) usulüne benzer bir görüş ve g ö ste­
riş tarzıydı, ki objektif, bir sa atin pandüiü gibi sıray la çev­
rilen sahnenin bütününü, y a da kişilerini gösteriyordu. Bunu,
film i çekerken değil, f a k a t parçalay ıp b itiştirirk en tem in edi­
yorlardı.
Sözlü film, b irk aç yıl içinde hızlanan b ir ilerlem eyle
stü d y o ları ve ta tb ik edilen usulleri yeni buluşlarla değiştirdi.
Stüdyolar, uzun zam an cam tavanlı, ya da cam duvarlı a ­
tölyeler halinde kullanılm ıştı. 1915’ten sonra suni ışık iyice
tercih edildiğinde a rtık tav an ı veya büyük cam lı pencere ve
d u v arları olm ayan stüdyolar yapıldı. Sesli film in bulunuşu,
stüdyoyu büsbütün penceresiz, çerçevesiz hale getirdi, çünkü
dış g ü rü ltü y e k arşı korunm uş olm ak gerekiyordu. Bu ara d a
k ay d ırm a (travelling) usulünün çeşitli şekillerde kullanılışı
d ah a b aşk a v a s ıta la ra ihtiyaç duyuruyordu: k am eran ın üze­
rin d e dolaşacağı tekerlekli a ra b a gibi, asan sö r gibi... B unla­
rı idare için bir alay m a k in ist lâzım dı. R enklere k a rşı h as­
sas film in kullanılm ası ise, bilhassa b a ş ta ışık m eselesi ola­
ra k artistle rin m ak iy ajın a k a d a r te sir ediyordu. Sesli film,
rejisö rü n genel k urm ayını daha da sıkıştırdı. B ir d akik alık
bitm iş b ir film in sesleri, gereği k a d a r özenle alınıyorsa, y a ­
rım g ü n lük çalışm aya bağlıydı. Çevriliş sırasındaki a k s a k ­
lık ları önlem ek için, filmin m üsveddesini çok d ikkatle h a­
zırlam ak gerekiyordu.
K onunun seçilişi, eskiddn rejisörün işiyken Hollyvood’ta
film y ap a n a devredilmiş, sonunda kalab alık b ir g rupun çalış­
m ası icabetm işti. Seçilm iş bir konunun sinem a dilinde yazıl­
1 16 SİNEMA TARİHİ
m ası için onu hepsi de iğinin ehli birtak ım adam ların, senaryo
yazarın ın , dekupajcım n, konuşm a (diyalog) m ütehassısının
v.s. gözden geçirm esi, işbirliğiyle h az ırlam aları ş a r t olm uş­
tu. U zun çalışm alar sonunda hazırlad ık ları müsvedde, film e
çekm e bakım ından u ğ raşılacak h er tü rlü iş için ses ve fo­
to ğ ra f açısından b ütün te fe rru a tı te sb it ediyordu. Sesli film,
böylece, öncüler devrinin o hem en bir günde eser hazırlayı-
verm e kolaylığını kesin olarak ta rih te n silm işti.
Sesli film, sinem anın istihsal hacm ine de te sir etti. 1Ö29
da Hollyvood film lerine 200 milyon dolar yatırılm ışken d ört
sene so n ra bu sayı 120 m ilyona düştü. Sessiz sinem a za m a­
nın d a yılda 900 - 1000 film çekilirken bu sayı da 500 - 600
film e düşm üştü. Gelir, böylece azaldı. Bunun üzerine çabu­
cak hazırlanabilen ucuz film ler yapılm asına gidildi. B unlar
küçük sinem alarda gösterilecek, serm ayenin kolayca dön­
m esine y ara y aca k tı. A ra d a büyük film ler im dada yetişecek­
ti.
H ollyvood'da çevrilen film lerin sayıca düşmesine, ses­
siz film zam anındayken A m erikan film lerinin hâkim olduğu
b aşk a m em leketlerdeki ahalinin, kendi dillerinde konuşan
film sey retm ek isteği de te sir etm işti. Bu hali karşılam ak
üzere Hollyvood, b ir yandan, ithal m alı a rtistle rle yabancı
dillerde film ler çevirm ek, y a da çevrilm iş film lerin yabancı
dillerde kopyalarını çekm ek yoluna g itti. Yani b ir ak tö r, k en ­
di çevirdiği b ir film in başkası tarafın d an , bilm ediği b ir dilde
seslendirildiğini, konuşturulduğunu işitiyordu. D ublaj (doub­
lage) denilen bu, birinin yerine başkasını k o n u ştu rm a u su ­
lü, sesli film in tatb ik m d an sonra yapılan en önemli bluştu.
B aşlangıçta, bu usulü ta tb ik etm ek, sinem aya büyük se r­
m aye y a tırm ış olanlar için oldukça tehlikeli bir kozdu, iş te bıı
d u ralam a devrelerinde de, bir yandan b aşk a m em leketler,
perdeleri yeniden A m erikan film lerince zaptedilinceye k ad ar,
m illî sinem acılığın kalk ın m asın a fırs a t buldular.
Sinema, M organ ve R ockfeller gibi h e r biri ay rı bir bü­
yük siyasi p a rtiy i destekleyen m ilyonerlerin hükm ettiğ i A m e­
rik a ’da âd e ta b ir devlet meselesi halini alm ıştı. H angisi ik ti­
d a ra geçerse, o p artin in m âli grupu, Hollyvood’daki sekiz b ü ­
yük şirk eti destekliyordu. W arn er ve F ox şirketleri, sözlü
film in başlangıç devrinde bu vasiliğe k a fa tu tm a k istediler.
U zun ve m a sraflı d âv a la r açtılar. Sonunda dâvayı yine te ­
kelciler kazandı. Hollyvood hiç olm azsa b ir m üddet için,
SİNEMA TARİHİ 117
b u h ran ı a tla tm ış sayılırdı. Ç ünkü sözlü film h alk ı â d e ta bü­
yülem işti. Sinem a salonları işsizlikten kurtulm uş, dolup dolup
taşıyordu. A m a b u h ran uzayıp d a k a y n a k la r tükenince hası­
la t gene düşm eğe başladı. B üyük şirk e tle r yine R ockfeller’in
“Chase N ational B ank’’ y a h u t M organ’ın “A tlas C orporar
tio n ’’ b ankası gibi m üesseselere başvurdular. K endilerine
serm aye verildi; teklif edilen ş a rtla r yüzünden film ler, tam a-
m iyle m aliyecilerin kontrolü altın a girdi.

H lT U ER D EN ÖNCE ALM AN F lL M C lL lG Î

Sessiz film in son yılları A lm an sinem ası için bir g erile­


me devri olm uştu. F ilm cilik daha çok tic a re t bakım ından g e­
lişiyordu. Bunun sebepleri arasın d a, sık ın tıy a düşm üş olan
Ü FA ’nın P a ra m o u n t ve M etro şirketiyle anlaşm ası vardır.
17 m ilyon dolar karşılığında, U F A en kuvvetli aktö rlerin i
Hollyvood’a kiralam ış oluyor ve A m erikan kontrolünü kabul
ediyordu. A rdından, şirk e t yeniden teşkilâtlandırıldı, id a re
m eclisine a ğ ır A lm an sanayiini tem sil etm ek üzere F ritz
Thyssen girdi. Thyssen, şirk eti en gözde adam ı H ugenberg’e
idare ettirecek, H ugenberg ise, beş yıl sonra H itle r’i ik tid a ra
g etirecek ti. Bu m illiyetçi politikacı zaten ötedenberi rad y o ­
yu, basını, yayını göz altın d a tutuyordu. Çoğu A m erikalı olan
ad am ları vasıtasiyle U FA , daha ziyade ask eri operetler, m il­
liyetçi film ler çevirm eğe başladı.
1925 ten önceki b aşarılı devreden bir F ritz L an g k a l­
m ıştı. A m a son sessiz film leri m eselâ bir “M etropolls” d ere­
cesine u laşam am ıştı. A slında 1925’tenberi, çevrilen üç film ­
le, çok gerçekçi b ir A lm an okulu doğm ak üzereydi. Gelin gö­
rü n ki H ugenberg’le Hollyvood’un tesiri, bu teşebbüsü daha
doğuşunda yok etti.
B u n lardan biri olan “V aryete” (V ariétés) de rejisör
D upont, o p era tö r C ari F re u n d 'la çalışm ıştı. Film in bazı sa h ­
nelerinde o p era tö r yeni b ir usul ta tb ik etm işti. O bjektif sa h ­
neyi yakalıyor, te fe rru a tı te sb it ediyor, ifadeyi en uygun açı­
dan sağlıyordu. A rtistlerd en hiçbiri k am eranın ta m k a rş ı­
sından fo to ğ ra fa çekilm em işti. Hele Em il Jannings, yüzünü
g ö sterm ekten çok, s ır tta n görülüyordu. Böylece film çekm e
m akinesi boyuna y er değiştiriyordu. Ama, sırayla, kişilerden
birinin yerini alıyor, sahnenirt k alan kısm ını o kişinin göziyle
görülüyorm uş gibi bize te sb it ediyordu, iş te bugün “k a rş ı­
1 18 SİNEMA TARİHİ
lıklı b ak ış” (cham p - contro - cham p) diyebileceğim iz usul,
sistem li ve m ak satlı olarak ilk defa o film de ta tb ik edildi.
Film in hikâyesinde sade ve gerçekçi b ir te fe rru a t zevki v a r­
dı. Beşik sallam ak, ispirto ocağında kahve pişirm ek gibi sa h ­
n eler y a b ir ru h halini, y a da film in dram ını teşk il ederek,
K am nıerspiel (O da tiy a tro su ) anlayışiyle güdülen ifadecilikte
kuvvetli b ir te z a t yaratıy o rd u . Bu film den sonra D upont’dan
çok şey beklendi am a, bir işe yaram adı.
D evrin en kuvvetli rejisörü P a b st oldu. Film lerinde g e r­
çeği olanca katiliğiyle gösterip seyirciyi heyecanlandırm asını
bildi. “Güzeli değil, doğruyu a rıy o r” d ed irtti kendine. O na
g öre film de herşey an latılan hikâyedeki açıklıktan, anlaşılır-
lık ta n so nra gelirdi. D aha doğrusu herşey açıklığın ve anla-
şılırlığın em rindeydi. P ab st, B ertold B recht gibi A lın an lar­
d an bahsedilirken bir “N eue S chachlichkeit”ten (Yeni G er­
çekçilik) söz etm ek âd e t haline geldi.
Sesli film ta tb ik edildiği sırad a A lm an film leri a rtık
stü d y o larda değil, büyük şehirlerin kenar- m ahallelerinde çe­
k ilir olm uştu. Bazı rejisörler ise, Yeııi G erçelıçilik’in alelâde
insanı tasvir, k ah ra m an lık tan kaçış gibi özelliklerine k arşı
geldiler. Sporla, hele d ağ sporlariyle ilgili film lere y er veril­
di. E ski dansöz Leni R iefenstahl op eratö r olarak Dr. A rnold
F ra n k ’la bu yolda film ler çekti. Bu kadın, sonradan H itle r’in
özel fotoğrafçısı ve sevgilisi olmuş, 1936 Berlin O lim piyatla­
rın ı film e çekm işti.
Sesli film in gelişm esi, A lm an sinem acılığı için iyi so­
nu çlar verdi. B unun ilk sonucu, İngilizceyi iyi bilm emeleri
veya fen a konuşm aları yüzünden Hollyvood için a r tık işe y a ­
ram az h ale gelm iş birçok göçm en san atçın ın B erlin'e geri
dönm esi oldu. A m erika, orada, İngilizce film lerin A lm anca
kopyelerini h az ırlam ak ta n doğrudan doğruya B erlin’de Al­
m anca film ler çevirm e yoluna g itti. Bu usul, belki dublâj sis­
tem ine göre daha az iktisadiydi am a h alk ara sın d a tanınm ış
ve sevilm iş yıldızların varlığı, m ahzuru o rtad a n k ald ırıy o r­
du. B una k arşılık A lm an sinem acılığı Hollyvood’un aksine,
ayni film in değişik dillerde çeşitli kopyelerini hazırlam ak
usulüne bağlı kaldı. 1933 ten N aziliğin sonuna k ad a r, yabancı
p a z a rla r için h azırlan an film lerin asıl m aksadını gizleyerek
Dr. Goebbels’e hizm ete devam ettiler.
A lm anya’da A m erika’da olduğu gibi, ilkin şa ta fa tlı
operetler çevrilm işti. Berlin, V iyana operetlerine bağlı k a l­
SİNEMA t a r i h î

m ak ve b unları çok p a rla k şekilde film e çekm ekle Hollyvood’a


rak ip oldu. V iyanalı rejisö r W ilhelm Thiele nln çevirdiği
“C ennet Yolu”, şa rk ı ve dansı günlük h a y a ta indirdi. E rik
Charell, “K ongre E ğleniyor" film iyle V iyana h ay a tın ın hoş
ta ra fların ı, ta rih çerçevesinde canlandırılm ış b ir eziyetçi aşk
anlayışı dile getirdi. Bu iki film, yapm acıklı senaryolariyle,
birbirini te k ra rla y a n tesirlerle, çoğu zam an alelâde gidişiyle
Ü FA 'nın şarkılı kom edilerde ve h a ttâ b a şk a ta rz film lerinde
takibedeceği üslûbu tay in etm işti.
A lm anya, sinem a buhranını pek de hoş şekilde a tla ta ­
madı. 1928 denberi, p a ra değerinin düşm esiyle m eydana
çıkan sa rsın tı henüz geçiştirilm iş değildi. “C ennet Yolu”
perdede halkı keyfe g etirirk e n m em lekette d ah a üç milyon
işsiz vardı. İk tisad i buhranın yanıbaşında bitm ek tükenm ek
bilm ez b ir siyasi b uhran doğm uştu. R eichstag seçim lerinde
a ltı milyon kişi N azilere, d ö rt m ilyondan fazlası da solculara
rey verm işti. Siyasi durum sallantıdaydı.
P a b st'ın ilk sözlü filmi, barışçı bir eserdi. Bu eserde s a ­
vaş sahneleri, ölülerin hali, ko rk u ve ıstıra p çığlıkları reji­
sörün Yeni G erçekçilik görüşüne uygun b ir ta ra fsız lık la tes-
b it edilm işti. E serin uyandırdığı y a n k ıla r b ü yüktür. Lewis
M ilestoneün A vusturyalI y a z a r E rich M aria R em arque’dan
n a k le ttiğ i “G arp cephesinde yeni blrşey y ok” film inin A lm an
m ak am ları ta ra fın d a n m enedilm esine sebep oldu. P ab st, bun­
dan so n ra B e rt B recht in eski b ir Ingiliz piyesinden a k ta rd ı­
ğı “Üç k u ru şlu k opera”siyle (D relgroshcenoper) barışçı, am a
hiciv ve a lay a k açan bir çığırda kaldı. 1900 yılının L o n d ra'­
sını ta sv ir eden bu eserde polisle h alk k ard eşk ard eş geçini­
yor, K ralın gösterişli, ş a ta fa tlı m uhafız alay ların ın ve işsiz
tak ım ın ın sürülerle geçişi karşılaştırılıyordu. Bu film, o ta ­
rih te işsiz sayısı on m ilyona yükselm iş b ir A lm anya’da çevril­
m iş ve gösterilm işti. H itle r o rtalığ ı te h d it etm eye başladığı
şıra d a P ab st, kendi görüşlerini b ir y an a b ıra k a ra k , P ierre
B enoît’nın m eşhur rom anı olan “A tlan tid e”i bir daha çevirdi.
in c e güzellikten anlayan, azam etli dekorları, m ükem m el
fo to ğ ra fları seven F ritz Lang, “D üsseldorf C a n a v a n ”nı
(“M” ) y a p a ra k geçm iş zam anla gelecek zam an içindeki gezi­
yi Jjir y an a bırakıp günün o laylarına döndü. Lang, eserini
“K atille r aram ızd ad ır” diye adlandıracaktı. A m a film i y a ­
pan, yani film e serm aye veren, o sırad ak i F ü h re r seçim lerin­
de H itle r’in onbir milyon oy alacağı h akkında ikaz edilm işti.
120 SİNEMA TARİHİ
A lm an lar için h a k a re t dem ek olan böyle b ir isimle g ö ste ri­
lirse eser boykot edilecekti. F ilm h e r ne k a d a r politikayla
ilgisiz, cinayet olayını bir cinsi delilik şeklinde açıklıyor
İdiyse de, F ritz Lang, em re boyun eğdi. K onuya tem el olarak,
b ü tü n film lerine hâkim olan düşünceyi alm ıştı: suçluluk...
P e te r L o rre’nin harikulâde oynadığı k atil, m ahkûm edilmiş
olm asına rağm en b ir cellât gibi değil, bir k u rb an gibi g ö ste­
rilm işti.
S onradan “D oktor M abuse’ün vasiyetnam esi’’nde suçlu
tipe döndü. A m erika’ya, bu film deki olayın deli b ir hayduda
a it olduğunu, bu olayla H itle r’in g ü ttü ğ ü sindirm e ve k o r­
k u tm a politikasını belirttiğini, cem iyete faydalı herşeyi N a-
zilerin nasıl tahribetm ek arzusunda olduklarını gösterdiğini
bildirdi. Dr. Goebbels, gerçekten de “D oktor M abuse”ü men-
etm işti. S av aştan so n ra F ritz L an g ’ın y ap tığ ı bu açıklam a
y e te r görülm eyebilir. Çünkü film in senaryosunu yazan Thea
von Harbou, N azi p artisin e kayıtlıydı. A ri ırk ta n olm adığı
an laşılan F ritz L a n g 'ta n boşanm ış ve IH . R eich’ın en p arla k
sinem acılarından biri olm uştu.
Sözlü film in ilk zam anlarında Sterııberg- de P a b s t’ın ve
L an g ’ın yanında A lm an film ciliğinin yeniden kalkınm asını
destekledi. H einrich M ann’ın bir rom anını “M avi M elek”
adiyle film e çekti. Bu film, bir okul öğretm eninin (Em il Ja n -
n in g s), b ir k ab a re şarkıcısı kızla (M arlene D ietrich) m acera­
sını anlatıyordu. R om andaki olay, yüzyılım ızın başların d a
geçm ekteydi. S tem b e rg K am m crspicl (O da tiy a tro su ) a n la ­
yışının k apalı çevresi içinde dönüp durm uştu. Em il Jannings,
bu film de derece derece düşen bir adam ı b ütün m ııbalâgasiyle
canlandırıyordu. B ereket versin S tem berg, on yıldır b ir tü r ­
lü b irşey olam am ış genç bir aktrisin , M arlöne D ietrich’in üs­
tü n kabiliyetini ön p lân a a la ra k Ja n n in g s’i biraz gölgeleye-
bilm lştl. “M avi M elek”, eseri te n k it edenlerin g ay retlerin e
rağm en, bütün dünyada çok beğenildi. Y irm i yıldan fazla bir
zam an sonra da yeniden çekildi; M arlöne’in rolünü b ir b aş­
kası, M ay B ritt oynadı. S ternberg, M arlöne’in şahsında yeni
b ir vam p tipi y a ra tm ıştı. A m erika bu dişiden m ükem m el bir
g elir sağladı. "M etropolis” film indeki insan y a ra ta n deli bil­
gin gibi, y a ra ttığ ı bu tipi istekli seyircinin gözü önünde .çe­
şitli kılık k ıy a fe t oyunlariyle soydu, giydirdi.
Sözlü film in ilk p arıltıla rın d an sonra, A lm an sinem acı­
lığı, hük ü m et m üdahalesi yüzünden küflenm eğe doğru gidi­
SİNEMA TARİHİ 121
yordu. R eichstag işe el koyduğu için göç başlam ıştı. P ab st,
F ritz Lang, P om m er F ra n s a ’y a yerleştiler. F ritz L an g ’la
Pom m er, M acar rom ancısı M olnar’dan sinem aya naklederek
F ra n s a ’da “Llliom” u çevirdiler. (Bu eserin tiy a tro su 1958
1959 m evsim inde İstan b u l Ş ehir T iyatrosunda da oynanm ış
vc rejisö r M ax M einecke’nin sahneye koyduğu eserde Liiiom

M arlene D ietrich
rolünü rahm etli a k tö r T a lâ t A rtem el y ap m ıştı). “Liiiom”
F ritz L an g ’ın çevirdiği film ler içinde o rta k a r a r bir eser ol­
du. Z aten ondan sonra da rejisör, Hollyvood’a g itti.
P abet, A m erika da k ısa bir zam an kaldı. Brom field’in
rom anını film e çek tik ten sonra, H itle rin çeşitli davetlerine
ald ırm ad an yine F ra n s a ’y a ğeldi ve orada, “M atm azel Dok­
to r” gibi, “Ş anghay faciası” gibi büyük değeri olm ayan b ir­
122 SİNEMA TARİHİ

k a ç film y a p tı.
H itle r ik tid a r a g e ç e r geçm ez, D o k to r G oebbels, A lm an
sin e m a sın ın en k u d re tli a d a m ı o lu v e rm işti. N azilik , te k e lc ili­
ğ in , b a ş la n g ıç ta çok aley h in d e b u lu n d u ğ u h a ld e G oebbels,
sin e m a a la n ın d a b ir U F A te k e li m e y d a n a g e tird i. Y ahudÜ cr
ve k o m ü n istle r sin e m a d ü n y a sın d a n k o v u ld u la r. G e rh a rd t

L e n i R ie f e n s ta h l (A lm an re jisö rü )

L a m p re c h t g ib i p ek az d e ğ e r b u te m iz lik te n k u rtu ld u . K u r ­
tu la b ile n le r de ik in ci p lâ n d a b ıra k ıld ı. A lm a n film ciliğ in in
k a lk ın m a s ı d a h a te şe b b ü s h a lin d e y k e n y a rım k a lm ış oldu.
H itle r d e v rin d e k i sin em a, k e n d in i belli e tm e k için
R e ic h s ta g y a n g ın ın ı b e k le m işti. “K a m m e rsp ie l” gibi, “e x p re s­
sio n ism u s” gibi ile ri h a m le le ri h e m e n s a n a tın so y su zla şm a sı
diy e ilâ n e tm iş ti. A rn o ld F ra n c k , L en i R ie fe n s ta h l, L u is
T re n k e r g ib i film y a p a c a k , y a p tır a c a k k im se le r b u lm u ştu .
B u n la r a ra s ın d a L en i R ie fe n s ta h l, “ir a d e n in Z a fe ri” adiyle,
N u re n b e rg ’te k i ilk N a z i k o n g re s i için b ir film çevirdi. Bu
film den, II I. R e ic h ’in sin e m a d a n n e a n la d ığ ın ı k e s tirm e k k o j
SİNEMA TARİHİ 1 23
laydır. İnsan kalab alık ların ın nasıl savaşçı bir geom etri dü­
zenine sokulduğu, nasıl m im arlığ a m ahsus bir te rtip içinde
film in geliştirildiği görülüyor. F ilm in başlangıcında, A lm an­
ya, m uhteşem b u lu tla r arasında, am a belirsiz bir şekilde gö­
rünür. Film in rejisörü, sanki dünyanın y ara tılışın ı ta sv ir e t­
m ek istem iştir: Yeni T an rı b u lu tlarla to p ra k la n birbirinden
ay ıra c a k tır. Gök yarılır, o rtasın d an Reich, yani A lm an h ü ­
küm eti çıkar. Yeni M esih in uçağı N uren b erg hava alanına
iner, iş te b ütün y a ra ttık la rı: kadınlar, çocuklar, ask erler
h a y k ıra b a ğ n ş a F ü h re r'i k a rşıla m a ğ a gelm işlerdir. H itle r’in
otomobili, ta p ın m a derecelerine gelm iş okyanus enginliğinde
b ir k alabalığı güçlükle y a ra ra k o rtaç ağ d a n k alm a kasab ay a
girer. N ihayet, m eydanda sıra sıra savaş m akinesi askerler...
Bu ş a ta fa tlı filmde, N aziliğin a k say a n ta ra fla rı bile filmin
lehine kullanılm ıştır. B ir k a m p ta Leni R iefenstahl, güzel v ü ­
cutlu delikanlıların sırtla rın ı â d e ta d u ygulanarak film e çek­
m iştir. O nların oyunları, neşeleri, rejisörün gözünde naziliği
y ükselten bir vahşiliğe çevrilecektir. Seyirci, kendisini, sanki
bütün A v ru p a’yı kaplayacak, b ü tü n k ıta y a y ayılacak olan
b ir vahşi h ay v an lar kafesi k arşısın d a hisseder. Çoğunluğu
geçit törenleri, n u tu k la rla dolu olan “İradenin Z aferi”, ister
istem ez yücelttiği rejim in iki sahnesini eşsiz bir vesika h a ­
line g etirm işti: Önde ş a ta fa tlı ve gösterişli bir dekor, ard ın ­
da yırtıcılık...
Leni R iefenstahl’in çevirdiği sonraki film, “ S tad ilâh la­
rı” yabancı m em leketlerde d ah a tanınm ış olduğu halde, ev­
velkinin derecesinde değildir. R ejim in ve rejisörün zevksizli­
ği d ah a film in başında kendini g ö sterir: fondii çekilm iş
(sahnenin y avaşça k a ra rm a sı ve yenisinin y avaşça ışık lan ­
m ası) çıplak bedenler, yağlanm ış heykeller boyuna birbirine
eklenm iştir. Bu film için geniş m addi im k ân lar vardı. O ndan
fazla o p eratörün çektiği kilom etrelerce film iki yıl çalışıla­
ra k m o n tajı yapıldı. V ardıkları bütün sonuç da, bazı a tle tle ­
rin v ü cu t güzelliğini g österm ekten ib aret kaldı. 1936 Berlin
olim piyatları üzerine çekilm iş bu m uazzam doküm an film i
A lm anya’da da b aşk a m em leketlerde de büyük b aşarı sa ğ ­
ladı. Z aten Leni R iefenstahl, bundan sonra ve bunun üzerine
N azi şeflerinin dostluğunu kazandı. K azandığı dostlu k tan
faydalandı. Yine çok büyük bir dağcılık film i çevirecekti. L â­
kin H itle r düştü, o k ad ar m a sra f ve em ek boşa g itm ek ten
ku rtu ld u .
1 24 SİNEMA TARİHİ
B unların dışında da H itle r devri sinem acılığı bir takım
film ler çevirdi. İçlerinde siy a set dışına k aym ak isteyenler
oldu. S onra N aziliğin şiddet politikasını ö ttü rm eğ e koyul­
dular. 1043’te D oktor Goebbels A lm an sinem acılığının onun­
cu yılını ta n ta n a lı törenlerle k u tla m a ğ a k alk ark en b ü tü n o
devirden ancak on iki film bulabildi. B unlar, sa n a t değeri
bakım ından, d ah a önceki A lm an film lerine eşti. “B aron de
M iinchausen” film ini yine bu m ünasebetle çevirtti. Gobbels'in
iflâs ettiğ i m u h ak k ak tı. H ü rriy etin olm adığı yerde sa n a t g e­
lişmez. N etekim b ü tü n değerli san atç ıla rı ellerinden k a ç ır­
dık ları veya yahudilik dâvası yüzünden sınırdışı ettik le ri için
onların yerine yeni değerler yetişm edi. Böylesi daha iyi ol­
du. Çünkü Nazilik, A lm an film ciliğini o rtad a n silince yeni
bir k u ru lu şa im kân hazırlandı dem ektir.
AMERİKA’DA SÖZLÜ FİLM (1928 - 1941)

K onuşm a, şarkı, milzik, sinem ayı tiy a tro geleneğine


döndürm üştü. Bu yüzden yeni çığ ırlar açıldı, yeni sinem a çe­
şitleri doğdu. Hoş, operet, film ciliğe fazla birşey k a z an d ır­
madı. A m a m üzikhol rövüleri bu alan d a çok verim li oldu.
W arn er şirk etin in Hollyvood’a çağırdığı k o reo g raf (cho6o-
g rap h e) B usby B erkeley bu ala n d a epey çalıştı. A yrıca, bale
film leri de çekti. S a h n e n in d a r çerçevesini k ıra ra k ; fotoğ­
r a fa çekerken görüş açılarını döner sa h n e ve yüzm e havuz­
ların d an faydalanıp çeşitlendirerek; m ükem m el idare ettiğ i
dansöz truplariyle, geom etri düzeninde sahneler tertipledi. F a ­
k a t bu çığırdaki yenilik çabuk tüketildi.
M üzikhol film leri, kom ik a k tö r tipini yenileştirdi. E tr a ­
fını güzel vücutlu dansözlerle çevreledikten so n ra Eddie
C an to r’u n ne y ap tığ ı pek o k ad a r önem li sayılm ayabilirdi.
A m a M arx K ardeşlerin sinem ada görünm eleri, bir hâdise ol­
du. Bu a rtis tle r anglo - salcson kom edisini devam e ttiriy o r­
lar, h a ttâ m a n asızlık ta en a ş ın dereceye ulaşıyorlardı.
Groucho, iş adam ını k arik a tü rleştiriy o rd u . Chico, bir İtaly an
göçm eni tipiydi. K ıvırcık sa rı perukalı H arpo ise, şaşılacak
bir obur, herşeyi yoketm e illetine tu tu lm u ş b ir ru h h a sta sıy ­
dı. Ş arlo 'd an fa rk lı olarak, bu p askallar, ak sesu v ar dediğimiz
yardım cı eşyadan bol bol faydalandılar, en a k la gelm ez sine­
m a hilelerini bu a ra d a ta tb ik e ttile r: lâm ba cepten y an a r
halde çıkıyor, hiddetlenince telefon âleti k ıtır k ıtır yenebili­
yor, d asd aracık b ir odaya istif oluyorlardı. Böyle b ir ta rz sü ­
rek li o larak yeni bulu şlara ihtiyaç gösterdiğinden, M arx
K ardeşler, bugün de film çevirdikleri halde, eski ilgiyi gö re­
m iyorlar.
Sessiz film in son zam an ların d a sinem aya girm iş olan
L au rel’le H ard y şişm anla zayıf, sallapatiyle ü rk ek iki tip ti­
ler. M arx K ardeşlerdeki h a re k e t ve s ü r a t çılgınlığına k a rş ı­
lık, b ir m üddet kom ik tesiri yavaşlatılm ış harek etlerd e a r a ­
dılar. U zun film lerini sonuna k a d a r ayni kuvvetle götürem i-
y o rd u larsa bile, kendilerini ta k ib etm iş olan Bud A b b o tt ve
Lou Costello’nun b ay ağ ılık ların a düşm ediler. B ununla b era­
126 SİNEMA TARİHİ
ber, A bbott ve Costello, 1940 la 1952 arasında, “m oney raac-
k in g s ta rs ” dedikleri o en çok p a ra kesen a rtis tle r arasınday-
dılar.
B u ster K eaton'la H arold Lloyd, sesli film çıkm ca eskisi
k a d a r ilgi görm em işlerdi. 1936 dan sonra A m erikan komiği
p iyasadan çekildi. Bu çekilişten bir tek dehâ istisn â edilebi­
lir, o da Şarlo. İlk sesli filmi olan "Ş ehir İşık la rı", sözlii de­
ğildi. H erşeyi harek etlerle, yüz ifadesiyle a n latm ak u sta lığ ı­
n a erişm iş olan kud retli ak tö r, k o n u şu rsa bütün yeryüzü in ­
sa n ları ta ra fın d a n anlaşılam ıyacağından korkuyordu. “Şehir
I ş ık la n ”nda b ir serseriyi, bir körü, bir de ayıkken k ab a ve
se rt, sarhoşken duygulu, iyiliksever bir zengini ele alır. F il­
m in başında, serseri, m ilyoneri suda boğulm aktan k u rta rır,
am a boynuna ta ş bağlayıp onun yerine kendini suya a ta r.
H ikâye, Hollyvood’un Ş arlo’yu m ahkûm etm ek istediği k a ­
dere benzer. F ilm in sonunda, Şarlo, trag e d y a san atın ın en
yüksek n o k tasın a ulaşır: h apisten yeni çıkm ış ve sok ak ço­
cu k ların ın m a sk arası olm uş bir işsiz, kendi sayesinde görm e
nim etine kavuşm uş olan körle k arşılaşır.
Bundan sonraki film i “Yeni Z am an lar”, Ş arlo’nun s a ­
n a tın d a b ir dönüm n o k tası teşkil eder. “ Y um urcak”tan b eri
süregelen, kendi şahsiyle ilgili faciaları bir yana b ıra k a ra k
çağım ızın tüm ünü ilgilendiren esaslı k o nulara el a ta r. Sine­
m ad a güzellik a ra y a n la r film in bu yönünü elverişsiz, politi­
k ac ıla r ise tehlikeli bulurlar.
A çıkça görüldüğü gibi, “Yeni Z am anlar”, konu bak ım ın ­
dan, F ritz L an g ’u t “M etropolis”inde olduğu gibi insan ve m a ­
kine çatışm asını ele alm ıştır. A m a Ş arlo’nun film indeki ça­
tışm a, fayda tem eline d ay a n arak kurulm uş b ir dünyada bu­
lu n m ak tan ileri gelir. Film de konu birliği ta m değildir. Bazı
eski film lerindeki te m aları k ısa skeçler halinde birbirine ek ­
lem iş görünür. Bu değişiklik belki de ih tiy a tlılık ta n ileri g e­
liyordur. Belki sansür, an a fik rin geniş y e r k ap lam asın a m ü ­
saade etm iyecekti. A m a film in en güzel sahneleri yine o an a
fikrin eseri olm uştur: Şarlo, fab rik ad a seri halindeki istih ­
salin k u rbanı olarak delirir; m ütem adiyen te k b ir h are k eti
(vidaları sık ıştırm a h are k eti) y a p m ak ta n aklını k aç ırır;
Şarlo, ister istem ez nüm ayişçilerin a ra sın a k a tıld ık ta n son­
ra onları idare eder durum a geçer; yem ek m akinesi birden­
bire Ş arlo’yu to k atlar...
Savaş b aşlad ık tan sonra, Şarlo, h er tü rlü kinayeyi, do­
SİNEMA TARİHİ 1 27
lam baçlı ifadeyi b ir y an a a ta r a k doğrudan doğruya H itler’e
ve N aziliğe hücum eden m eşhur eserini çevirdi: “D ik ta tö r”.
F ilm b ittiğ i sırad a A lm an ask erleri P a ris ’e giriyordu. “D ik­
ta tö r ”, o za m an lar ta ra fsızlık siyaseti güdenlerin çoğunlukta
olduğu bir A m erika’da gösterildi. Şarlo, A m erikan aley h tar-
lığiyle suçlandırıldı. T en k itler s e rt oldu. A m a halk, eseri
tu ttu ve beğendi. Ç ünkü tam günün gereklerine uyuyordu.
Şarlo bu filminde, kısa bıyıklı iki adam rolündeydi: es­
ki, bildiğim iz Şarlo, yahudi b ir berber rolünde; bir de Adolf
H itler rolünde. H itle r’in sesi boş so k a k lard a çın çın öterek
halkı yahudileri öldürm eğe d avet ettiğ i zam an berberle n i­
şanlısı korkudan sinerler. F ilm in b ir b aşk a sahnesinde, I ta l­
y an d ik ta tö rü Musolini yle H itle r birbirlerinin s ın a tm a p a s ta
a ta r a k eski kom ik g a g ’larını te k ra rla rla r. Ş arlo’nun bu film ­
le gösterdiği bir ders v ard ır: zalim lere k a rşı sa v a şta gülünç­
leştirm e, haklı ve tesirli b ir silâhtır.
Şahsi ve özel bir m eseleyi vesile ederek, ahlâkçılar, Ş a r­
lo aleyhine ayaklanm ışlardı ya. Bunun sonucu “M onsieur
Verdouac” oldu.
M oliâre’in h ay a tın d a ve eserleri ara sın d a “A dam cıF’ın
y eri neyse, Ş arlo’nun eserleri ara sın d a da “M onsieur Ver-
doux”nun y eri aynidir. Şarlo, bu filmde, kom ik film lerindeki
Şarlo tipinden çıkm ış ve şık, olgun y a ş ta b ir A m erikan k ib a­
rı kılığ ın a girm iştir. B ankadan kovulunca suç teşkil eden iş­
lerini cinayet yoliyle y ü rü tü r. F ilm son derece menfi, ü m itsiz­
dir. Verdoux, b u rad a zekâyı tem sil eder. Şarlo, bu kişide bü­
tün b ir cem iyeti ve sistem i te n k it etm ektedir. H eyecan ve
fâcia, film i ac ılaştırm ıştır.
“M onsieur Verdoux”, Şario aleyhindeki m ücadeleleri
büsbütün alevlendirdi. Y abani bir hayvanı takibeder gibi,
A m erikan cem iyetinin serm ay ed arları ve tenkitçileri, y alnız­
lık âlem ine sürgün edilen bu dehânın peşine düşm üştü. G er­
çekten de, dünyanın sinem a m erkezindeki sam an alevi şöh­
retlerle Ş arlo’nun tâ başındanberi özelliğini kaybetm iyen
sa îıa tı açık bir zıtlık m eydana getiriyordu.
Sesli film ilk çıktığı zam an konular, d ah a çok ses çe­
şitlerini belirtecek olaylardan seçiliyordu. G an g ster film leri­
nin ra ğ b e t görm esinde bunun da rolü olm uştu: dem ir k a m a ­
ra lı k u n d u ra seslerinden silâh seslerine k a d a r çeşitli g ü rü ltü
p atırd ıy ı perdeden duym ak hoş birşey oluyordu. A m a buna
alışıld ık tan sonra, k onular y avaş y avaş cem iyet tenkidine
1 28 SİNEMA TARİHİ
doğru yöneldi. M ervyn Le Roy, bu ta rz d a b irkaç kurdeleden
so n ra bazı A m erikan devletlerinin kanu n ların d ak i açık y e r­
leri, boşlukları te n k it eden bir eser verdi: “Ben b ir p ran g a
k açağ ıy ım !”. P aul Muni, bu gerçek b ir olaya dayanan rö ­
p o rta j kılıklı filmde, b ir a d a le t yanlışlığına k u rb an gitm iş
m ahkûm u canlandırıyordu. O zam ana k a d a r daim a cem iye­
tin k aym ağını perdeye a k se ttirm iş olan lüks Hollyvood’da
bu çeşit film ler yapılm am ıştı. M ervyn Le Roy, Busby Ber-
keley’le o rta k la şa hazırladığı “A ltın a ra y ıcıları” rövü fil­
minde, b irkaç şa rk ı ve işsizlik m eseleleriyle, Hollyvood’un o
güzel bacaklı k ız lara geçit resm i y a p tıra n hayalden ib aret
m üzikhol âlem ine gerçek h a y a t sahnelerini sokm uştu. Son­
rad a n bu değerli adam film y a p a n la r a ra sın a girdi.
E ski b ir havacıyken, H ow ard H aw ks, sesli film in ilk
yıllarında, G an g ster film lerinin şaheserini verm işti. S enaryo­
su Ben H echt ta ra fın d an yazılan bu film in konusu “Al Ca-
pone”un hayatıydı. G ayet açık, belli bir yolda ifadelendiril­
m iş olan konu az görü lü r bir üslûp akıcılığı içinde seyirciye
sunuluyordu. H aw ks, d ah a sonra çeşitli film ler çevirdi. B un­
la r ara sın d a kom ediler, savaş ve havacılık film leri vardı. H er
ta rz d a d a birk aç çizgiyle bir tipi canlandırabllm ek m eziyeti­
ni gösterdi. K aba sahneleri başariyle te sb it etti. H ikâyenin
an latılışındaki tem po hızını hiç kaybetm edi.
S avaş film leri m odası da, g a n g ste r film leri gibi, ta v s a ­
dı. W illiam H ayes’in m üstehçenlikle ilgili hüküm leri b ir a ra
u n u tu lu r gibi olduysa da P apalığın isteğiyle A m erikan kili­
selerinin kurduğu heyetler, 1935’ten sonra a rta n m alî k o n tro l­
le birleşip A m erikan film lerini ağ ır k a y ıtla r a ltın a aldı.
G an g sterler ahlâkçı oldu. Güzel kızların film lerdeki görünüş
zam anı, öpüşm elerin ve soyunm aların saniyeyle sınırlan d ı­
rılm ası gibi belli im k â n la ra bağlandı. Cinsi câzibe (Sex - ap-
pel)in yerini P in Up G irl aldı. »
Ş ay et sa n sü r ve k an u n lar F ra n k este in ve D racııla gibi
korkunç tipleri te sir a ltın a alm asaydı bile bu çeşit film lerden
gene bıkılacaktı. N etekim b u n lara çok benzer ve sinem a h i­
lesine d ayanır film lerden, K ing - Kongo’lardan, G örünm eyen
A dam ’Iardan bıkılm ıştı. K onuşm a kolaylığına güvenen Holly-
vood, çabucak tiy a tro d an a k ta rm a k o n u lara döndü.
Çok sa tıla n ro m an lar B roadw ay’d a b aşarı kazanm ış
eserler sırasiyle perdeden geçtiler. A ra la rın d a gerçekten de­
ğerli s a n a t eserleri de vardı. Bu gibi film leri rejisörlerin ba-
SİNEMA TARİHİ 129
ş a n s ın a yorm ak âd e ttir. A m a A m erikalıların film d irecto r’u
dedikleri adam , rejisö rü n aksine, sadece ak tö rleri gütm ekle
k alır; film in s a n a t değeriyle ilgili yönlerine el sürem ez. İşin
bu ta ra fı, producer denilen film y ap an ’a b ırakılm ıştır. Ko­
nuyu, konunun sinem aya adaptasyonunu, rol dağıtım ını, oy­
n ay ış ta rzın ı hep o te sb it eder. B aşarının sebebi de aslında
odur. B aşarısızlığın olduğu gibi.
N etekim F an n y H u rs t’ün rom anından fiim e çekilen ve
îre n n e D unne’un harikulade oynadığı o duygulu "A rk a So­
k a k ” bu şekilde başarı k azanm ıştı. W illiam Keighley, H a t­
haw ay, Ben H echt, F ra n c k Lloyd böyle epey film çektiler.
B roadw ay’dan gelm iş olan G eorge Cukor, sahne tecrübesiy­
le tiy a tro eserlerini film e n ak letm ek te h üner gösterdi. “D a ­
vid Copperfield” gibi, G arbo’nun m ükem m el oynadığı “La
D am o K am elya” (“The novel of M arguerite G a u tie r ’) gibi
güzel eserler verdi.
Rouben M ampulian, C ukor’dan daha ü m it vericiydi.
Sylvia Sydney’le G ary Co^per’in oynadığı bir g a n g ste r fil­
m inden sonra “Dr. Jeckyli ve Mr. H yde” film ini y ap tı am a,
pek ü stü n b aşarı gösterem edi. Bunun üzerine o da şarkılı,
danslı ticari film ler çevirdi.
K ing Vidor da, hem en hem en M am oylian k ad a r hızla
ticari film ler y ap m ağ a koyuldu. “T exas R a n g ers” (T eksas)
gibi, acıklı b ir m elodram olan “ S tella D allas” gibi film leri
s a n a t bakım ından kolay m üd afaa edilemez. İn g ilte re ’de Cro-
nin'in rom anından y ap tığ ı “Ş âlıika”, eski kabiliyetini ve de­
ğerini m eydana koyan bir eser oldu. T eknikolor sistem inde
Je n n ife r Jon es’la renkli bir büyük film de çevirtm işti: “Duel
in son“ (K anlı A şk ).
F ra n k Borzage, Vidor k a d a r vaatli olm adığı için, ondan
d ah a talihli çıktı. İlk W estern film lerinde rol alm ış olan bu
eski kovboy, sevda sahnelerini cem iyet m eseleleri ortasın d a
gösterm eyi tercih etti. Hemingvvay’in m eşhur rom anından
uzun b ir “ S ilâh lara vedâ” çıkardı. “K üçük ad am ne oldu sa ­
n a” (L ittle M an W h a t N ow ?) F alla d a nm rom anına göre
1920 A lm anyasım n sadık bir tasvirini çiziyordu. L o re tta
Y oung’la Spencer T ra cy ’ye çevirttiği bir film den so n ra bir­
denbire sinem adan bezmiş göründü. S av aştan önce, "B azı
rejisö rler kendilerini fa sla ciddiye alm ak h a ta sın a düşüyor­
la r ” deyip işin içinden sıyrıldı.
F. 9
1 30 SİNEMA t a r i h i

B orzage ve V idor'dan fark lı o la ra k S tem berg, Holly-


vood’t a hiçbir değerli sesli film yapm adı. A lm anya’dan g e­
lirk en M arlâne D ietrich’i getirm iş, onu çökük yanaklı, es­
ra rlı bir yeni V amp yapm ıştı. F ra n k en ste ın film lerinde nasıl
y a ra tıla n ca n av ar kendisini y a ra ta n ı yokederse bu da M ar-
löne de kendi y ara tıcısın ı öylece yoketti. “Y anık K alpler”
(Morocco) dan “S hanghai E kspre»i”ne kadar, S tem berg , ilâ-
hileştirilm iş b ir M arlöne’in etekleri, dantelleri, süsleri a ra sın ­
d a solup gitm iştir. D ostoievsky’nin eserinden n ak lettiğ i "Suç
ve Ceza” bile faz la değerli sayılam az.
Sesli film in ilk yıllarındaki denemeler, d algalan m alar
son rad an duruldu. B uhran en alçak n o k ta sın a geldiği sırada,
1934 ten sonra, bu durulm a kendini gösterdi. A şırılıklard an
vazgeçildi. H erşey yerli yerine oturdu Hele savaş Hollyvood’a
b ir çeşit gelişm e im kânı açm ıştı. Sinem a m erkezi, eski iyim ­
serliğine kavuştu.
ik in ci dünya savaşından önceki A m erikan sinem acılı­
ğın d a hâkim tarz, h afif komedil<#di. Bu çığırı, “ Şen Dul” ti­
pi film leriyle L ubitsch açm ıştı. Bu çeşit film lerdeki nükteli
konuşm alar, kom ik durum lar, sa ra y havasının şa ta fa tı, A m e­
r ik a ’dan çok A v ru p a’da büyük rağ b e t gördü. Lubitsch, kendi
a ç tığ ı çığ ın gereği gibi işletebilm ek üzere birbiri ard ın a
film ler çevirdi. Sovyet a le y h ta n “N inotchka”da baş rol oy­
n a y a n G reta G arbo’yu ilk defa gülüm setti. Sinem aya a k ta r ı­
lan operetlerin k ra lı olduysa da, hafif kom edilerin olamadı.
D aha ziyade alelâdeliğe düştü.
F ra n k Capra, her ta rz ı denem işti. “N evyork M iam i”
( I t happened one N ig h t 1933) de fa k ir bir gazeteciyi b ir bu­
çuk sa atlik bir ta rtış m a sonunda m ilyoner b ir kızla evlendir­
di. Bu beylik konuda R obert R iskin’in hazırladığı p a rla k ve
n ükteli konuşm alar, gülünç durum lar, geleneklerin s e rt te n ­
kidi esere büyük ra ğ b e t kazandırdı. Çok ucuza m alolduğu
halde pek fazla gelir sağladı. Bunun üzerine ayni te m a üze­
rinde kişileri değiştirerek b a şk a film ler de yaptı. B aşk a r e ­
jisörlerin de işlediği böyle h afif kom ediler, seyirciyi neşeli bir
h ay al dünyasına sürüklediği, günün dertlerini u n u ttu rd u ğ u
için ilgiyle karşılanıyor, p iyasada tutunuyordu. Bu film lere
k alırsa her A m erikalı ra h a tç a ve kolaylıkla C um hurbaşkanı
olabilir, zengin b ir evlenm e yapabilirdi. N asıl V oltaire, sa n ­
sürden ciddi fikirlerini gizlem ek için b u n la n m izahla k o ru ­
m uşsa C apra vs R iskin de, bu m a sk a ra lık la r sayesinde h al­
SİNEMA TARİHİ 131
k a b irtak ım fik irlerin propagandasını yapıyorlardı. Capra,
“G aip u fu k lar” da bu çeşit telkin fikrine biraz fazla k ap ıl­
m ıştı. “ Cihan H âkim i’’ (M eet Lohn Doe) ise gerçek dem ok­
rasiden uzak b ir n iy et elçisiydi. Capra, bu gibi film lerle, y ü k ­
sek sa n a t seviyesine çıkm am akla beraber, bir sinem a okulu­
nun başında sayılsa g erek tir. Jo h n F ord ve W illiam W yler
ise b irer şahsiyettiler.

J o h n F ord (A m erik an re jisö rü )

A slında îrla n d alı olan John Ford, uzun zam an W estern


tipi m acera film lerinde u sta oldu. Onbeş yaşıııdanberi film
çeviriyordu, İki film i başarı k azanınca d ik k a tle r ism i üzerine
döndü. B unlardan biri “K ayıp D evriye”, öbürü “H erkes O n­
dan B ahsediyor” du. İkincisi, R o b ert R iskin’in yazdığı ve
belki C ap ra’y a daha elverişli bir g a n g ste r vodviliydi. E dvard
G. Robinson’un iki kişiyi birden başariyle canlandırm ası, fil­
13 2 SİNEMA TARİHİ
mi kuvvetlendiriyordu. “K ayıp D evriye”, Dudley N ichols’un
b ir senaryosundan film e çekilm işti. Çok değerli bir filmdi.
Çölde A ra p la rın k u şa ttığ ı on iki kişinin nasıl te k er te k e r yok
edlidiğini gösteriyordu. Dudley Nichols, gazetecilikten Holly-
vood’a gelm işti. H em de sesli film den sonra. R. K O. nun film
yapıcıları, içinde aşk ve kadın bulunm ayan bir film in b a şa rı­
lı olacağına ihtim al verm iyorlardı. A m a konunun heyecanı­
n a k apılan John Ford, tahm inden ib aret bir gelirin yüzdesin-
den b aşk a ü cre t istem eksizin, g ay e t b asit ş a rtla r içinde fil­
mi çevirdi. S enaryoda K am m ersplel (oda tiy a tro su ) tek n iğ in ­
den ve İsveç sinem acılığından faydalanılm ıştı. Ü ç birlik k a ­
idesiyle, h er yanı görünm ez düşm anlar gizleyen bir ta b ia t
unsuru, yani çöl, konunun unsu rların ı m eydana getiriyordu,
ö lü m ve kader, insanların kaderden kaçm ak için nafile g a y ­
retleri, film in başlıca dayanağıydı. "K ayıp D evriye” p a ra b a­
kım ından m üthiş başarı kazandı. F ord ve Nichols, R. K. O.
şirk etin i yeni bir film y ap m ağa kandırdılar. Liam O’Fla-
h e rty ’nin rom anından film e çekilen "C asus”a halk önce bu­
ru n kıvırdı am a çeşitli O scar m ü k â fa tla rın d an so n ıa bu film
de birdenbire ra ğ b e t gördü. Eserde, 1916 yılında bir İrla n d a ­
lI vardı. A m erika’ya gitm ek isteyen bu s e rt adam , îrlan d alı
bir ihtilâlciyi İngiliz polisine haber veriyordu. F oyası m eyda­
n a çıkınca gizli m ahkem ede yargılanıyor, cezasını görüyor­
du. A v ru pa kültürüyle yetişm iş olan D udley Nichols, bu film ­
de de K am m erspiel anlayışının gereklerine bağlı kalm ıştı.
E ski A lm an film lerinde olduğu gibi, Dublin şehrinin dış m an ­
za rala rın ı dahi stüdyoda k u rdurm uştu. Film de sem bollere g e­
niş y er verilm işti. M eselâ N ichols’a göre, hain casusun ih b a­
rı y a p tık ta n sonra ücretini alırken k arşılaştığ ı, sonra vicdan
azabı gibi peşine düşen ve bir tü rlü kurtu lam ad ığ ı kör, ken ­
disinin de kö r olacağını sezdiren ve destekleyen bir sembol­
dü. Tıpkı, “M avi M eiek” te, olayın başlıca kişileriyle k a rşı­
laşan ve k e ra m e t sa ç a r gibi profesörün düşeceği hali tem sil
eden palyaço gibi.
“C aus” A m erikan tenkitçilerinin çoğunun gözünde,
İkinci D ünya S avaşı öncesindeki sinem anın b ir şaheseri, öte-
denberi bilinen bütün sinem a k u ralların ın ta tb ik edildiği bir
eserdir. Tabii eserin h er parçası, zam ana ayni kuvvetle m u ­
k av em et edemezdi. M ax Steiner, film için bir m üzik yazm ış­
tı. Canlı resim lerden yapılm a film lerde olduğu gibi, bu m ü­
zikte de, ne zam an bir kadehe içki konulsa, ta k lit âhengine
SİNEMA TARİHİ 133
baş v u ra ra k "lık ır lık ır” ses veren kısım lar vardı. H albuki bu
usul, çoktan eskim iş ve b ay a tlam ıştır.
Bu b aşarıdan so n ra D udley ve Nichols, ne p araca, ne
sa n a tç a daha ü stün olm ayan üç eser hazırladılar. B undan ce­
s a re ti k ırılan Jo h n Ford, Shirley Tem ple’a tam m ânasiyle
ticari b ir film çevirtti. B unu ayni ta rz d a b aşk ala rı tak ib etti.
itib a rım öylesine k a y b e tti ki, ona yeniden, güç belâ k u rtu l­
duğu W estern tipi m acera film leri çevirttiler. N ihayet, Ste-
inbeck’in rom anından naklederek "G azap üzüm leri”ni y aptı.
Ş ay et k itap, sa tış rekorunu kırm am ış olsaydı, Hollyvood,
böyle b ir şeye serm aye verm ezdi. Ford, A m erikan edebiya­
tının bu şaheserinde kendisine gerekli u n su rları bulm uştu:
büyük serm aye sahipleri yüzünden yerini yurdunu kayb etm iş
bir çiftçi ailesi. A m a onu rom anın sosyal yönünden ziyade
ebedilikle ilgili ta ra fı m eşgul etti. Film in a n a gibi (Jan e
D arw ell), oğul gibi (H enry F onda) birçok kişileri unutulm az
şekilde ebediliğe ulaştı.
Jo h n Ford, P earl H arb o u r baskınından önce Ingiliz ro ­
m ancısı Llewelyn’in Gal bölgesi m adencilerini a n la ta n “ V a­
dim o k adar yeşildi ki...” eserinden çıkardığı kurdeleyle ti­
cari b aşarısının en yüksek n o k tasın a u laştı. Film de, bir
m aden sahibi, oğlunu, m adencilerinden birinin kızıyla evlen­
dirir. işe grev, isyan gibi olaylar da karışır. T eknik b ak ım ­
dan güzel yerleri olm akla berab er o rta derecede bir eserken,
“Vadini o kadar yeşildi ki...” b ir alay O scar m ü k â fa tı da k a ­
zanm ıştır.
ik in ci D ünya Savaşı öncesinden, sonrasına k a d a r en iyi
A m erikan rejisörü olan W illiam W yler, F ra n sa 'd a doğm uş­
tu. Y irm i yaşındayken, h ay atın ı k azan m ak ve zengin olm ak
em eliyle A m erika’ya, am cası C ari L aem m le’nin yanın a iş
a ra m a ğ a g itti. Bu a k ra b a lığ a rağm en, W yler, meslekini, a l­
fabesinden b a şlay a ra k öğrendi. İlk denem elerden sonra, ro ­
m an ları sinem aya a k ta rm a k ta k a ra r kıldı. “Üç kişiydiler”,
b ir piyesten nakledilm işti, ikinci D ünya S avaşından önceki
en güzel filmi, “Ç ıkm az so k ak ” (Dead E nd) 1937 de çevril­
di. Gökdelen binaların gölgesinde serseri çocukları konu ola­
ra k alm ıştı. 1933 de “JezabeF’i (yaptı. B e tte D avis bu film de
harik u lâd e b ir tip y ara tm ıştı. 1939 da ise E m ily B ron te’nin
m eşh u r rom anından “A nafor T epe”yi çekti. B irkaç eser d a­
h a verdikten sonra askere g itti. A skere yazılm adan önceki
son eseri, bir p ropaganda filmi olan “M lsis M iıuıiver”di. In-
134 SİNEMA TARİHİ
g ilte r e ’nin, s a v a ş öncesi g ü n le rd e k i h a lin i stü d y o d a film e
çek m e k gibi ta ts ız lık la rı b ir y a n a b ıra k ılırs a , b u film b ü tü n
d ü n y a d a ş ö h re t y a p tı. G re er G a rso n ’u n ta t lı edâsı, b u şö h ­
r e t te ro l oynadı.

W illiam W y le r (A m erik an re jisö rü )

T am b ir A lm a n o lan S tro h e im v e y a S te r n b e rg ’e n isb e t-


le, F r a n s a d o ğ u m lu W y le r, ö rn e k b ir A m e rik a lıd ır. SicilyalI
C a p ra ve Irla n d a lı Jo h n F o rd d a o n u n gibi, A m e rik a ’y a iy i­
ce u y m u ş la rd ır. H ollyvood, s a v a ş ö ncesi b o y u n ca, sessiz film
z a m a n m d a k in d e n d a h a az te s ir a ltın d a k a lm ış tı. Y a b a n c ı r e ­
jisö rle re fa z la y e r v e rm e m iştir. B u n la r h em en h em en H it-
S IN E MA TARİHİ 135
ler'in k ap ıd ışa n e ttiğ i A lınanlardan ib a re t kaldı. Bu devirde
W illiam D ieterle'nin güzel eserler verdiğini görüyoruz. Hep
soylu k o nular seçiyor: “P a s te u r”, “Zola”, “Ju a re z ”.... F ritz
L an g ise, A v ru p a’da y ap tık la riy le yarışabilecek b ir iki eser

H u m p h r c y B o g a rth (A m erikan a k tö rü )

an cak v erm iştir. B unlardan biri de “Y aşam ak h alikım d ır”


filmiydi. H enry F onda ile Sylvia Sydney çiftinin duygulu
oyunları eserin zayıf ta ra fların ı, polis rom anlarını an d ırır
yönlerini gizliyem iyordu.
1 36 SİNEMA TARİHİ
On yıl boyunca sesli sinem ada Hollyvood, b ütün d ünya­
y a hem değer bakım ından, hem gelir bakım ından hükm etti.
İkinci D ünya savaşına kadar. B ir A m erikan sinem a okulun-

Clark Gable (Am erikan aktörü)

dan bahsetm ek kaabil olm asa bile( sessiz film zam an ın d a bu


vardı) altı yedi bin film yapıldı. Capra, John Ford, W yler,
L ang gibi d ö rt kuvvetli rejisör, b irkaç düzüneyi aşan çok
SİNEMA TARİHİ 137
güzel, ü stü n b aşarılı veya sadece m u v affak olmuş film, bu on
yıllık savaş öncesi devreyi eşsiz b ir devir haline getirm eğe
tabii yetişm edi. Sesli film in başlangıç sıraların d a h a lk a y ap ı­
lan v aad ler tutulam adı. 1935 ten b a şlay a ra k Hollyvood yor­
gunluk, bıkkınlık, h a ttâ k ısırlık alâm etleri g ö sterm eğe b aş­
ladı. A m erikan sinem acılığı çağım ve insanlarını ilgilendire-
miyordu. 1930 sıraların ın büyük olayları: iktisad i buhran, iş­
sizlik, belirm eğe b aşlayan sa v aş tehlikesi pek ender o larak
sinem ada yankılanıyordu. 1935 te n itib aren Hollyvood’u se­
kiz firm a idare edecekti. Beş büyük: P aram o u n t, W arner,
Loew - M. G. M., Fox, R. K. O. ve üç küçük: U niversal, Co­
lumbio, U nited A rtlsts. Beş büyük, iş hacm inin % 88 ine
(b u nlardan d a P aram o u n t, W arner, M. G. M. % 65 ine) sa ­
hiptiler. 4000 büyük sinem a salonları vardı. B üyük film lerin
% 80 ini bunlar yapıyordu. Ü ç küçükle b irlik te yapılan film ­
lerin % 95 ini d ağ ıtm a k b unların tekelindeydi. Bu sekiz bü­
y ü k firm a M otlon P ictu re P rod u cers of A m erica (M. P. P. A.
"A m erikan F ilm Y ap an lar Birliği) adiyle birleşm işlerdi.
Hepsi de derece derece R ockfeller veya M organ ta ra fın d a n
kontrol ediliyorlardı. A ra la rın d a bazıları W. Randolph He-
a rst, D upont de N em ours, G eneral M otors, G eneral E lectric
gibi büyük serm ayeli şirketlere, y a da büyük b a n k a la ra b ağ ­
lıydı. B unlar, güvendikleri ad a m la r v asıtasiyle film lerin ko­
nularını bile seçiyorlardı. Böylece cem iyeti ilgilendiren k o ­
nular, cinayet ve cinsiyet konularından ziyade kontrol a ltın ­
d a tutuluyordu. P earl H arb o u r baskınından önceki günlerde
hasıl olan vaziyet şuydu: Hollyvood, dünyanın en büyük im ­
k ân ların a sahipti. M uazzam bir yazılı eser d ağarcığı vardı.
Bu d a ğ a rc ık ta dünyanın en büyük şaheserleri bulunuyordıt.
E n kabiliyetli a rtistle r, en u s ta rejisörler, teknisiyenler p a ra
kuvvetiyle Hollyvood’ta toplanabiliyordu. B una k arşılık elde
edilen sonuç biteviye, seri m alı bir takım eserlerden ibaretti.
S a n a t alanında en son n o k ta y a k ad a r iş bölümü, is ta tis ­
tikçilere ve iş adam ların a gözü kapalı itim at, bu sistem in a k ­
sak ta ra fla rın ı teşkil etm ekteydi.
FRANSA’DA SİNEMANIN YENİDEN
DOĞUŞU (1930 -1940)
1930 da b ü tü n F ra n sa, G eorges M ilton’un baş rolünü oy­
nadığı “B edavacılar k ra lı”nın şa rk ıların ı söylüyordu. Milton,
Bouboule adiyle bu yüzden şö h ret yapm ıştı. Senede elli film
çevrilirken sesli sinem adan sonra bu o rta la m a 100 e, h a ttâ
150 ye yükseldi. P a th é - N ath a n ve G aum ont - F ra n co -
F ilm - A u b ert şirk etleri p iyasaya hâkim di. Bazı bağım sızlar
da, talih in yardım iyle milyon kırıyorlardı. F ra n s a ’da sinem a
salo n larına ses te rtib a tı y ap acak te şk ilâ t olm adığından bu
işin bedeli A m erik a’ya, kısm en de A lm anya’y a akıyordu.
D ublâj henüz denenmediğl sıralard a, dışarıdan getirilen film ­
lerin azalm asına k arşılık bu m a sra fla r yüzünden p a ra dış
m em leketlere gidiyordu. A m erika za te n P a ris ’e yerleşm işti.
K udretli P a ra m o u n t şirketi, Joinville’deki stüdyoları sa tın a l­
m ış bulunuyordu. B ütün A vrupayı beslem ek üzere İspanyol­
ca, A lm anca, İtaly an ca , F ran sızca kopyeler hazırlıyordu,
ö te y a n d a n 1925 tenberi F ra n sız sinem acılariyle işbirliğine
koyulan A lm an sinem acıları, ya P a ris’te çevrilen F ran sız
film lerine serm aye k atıy o rlar, y a da B erlin’de F ran sızca
sözlü film ler hazırlıyorlardı. Hollyvood usulleri b aşarılı ol­
m adı. M arcel A chard, M arcel Pagnol, T rista n B ernard gibi
şö h retler an g aje edildi am a P aram o u n t’un hazırladığı film ­
le r netice verm edi. Bunun üzerine P aram o u n t Hollyvood’taki
işten an la r genel k urm ayını im dada çağırdı. N e y ap tıy sa
fay d a etm edi. F ilm lerin F ra n sızc a h az ırlan a n kopyeleri,
dublâj film leri y anında kurudu kaldı. T am bu sıra d a S tavisky
rezaleti p a tla k verdi. Öyle ki, N ath a n bile bu rez ale tte n ken ­
dini k u rta ra m ıy a ra k dolandırıcılıktan m ahkûm oldu, hapse
girdi. P a th é ’den so n ra G aum ont - F ra n co - F ilm - A u b ert de
ta sfiy e edildi.
Bu o laylardan sonra film sayısı düştü. D eğer ise y ü k sel­
medi. F ilm y ap m a işi küçüle küçüle hem en hem en René
C lair’e in h isar etti. 1932 de çevirdiği “H ü rriy e t bizim dir” fil­
m inde fonograf sa ta ra k m ilyarder olan b ir h apishane k aç k ı­
nını an lattı. B u rad a alay a a la ra k cem iyetin önem li m esele­
SİNEMA TARİHİ 139
lerine, bu a ra d a seri halinde istih sale çatıyordu. O sırad a
Ş arlo d a "Y eni za m a n lar” ı çevirm işti. Tobis şirketinin A m e­
rik a şubesi, kendi y ap tık la rın ın konusunu çaldı lddiasiyle
Ş arlo aleyhine dâva açtı. D r. Goebbels’in b ir m em uru ta r a ­
fından k ışk ırtıla n bu h a re k e ti R ené C lair desteklem edi. Ş ar-
lonunki gibi b ir şahesere tesiri şüpheli olduğu için, eseri h a k ­
k ın d a ileri sürülen iddiayı kab u l etm iyordu. A slında kendisi,
cem iyet tenkidini kom ikte a ra y a ra k Ş arlo’nun tesirinde k a l­
m ıştı. D erinlikten uzak olan bu film ço k tan b ay atlam ıştır.
B irkaç film den sonra u ğ rad ığ ı b aşarısız lık la r üzerine A lexan­
der K o rd a’nın ısra rlı tekliflerini kabul ederek In g iltere'y e y e r­
leşti. On iki sene o rad a kaldı.
F ra n sa ’da sesli sinem a, ilk beş sene içinde René C lair ve
Je a n Vigo’dan b aşk a te k tü k başarılı eser kay d etti. B unlar
ara sın d a Je an R enoir’in “D işi köpek”i, Je a n C houx'nun “Je an
de la lune’ü (H ayal Peşinde) sayılabilir.
“Je a n de le lune” tiy a tro d an film e çekilm işti ve iyi çe­
kilm işti. H afif bir komediydi. O yoldan gidilseydi, L ubitsch
ve C apra'yı a ra tm ıy a c a k eserler yaratılabilirdi.
Sesli film in o rta y a çıkm asından beri işsiz d uran Jean
R enoir evvelâ F eydeau’nun k ısa bir vodvilini sinem aya n a k ­
letti. “Dişi köpek” b ir m izah yazarının, F ouchardiére’in ro ­
m anından alınm ıştı. Acıklı b ir hikâyesi v ardı: b ir veznedar,
düşük bir kızın ve nişanlısının k u rb an ı o la ra k hırsızlığa, son­
r a cinayete sürükleniyordu. “M avi M elek”in gördüğü rağ b e t
bu film in tu tu n m asın a yardım etm iş olsa g erek tir. A m a b azı­
la rın a göre Michel Simon, a k tö r olarak Em il Ja n n in g s ten çok
üstündür. Je a n Renoir, konuyu büyük bir gerçekçilikle filme
çekm işti. T enkitçiler bunu çok beğendiler. F a k a t kurdele
fa z la k â r getirm edi. Je an R enoir da b irta k ım tic ari film ler
çevirm ek zorunda kaldı. B unlar ara sın d a “M adam B ovary”,
F la u b e rt’i dosdoğru ve d ikkatle p erdeye-aktardı.
F ra n sız sinem asının bu k a r a günlerinde tek tü k k ıp ırtı­
la r olm uyor değildi Jean. Vigo, bu devrin başarılı rejisö rle­
rinden biridir. "H al ve h a re k e tte n sıfır” adlı film inde “b ü tü n
k ita p la r yakılm ak, öğretm en de o rtasın d a” fikrihi ileri s ü r­
düğü için sa n sü r bu film in gösterilm esine m üsaade etm edi.
Film , sadece sinem a kulüplerinde görülebildi. O ndan sonra
çevirdiği bir iki film de kuvvetli b ir tasvirci o la ra k göründü.
29 y aşın d a ölmeseydi, kabiliyeti herhalde onu çağım ızın k u v ­
vetli s a n a t adam larından biri derecesine u la ştıra c a k tı.
140 SİNEMA TARİHİ
V igo’nun ölümü sırasın d a F ra n sız film ciliği uçurum un
dibini bulm uş durum daydı, ik i yıl içinde film istihsali % 30 a
k a d a r düşm üştü. K ısa bir zam an için F ra n s a ’ya gelm iş olan
yabancılar, kalkıp g ittile r: K orda İn g ilte re ’ye döndü, F ritz
L an g ve P om m er A m erika’ya göçtü.

Jean R en o ir (F ran sız rejisörü)

Jacques F ey d er’in geri dönmesiyle de yeni bir devir b aş­


ladı. Hollyvood ta beş yıl kaybeden rejisör, orad a ticari film ­
ler seviyesinden üste çıkam am ıştı. A v ru p a’ya dönünce y a p ­
SİNEMA TARİHÎ 141
tığı “B üyük oyun’’la kendini gösterdi. S paak ve F ey d er’in bu
senaryosu eskim işti. A m a rejisö r bu senaryodan m üstem leke
h ay atın ın gerçeklerini o rta y a a tm a k ta u sta c a faydalandı.
E serde, sonradan F ra n sız film lerinin benim siyecekleri b aşa­
rısız in sanlar canlandırılıyordu. Bu ve bundan sonraki fil­
m iyle Feyder, 1935’ten itib aren Je a n Renoir, M arcel Carné,
Julien D uvivier’yi çevresinde toplayan yeni F ra n sız film ci­
liğinin başına geçm iş oldu. R ealist denilen bu grup, b ir ti­
y a tro adam ına, M arcel P agnol e de epey borçluydu.
Pagnol, batm ış olan P a ra m o u n t gem isinden yakasın ı sı­
y ırd ık ta n sonra tiy a tro y u d ah a büyük bir k alab a lığ a sunm ak
üzere film e çevirm ekten ib a re t görüşünü “M arius” te ta tb ik
etti. A lexander K orda’nııı film e çektiği bu eser tenkitçileri
ta tm in etm edi am a, rejisöründen çok yazarı, yani P agnol
hücum a uğradı. Yine onun “F an n y ”sini de M arc A llégret
film e aidiydi. “M am /.el N itouche” yine bu rejisörün eseridir.
“M arius”le “F an ııy ” halkın hoşuna gidince P agnol epey p a ­
ra kazandı. Bu başarı onu film yapm ağa sürükledi. S ırf si­
nem a perdesi için kendisinin yazdığı konuları film e çekti.
İlk denem eleri şöyle böyle oldu am a, “A ngele”i, sesli film
çıktı çıkalı en güzel F ra n sız film i vasfını kazandı, tîu n d an
so n ra çevirdiği film ler çeşitli yönlerden ak sar.
1935 ten sonra yapılan film lerle Raim u, Je an Gabin,
C harles Vanel, V iviane R om ance gibi değerli a rtis tle r p e r­
dede şö h ret kazanm ıştır.
Je an R enoir’ın çevirdiği kurdeleler, D uvivier’ye göre d a ­
ha kesin sonuçlara varır. Ç ağdaş F ra n sız cem iyetinin ta m
b ir tasv iri gibidir. Belçikalı siy aset adam ı S p aak ’ın kardeşi
Charles Spaak, R enoir için “B üyük Vehim”in senaryosunu
yazdı. C harles Spaak, esasen, İkinci D ünya S avaşı ndan ön­
ce çevrilen film lerin çoğunda çalışm ış, işbirliği etm işti. Bu
film de P ierre F resnay, E tich von Stroheim , Je an Gabin, D ita
Parlo, Dalio gibi kuvvetli a rtis tle r rol alm ıştı. B arışçı bir
eser olduğu için, 1940. da te k ra r basıldığı zam an, Goebbels
bunu önce İta ly a ’da, so n ra işgal edilmiş F ra n s a ’da m e n e ttir­
di. Renoir, daha so n ra birçok eser verdi. “L a M arseillaise”
bunların iyilerindendir. 1937 den sonra, F ra n sız sin em acıları­
nın çoğu k a ra fik irlere, saplandılar. Y alnız F eyder, sa v aşta n
önce hazırladığı son filmle, kuvvetli bir b a ş a n elde e tti:
“K erm es”. Senaryosu C harles S paak'ın 1929 da yazdığı bir
hikâyeden alınm ıştı. Olay F la n d ra ’nın işgal edildiği g ü n le r­
1 42 SİNEMA 'TARİHİ
de geçiyordu. P a ris ve B erlin’de p e k ilgi görm edi am a F lan -
d ra ’d a m illiyetçiler film aleyhine ayaklandılar. Film i, A lm an
p ro p ag an d ası yapıyor zannettiler. Sonradan, sav aş boyunca
A lm an y a’da ve işgal altın d ak i A vrupa d a gösterilm esi y asak
edildi. F rançoise R osay ve Louis Jouvet, son derece m u v af­
fa k olm uşlardı. F eyder, “K erm es”le ta rih i film geleneğine
dönm üş oluyordu. H er yerde h ay ra n lık uyandırdıysa da, izin­
den giden olmadı. B undan sonra, E lexander K orda’yla In g il­
te re ’y e g itti. Y erine film y a p a n la r az çok başarılı eserler v er­
diler: D uvivier’nin “P épé le M oko”su, (C ezayir B a ta k h an e­
le ri), “B alo h â tıra sı” (C arn et du bal) böyledir. “Balo h â tıra -
sı”n d a genç bir dul, kendisini dansa d av et etm iş olanların
isim leri yazılı eski bir balo karnesini bulur ve v aktiyle k en ­
disini isteyip de reddetm iş olduğu kim selerin h ay a tın ı h a tır ­
lar. B unlar ara sın d a sonraki gelişm elerine göre bir hekim
(P ie rre B lanchar), bir tü c ca r (R aim u), ah m ak bir berber
çırağ ı (F ernandel), h ay d u t (Louis Jouvet) vardır. Ş ay et r a ­
hibin (H a rry B aur) tavsiyeleri inandırıcı olsa, belki de k u r ­
tu lu şu rahibe o lm a k ta b u lacaktır.
M arcel C arné’nin o sıra la rd a çevirdiği film ler, D uvivier -
ninkilerden epey fark lıd ır. Carné, sinem a dergilerinde yazılar
y a z d ık ta n sonra, 1936 da film çevirm eğe başladı. 1938 de
çevirdiği “S isler rıh tım ı” (Q uai des B rum es) le şöhrete u la ş­
tı. E serin konusu P ie rre Mac O rlan’ın 1910 da geçen b ir ro ­
m anından Jacques P ré v e rt ta ra fın d a n serbestçe perdeye a k ­
tarılm ıştı. Olay, günüm üze, H avre lim anına nakledilm işti.
C inayet suçlusu bir a sk er kaçağı, F ra n s a ’y a sığm m ak
üzere H avre lim anına geliyordu. O rada b ir kıza âşık oluyor­
du. S erseriler bu n a engel olm ak isteyince birini kurşunlayor,
lâk in gem iye binem eden önce, öbüründen yediği k u rşu n ya-
rasiy le ölüyordu. D uviver'nin k ah ra m an la rı çoğu zam an k a ­
derin k u rbanlarıydı. C arné ve P rév ert, iyiyi kötüyü ayırdedi-
yo rlar. iyiler, şa y et suçluysa, y a tesadüfen, y a isyan ederek,
y a d a aşk yüzünden suç işliyorlar. K ötülerse, bu tipin ilk ö r­
neği olan A m erikan g an g sterlerin in sonradan edindikleri f a ­
ziletli görünüşün aksine, h er tü rlü kötülüğü y ap acak k a d a r
alçak kim seler... P ré v e rt'in p a rla k ve şiirli konuşm aları,
M aurice J a u b e r t’in m üziği, T ra u n e r’in dekorları, Je a n G a­
bin, Michèle M organ, M ichel Sim on ve P ierre B rasseu r’ün
oyunları bu filmi, F ra n sız sinem asının ü stü n eserlerinden biri
yaptı.
SİNEMA TARİHİ 143
C h ristian Jacques da bu sıra la rd a sinem aya atıldı, k a ­
biliyetini sezdiren eserler verm eğe bağladı.
İkinci dünya savaşından önce Je a n Renoir, iki önemli
film d ah a yaptı. Biri, E m ile Z ola’dan n a k le ttiğ i “H ayvanla­
şa n in san’’ (L a b ête hum aine), öbürü de senaryosunu kendi
yazdığı, rejisörlüğünü, ak tö rlü ğ ü n ü y ap tığ ı “L a Règle du
Je u ’’ (K um ar borcu) idi.
1938 de 125 film yapm ış olan F ra n sız sinem ası, 1939 da
(M ünlch anlaşm asından so n ra) sadece .5 film verm işti. Du-
vivier son film ini b itirirk e n A lm an ordusu P a ris k ap ıların a
dayandı. D uvivier film ini a la ra k A m erik a’y a g itti. A sıl adı
“ü n te l père e t fils’’ (B ab a ve oğlu) olan kurdeleyi, işgal
süresince A m erika’da “ö lm ez F ra n s a ” (L a F ra n c e im m ortel)
adı altın d a gösterdi. Onun peşinden Je a n R enoir'la René
C lair de A m erik a’ya göçtüler. Uç büyük F ra n sız a rtis ti on­
ları ta k ib e tti: C harles Boyer, Je a n G abin ve M ichèle M organ.
F ey d er İsviçre'de yaşıyordu. Gerçi savaş boyunca sinem a­
cılık bu ta rz d a k i film lere kapalı kaldı am a, b aşk a iki si­
nem a çeşidi gelişti: belge (docum ent) film i ve canlı resim ­
ler.
BELGE FİLMCİLİĞİ VE CANLI RESİMLER
(1895 - 1939)
“D ocum entaire” denilen ve insana, tarihe, ta b ia ta a it
herşeyi olduğu şekilde fotoğrafla, sinem ayla te sb it etm ek
m aksadını güden belge film ciliği Lum ière K ardeşler’in ope­
ra tö rle ri ta ra fın d a n kuruldu. tngilizler, bu usulden nasıl
fay d alan m ak gerektiğini çabuk anladılar. O rduya ve bahri-
yeye a it birçok belge film i çektiler.
İlk, bilim film leri de İn g ilte re’de yapıldı. M arey in de­
nem eleri, A m erikalı R obert W atk in s’in m ikroskoptan g ö rü ­
nenleri film e çekm esi (1897), d oktor Doyen'in am eliyat film ­
leri (1899) bunlardandır. A m a asıl yeni bir çığır açıldığını
belirten gerçek bilim film leri, 1903’te P rofesör M artin Dun-
can ’ın “G örünm eyen âlem ” adını verdiği h ay v an lar âlem iy­
le ilgili eserdir. Bu film leri basan U rban, R ider N oble’la
B alk an larda; O rm istion S m ith yakın D oğu’dâ; R osenthal Ka-
n a d a ’da ve P o rt - A rth u r’da gezerek büyük se y ah a t rö p o r­
ta jla rı yapm ışlardı. (1902 - 1905). O rm iston Sm ith, ilk
dağcılık film ini çekti (1902). D aha sonra R aleigh, “ Cap
burn u n d an K ahlre’ye” film i için A frik a ’yı güneyden kuzeye
b a şta n b aşa aştı (1907). 1903’ten itibaren de bazı İngiliz re ­
jisörleri, gerçek h a y a tta n p a rç a la r verm ek üzere sanay i ile
ilgili “B ir ard u v az parçasın ın hikâyesi”, “M adencilerin h a­
y a tı” gibi film ler y ap tılar. B irinci D ünya S avaşm a k ad a r
bu alan d aki ü stünlüğü m u h afaza ettiler. “ S co tt’un Güney
K u tb u n a se y ah a ti” (y a h u t “Ebedi sessizlik” 1912) gibi uzun
belge film leri y ap tılar. 1910 da yapılan bu se y ah a t feci bir
şekilde bitm iş, k a p ta n Scott, A m undsen’in kendisinden önce
G üney k u tb u n a vardığını gördükten sonra, birk aç arkad aşiy -
le ölm üştü. S ağ k alan la rd a n op eratö r H. G. P o n tin g bu se­
y ah a tte n , h er ânı binbir güçlükle tesb it edilm iş çok güzel fo­
to ğ ra fla rla dolu b ir film g etirm işti. Bu b a ş a n ve benzerleri
sonradan R obert J. F la h e rty ’ye “N anouk” (1922) film ini çek­
m ek im kânım sağladı.
Aslı İrlandalI olan bu A m erikalı rejisör, k âşif ve sey­
yah o larak çektiği ilk film k az ay a u ğ ra d ık ta n so n ra Hud-
SİNEMA TARİHİ 145
son körfezi çevresinde onbeş ay yaşayıp kendisine ısm arla­
nan eseri m eydana getirdi. N anouk, b ir E skim o’nun adıydı.
Bu film de E skim oların hayatı, kıyafeti, eğlenceleri tesb it
edilm işti. F la h e rty bu ilk film iyle öyle gidilm em iş b ir yola
gitm iş, k usursuz fo to ğ ra f çekm e kabiliyetiyle öyle geniş
bir şö h ret y apm ıştı ki, birçok m em leketlerde film a ra la rın ­
da sa tıla n dondurm alı çik o latala ra N anouk, y a da E skim o
adı verildi. F lah erty , P a ra m o u n t la an la şa ra k iki yıl P asifik
ad aların d a yaşadı ve “M oana’’yı çevirdi. Çetin k u tu p h a y a ­
tın d an sonra sıcak m em leketlerin ta tlı m a n za ra ları iyi g e­
liyordu. A m a film de cinsiyet rol oynam adığı ve g ita r sesle­
ri duyulm adığı için fazla k â r getirm edi. F la h e rty rejisör
V an D yke’le birlikte T a h iti’de b ir yıl çalıştı. M aori’lerin h a­
y atiy le ilgili b ir film yaptı. A v ru p a’da gösterilen ilk sesli
A m erikan film i de bu oldu ve büyük b aşarı kazandı. F la ­
herty, M aoriler üzerine iki film daha çevirm iştir. B ununla
b erab er 1914 - 1930 ara sın d ak i belge film ini tek b aşın a te m ­
sil etm ez. A m erika’da birçok rejisör bu çığırı denem iştir.
B unlar ara sın d a M erlan Cooper, E rn e st Shoedsack gibi k im ­
seleri saym ak m üm kündür. İ ra n ’da, Siyam ’da gerçek ta b ia t
o rtasın d a çektikleri belge film lerinden sonra 1933 te K ing -
K ong’u çevirdiler. Bu tarih, sinem a tekniğinde buzlu cam
(tra n sp a re n t) usulünün kullanılışına ra stla r. Bundan so n ra(
bu rejisö rler 1935’te “Pom pei’nin son günleri”yle Ita ly a n g e­
leneğine döndüler.
Sesli film çıkınca Hollyvood, büyük belge film lerinden
vaz geçti. Çoğu o rta değerde, sinem a p ro g ram ların ı ta m a m ­
lam ak üzere k ısa film ler yaptı. R usya’da ise, başlangıcın-
danberi belge film ciliği önem senm iş, h a ttâ sinem ada bir okul
du rum una girm işti.
A lm anya K u ltu r - F ilın ’e gereği k ad a r önem verdi. U F A
bu konuda çıplaklık, sağlık ve ta b ia t o rtasın d a y aşam a fik ­
rini destekleyen film ler çevirtti. H itler devrinde belge film le­
rinin yerini p ropaganda film leri aldı.
F ra n s a ’da belge film leri çoğunlukla m üstem lekelerde
çevrildi. Citroen otomobil şirketinin y aptiğı gibi, “ Sahrayı
otom obille geçiş” ta rz m d a reklâm film leri çevrildi. Lange-
vin, P au l P errin, Louis Lum ière, P au l V aléry gibi ilim, ede­
b iy a t ve sa n a t şöhretlerinin ev h ay a tla rı te sb it edildi.
In g ilte re ’de tskoçyalı John G rierson 1929 da ilk belge
F. 10
1 46 SİNEMA TARİHİ
film ini y aptı. Bu, balık aviyle ilgili bir eserdi ve onun sori
film i oldu. A m a e tra fın a toplanan gençlerle â d e ta bir okul
m eydana getirdi. Bazı bakanlıklardan, bazı şirketlerden y a r­
dım g ö rerek belge film ciliğini geliştirdi. İn g ilte re ’de bu a la n ­
d a çalışm ış pek çok rejisö r gelm işti. B unlar ara sın d a A rth u r
E iton, tenkitçi P au l R otha, S tu a r t Legg, B asil W rig h t u n u ­
tu lm ay acak isim lerdir. İlk za m an lard a d ah a çok sinem a te k ­
niğiyle ilgilenen belge filmciliği, sonradan İn g ilte re ’nin bü­
y ü k sanayi m erkezlerini, fab rik aların ı ta n ıtıc ı belgeler tes-
bitine girişti.
F la h e rty ve C avalcanti’nin tesiriyle İngiliz film ciliği d a­
h a insancıl b ir halde geldi. Bu yeni akım 1935-1936 ara sın d a
gelişerek “Seylân Ş ark ısı” ve “Gece P o sta sı” (N ig h t M ail) g i­
bi iki güzel eser verdi. Basil W rig h t’in hazırladığı bu film ­
lerde H a rry W a tt da çalışm ıştı. C avalcanti’nin y ap tığ ı film ­
lerde ise belge tesbiti, in sa n la r ve b ilhassa L ondra ahalisi
üzerine çevrilm iştir. E d g a r A nstey, D onald A lexander, Joh
T ay lo r d a bu ta rz d a film ler yapm ışlardır.
O za m a n lar sosyal kelimesi, film lerdeki tarafsızlığ ın ve
tesbitçiliğin ü stünlüğünü ifade etm ek için kullanılırdı. A m a
o film ler, tahlüci olm aktan çok tasvirciydi. Bu okulun ş a ­
heseri olan “Gece P o sta sı” film ine ballınca in san ların ta v ır ve
h arek etlerinin, davranışlarının, film e çekilm iş sahneleri izah-
eden m anzum sözlerin, ra y la rm akışının, gün b a ta rk e n g ö rü ­
len k ır m a n zaraların ın b ir ses ve h a re k e t birliğiyle ta sv ir
m a k sad ın a hizm et ettik le rin i görürüz. Belge film leri, İn g i­
liz sinem acılarına, gü n lü k alelâde h a y a tta son derece m erak
edilmeğe, seyredilm eğe değer özellikler bulunduğunu isb at
etm iştir. İn g iltere'd e ilk film lerin nasıl hayal m ahsulü h a y a ­
le t konulariyle dolu olduğu h atırlan ırsa , bu halin gerçek bir
evrim doğurduğu anlaşılır.
Hollyvood, 1935' e doğru, belge film ciliğinde yeni b ir ü s­
lûp k eşfetti. M organ ailesinin m ülkü olan T im e günlü k g a ­
zetesinin ilâvesi o la ra k “Zamanın, geçişi” adlı bir ilâve h a ­
zırladı. Bu film i h azırlay an ve y apan Louis de R ochenıont’du.
Bu sinem a g azetesi özel rö p o rtajlard an , arşivlerden fay d a la­
n ıla rak hazırlandı. M éliés ve Z ecca’nın k ırk yıllık usulünü
ta tb ik ederek noksan k alan k ısım ları yeniden te rtip etm ek
su retiy le film i tam am ladılar. Bu iş için de ya olayın k a h ra ­
m anını, y a ak tö rleri ve stüd y o ları kullandılar. “Z am anın ge­
çişi” günlük gazete rö p o rta jla rın d an alınm ış b ir fik rin b a­
SİNEMA TARİHİ 147
şarı ile ta tb ik i dem ekti ve te k n ik bakım dan m ükem m el so­
nu çlar verdi.
Canlı, h are k etli resim ler, sinem a sa n a tın d a belge film ­
lerinden daha sağlam b ir y er aldı. Bu sayede resim ler, hey­
keller, çizgiler, hacim ler gölgeler ve bebekler k u k la la r p e r­
dede k ım ıldıyarak gösterilebildi. Bu usul sayesinde p lâstik
s a n a tla r dediğim iz (resim , heykel, m im arlık ve süslem e s a ­
n a tla rı) h a re k e t etm e im kânına kavuştu.
H arek etli resim ler, aslında, sinem a dediğimiz h arek etli
fo to ğ ra fta n d ah a da öncedir. P lateau , S tam p fe r ve Em ile
R eynaud bu işe başlam ışlardı. F a k a t canlı resim lerin bUtün
d ü n y ay a yayılm ası, fo to ğ ra f tekniğine bağianm asiyle m üm ­
kün olm uştur.
1907 de N ev y o rk 'tak i V itag rap h atölyelerinde kim ol­
duğu bilinm iyen bir genç m anivelâ usulünü buldu. Bu usul­
le kam era, her resm i te k e r te k e r fo to ğ ra fa çekebiliyordu.
S tu a r t B lackton bu usulü “B üyülü K onak” adlı film de k u l­
landı. Film de, eşya, iplerle kım ıldatılm adığı halde h a re k e t
ediyordu. B ir bıçak, bir sucuğu kendi kendine kesiyor g ö ­
rü n sü n diye h are k etin h er safhası, aralık lı o la ra k ve te k er
te k e r film e çekilm işti. S tu a r t Blackton, bir m ürekkepli k a ­
lem i kendi başın a resim çizerken de film e çekebilm işti. (Bü­
y ü lü kalem , 1907 ) Böylelikle, h arek etli resim ler tekniğinin h er
, t a r z sinem aya ta tb ik edilebileceğini gösterm iş oldu. O zam an ­
la r b u n a O rta A v ru p a’da “tru cfilm ” ya da “film atru c” yani
hileli sinem a deniyordu. F ra n s a ’da buna “am erik an usulü
h a re k e t” dendi. H enüz A v ru p a'd a böyle şeyler yapılm adığı
b ir sıra d a Segiendo de Cham on adlı İspanyol, 1909 a doğru
“E le k trik li otel” film inde bu usulü ta tb ik etti. Sahneyi re ­
sim resim fo to ğ ra fa çekm e usulü Em ile Cohl ta ra fın d a n
P a th é stü d y o ların a getirildi. Bu adam uzun m üddet k arik a -
tü ristlik etm işti. B ir tesadüfle rejisö r oldu. B ilhassa sinem a
hilelerinde u s ta idi. “A m erikan h are k eti”ni yüz şekilde, en
önce de canlı resim lerde, yani el yapısı resim lerde ta tb ik e t­
ti. Y aptığı ilk hareketli film ise “H ayal oyunu” (F a n ta sm a ­
gorie) idi (1908). B u rad a bir fil yavaş y avaş bir dansöz olu­
yor, so n ra d ah a b aşk a k ılık lara giriyordu. F ig ü rlerin böyle
biçim değiştirm eleri onun hem en bütün y a p tık la rın d a g ö rü ­
lür. Cohl, “Mini m ini F a u s t”la 1910 da ilk bebek film ini de
çevirdi, am a peşinden giden olmadı. Bu sıra la rd a İn g ilte re ’de
A rm strong, K arag ö z’e benzeyen gölgelerin h arek etlerin i
148 SİNEMA TARİHİ
te sb it ederken R usya’da S tareviç ölü böcekleri, sonra da be­
bekleri h a re k e t halinde film e alıyorlardı.
S tu a rt Blackton, A m erik a'd a ta k lit edildi. W indsor
M ac K ay, Dinozor G ertie adını verdiği hayvanın film i için
üç sene resim yaptı. D aha b aşk a da canlı resim film leri çek­
ti. A m erika’da canlı resim lerin yayılm asında basının büyük
rolü oldu. Film e çekilm ek üzere hazırlan an hikâyelerin re ­
sim leri ay rıca çok basılan gazetelerde yayınlanıyordu. Fis-
h e r’in ve B e rt G reen’in y a ra ttık la rı tipler 1915 1929 a r a ­
sın d a çok ra ğ b e t gördü.
A m erika’da h arek etli resm in gördüğü rağbet, F ra n s a ’yı
da hızlandırdı. Em ile Cohl birçok film yap tığ ı gibi B en ja­
m in Rabier, O’Galop, Joseph H em ard bu yolda çalıştılar.
L ortac, Cheval le birlikte aylık bir canlı resim ler dergisi y a­
yınladı. 1920 - 1923 ara sın d a bu yayın devam etti. Sessiz film
devri kap anırken, F ra n s a ’da hareketli resim çığırı da hem en
hem en sönm üştü.
ö te y an d a n P a ris ’e yerleşm iş olan S tareviç bebek film ­
lerinden b aşk a m asalları da canlı resim haline g etirdi: “K ral
olm ak İsteyen k u rb a ğ a ’’, “T a rla faresiyle şehir fa re si”, “B ül­
bül”, “K elebekler k raliçesi” gibi film lerinde sab ırtaşm ı ç a t­
la ta c a k b ir em ek vardır. Bunun da sebebi, kişilerini gereği
k a d a r sadeleştirm em esi, başlıca kişiyi te fe rru a t resim leri
o rtasın d a b ıra k a ra k â d e ta boğm asıdır.
A lm anya'da L o tte R einiger gölge resim lerle, K aragöz
ta rz ın d a ilgi çekici film ler yapıyordu. 1928 de “P re n s Ah-
m ed’in başından geçenler” , 1933 te “C arm en” böyle h a z ır­
lanm ıştı.
A v ru p a’da canlı resim ler birkaç tipe b ağ lan ır kalırk en
A m erik a’da bu iş iyice gelişti. Başlıca y a ra tıc ıla rı M ax ve
,Dav F leischer kardeşlerdi. 1920 den itib aren başladıkları
“H okkanın dışında” adlı seri, fo to ğ ra fla el yapısı resm i b ir­
leştiriyordu. F ilm leri adam akıllı bir sen ary o y a d a y a n m a k ta y ­
dı. Coco adiyle y a ra ttığ ı palyaço tipi, kendi y ara tıcısı aley­
hine öbür kişilerle, film k ah ram an lariy le işbirliği e ttik te n ve
çeşitli m a sk aralık la rd a n sonra, ceza olarak y aratıcısı ta r a ­
fından m ürekkep hokkasına geri tıkılıyor, m ürekkebe bo­
ğuluyordu. Sesli film çık tık ta n sonra F lischer kardeşler, doğ­
rudan doğruya insan kişiler y a ra ttıla r. B e tty Boop, daha Püı
Up lâfı o rta y a çıkm adan, cinsi çekiciliğiyle bu tip i can lan ­
dırıyordu. F a k a t ahlâk cem iyetleri h are k ete geçerek bu el
SİNEMA TARÎHİ 149
yapısı m üthiş dişinin dişiliğiyle hüküm sürm esine engel oldu­
lar. B unun üzerine F leischer’ler b ir denizci k a rik a tü rü olan
Poppey’yi y a ra ttıla r. Bu tip aslında S eg ar’ın eseriydi ve
basında hayli tanınm ıştı. S inem a’da da büyük ra ğ b e t gördü.
F leischer’lerin işe başladığı sıra la rd a P a t Sullivan “K e­
di F elix ”yle canlı resim lere yeni b ir yön kazandırm ıştı. Bu
talihsiz hayvanın kazandığı büyük başarı, b ir alay hayvanı
perdeye çıkardı. Ben H arrison ve M anny Gould yine kedi
olan M atou ile, Ub îv e rk s K u rb a ğ a F ü p ’le, W a lt Disney
1926 1928 ara sın d a T av şan O sw ald’la ve bilhassa M ickey
F a re ’yle k erv an a k atıld ılar. A lm an ve Irlan d all b ir aileden
gelm e olan W a lt Disney, 1923 - 1926 ara sın d a o rta k a ra r
Alice serisiyle bu yola; dökülm üştü. Sonra, kendisine yol
gösterm iş olan K edi F elix k a d a r kuvvetli ifadesi olm ayan
T avşan Oswald’i y a ra ttı. Y irm i altı film O sw aid’i a ra n a n bir
k ah ra m an haline g etirm işti am a, bu n a p a ra y a tıra n se rm a­
ye sahibi âdeta iflâs halindeydi. Disney, iste r istem ez M ickey’i
düşündü.
M ickey’nin ilk talihi doğar doğm az ses ve gürültüden
faydalanabilm esi oldu. M üzik de buna yardım etti. H albuki
Fleischer, ancak Ingiliz halk türküleriyle yetiniyordu. Disney
ses ve resim le yepyeni b ir kom ik te sir elde edilebileceğini ilk
o la ra k anladı. Ilk “Silly Sym phony” film indeki (1929) “ ö lü ­
ler dansı” (Skeleton Duce) S ain t S aens’in m üziğiyle bir
isk elet .g ru p u n u h areketlendirir. Tıpkı bir bale gibi, is k e ­
le t halindeki ölüleri kol kem ikleriyle k ab u rg a la rın a vurup
xylophone denilen bir sa n tu r çeşidinin seslerini çık arırlar.
Bu devrinde Disney, eski Ingiliz ve A lm an rom antizm inin
bol bol faydalandığı unsurlardan, hayaletli şatolardan, zin­
cir gürültülerinden, gece yarısını v uran saatlerden fay d a la­
nıyordu.
M ickey, daha doğuşundan itibaren akıllı, iyim ser, saf,
herşeyi k ırıp döken am a iyi niyetli bir k a ra k te ri tem sil edi­
yordu. Rakibi, Felix’i h a tırla ta n b ir de düşm anı vardı, ilk
M ickey’Ierde kom ik, daha ziyade m üzikle sağlanıyordu. Bu
usulden çabuk bıkıldı. R enkli film in bulunuşu, M ickey’yi y e­
niden h a y a ta k avuşturdu.
ilk za m an lar iki ren k te n ib a re t olan Technicolor siste ­
m iyle çevrilen Sllly Sym phony’lerde m asallar canlandırıldı.
Disney, b ir yandan, görülm em iş b ir ustalıkla, hepsi de h a y ­
van olan yeni kişiler ve k a rik a tü rle r y aratıyordu. Üç KUçiik
150 SİNEMA TARİHİ
D om uzla H ain K urt, b irkaç film de tükeniverdiler. F lorab el­
le adlı inek hiçbir zam an fig ü ra n olm aktan ileri gidemedi.
A m a F lu to adlı köpek, koklayışlariyle, yalayışiyle, köpek­
çe h arek etleri ve a ra s ıra budalalığiyle bütün dünyada sevildi,
uzun öm ürlü oldu. O kadar tanınm ış ve sevilm iş olan Mlckey
bile, yeni bir k ah ram an ın sevimli, zeki, hiddetli halleri k a r ­
şısında b iraz şöhretini k aybetti. Bu yeni k ah ra m an b ir ö r­
d ek ti: Donald. D onald D uck, yani Ö rdek P o n ald b ir yandan
film lerde, b ir y an d an âd e t olduğu üzere resim li rom an lard a
b ü tü n dünyayı gezdi.
İkinci D ünya Savaşı sırasın d a W alt D isney'in sa n a tı en
y ü k sek n o k ta sın a ulaştı. İ c a t kabiliyeti, eserindeki şiirlilik
eşsizdi. Çizgilerindeki k ıv rak lık ve yum uşaklık hem sevim li­
liği artırıy o rd u , hem de birçok şekil değişm elerini kolay laş­
tırıyordu. D isney ve ark a d aşları, klâsik m üzikle g a g denilen
ta v ır ve h a re k e t kom iği ara sın d ak i yakınlığı sağladılar, iş­
birliğini, beraberliği artırd ıla r. Bu h u sustaki en büyük b a ­
şa rıla n , M ickey O rk e s tra s ın a R ossini’nin G illaume Teli u v er­
tü rü n ü çaldırm aları oldu. P arça n ın fırtın a kısm ı gelince film ­
de b ir k a sırg a kopuyor ve çalgıcılar' gök yüzünde, toz b u ­
lu tla rı ara sın d a bu kısm ı çalm ağa devam ediyorlardı.
Sllly Sym phony serisi her zam an ayni b aşarıy a u la şa ­
m adı. E n iyileri m asallard an ve halk danslarından ilham
alan lard ı: “A ğustos Böceğl’yle K arın c a”, “T avşan la K ap ­
lum bağa", “T a rla faresiyle Ş ehir faresi” gibi (1934 1936).
ö b ü r senfonilerde gün b atışları, son b a h a r y a p ra k la rı ö rü m ­
cek ağ ları, p ırla n ta gibi p arla y an su dam lacıkları fazlasiyle
kullanıldı. B u sıra d a D isney atölyeleri, canlı resim lerle uzun
film ler y apm ak yoluna g itti. 1938 de çevrilen “P am u k P ren -
ses’le Yedi cüce” hazırlan ırk en F ra n sa, İta ly a ve Çekoslo­
v ak y a gibi A vrupa m em leketlerinde canlı resim ler henüz de­
nem e halinde bulunuyordu. Gerçi bu ta rz d a birçok film çev­
rilm ekteydi am a, onlar henüz tecrübelerde bulunurken A m e­
r ik a bu işi sanay ileştirm işti bile.
“P am u k P ren ses’lo Yedi cüce” W alt D isney’in hâriku-
lâde san atın ın hem en yüksek noktasını, hem de tic a ri b a ­
kım dan sağladığı büyük gelire rağm en a rtık dönüm n o k ta ­
sını teşkil etti. S av aştan önce, 280 dolar gibi b a sit b ir se r­
m ayeyle kurduğu o iptidai atölyeler, gerçek bir fab rik a, m a n ­
zarası alm ıştı. Bu fab rik ad a 2000 kişi, h e r yıl iki büyük film,
48 ta n e de kısa film çevirm ek üzere harıl h arıl çalışıyordu.
s i n e m a t a r i h î 151
R. K. O. şirketiyle M organ bankası, böylece u m m adıkları b ir
k â rla k a rşıla ştık la rı film e gerekli serm ayeyi yatırm ışlard ı.
Y alnız A m erika’da bu film sekiz milyon dolar getirdi.
O rta d a M ickey gibi b ir örnek bulunduğu için, “P am u k
P ren ses” de h e r a k la gelebilecek şekilde s a tış a arzedildi:
bebekleri yapıldı, şekerlem eleri, sellilloidten oyuncakları y a ­
pıldı, yedi cüceler resim li te frik a rom anlarının bitm ez tü k e n ­
m ez o laylarında başlıca kişi o la ra k çizildi, albüm, mendil,
çam aşır haline getirildi...
W a lt Disney, 1940'te “Pinocchio”yu çevirdi. Bu d a güzel
bir filmdi. T icari bakım dan ‘‘P a m u k P re n ses” k a d a r iş y a p ­
m adı. 1941 de çevirdiği eşsiz “D um bo” (IJçan F il) den de,
1942 de yap tığ ı faz la duygulu “B am bi” den de iyiydi. F a k a t
D isney’in en iddialı filmi, 1940 da çevrilm iş olan “F a n ta s la ”-
dır. Mickey, bu film in en güzel yerinde, büyücü çırağı o larak
yeniden k arşım ıza çıkar. Bu film de P aul D u k as’nm bilhas­
sa bestelediği b ir p arçad an b aşk a M oussorgsky’den, Çay-
kovski den besteler, S chu b ert’in A ve M aria’sı, Ig o r S tra -
w insky’nin “îlk b a h a r”ı ve B eethoven’in “K ır senfonisi” ça­
lınm ış, resim le te fsir edilm iştir. Bu tefsirler o derece k u v v et­
liydi ki, uzun zam an, o m üzik p a rç a la rı dinlenildikçe r e ­
sim lerin de h atırlan m a sı tehlikesinden şik â y et edilm iştir.
F ilm in en güzel y e r i,1tam am iyle soyut resim anlayışında b ir
re n k ve biçim cünbüşünün hâkim olduğu kısm ıdır. B ununla
beraber, “F a n ta s ia ” bazı ten k itçiler ta ra fın d a n beğenilm e-
m lştir. D isney’in bu eseri de çok p a ra getirdi.
Disney, bütün bu film lerinde hayvanlara, bitkilere çok
sevimli, çekici İfadeler k az an d ıran b ir y u v arla k çizgi Uslû-
blyle çalışm ış, resim lere kendine m ahsus üslûp dam gasını
v urm uştu, ö y le ki, eskiden kendisine rak ip olan kim seler
ve firm alar, hem en onun tak litçisi durum una düştüler. W al­
te r L antz, U b Iw erks ve LıĞon Schlesinger, pek de p a rla k ol­
m ay an b ir g ru p teşkil ettiler. H ugh H arm a n ’la Rudolf
İsing, b irbirlerinden ayrılm adan önce dahi, vaad ettik leri k a ­
d a r verem ediler. Y alnız Tex Avery, canlı resim film lerinde
A m erikan tekelinin zorladığı ü slûptan sıyrılabildi. Gerçi
A m erikan canlı resim film ciliğine büyük b ir te siri olm adıy­
sa da, bağım sızlığını korudu.
RUSYADA SİNEMANIN GELİŞMESİ

R usyada sesli sinem a, öbür m em leketlerdekinden çok


so n ra b aşlam ıştır. Çünkü yabancı m em leketlere te sisa t m as­
ra fı k arşılığ ı o la ra k p a ra verm ektense, R uslar, herşeyi k en ­
dileri yapıncaya k a d a r beklediler. 1929 da ilk defa bir film in
sözlendirildiğini görüyoruz. A m a ilk sözlü film ler, gerçek
anlam iyle 1931 de görülm eğe başlar. 1934 te ise 26000 sine­
m a salonundan yalnız 772 sinde seslendirm e te rtib a tı vardı.
Sinem a salonları ve seyircisi çoğaldıkça, eserlerin s a n a t de­
ğerinden fedakârlık yapılıyordu. E n b asit bir köylünün bile
anlayabilm esi gayesiyle h a re k e t edildiğinden film lerde an ­
laşılm a lehine s a n a t feda edildi. E sefler basitleştirildi. B un­
lar, m em leketteki yeni h ay a tın gereklerini yaym ak, herkese
ö ğretm ek gayesini, gizli veya açık, o rta y a koym ak zorunda
olduğundan, rej.') ı propagandası, tıpkı N azi A lm anyasında
olduğu gibi ön p lâna geçirildi. '
R u sy a’y a dönm üş olan Poudovkine’in rejisörlüğünde
çevrilm iş b ir film kontrpuvan sistem inde bir sahne canlan­
dırdığı zam an halk bunu anlam ıyordu. M eselâ kocasını tr e ­
ne g ö tü ren bir kadın, tren yerinde durduğu halde geç k a l­
m ış olm ak tasasiyle tekerlek gürültüsü, lokom otif sesi du­
yuyordu. T ren yerinde kaldığına göre bu g ü rü ltü le r g erçe­
ği değil, kadının endişesini, ruh halini an latm ak tay d ı. A m a
seyirci bunu çelişik bir an latış sayıyordu.
E isenstein ise önce F ra n s a ’da birkaç film yapm ış, son­
r a ark ad aşlariy le Hollyvood’a gitm işti. O rada birşey yapa-
m ayınca M eksika ya geçti. Birçok belge film leri çekti. Bu
kilom etrelerce n eg atifi uygun eserde k u llan acak tı am a
kullanam adı. A m erikan hüküm eti, rejisörün ik a m et iznini
ip tal etti. E isenstein, M eksika’dan M oskova’y a geçti. Uzun
uzadıya hazırladığı ilk film i h a lk a gösterm ek ten vazgeçti.
N asıl Poudovkine D evlet Sinem a E n stitü sü ’ne m üdür o larak
gençleri y etiştirm eğ e kendini verm işse, sessiz sinem a dev­
rinden k alan E isenstein de.^sesli film başlayınca teredd ü tlere
düştü, işi başaram adı.
D ziga V ertov ve 'D ovjenko da b aşarısız lık la ra u ğrad ılar.
SİNEMA TARİHİ 153
F a k a t bu eski u sta la rın sönm esine k arşılık yeni ve genç re ­
jisö rler yetişiyordu. N icolas E k k “H a y a t Yolu” ile d ik k ati
çekiyordu. K ozintzev, T rauberg, Y outkevitch b ir nevi şir­
k e t kurm uşlardı. F. E. K. S. h arfleriy le k ısa ltılan bu şirk e­
tin unvanının başında " F a b rik a ” kelim esi vardı. Sonradan
b aşlıb aşların a ça lışarak film ler çevirdiler. B unlar ara sın d a az
çok b aşarılı olan eserler v a r idiyse de, R u sy a’da sesli sine­
ma, sessiz film devrinden d ah a kötü ve sönük başlam ıştı. Ye­
ni nesilden, nisbeten iyi rejisörler yetişti. B unlardan E rm -
ler, sinem ada insan ruhunu inceleyen çığırda kendine yeni
bir yol aradı. Çoğu da ta rih konularını tercih ettiler. Şolohof,
O strovsky, Gorki gibi y az arla rın eserleri sinem aya ak tarıld ı.
ÖBÜR MEMLEKETLERDE (1914 - 1940)

Hollyvood için g erçi yabancı diller bir engel olm uştu.


H a ttâ birçok m em leketlerde sesli sinem anın erkenden y e r­
leşm esine bu hal sebepti. Am a, yine ayni sebep, yani b ir m em ­
leketin kendi dilinde çevirdiği film i b aşk a dili konuşan m em ­
lek ete satam am ası, sinem anın tic a re t sahasını â d e ta d a ra l­
tıyordu. B u işde en k â rlı çıkan, İngilizce konuşan m em lek et­
lerdi. Ç ünkü bu m em leketlerde h a tırı say ılır derecede büyük
k alab a lık la r yaşam ak tay d ı. K ısacası Hollyvood’un en k u v ­
vetli rakibi, a r tık İn g ilte re ’ydi.
1914 - 1918 savaşı, İngiliz film leri hesabına bir felâk et
oldu. G itgide film yap m a im kânları azaldı. İlkin B ritish Gau-
m aont, H epıvorth, London F ilm gibi şirk etler savaş film leri
y ap tıla r. Y a da büyük edebi eserleri sinem aya nak lettiler.
L âk in ahali, A m erikan film lerini tercih etti.
1918 den so n ra In g ilte re film yapm a işinde yeniden
kalk ın m ay a koyuldu. O zam anların en iyi rejisörü, "Ş arlok
H olm es” (1920) gibi, "S erseri Y ahudi’’ (1922) g ib rfilm le riy ­
le M aurice E lvey'di. Cecil Hepıvorth, a rtık m eslek h a y a tı­
n ın so n ların a y aklaşm ıştı. T hom as B entely’se OUver T w isfi
film e a k ta rm a k la uğraşıyordu. V ictor M ac Laglen, George
K. A rth u r gibi ak tö rle r ve değerler yeni yeni keşfediliyor­
du. Bu sefer A m erikan film cilerinin sinem a salonu sahiple­
riy le y a p tık la rı an laşm ala r yüzünden, salonların % 90 ı
A m erikan film i gösterdiği için, İngiliz yerli film leri, boş bir
perde bulabilm ek üm idiyle epey beklemek, yani iş y ap a m a­
m a k tehlikesiyle k arşılaştı. F ilm yapm a işi yeniden y av a şla­
dı, h a ttâ durdu. B aşk a m em leketlerdeki yerini de kay b etti. En
iyi a k tö rle r iste r istem ez H ollyvood'un davetine koştu lar.
1924’te İn g ilte re 34 film yapabildi. 1925’te ise bu sayı 23 e
düştü. N ihayet iş o dereceye geldi kİ, bir h üküm et m eselesi
halini aldı. K anun kuvvetiyle h e r sinem a sahibi % 5 yani
aşağ ı y u k arı senede iki buçuk yerli film gösterm ek m ecbu­
riyetinde bırakıldı. Y erli film yapım ı da en az yılda elli ola­
ra k te sb it edildi. 1936 da ise bu kota, yani sinem aların yerli
Ingiliz kurdelesi gösterm e m ecburiyeti % 20 ye çıkarılm ış bu­
SİNEMA TARİHÎ 155
lunuyordu. K anundan so n ra İstihsal 26 film den, 1929 d a 128
film e çıkıverdi. B unların çoğu o rtad a n da aşağ ı eserlerdi;
h a ttâ b ir kısm ı m etresi iiç lira y a b ir ta k ım A m erikan firm a ­
ları ta ra fın d a n çevriliverm işti. A ra la rın d a g erçek ten değerli,
adı duyulacak olan eserler de vardı.
İlk sesli İngiliz film ini A lfred H itchcock hazırladı (1929).
Senaryosu ta m b ir za b ıta film inin m ekanik y ap ısın a uy an bu
eserinde H itchcock, g ere k sahneleri görüş açısı bakım m dan,
g erek m ontaj ve ses k o n trp u v an ı bakım ından, hayli zevkle,
ince eleyip sık dokum uştur. A nthony A squith ise böyle bir
za b ıta film inden başka, 1931 de “Teli E ngland” (İng iltere’yi
an la t) adiyle Ç anakkale sa v aşla rın a d air b ir kurdele çekti.
H içbir tesire y er verm eyen bu film ta m b ir belge ta ra fsız -
lığındaydı.
B irkaç yıl dalgalı ve güçlüklerle dolu geçti. Sonra,
A lexander K orda, “ VIH. H enry” siyle büyük b ir b aşarı k a ­
zandı. Korda, B udapeşte’de doğm uştu. M a ca ristan ’da, B er­
lin’de, sonra Hollyvood’t a birçok tic a ri film ler yapm ıştı.
B unların çoğunda baş rolü k arısı M aria K orda oynam ıştı.
Son filminde, K orda belki de L ubitsch’in B erlin’deyken çevir­
diği " A n ım Boleyn”den fik ir alm ıştı. Onun asıl keşfi, V ııı.
H en ry ’yi oynayan ak tö rd ü : C harles L aughton. Film de M erle
Oberon, E isa Laııchester, R obert D onat gibi a rtistle rin önem ­
li rolleri vardı. E ser çok beğenildiği için, iyi b ir iş adam ı
olan K orda, yıllardanberi İngiliz film lerine kapalı kalan
A m erik an p iyasasına da eserini kabul ettirdi.
“V I li . H en ry ”, İngiliz sinem acılığı için b ir işa re t oldu.
1937 de yıllık m ahsul 225 film e çıktı. Y ani dünyada ikincili­
ğe yükseldi. 23 stüdyo ve film çekilen 75 sahne vardı. Korda,
büyük adam , em rine verilen yerli ve yabancı, A m erikan s e r­
m ayelerini k u lla n arak büyük m izanseni! işlere g irişti. “Don
Ju a n ’ın özel h a y a tı” (1934) D ouglas F a irb a n k s’ın da son fil­
mi oldu. O sıra la rd a İn g ilte re ’de yeteri k a d a r zengin b ir a r ­
tis t ve rejisö r kadrosu yoktu. Bu sebeple d ışarıdan sa n atç ı
çağırdılar. F ra n s a ’dan René Clair, A lm an rejisörlerinden
Czinner, B erthold V iertel, L o th a r Mendes İn g ilte re ’ye g eç ti­
ler. ö te y a n d a n A m erikan serm aye sahipleri de İn g ilte re ’de
film çekm eğe y an a ştılar. B unların, Hollyvood’ta İngiliz a k ­
tö rlerin e çevirtilen o rta k a r a r kurdelelerden fa rk lı ta ra fı
yoktu. Sam Wood, bu a ra d a İn g iltere'd e technicolor sistem iy­
le ilk renkli film i yaptı. D okunaklı b ir hikâyesi olan “Good
156 SİNEMA TARİHİ
bye Mr. Chips” (A llahaısm arladık M ister Çips) hayli iş
y ap tı. Çevrilen büyük film ler gerçi fazla değerli değildi.
A m a az serm ayeyle çalışan b irkaç rejisör, gerçek bir Ingiliz
okulu k u rm ağ a g irişm işler ve bunu becerm işlerdi. M eselâ
A nthony A squith, G eorge B ernard Show'un eserinden a k tö r
Leslie H ow ard’la “P ygm alion”u çevirdi ki, m ükem m el ve
ta m m ânasiyle İngilizvâri bir eserdi. F ilm e çekilm iş tiy a tro
tipinin de tiy a tro d an en fazla uzaklaşabilm iş örneğiydi. İk in ­
ci D ünya S avaşından önce en iyi rejisör, A lfred H itchcock
idi. Çok eser verdi. H em en çoğunda za b ıta film lerinin h a re ­
k etliliği ve tem posu hâkim di. F o to ğ ra fları m ükem m eldi. Bazı
rövü film leriyle tiy a tro d an a k ta rm a kurdeleler de hazırladı.
Genç İngiliz rejisörleri, K orda usulü belgeci ve gerçeğe
bağlı film lerle H itchcock’un n ü kteli za b ıta film i tekniği a r a ­
sın d a küm eleniyordu.
Isp a n y a ’da sinem anın beşiği B arselona idi. D ah a 1905’te
Segundo de Chômon orad a film çekm işti. Chômon, P aris ve
T u rin o ’d a çalışm ış m ükem m el bir operatördü. 1911 ile 1918
ara sın d a F ru ttu o so G elabert çok tu tu n m u ş eserler verdi. Bi­
rinci D ünya S avaşı ndan sonra, k ısa bir d u rak la m a devresi
geçti. A rdından bol m ahsul devri geldi. 1926 da yıllık film
sayısı otuzu aşıyordu. Benito Perojo, José Buchs, Florian
R ey gibi rejisö rler yetişti. D ik ta tö r P rim o de R iv era’nın k o ­
ruyucu tedbirlerine rağm en C um huriyet devri, Ispanyol si­
nem asını ta m bir buhran içinde buldu. Ispanyol A m erikan
p az arla rın ın birbirine açılm ası sayesinde, 1935 te k ırk k a d a r
film yapılabildi. İç savaş sinem acılığı tam am iyle ta til etti.
A ncak 1939 a doğru, yeniden işe başlam ak m üm kün olabildi.
P o rte k iz’de ise ilk film 1909 da çevrildi. 1916 dan so n ­
r a film yapm a işi y avaş y avaş gelişti. 1923 1924 yıllarında
G enaro Dini, E ino Lup gibi Ita ly a n rejisörleri d avet edilerek
sinem acılığa k alk ın m a ham lesi kazandırıldı. L eitao de B arro s
gibi g erçekten değerli P o rtek iz rejisörleri yetişti. Sesli film
çıkınca P ortekiz on yılda topu topu onbeş film verebildi.
İta ly a ’da faşistlerin R om a’y a yürüyüşü sinem acılığa ağ ır
b ir darb e olm uştu. C arm ine Gallone, G enina gibi san atçılar,
y u r t dışına çık arak F ra n s a ’da veya b aşk a m em leketlerde
çalışm ağ a koyuldular. Sessiz film in sonuna doğru yeni k a ­
biliyetler yetişti. B lase ttl’nin "İl Sole” (Güneş) filmi, 1929
da D uçe’ye fa ş is t sinem acılığının p arla k güneşi gibi gö rü n ­
m üştü. B lasetti sinem anın h er çeşidini denedi. M ario Came-
SİNEMA TARİHİ 157
rini ise daha ziyade h afif kom edilerde u sta lık gösteriyordu.
Bu iki rejisörün tek tek k alan b a ş a rıla n tabii ihm al edile­
mez. A m a b u n lara b a k a ra k 1914 y a da 1945 teki gibi b ir İ ta l­
y an sinem a okulundan da bahsedilem ez. 1935’te k u ru lan si­
nem acılık enstitü sü C inecittâ denilen film sitesinin, stüdyolar
şehrinin h a z ırlık la n n a girişti. Bu m uazzam stüdyolarda ilkin
faşizm p ropagandası yap an film ler çekildi.
O rta A vrupa’da en h are k etli m em leket, sinem a b ak ı­
m ından, Ç ekoslovakya idi. B irinci D ünya S avaşı’ndan so n ra
iki Çek rejisörü, K arel L am ac’la G ustav M achaty k e şfe ttik ­
leri A nny O ndra ism indeki güzel yıldızdan fay d a lan a ra k
film çevirdiler. M achaty, 1933’te çevirdiği “E x ta se” (K en­
dinden geçiş) film iyle hem kendini, hem de sonra H eddy L a­
m a r diye ün salacak olan kadın yıldızı m illetlerarası b ir de­
ğ e r ve şöhret yaptı. Bu film gençliğin aşk hikâyesi olm akla
b erab er (H eddy L a m a r Exta.se’ı on beş yaşında çevirm işti)
hiç de incitici m ah iy ette değildi. F o to ğ ra fla r kusu rsu z çekil­
miş, ta b ia tta n g a y e t iyi faydalanılm ıştı. B aşkaca, K arel
Anton, M iroslav Cikan, İnnem an, R ovensky gibi rejisö rler
görüldü. B unların eserleri yabancı p iy a salar ta ra fın d a n da
aranıyordu.
O sıra la rd a M a caristan ’da beşyüz seksen sinem a salonu
vardı. Yugoslavya, Rom anya, B u lg aristan gibi m em leketler­
deyse iki üç yüzden fazla sinem a yoktu.
Polonya, 1920 ile 1939 ara sın d a yılda 10 ilâ 25 film y a ­
pıyordu. Sessiz film zam anında P uchalsky, Modzelewsky,
O rdynsky gibi rejisörlerin g ay retleri olm uştu.
İsk an d in av y a’da sinem a, 1940 yılına kadar, dış piy asay a
açılam adı. İsveç film ciliği ancak eskiden k alm a rejisörlerin
sudan eserleriyle yetiniyordu. G ustav E dgren ve G ustav M o­
lander, bildiklerini tekrarlıy o rlard ı. M olander, 1937 de ilk de­
fa önemli bir eser verdi “interm ezzo ”. Bu film le Ingrid B erg-
m an ’ı d ü nyaya ta n ıtm ış oluyordu. Yıldız, B erlin’de k ısa bir
m üddet k ald ık tan sonra 1939 da Hollyvood a g itti. G regori
R a to ff'u n idaresinde, “İnterm ezzo”yu bir de orad a çevirdi.
"Yeni G arbo” m em leketi hesabına kaybolm uştu.
O zam ana k a d a r K ııut H am son’un b irk aç rom anını fil­
m e nakleden Norveç, D anim arkalI rejisör Schneevoigt'un s a ­
yesinde kuvvetli eserler kazandı. Schneevoigt, N orveç’ten
so n ra te k ra r D an im ark a’ya gelerek orad a D reyer’i buldu.
K openhag’da birçok film çevirdi. K abiliyetiyle gözleri ü s tü ­
158 SİNEMA TARİHİ
n e çekti. ¿936 da N orveç’te öldü. Topu topu d ö rt yüz aalon
olan b ir m em lekette a ğ ır vergiler sinem acılığı ezerken m illet­
le ra ra sı ölçüde eser verm ek elbette çok zor birşeydl. Schnee­
v o ig t bunu yaptı.
H ollanda’da da o k ad ar sinem a salonu vardı am a, çevri­
len film sayısı, D anim arka ya nisbetle çok daha azdı.
A v usturya, sesli film çıkınca, m üzikli film sahasında
k uvvetini gösterdi. 1933’te M a rth a E g g e rt’le “B itm em iş Sen-
foni”yi çeviren W illy F o rst bu ta rz ın üstadı oldu. S ch u b ert’in
h a y a tı konusundaki bu film, dünya piyasasında y an k ılar
uyandırdı. W illy F o rs t 1935’te “M azurka” yı, 1939 da “Gü­
zel D o s f’u (Bel A m i) şöhrete ulaştırdı. Bu V iyana film leri
hafifti, neşeliydi, yalnız biraz fazlaca ağdalıydı.
L âtin A m erikası’nın M eksika, A rjantin, B rezilya gibi
belli başlı m em leketlerinde, sinem a, yüzyılın başındanberi
deneniyordu. K ısa zam anda da kuzey A m erika’nın şiddetli
rek ab etin e uğradı.
M eksika’da sinem anın babası m ühendis S alv ato r T os­
cano B arrag an , 1897 de bir L um ière âleti alm ıştı. Y irm i yıl
m üddetle kendi m em leketinin oluşunu, geçirdiği m aceraları
elli bin m etre tu ta n b ir belge halinde te sb it etti. B u belge­
lerden 1954’te “B ir M eksikalInın h â tıra la rı” film i çıktı. 1916
ile 1923 arasında, sessiz sinem a M eksika’da verim li oldu.
Ezequiel C arrasco gibi usta, belgeci b ir o p era tö r sayesinde,
b u n lar y avaş y av aş özel b ir anlam kazandı. Bu adam 1925’te
“P e tro l sav aşı”nı çevirm işti. S onra rejisö r M iguel C on treras
T orras, konularını m em leket tarihinde aradı. 1925 te n so n ra
Hollyvood burad an en iyi aktörleri, R am on N ovarro, Dolores
del Rio, Lupe Velez gibi a rtistle ri çekerken M eksika’da film
y ap m a işi sa y ıca da, değerce de düştü. 1932 ile 1936 a ra s ın ­
d a Z acharias, R afaël Sevilla ve H ernando de F u en tes gibi
rejisö rlerin iş yap an ticari film lerinden b aşk a senede k ırk
k a d a r film y ap ılır oldu. 1934 1940 ara sı ise, bazıların ca
M eksika sinem acılığının altın devri diye g österilir. M eselâ
1935'te, N evyorklu b ir belge filmcisi, P au l S tra n d “R edes”
(A lvarado âsileri) film ini çekti. Bunun senaryosunu Güzel
S a n a tla r B akanı V elasques Chavez yazm ıştı. A lm an Zinnem an
ile M eksikalI Gomès Muriel, film i tabii dekor o rtasın d a çek­
m işlerdi. B ilhassa o zam ana k a d a r sinem ayla ilgilenm em iş
b alıkçıları ve ailelerini a k tö r olarak kullanm ışlardı. Film de
çalışan k am eracılar, uzun zam an eski M eksika sa n atım n te-
SİNEMA TARİHİ 159
şirinde kaldılar. Diego R ibera, Orozco, Siqueiro gibi sa n a tç ı­
ların m uazzam fre sk o ları o nları â d e ta büyüledi.
C o n treras T orrès, ta rih i film lerine devam etti. Ju an
B ustillo ise A lm an ifadeci sa n a tın ın (expressioni&mus) te si­
rinde kaldı. H e m e k a d a r tic a ri film ler bol, değerleri düşük
oluyorduysa da, 1936 - 1940 a ra sı G eneral G ardenas’ın Cum ­
h u rb aşk anlığı sırasın d a yapılan film ler M eksikalılık b ak ı­
m ından süz götürm ez.
A rjan tin 'd e İlk rejisör, M ario Gallo, bir İta ly a n göçm en­
di (1008). “D orrego’nun k u rşu n a dizilm esi” adlı film i başarı
k az an d ık tan so n ra rejisö r ve film y ap a n b ir kim se o larak
çalıştı. K onusunu A rja n tin tarihinden alan birçok film çevir­
di. 1915 - 1920 ara sın d a Buenos - A ires te sinem a verim liydi.
Bazı y ıllar otuzdan fazla büyük film çevrildiği oluyordu.
B unların b ir kısm ı A vrupa'da, çoğu da L âtin A m erikası’nda
gösterilm ekteydi. 1920 den so n ra film yap m a işi iyice azaldı.
R ejisör José F erre y ra , ticari film leri a rtırıp a ra d a s a n a t de­
nem elerine girişm ek im kânını buldu. 1925 te n sonra, Isp a n ­
y a ’y la işbirliği denem elerine rağm en, b u h ran büsbütün a rttı.
Hollyvood, L âtin A m erik ası’ndaki sinem a salonlarının % 90
m a h âk im oldu.
Sesli film ç ık tık ta n sonra, F e rre y ra ’nın b aşarı k azan an
m üzikli film ler çevirm esi üzerine Buneos - A ires te iki büyük
stüdyo kuruldu. İspanyolca konuşan m em leketler arasında,
sinem acılık bakım ından Buneos - Aires, en ileri m erkez h a ­
line geldi: 1939 da elli film yapıldı. M eksika sinem acılığın­
dan d ah a orijinal ve millî olm adığı halde, rövü, komedi, m e­
lodram gibi ticari film ler bol bol yapılıyor ve m ü şteri b ulu­
yordu.
B rezilya’da sinem a 1925 - 1935 ara sın d a ilgi çekecek de­
recede yükseldi. G üney A m erika’nın bu en geniş ülkesinde,
sade Rio de Ja n eiro ’da değil, Sao Paolo, Recife, Bello H ori­
zont î, B ahia, P o rtre A legre gibi birçok şehirde ve dağınık
halde çeşitli stü d y o lar kuruldu, ilk önemli uzun film i F ra n ­
cesco Santos, 1913 te çevirdi, ilk sinem a kulübü 1955’te Sao
Paolo’d a kuruldu. H um berto M auro gibi, değerli rejisö rler
y etişti. Sesli film, b u rad a da işleri hızlandırdı am a, yıllık
istih sal on film i geçmedi. Ü stelik, P ortekiz'den b aşk a film
gönderecek m em leket de yoktu. 1935’ten sonra, hem en hem en
sadece Rio K arn av alı için şarkılı m üzikli film lerden b aşk a
birşey y ap ılm am ay a başlandı. B unlarda oynayan C arm en Mi­
16 0 SİNEMA TARİHİ
ra n d a ’nın Hollyvood ta ra fın d a n çekilm esi de gecikm edi. B aş­
k an V a rg a s’ın yerli film ciliği k orum ak için aldığı k a ra rla r
tesirsiz kaldı. Senede b ir büyük film ancak yapılabiliyordu.
H albuki m em leketin 1300 sinem a salonu vardı (1943) ve 110
m ilyon seyirci bu salonları dolduruyordu. P ro g ram ların
% 90 ı H ollyvood'un elindeydi.
Şili’de ilk film 1910 da çekilen b ir belge filmiydi. Val-
parezo v e S an tiag o 'd ak i stüdyolarda A rjan tin li rejisö rler g e­
lir çalışırdı. 1915’ten so n ra ilk m izansenli film ler S alv ato r
G iam bastini ta ra fın d an çevrilm eğe başlandı. K onusunu m il­
lî ta rih te n alan çeşitli film ler a k tö r ve şa ir Pedro S ienna’-
nın g ay retiy le film e çekildi. Y ılda on iki kurdele çevrildiği
sırad a sesli film çıkıverince bu iş de hem en hem en durdu.
SAVAŞ SIRASINDA SİNEMA
M ünih olayının ertesinde m ilyonlarca A m erikalı bir
radyo y aym ındaki yanlışlık yüzünden M erihlilerle sa v aşa gi-
rişildiğini sanm ıştı. Bu yanlışlığı yapan, kendi h a tâ sı yü­
zünden m eşhur oluverdi. Adı O rson W elles'ti ve doğuşundan-
beri ru h hekim lerinin dik k atin i çekm işti. Y irm i yaşındayken
M ercury T h ea ter’i idare ediyordu. R. K. O. şirk eti bu m üs­
te sn a ad am a geniş y etk ile r ta n ıy a n b ir an laşm a te k lif etti.
A v ru p a’d a savaş p a tla rk e n bu h â rik a genç Hollyvood a geli­
yor ve em rinde bulunan stüdyoyu görünce: “iş te b ir çocuğa
ik ram edilecek en güzel m akine oyuncak!” diye bağırıyordu,
ilk film i “Citizen K ano” (Y u rtta ş H ane) hem en b ir rezalete
sebep lodu. W illiam R andolph H earts, yüz gazetenin, b ir çok
şirk e t ve m üessesenin sahibi ¡olaydaki başlıca kişi benim ka-
rik atü rü m d ü r diyerek eseri m enettirm eğe k alk tı. Bu ta r tış ­
m a la r film in m eşhur olm asını sağladı.
Orson W elles yirm ibeş yaşında film ciliğe başlam ıştı.
Stüdyonun kendisine sağladığı im k â n la r yüzünden azıcık b a­
şı dönm üştü. O layda başlıca kişi, gerçekten H e a rst iln k a r ­
deşiydi. A m a rejisör, radyo ve edebiyat tecrübelerinden al­
dığı hızla, bu adam ın h a y a tın a a it ta rih sırasın ı akıllıca a lt­
ü s t etm işti. Ü stelik film i te k n ik bakım dan yeniliklerle do­
luydu: siyah - beyaz fo to ğ ra fta ışık ve gölgenin u sta c a k u l­
lanılışı, sahne derinliğinin sistem li bir şekilde düzenlenm e­
si, ölçüsüz ve beklenm edik za m a n lard a yap ılan k ay d ırm ala r
(tra v ellin g ), ses alanındaki yeni ara ştırm alar... B ütün bun­
lar, eskidenberi bilinen şekillerinden a y n b ir ta rz d a düzen­
lenm işti. E serin konusu d ah a ziyade cem iyetle ve insan r u ­
hiyle ilgiliydi. P lâ stik güzelliğe, görünüşteki biçim özellik­
lerine ziyadesiyle önem verilm iş olm ası bir bak ım a film i z a ­
yıflatıyordu. 1941 de yapılm ış olan bu film, K üba sa v aşla rın ­
dan 1940 yılına k a d a r “ Y u rtta ş K ane”in h ay a tın ı, yükseli­
şini, ru h dram ını, h ay a tın ın dış kalıbiyle gelişm esine k a rş ı­
lık iç bakım dan biteviyeliğini canlandırıyordu. Randolph
H e a rst’ün telâş etm esine lüzum y oktu: bir gazetecilik tekeli
k u rm ak , y ani kendisinin y ap tığ ı iş, film de ele alm m ış de­
ğildi. *
F. 11
162 SİNEMA TARİHİ
Welles, 1942 de yeni b ir film çevirdi. G eroge O hnet’nin
“D em irhane M üdürü” rom anını and ıran bu film de to p rak
aristo k rasisin in çöküşü, yeni b ir sanayici sınıfının yükselişi
an latılm ıştı. Film e serm aye koyanlar, eseri budadılar. Ruhi
ljı;hranlarını, fo to ğ ra fların ışık gölge oyunlariyle lüzum un­
dan faz la belirtm eye çalışan rejisör, y e r y er sıkıcı olm aktan
k u rtu la m am ıştı. T icari bakım dan da b aşarı kazanam ad ı. Bu-
Hj^nla b erab er O rson W elles boş durm adı. L âtin A m erika-
şjL^nda technicolor sistem inde kilom etrelerce renkli film çe-
yjpdi. R.K. O. şirketi, M organ bankasının k ontrolünü daha
şylaran bir değişm eye u ğ ram ıştı. M üsrif çocuk Hollyvood’a
çşğ n ld ı. Onu yeniden radyoya ve tiy a tro y a g eri yolladılar.
^Lmerika sa v a şta olduğu m üddetçe topu topu bir te k önem siz
f|t&n çevirdi. U zun bir a y rılık ta n sonra yeniden film ciliğe
döndü, am a ilkin ısm arlam a ve başarısız eserler verdi.
>lo' O rdunun m anevi kalkınm ası için gerekli propagandayı
bilhassa belge film leri sağlıyordu. Bu sarinin şaheseri,
IŞrank C a p ra’nm nezaretinde hazırlan an “N eden çarpışıyo­
r u z ? ” film iydi. Film in bizzat Cap ra ta ra fın d a n çekilen ilk
hışm ında. H itle r in, M ussolini’nin ve askerlerinin arşivlerden
çıkarılm ış sahneleri vardı. Bunun boş b ıra k tığ ı yerlere Cap-
fhî. a k tü a lite film lerinden alınm ış p arçalar, h a ttâ yeniden
çevrilm iş kısım lar ekledi. B iraz suni, f a k a t çok tesirli bir
m b n ta jla film, beklenen sonucu verdi. Bu film esas itibariyle
hiçbir zam an tam am lanm ış değildi. Ja p o n 'la rla ilgili kısm ı da
Jbrie İvens ta ra fın d a n çeküm iştl. Film i k o ntrol eden askeri
m akam lar, M lkado’nun İşe k arıştırılm a m asın ı istedikleri
hjih., HollandalI rejisö r içi yüzüstü b ırak tı, tvens, bunun üze­
rin e A v u straly a’y a g itti ve orada film çevirdi.
-no S avaş sırasın d a B irleşik A m erika'da din propagandası
y ap an film ler de a rtm ıştı. H ıristiy an ahlâkçılığını y ay an ve
ktJruyan eserler, düzeni bozulan günlük h a y a tın verdiği ıs tı­
ra p la ra ilâç olarak h alk a sunuldu.
-m Bu a ra d a gelişen b aşk a b ir çeşit de, z a b ıta film leriydi.
BİHy W ilder’in “Ç ifte T az m in a t ” (Double Indem nity) adlı
1044’te yapılm ış m eşhur eserinden b a şk a M ichale C u rtiz’in
f4öfanre bedel kadın” (M ildred P ieree)i h a ttâ yine H ow ard
ifew k s in, Louis B rom field’in tahlil rom anından sinem aya
h a lle ttiğ i “Y aratılan A dam ” (L ost W eek E nd) i de bu k a ­
ra m s a r eserlerin iyilerindendir. Bu film lerdeki sivil polisler
(d ed ek tifler), k atiller, öldürülenler, soyulm uş zenginler, s a r ­
SİN EM A TA R İH İ 163
hoş k adınlar, güzel k ad ın lar hep m eşru olm ayan sevginin
cinayet doğurduğu fik ri e tra fın d a birleşirler. İniltilerle te si­
ri a rtırılm ış işkence sahneleri, m eyhane âlem leri, teselliyi
yalnız ve içkide a ra y a n canı sıkkın, bezgin b ir alay insan
k a ra b ir dünyanın kişileridir. S avaş b ittik te n so n ra m eydana
çık an cem iyet ve ru h durum u, bu ta rz film lere düşkünlüğü
d ah a d a artırm ıştı.
Bu acıklı konular, H ollyvood'u komedi çevirm ekten cay­
dırm adı tabii. B irçok rejisörün yetersiz çalışm aları yanında
C ap ra d a 1941 de “Cihan H âkim i” (M eet Jo h n D oe)ni çevir­
di. Onun ay a rın d a bir P resto n S tu rg es vardı. Bu eski tiy a t­
ro y a z a n 1932 de H ollyvocd’a yerleşm iş, kendi se n ary o lan n -
dan birini çevirm işti: “Z oraki V ali” (1940) ona O scar m ü k â­
fatın d an b aşk a rejisörlük vasfını da kazandırdı. “P alm
B each hikâyesi” (P alm B each S tro y ), “M em nû M eyva”
(L ady E ve) gibi film lerinin çoğunda S turges, eski h afif ko­
m edilerden şa şm am ıştır: iy i yürekli acaip huylu m ily ard er­
ler, sevgi işlerinde çetin anlaşm azlıklar, ansızın geliveren
serv etlerle a ltü s t olan hay atlar... A m a gülünç d u ru m la n seç­
m esini bilir ve acı olm akla b erab er g ay e t açık te n k itle r y a ­
par. S an atını en çok gösterdiği eser “A şk yıldızındır (Sulii-
v an ’s tra v e ls). Bu filmde, büyük rejisör Sullivan, içtim ai bir
film çevirm ek için işsiz güçsüz b ir serseri kılığına g irerek
film çekeceği cem iyet ta b ak a sın ı yerinde incelem ek sevdası­
n a kapılır. Serseriler, zenciler a ra şm a k arışır. D erken sahici
b ir h ay d u t zannedilerek hapse tıkılır. Güç y akasını k u rta r ır
ve içtim ai film çevirm ekten vazgeçerek bu in san ların d a
gülm eğe ihtiyaçları olduğunu kabul eder, kom ik film y ap m a­
ğ a k a r a r verir. Ş arlo’ya lâyık b ir mevzu. S turges, Ş arlo k a ­
d a r duygulu olm adığından eserinde bir gözlem ci halinde k a l­
m ıştır. O sırad a O rson W elles’i, kişilik sahibi olduğu için ka-
p ıd ışarı eden te şk ilâ t içinde, b ir m üddet te k b aşın a kaldı.
Kendisini ta k lit eden, yolundan giden kim se çıkm adı.
S avaş boyuca, Hollyvood’a yabancı rejisörler de ak ın e t­
m işti. Ingiliz A lfred H itchcock, en seçme yeri k a z a n m a k ta
gecikm edi. 1940’da, D aphne du M aurier’nin b ir rom anını çe­
virerek şöhretini y ap tı: “R ebecca”. B irkaç film den so n ra
“Şüphe”de kendini buldu: kocasını azılı bir k a til sa n an ve
onun eliyle öleceğinden ko rk an genç b ir evli kadının k o rk u ­
la rın ı canlandıran bu güzel film, tem elini Ingiliz za b ıta ro ­
m an ların d an alm ış olm akla beraber, H itchcock çevirdikten
1 64 SİN EM A T A R İH İ
so n ra en aşağ ı yirm i kere, az buçuk değişik şekillerde Holly-
vood’ta te k ra r te k ra r ele alınm ıştır. H itchcock’un A m erik a'­
dak i en m ükem m el film i “B ir şüphenin gölgesi” oldu. “Şüp-
he”y i an d ıran bu eserde tem el düşünce b ir A m erikan k a s a ­
basını ta sv ir etm ekti. A m a konu zay ıf kaldı. H itchcock’un en
bü y ü k h a ta sı çok iyi ayarlan m ış entrikayla, olayın gelişm e­
siyle yetinm esiydi. Bunun insanla ilgili yönüne pek aldırış e t­
m em işti. A ksine, göz k am aştıran , am a nafile tek n ik oyunla­
r a y er verm işti.
H itchcock, Hollyvood’ta yükselirken F ritz L an g alçalı­
yordu. Savaş, ona ebedi düşüncesi olan suçluluk hissini yeni­
den ele alm ak ve bunu “Penceredeki kadın" film inde gereği
gibi belli etm ek fırsatın ı verm işti. E skiden olduğu gibi bu de­
virde de konunun gerçeğe benzem ez dolam baçlarına kendini
k a p tırm a k ta gecikmedi.
René Clair, A m erika'daki F ra n sız rejisörleri içinde du­
rum unu en iyi koruyan sanatçıydı. B ununla berab er çevirdi­
ği film ler içinde an cak b ir tanesi A m erika’da gerçek anla-
m iyle iş yaptı. Duvivier, daha ziyade p a ra getirecek film ­
lerle uğraşıyordu. Je an Renoir, bir iki başarısız denemeden
so n ra A m erika’nın güney halkını a n la ta n bir eserle adm ı ko­
ruyabildi. M em leketlerinden u z a k ta geçirdikleri on yıla y a ­
kın zam an, en iyi F ra n sız rejisörlerinin sinem a hesabına k a y ­
bolm alarına sebep oldu.
F ra n s a ’nın işgalinden Doğu cephesinin açılışına k ad a r
geçen m üddet içinde Ingiliz film m erkezi A lm an uçaklarının
bom bardım anları altın d a kalm ıştı. S tüdyolarda çalışan lar k ı­
sım kısım silâh a ltın a çağırılm ışlardı. M alzem e k ıttı. 1937 do
iki yüz elli film yap an Ingiliz sinem ası, sav aş y ıllarınd a se­
nede elli film e k a d a r düştü, ilk zam an lar belge film ciliği g e­
niş y e r buldu ve m izansen üzerine esaslı te sirle r yaptı. Pol
R o th a bu alan d a eserler verdi. B ir b aşk a çığır ise, sokak
adam uıı, b a s it insan ları çekirdekten yetişm e ak tö rle r gibi
k u llanm a fik rin e dayanıyordu. Bu yolda çalışanlardan
H um phrey Jennings, 1943’te, A lm an sa fların d an İngiliz sa f­
la rın a atlay a n b ir şark ın ın hikâyesini “Lily M arlène”de can­
landırdı.
B una benzer bir yolda H a rry W a tt b a şa rı kazanm ıştı.
O nunla b erab er çalışm ış olan P a t Jackson, denizcilerle ilgili
iki film çekti. Birinde gerçek deniz erlerinden faydalandı.
İkincisini ise stüdyoda, aktö rlerle hazırladı. Sonuç ayniydi;
SİN EM A T A R İH İ 105
stlidyo film i nasıl belge film ine m uhtaçsa, belge film inin de
b ir sahneye, m izansene ihtiyacı görülüyordu.
O sıra d a K an a d a’da bulunan G rierson'un y a ra ttığ ı okul,
rejisörlerin çalışm a üslûbunu değiştirm ekteydi. C arol Reed
sav aş In g ilte re si’ni belgelerle ta n ıta n eserler veriyordu. M ic­
hael Powel ta ra fs ız bir gözlem ci gibi çalışıyordu. A ntohny
A squith, bom bardım an uçak larm ın günlük vazifelerini gös­
teren “Y ıldızlara giden yol” (The W ay to th e S ta rs) film iy­
le bu ta rzın şaheserini veriyordu. E ski tiy a tro kapıcısı Noel
Cow ard da kendini bu çığ ıra b ırakm ıştı.
Belgeci film in bu derece yayılm ası, ak si yolu tu tm u ş
olan A lexander K orda ile In g ilte re ’de film çeken A m erik alı­
ların yokluğu sayesinde kolaylaşm ıştı. Ş ay et savaş ortasında,
b ir milyon sterlini aşan m a sra fla rla film çekm ek kaabil ol­
m u şsa bu, işletm enin % 60 mı ve stüdyoların yarısını elinde
tu ta n A rth u r R a n k ’ın m ali y ardım ı sayesinde olm uştu.
B uğday ticaretiyle zengin olan bu m ilyarder, 1930 dan
so n ra sinem ayla ilgilenm eğe başlam ıştı. S avaşın hazırlan d ı­
ğı y ıllard a G aum ont ve Odâon şirk etlerin i alm ak, ona hem en
hem en A m erikalılarınkine yak ın b ir iş hacm ini k o ntrol a ltın ­
d a tu tm a k im kânını verdi. Sinem a salonlariyle değirm enleri­
nin geliri K ra l A rth u r's (K ing A rth u r) film ciliğin h e r a la ­
n ın a kol atm ayı ve te k er te k e r ele alındığı zam an, hem en
hiçbir A m erikan firm ası kendisiyle y a n şa m ıy a c a k olan R an k
stüdyolarım k u rm ay ı ko laylaştırdı. R a n k ın nüfuzu, 1945’ten
so n ra İta ly a ’da, H ollanda’da, F ra n s a ’da, b ü tü n dom inyonlar­
la Birleşik D evletler’de binlerce sinem a salonuna yayıldı.
H a ttâ bir a r a Hollyvood’un yeni büyüğünden birini, U niver­
sal şirk etin i bile kontrol a ltın a aldı. Genç İngiliz’le yaşlı
A m erikalı ara sın d a b ir didişm e başlam ıştı, iş in içinde dünya
piyasası dönüyordu. Z aferi k azan m ak için g a y e t lüks “su-
perproductlon”lar, üstün, büyük film ler çevirm ek g erek ti.
S avaşın bitm esinden az önce R a n k ’ın iki önem li ta sa rıy la
u ğ ra ştığ ı görüldü: B iri G abriel P a sc a l’ın “A n tuvan’la Kleo-
p a tra ”sı, öbürü L aurence Olivier sayesinde ü stü n b aşarı olan
“B eşinci H enry”. Bu büyük a k tö r ve rejisör, technicolor
renklendirm e sistem i sayesinde büyük s a n a t eserlerini sin e­
m anın em rine verm ek te XV. yüzyıl Ita ly a n şaheserlerini,
tablolarını, F ra n sız m in y atü rlerin i k u lla n m a k ta te red d ü t e t­
medi. Böylece, D ünya savaşının y a ra ttığ ı güçlüklere rağ m en
Ingiltere, 1940 ta n önce ulaştığ ı durum u korum aya, g eliştir­
1 66 SİN EM A T A R İH İ
m eye m u v a ffak oldu. K u rtu lu şta n sonra, A vrupa, sinem ada
b ir İngiliz okulunun v arlığ ın a im an etti. H itchcock’ta n m a h ­
rum , am a A squith’ler, L aurence O iliver’ler, D avid Lean, Carol
Reed, M ichael Powell, H a rry W a tt, H um phrey Jenning s gibi
değerlerle desteklenm iş b ir okuldu bu.
H itle r R u sy a’y a saldırdığı zam an M insk, H arkof, Kief
işg al edilmiş, buradakilerle M oskova ve L eningrad ’daki
stü d y o lar kullanılm az hale getirilm işti. 1914 de, b u ra la r­
dan k u rtu la n kim seler Sem erkand ve A lm a A ta şehirlerinde
birikm eğe başladılar. B ütün gücünü sa v aşa verm iş b ir m em ­
le k ette k u ru lan yeni stüdyolar te sisa t bakım ından çok ip ti­
daiydi. B üyük sa v aşlard a u ğ ran a n yenilgiler film yap m a işini
felce u ğ ratm ıştı. B unun üzerine o ra la rd a da sa v aş film leri
çevrilm eye başlandı. R usya nın h er ta ra fın a dağılm ış ope­
ra tö rle r yerli hayatı, halkın sav aşa hazırlanışm ı te sb it eden
film ler çektiler. 1942 de bu operatö rler cepheye sürüldü. S a­
vaşı, savaş hazırlığı yap an fab rik aları yerinde te sb it ettiler.
R u slar bu belgeleri, halkm cesaretini a rtırm a k ta , sav aş p ro ­
p ag an d ası y a p m a k ta kullandılar. "A lm anların M oskova önün­
den çekilm esi”, “ U k ray n a S avaşı’' gibi film ler bu vazifeyi
gördü. R ejisörler A lm a A ta stüdyolarında, sovyet ta r a f ta r la ­
rın ın h udut dışı çalışm alarını canlandıran film ler y ap tılar.
Pyriev, E rm ler bu film leriyle m em leket içi propagandayı
a y a k ta tu ttu la r. S talin g rad zaferinden so n ra A sy a’daki stü d ­
yo lar daha iyi teşkilâtlandırıldı.
F ra n sa 'd a ise, m em leketin düşm an işgali altın d a bulun­
m ası işleri büsbütün güçleştiriyordu. A lm anlar 1943 H az ira­
n ın d a P a ris'e g ire r girm ez, Cham ps E lysées’deki bir otele
“P ro p a g an d a S taJfel” denilen büroyu y erleştirerek basını,
radyoyu, sinem ayı kontrol altın a aldılar. Perdeleri A lm an
film leri kapladı, ö y le de k ö tü şeylerdi ki, A lm anlar F ra n s a ’­
d a d a F ra n sız la ra m em leketlerinde y a p tık la rı gibi film çe­
v irtm ek yoluna g ittile r. S av aştan önce ‘F ra n s a ’d a yabancı
film nisbeti % 25 ken işgalden so n ra % 100 e çıktı. A m a h al­
k m boykotu, bu nisbeti % 10 - 15 k a d a r düşürdü. 1941 den
itib aren F ra n sız stüdyoları kap ıların ı açtı. D ö rt yılda 220
film çevrildi. A lm an larla işbirliği y ap a n la rın çevirdikleri
film lere karşı, çoğunluk A lm an düşm anıydı. M ukavem et h a ­
rek eti, sinem ada te şk ilâ t k u rm a k ta gecikm em işti. T ehlike­
lerle dolu b ir “P ro p a g an d a S taffe l” bürosunun kontrolü al­
tın d a günlük, h a ttâ çağdaş k onulara y an a şm a k çok zordu.
SİN EM A TA R İH Î m

A »eak tarihi, y a da za b ıta ro m an ları konularm da, rövü füïp-


lerlnde im â yoliyle günün o la y ların a dokunıılablliyordu. £}s-
v aş öncesinin d ö rt büyük rejisöründen m em lek ette kalabil­
m iş olan te k adam M arcel C am é ydi. İlk in 4000 yılm a, soft-
r a d a O rta çağ’a a it iki film yaptı. B ilhassa İkincisinde H it-
le r’in bazı özelliklerini u z a k ta n h a tırla ta n n o k ta la r vaı^Jı
am a, işin iç yüzünü bilenlerce bile farkedilem iyecek der«$ft-
de belirsizdi. (j?
Ş air, tiy a tro yazarı, ressam ve d ah a önce de "B ir şai­
rin k a m ” film ini çevirm iş olan Jeo n C octeau’nun bu yoldfi
y ü rüdüğü görüldü. “E te m e l re to u r” (Ezeli D önüş) filmini
Je a n D elannoy’yia b irlik te hazırladı. E serin konusu, bizdpjji
L eylâ ile M ecnun hikâyesini h a tırla ta n k ırk yıllık Tristanjjp.
İse u t m asalından alınm ış, bu m asalı çağdaş kılık k ıy a fe t
içinde gösterm iş denilecek şekildeydi. M adeleine Sologn&p-
Je a n M arais, örnek sevgilileri pek güzel canlandırm ışlaı^j.
B ununla beraber, film, günün olay ların a tem as eden başjyı
film ler k a d a r ra ğ b e t görm edi. ;; j
M arcel L ’H erbier, C hristian Jacques, Claud A u ta n t -
L a ra bu devirde eser verm iş olan rejisörlerdendi. B ütün ;bu
devrin eserleri ara sın d a iyi kö tü k alac ak olan en güzel film,
şüphesiz s a n a tta güzellik gayesine bağlı kalındığı için Msnf-
cel C araé’nln 1943 1645 ara sın d a hazırladığı “P arad id ek i
ço cu k lar” (Les E n fa n ts du P arad is) dir. R om antik b ir ko­
n uda çevrilm iştir. E ugène Sue’nü n “P a ris E s r a n ” romanım­
daki çağa gidilm iştir. Je a n - Louis B a rra u lt ile A rletty , sa-
vişen çifti, M aria C asarès ald atılan evli kadını, P ie rre B ras­
se u r kalender tiy a tro oyuncusunu gerçek h a y a t s a h n e m i
o rtasın d a g ay e t güzel canlandırıyorlardı. Acı, ta tlı, neşejj,
kederli in san lar ve olaylar film in çerçevesini m eydana g e­
tirm işti. E sasında sa n a tla gerçek işbirliği etm işti. Bu fcakujj-
dan, film in kazandığı m illetlerarası b a ş a n tam am iyle ye-
rindeydi.
B ir başka akım da, a ş ın gerçekçilikti. Böyle film y a ­
p a n la r ara sın d a H. - G. Clouzot, çevirdiği za b ıta film inin Jjg-
nusunu bile gerçek b ir olaydan alm ıştı. E n trik a y ı g a y e t g$-
zel b ir zincirlem eyle te rtib etm ek te n hoşlanan bu rejişgf,
“K a rg a ”d a (Le Corbeau) bu n o k ta y a bilhassa önem v e r iliş ­
ti. B ü tü n b ir k asab a halkım te k e r te k e r cinayet suçlusu zan­
n ettirm eğ e im kân veren b ir im zasız m ektup, film in sü rü k le­
yici a n a h ta n oluyordu. Carné, insan ları iyiler ve k ö tü le r diyp
168 SİN EM A T A R İH İ
iki g ru p a ayırdığı halde Clouzot, iyilik ve kötülüğün ayni şa ­
h ıs ta toplandığı fikrindeydi. M ukavem etçi basın, film in Con­
tin e n ta l şirk eti ta ra fın d a n dış m em leketlere “B ir F ra n sız k a ­
sab ası” adiyle gönderilm ek istenm esini şiddetle p ro testo e t­
ti. B unun üzerine F ra n s a ’yı küçültücü, yanlış tan ıtıcı sayılan
isim den vazgeçildi. “P ro p a g an d a S taffe l” bu meselede a tla ­
m ıştı. İyi b ir eser olan film, İsviçre’de, A lm an film lerinin dü­
şü k değerlerine m ukabil çok beğenildi, gösterilere yol açtı.
F ilm in tekniği, savunduğu fikirden çok d ah a ilerdeydi. Clou­
zot, b u rad a "h a v a”yı büyük b ir u sta lık la kuvvetlendirm işti.
B unun yanında, b aşk a rejisö rler de b ir alay z a b ıta fil­
mi çevirdiler. Renoir, Cam é, A u ta n t - L a ra gibi eski ilerici­
lerden olan Grémillon, işgal altındaki F ra n s a ’nın en güzel
film ini 1943’te y ap tı: “Gök sîzindir” (Le Ciel e st à, Vous)
san sü rd en k aç tığ ı halde, k u rtu lu şta n sonra b ütün F ra n sızla­
rın k ah ra m an lık m ücadelesini ak se ttire n bir eser olarak
gösterildi. S onradan İta ly a ’da o rta y a çıkacak Yeni G erçek­
çilik (néo - réalism e) çığırının başlangıcı sayılm alıdır.
G rém illon’un d a dahil olduğu on kişi “Sinem ayı k u r ta r ­
m a kom itesi’ ni kurm uşlardı. O peratörler, P a ris savaşları
sıraların d a, sokak aralarında, b a rik a tla rd a yapılan m ücade­
leyi yerinde film çekm işlerdi. K u rtu lu şta n sonra köm ür, y i­
yecek, içecek yokken, buz gibi sinem a salonlarında b u n lar ve
işgalin son zam an ların d a yapılm ış ilim ler h alk a gösterili­
yordu. B azıları d ah a önce hiç gösterilm em işti. A ndré Mal-
ra u x ’n u n “Ü m it”i de böyleydi.
Şimdi F ra n s a ’da Millî E ğitim B akanı olan büyük ro ­
m ancı bu eserini B arselona da h azırlam ıştı. F ilm g ö steril­
diği sırad a M alraux, G eneral De G aulle’ün subaylarındandı.
René C lém ent’in “R ay m ücadelesi” (L a B ataille du
R ail) d ah a beşeri bir eserdi. A m a F ran sızlar, savaşın do­
ğ u rduğu fik irleri sinem ada ifade im kânı Ita ly a n la ra ve öbür
A v ru p a m em leketlerine b ırak tılar.
H itle r işgali, birçok m em leketin sinem acılığındaki y e r­
lileşm e meylini o rta d a n kaldırdı. H itle r’in yenilm esinden son­
r a in tih ar eden Dr. Goebbels, sonradan yayınlanan h a tıra ­
larında, sinem a konusundaki tutum unu aç ık ça belirtm işti:
"A v ru p a k ıta sın a sinem a bakım ından hâk im olmalıyız. B aşka
m em leketlerde yapılan film ler sadece o rad a kalm alı, m a h al­
li olmalı. G ayem iz sinem ada m illî sanayileşm eyi kabil olduğu
k a d a r ö n lem ektir”.
SAVAŞTAN SONRA AVRUPA VE iAMERIKA
(1945 - 1950)
ITA LY A N SİN E M A SI

İta ly a ’da Y eni G erçekçilik (néo - réalism e) akım ının


hızla yayılm ası B atı A v ru p a’da savaş sonrasının en önemli
h are k eti sayıldı. “Rom a, aç ık şehir” film iyle (1945) A nna
M agnani yepyeni b ir tra g e d y a a rtis ti örneği verdi. D övüşm ek
için ta m so k a k tan gelm e b ir kadın y a ra ttı.
Yeni G erçekçilik h a re k e ti daha İkinci D ünya Savaşının
ilk yıllarında kendini gösterm eğe başlam ıştı. M ihver D evlet­
lerinin b aşlan g ıçtak i sözde b a şa rıla rın a bak ın ca Rom a, A v­
ru p a perdelerini kendi film leriyle k ap lay acak zannetti. Y a­
pılan film lerin sayısı gitgide yükseliyordu. 1940 yılında 70
film e k arşılık 1941 de 90, ertesi yıl 119 film çevrilm işti. B un­
la rın b ir kısm ı fa şis t propagandasıydı.
Gelir sağ lam ak veya p ropaganda y apm ak için k ötü
eser verm ektense, L attu ad a , Soldati, C astellani, C hiarini g i­
bi rejisörler, geçen yüzyılın edebiyatından perdeye konu a k ­
ta rm a k ve bilhassa günlük olaylardan kaçm ak yoluna g it­
tiler. Böylece d ah a özenle hazırlanm ış, zevkli, sa n a t değeri
olan eserler elde edeceklerini düşünüyorlardı. G rierson’un te ­
sirinde k alan bir kısım ise belge film inin ta ra fsız görüşüne
u laşm ak gayretin i g ü ttü ler. B unlara paralel olarak yeni bir
gerçekçi h are k eti görülm eğe başladı. U m berto B arbaro 'n u n
o rta y a a ttığ ı nazariyeler, fa şis t aley h tarı Cinem a dergisin­
de yayınlandı. T enkitçilerin en azılısı Gııiseppe De Santis,
gizli m ukavem et hareketine bağlı k a la ra k yeni, gerçekçi ve
millî b ir Ita ly a n film ciliğini diriltm eğe, k u rm ağ a çalıştı.
Lucchino Visconti, De S a n tis’in asistanlığiyle “Postacı
kap ıy ı ik i defa ç a la r” (Osessione) film ini çevirdi. Visconti,
Je a n R enoir'm yetiştirm esiydi. Bu film inde a r tık k a r a göm ­
lekliler, beyaz telefonlar gibi suni sahneler yerine Ita ly a n
halkının, hayatının, sokaklarının, yaşayışının gerçek m an ­
za ra la rı görülüyordu. S av aştan önce F ra n sız film lerinde se­
zilen özellikleri m erkez yapm ış, yepyeni b ir üslûp gelişiyor­
170 SİNEMA TARİHİ
du. B ir c in a y e t şü p h esi ü z e rin e k u ru lm u ş o la n k o n u h e rh a n g i
c e m iy e t a n la y ışın ı im a e tm iy o rd u a m a , a z m ü d d e t g ö s te ril­
d ik te n s o n ra m enedildi. B u h a l ilk Y eni G erçek çi e se rin İ t a l ­
y a n sin e m a c ılığ ın a k e sin te s irin i m enedem edi.
F ilm le rd e b a ş ro le ç ık a n V itto rio de Sica, re jis ö r o lm u ş­
tu. B irk a ç d en em ed en s o n ra y a z a r C e sare Z a v a ttin i’y i k e n d i­
n e iş a rk a d a ş ı seçti. İlk film lerin d e, “ E v lâ d ım a k ıy m a y ın ” da

Vittorio De Sica (İta ly a n re jisö r ve a k tö rü )

an n e liğ in a n la ş ılış ta rz ın ı şid d e tle te n k it e ttile r. M ussolini


d ü ş tü k te n so n ra, R o m a ’da, “ G ök K a p ısı” film iyle, s a v a ş s ü ­
re s in c e İ t a ly a ’n ın k a tla n d ığ ı s ık ın tıla rı ç e şitli y ö n lerd en , b ir ­
b irin e ek len m iş k ıs a p a r ç a la r h a lü ıd e te s b ite m u v a ffa k o ld u ­
lar.
Ş a y e t M ih v e r d ev le tle ri k a z a n s a la rd ı, Y eni G erçek çilik
d a h a önce v azifesin i y a p m a ğ a m e c b u r o la c a k tı. A m a bu o k u ­
lu n d o ğ u şu n a sebep o lan h a lk k itle le ri, re jim i d evirdi. K u r tu ­
lu ş ta n s o n ra k i I t a ly a n sin e m a c ılığ ın ın ilk k o n u la rı d a m u k a ­
v e m e t h a re k e tin i y a p a n la r ta r a fın d a n v e rilm iş oldu.
SİN EM A TA R İH İ 171
“Rom a, aç ık şehir” film inin senaryosu, Rossellini ve S er­
ge Amidei'ye, m ukavem et h a re k e ti kum an d an ların d an biri
ta ra fın d a n hem en h a rfi h arfin e y azd ın lm ıştı. K urtu lu şu h a ­
zırlay an gizli m ücadeleleri, bu kum andan, günü gününe re ji­
sörlere bildiriyordu. H em en ard ın d an da Rossellini, ne s e r­
m ayesi varken, ne de kendisine m üsaade edilmişken, olayla­
rın geçtiği yerde, olayları yeniden film e çekti. Sahicilik, z a ­
m an uygunluğu perdede göze b a ta c a k k a d a r belliydi. F ilm in
m illetlerarası başarısı çok y üksek oldu ve yeni G erçekçiliği
b ü tü n d ünyaya kabul ettirdi.
“P a ls a ” film inde R ossellini stüdyodan da, m akiyajdan,
k ıy afetten, a k tö r ve h a ttâ senaryodan da vazgeçm işti. Rös-
sellini, Amidei ve genç gazeteci Federico Fellini y ap tık ları
b ir an k e tte n altı sinem a hikâyesi çıkardılar. S okak köşele­
rinde, m a ğ a ra la rd a k a rşıla ştık la rı kadın, p ap as v.s. gibi kim ­
seleri, d aha önce y aşad ık ları acı günler üzerinde sorguya
çek tiler ve o günleri k am era önünde o n la ra te k ra rla ttıla r. Bu
usule göre ne güzelleştirm ek için çalışm aya ihtiyaç vardı, ne
de a ra ştırm ay a . “P a lsa ” 1946 yılının en pahalı Ita ly a n filmi
oldu. Güzel, düşünülm üş, hesaplanm ış fo to ğ ra f çekm e ta s a ­
sının hor görülm esi, yepyeni b ir anlayışı o rta y a koyuyordu.
Bu anlayış çabucak dünyanın h er ta ra fın d a ta k lit edilecek­
ti.
M illetinin dertlerini yüksek sesle h a y k ırd ık ta n sonra
Rosselini kendine yeni yollar aradı. “A m ore” (A şk), Arına
M agnani hesabına b ir gösteri oldu. Yeni k a rısı în g rid Berg-
m a n ’la “Strom boll”yi çevirirken Hollyvood, onun aleyhinde
n e m üm künse yaptı. “ Strom boli” m ükem m el bir film olm a­
dığı gibi, tic a ri bakım dan da verim siz kaldı.
K u rtu lu şta n sonra önemli film ler çoğalm ıştı. Aldo Ver-
gan o ’nun “Yine güneş doğacak” dediği film, m ukavem et h a ­
rek etin in kahram anlığını şiirle k a rış tıra ra k belki “Rom a,
aç ık şehir” film inin de ü stüne çıkm ıştı. L a ttu a d a ‘ H ay d u t”
(B an d itto) filminde, harâb bir İta ly a ’ya dönen esirleri ta s ­
v ir etm işti. B lasetti, De Santis, Luigi Z am pa güzel eserler
veriyorlardı. V ittorio de Sica ve Cesare Z avattini, Yeni G er­
çekçiliğin kuvvetini gösterdiler. De Sica'nın “B isiklet H ırsı­
zı" bu b akım dan çok İlgi çekiciydi. Rejisör, son derece alelâ-
de b ir olayı, kuvvetli b ir facia haline getirebilm işti. Bunu
sa ğ lam ak için de, tabiilikten b aşk a hiçbir oyuna baş v u r­
muyordu.
172 SİN EM A T A R İH İ
“B isiklet h ırsızı”nda Rom alı bir işsiz genç adar
ne iş bulur. A m a bu işe gidebilm ek için nesi v a r ne
fed a edip bir b isiklet edinir. Tam Gilda film inin bir
dalm ışken bisikletini çalarlar. Genç adam la küçük ı

R o berto R ossellini (İtalyan rejisörü)

tü n gün, bisikleti bulm ak em eliyle R om a sokaklaı


yere koşuşur dururlar. E ser, ayni zam anda insanın
ğındaki korkunç tesire de tem as ediyor. İnsan,
zik düşünceyle başb aşa kalm adan önce kendi gibi k
içinde yaşadığı düşm an bir gerçekle burun buruna«
gerçek k arşısın d a kendi kendini tan ım ak zorundad:
SİN EM A TA R İH İ 173
De Sica ile Z av a ttin i’nin b irlik te y ap tık la rı d ö rt eser,
böylece Ita ly a d a Yeni G erçekçi sinem a’nın en kuvvetli film ­
leri oldu.
Yeni G erçekçilik te ilçüncil kuvvet V isconti’ydi. Sicilya
h ak k ın d a üç film yapm ak "m aksadiyle sinem a işine girm işti.
“Y er titriy o r” adını alacak olan bu üçlü te rtip te n an cak bi­
rini, “Deniz destam ”nı yapabildi. Bunun üzerine tiy atro d a
eser sahneye koy m ağ a girişti.
U ç büyüklerin y an ı başında Z am pa gibi, Soldati gibi re ­
jisö rler de ilgi çekecek eserler verdiler. F ilm Deneme M erke-
zi’nden çıkm a yeni b ir nesil yetişiyordu. De S an tis’ten b aşk a
Germi, E m m er bunların önündeydi. De Santis, zam anın p i­
rinç işçilerini kendi h a y a tla rı içinde ta sv ir eden “A cı P irin ç”
(A m aro lllzo) film iyle dış m em leketlerde ve bilhassa A m e­
rik a 'd a geniş y an k ılar uyandırdı. Germi, Sicilyayı ve M affia
çetesini an lata n “K anun nam ın a” film iyle kendini gösterdi.
Beş yıl içinde, Yeni G erçekçilik, İta ly a n film ciliğine dış p iy a­
sa kapısını açtı. İta ly a n halkı bu yeni akım ı tutuyordu.
Hollyvood, İta ly a ’daki sinem a salonlarının % 90 ını serb est
b ırak ırk en yerli im a lâ t yılda 100 film e çıkıyordu. Yeni G er­
çekçilikte çok belirli bir görüş açısı vardı ki, bu akım ın ko­
lay ca yenileşm esini, şekil değiştirm esini, b aşkalaşm asm ı ön­
lüyordu. B ununla b eraber 1950 yılına doğru gerek bu görüş,
gerek o rta y a çıkardığı yeni san atçılar, a rtis tle r dünya p iy a­
sasın a açılm ışlardı.

FR A N SA

F ra n sa ’da k u rtu lu şta n so n ra elek trik ve m alzem e yoklu­


ğu film yapılm asını geciktirdiyse de, bu sa n a tın kendini to p ­
lam ası zor olmadı. 1946 yılında 100 k ad a r film yapıldı. René
Clair, Jacques Becker, Rouquier, A u tan - L aha, Clouzot,
M arcel Carné, Cocteau gibi ad a m la r sayesinde film cilik g e­
nişledi ve m illetlerarası festivallerde derece alacak hale g el­
di. 1947 bu bakım dan g a y e t verim li b ir yıldı. F ra n sız sinem a­
sının hangi istik am ete yöneleceğini kestirem ediği b ir yılda,
C arné “Gece K a p ıla n ” (P o rtes de la N uit) ile önem li b ir eser
verdi. Film m asraflıydı. Geliri giderini koruyam adı. R oger
Letm lıardt, te k belgeci film iyle “Sen ta til” (Les dem lèrse
vacances), Cocteau “D dhşet a n a baba” (Les P a re n ts te rrib ­
le) ile aile çevresi ve insanların iç dünyasına k ap an m a fikri-
1 74 SİNEMA TARİHİ
ni perçinleştirm iş oldular. Bu sıra d a F ra n sız film ciliği mali
b ir b u h rân a g irm işti. M arshall plânı gereğince Léon B lum 'la
A m erikan D ışişleri bakanı B ym es in 1946 da V aşington’da
im zaladıkları anlaşm alar, sinem a salonlarm dan elde edilen
g eliri % 38 e düşürm üştü. 1938 de bu gelir % 65, 1943 te ise
% 85 idi. H albuki Hollyvood’un payı % 50 yi geçiyordu. V er­
gi, doğrudan doğruya bilet ücretinin % 45 i idi. “F ra n sız Si­
nem asını K orum a K om itesi”nin ısra rlı çalışm âlariyle h ü k ü ­
m e t b ir yardım kanunu kabul etti. Böylece film yapm a işi
h ız lan a ra k yılda 100 film i buldu. Savaş öncesindeyse genel
o rtalam a yılda 120 idi.
Mali güçlükler bazı film y ap a n la rı eski b a şa rıla rı te k ­
ra ra , y a da H ollyvood örneklerini taklide sürükledi. Yves
A llégret, R ené Clém ent gibi rejisörler bu ta rz d a eserler y ap ­
tılar.
H. G. Clouzot, cinai film ler çevirm ekteki u stalığını gös­
terdi. “K atil K im ? ” (Quai des O rfèvres) çalgılı gazinolarda
çekilm iş güzel fo to ğ ra fla rla konuyu belirten b ir eserdi.
Cocteau, kendi çığırında, hayale faz la y e r veren tarzd a
hem en te k b aşına devam etti. 1942 de “Güzel ve H ay v an ”
(L a Belle e t le B ête), senaryo y azarı ve rejisö r o la ra k o de­
rece b aşarı gösterem ediği “İk i başlı K artaT ’ı ve daha sonra
“B u y B las” ve “O rphée”yi çevirdi'.
Bazı rejisö rler çeşitli sebeplerle çeşitli çığırları denedi­
ler. M eselâ Jacqueline A udry, C olette’in rom anından “Glgi”yi
sinem aya n ak letti. 1950 de, K ore savaşlariyle dünya yeni
m a ce ra lara atılırk en F ra n sız film ciliği h âlâ tu ttu ra c a ğ ı yolu
k esin o larak tay in etm em işti. R ouquier sü k û ta m ahkûm edil­
m işti. B resson susuyordu. G rém illon olsun, C arné olsun esas­
lı birşeyler yapm ıyorlardı.

A M ERİK A
r
S avaş öncesinin A m erikan film cilerinden d ö rt büyüğü
b a rışta n so n ra d ah a da kuvvetlenecek gibi görünüyordu.
F ra n k Capra, John Ford, W illiam W yler, kısm en Geroges
Stevens le birleşip L ib e rty F ilm şirk etin i k u rd u lar ve başlı
b aşların a iş y apm ak istediler. Lang, H itchcock, S tu rg e s’ten
çok şey bekleniyordu, ö te y andan g a y e t kabiliyetli b ir genç
nesil yetişm işti. B unlar a ra sın d a Ju le s D assin, E lia K azan,
John H uston, R obert Losey, E dw ard D m ytryk, F red Zlnne-
SİN EM A TA R İH İ 175
m ann önde gelen isim lerdi. Sinem a sanayiinde görülm edik bir
u ğ u r vardı. R e k o rlar kırılıyordu. 1946 da beş m ilyar kişilik
bilet satışı olm uştu. M üttefik lerin M ihver D evletleri’ni yen ­
mesi, Hollyvood’a, yeni p a z a rla rı ele geçirm ek fırsa tın ı h a ­
zırlam ıştı. Japonya, İtaly a, B a tı A lm anya bu yeni p a z a rla r­
dandı. W illiam W yler’in h azırladığı b ir film “H ayatım ızın en
güzel y ılları” te rh is edilen üç kişinin h ay a tım anlatıyordu:
b ir bankacı, bir havacı, bir de iki kolunu kaybetm iş biri.
Film , âd et gereğince h appy end’ti, iyi bitiyordu. A m a savaşın
cem iyette a ç tığ ı y a ra la r iyice gösterilm işti. F ilm birçok Os­
ca r m ü k âfatı kazandı. 1947 yılının en çok p a r a getiren eseri
oldu. W yler, bundan b aşk a b ir film daha çevirdi ve n ih ay et
d edektif hikâyelerinde k a r a r kıldı. Bu konunun dışında y ap ­
tığı film lerin en güzeli “R om a T atili”ydi. In g ilte re pren ses­
lerinin h ay atın d an ilham aldığı sanılan bu eserde A udrey
H epburn ve G regory Peck, duygulu o lm akla b eraber güzel
bir h a y a t hikâyesi canlandırdılar. “R om a T atili" (R om an
H oliday) iyi bitiş geleneğinin dışına çıkıyordu. R om a’d a po­
litik a icabı bulunan b ir prenses, resm i h a y a tın sıkıcılığından
kurtulm alı, halk a ra şm a karışabilm ek, h ü r olm ak için b ir g e­
ce, m isafir kaldığı sa ra y d an kaçıyor, uyku ilâcı te sir edeceği
b ir sıra d a so k a k ta u y u rk en kendisini bulan bir gazetecinin
evinde sabahlıyordu. Ş iir k a d a r güzel olan k ız a el silrem eyen
gazeteci, ertesi sabah gazetelerinde prensesin resm ini gö rü n ­
ce m eslek g ayretiyle onu tan ım am ış g ö rünerek m ükem m el
b ir rö p o rta j h azırlam ağ a niyetleniyordu. S a ra y b ir y and an te ­
lâş ede dursun, bazı k a n ş ık olaylardan sonra, p renses kendi
h a y a tın a dönüyordu, gazeteci de kendi h ayatına. G elenek ve
göreneğin zincirlerine k a rşı b ir ay a k la n m a olan bu filmde
W yler, fikirden ziyade günlük h ay a tın şiirine önem verm işti.
Jo h n F ord ise, birk aç önemli denem eden sonra, 1950 yi
takibeden y ıllard a yeni bir ham le k az an a n W estern tipi film ­
ler y ap m ağ a koyuldu.
René C lair ve Je an Renoir, O rson W elles’in y ap tığ ı g i­
bi, A v ru p a'y a dönerlerken F ritz L ang ve A lfred Hitchcock,
Hollyvood’ta çalışm aya devam ettiler. L ang, gitgide bece-
riksizleşti. H itchcock ise tic ari ta sa la rla iyi anlaştığ ın d an
m odaya uydu. Y aptığı film lerde psikanalize, atom un p a rç a ­
lanm asına, cinayete bağlı o laylar y e r aldı.
Yeni yetişenlerin Bir kısm ı, B roadw ay tiy a tro la rı ta r a ­
fın d an bu işe alıştırılm ıştı. B unlar Ita ly a n Yeni G erçekçili­
1 76 SİNEMA TARİHİ
ğinden ve N evyork’ta k i belgeci okuldan tesir aldılar.
Ju les D assin, 1940 da ilerici b ir film le işe başlam ıştı. S a­
v a şta n so n ra "A cı k u vv et’’ (B rü te F orce) film iyle değerini
kabul ettirdi. B ir tiy a tro v âri olm akla b eraber değersiz bir
eser değildi. Y ine onun “N evyork E s ra rı” (N aked C ity) Nev-
y o rk ’u, bu şehrin k en a r m ahallelerini konu o la ra k alıyordu.
E lia K azan, T iy atro G rupu topluluğunun (Group T heatre)
m üdürü iken Hollyvood’a gitm ek üzere B roadıvay’den a y rıl­
dı. “B ir genç kız y etişiyor” (Lys of B rooklyn) u yaptı. Çok
sa tıla n b ir rom andan filme n akletm işti. O ndan sonra g ö rü ­
n ü şte isyancı bir gerçekçiliğe bürü n erek birçok film çevirdi.
Jo h n H uston, ordudayken belge film leri yapıyordu.
Hollyvood’a gelince ta b ia t dekoru içinde geçen m acera film ­
leri çevirdi.
F ro n tie r F ilm ’den yetişm e F re d Zinnem ann "D am galı
m elekler”le (T he S earch) çok büyük b ir b a ş a n kazandı. Bu
filmde, savaş süresince yediği darbelerden kendini k u r ta r a ­
m a y an bir çocuğun A lm an harabelerindeki h ay a tın ı a n la tı­
yordu. K azan k a d a r u sta ve kişilik sahibi olm am akla beraber
ondan d aha sıcak eserler veren Zinnem ann, “E rk e k le r”
(The Men) film iyle şöhretini bir k a t d ah a 'genişletti. M arlon
Brando, b u rad a s a k a t bir a sk e r rolünü canlandırm ıştı.
T am bu sıralard ay d ı ki, 1947 de Hollyvood’ta büyük bir
rez ale t p a tla k verdi. Sinem a san atçı ve rejisörlerinden on k i­
şi, uzun ta k ip le r sonunda A m erikan a ley h ta rı çalışm alara
k atıld ık ları sâ b it olduğundan, solculuk suçiyle hüküm giydi­
ler. Kimi hapse atıldı, kim i m em leketi te rk e m ecbur edildi.
Bu arada, k a ra m sa r film ler, cinayet ve dedektif h ik â­
yeleri alm ış yürüm üştü. Bu konuda âd e ta bir A m erikan oku­
lu denecek üslûp ve işlem e özelikleri görülüyordu. E n g ü rü l­
tü lü b aş arıların d an birini 1945 te C harles Vidor, “G ilda”
(Ş eytanın K ızı) film iyle verdi. Senaryosu za b ıta film i ka-
rakterindeydi. A m a işin ucunda cinsi güzelliğin de, casuslu­
ğun d a rolü vardı. F ilm öylesine beğenildi ki, baş rolü oyna­
y an R ita Hayvvorth’un uzun saçlı, y arı çıplak, uzun eldiven­
li p o rtresi, Glenn F o rd'un a ttığ ı to k a t unutulm az halde geldi.
Böyle film lere geniş ölçüde psikanaliz ta tb ik a tı y ap ıl­
m a ğ a başlandı. Y ani film lerin konusu psikanaliz denilen ruh
tah lili bilgisinin verdiği sonuçlara göre te rtip len ir oldu. Bu
meselede aşırı derecede ileri gidildiği de m u h a k k a k tır: b ir­
çok h ay dutluk v ak aları, haydudun çocukken geçirdiği bir
SİN EM A TA R İH İ 17 7
ru h sarsıntısiyle izah ediliyordu. E sk i operatörlerden Fred
Tezlaff, b ir k ü çük çocuğu on iki şekilde öldürm e usulünü
bulduğu için m ü k â fa t kazandı. B u film “P encere” (The W in­
dow) adındaydı. Delilik, cinsi sap ık lık iş y ap an k onular h a­
line gelm işti. A k tö r H um phrey B ogart, u sta c a fo to ğ ra fa çe­
kilm iş k a ra n lık b ir sahnede yediği dayağın tesiriyle inleye
inleye seyirciyi te sir a ltın a alıyor, sonra ağzı k an içinde, göz­
ler y u m ru k gibi şişmiş, ışığ a çıkıyordu. Hollyvood, sanki b a ş­
k a çeşit insan yokm uş gibi bu film lerde h a y d u tla r zalim ler,
ahlâksızlar, hırsızlar, işkenceciler ve k u rb a n la rla dolu bir
d ünya ta sv ir eder olm uştu.
Billy W ilder, bu k a ra m sa r dünyaya d ah a ş a ta fa tlı bir
ifade sağ lay an “ Y aratılan A dam ” (The L ost W eek E nd) fil­
m ini çevirdi. B u rad a R ay M illand, içkiden deli olan b ir ad a­
mı canlandırm ıştı. E serin konusu, Louis Brom field adlı m eş­
h u r A m erikan rom ancısının .ay n i isim deki rom anından alın ­
m ıştı.
C ap ra’nın iflâsından ve S tu rg e s'in çabucak o rtad a n si­
linm esinden sonra hafif komedi, A m erika da güç belâ sü rü ­
nüyordu. M arx K ardeşler kaybolup gitm işlerdi. Bob Hope
ta tm in ediciydi am a, D anny K aye ondan d ah a değerliydi. O
da a tle t kabiliyetine borçlu olduğu s e rt g a g ’la rla tu tu n u y o r­
du.
Çok satılm ış rom anları perdeye a k se ttire n “ Şeytanın
K u rb an ları” (Som erset M augham ’d a n ), “A m ber” (K athleen
W insor) gibi film ler, ya da çok büyük sahneleriyle ta rih ko­
nu ların ı işliyen "Jean n e d’A rc”lar, “ Sam son ve D alila”lar,
k arşıların d a rak ip olarak ask eri film leri buldular. Ç ünkü bu
film ler büyük iş yapıyordu. Bu a ra d a kızıllara k a rşı da eser
veriliyordu. W illiam W ellm an “D em ir P erde” film iyle bu çı­
ğırı açm ıştı. B ununla beraber, A m erikan sinem acılığının be­
reketli, uğurlu yılları geçm iş gibiydi. Televizyon gerçek bir
rak ip ti. 1950 de beş milyon alıcı sahibi televizyon seyrediyor­
du. M. P . A. geniş bir m ücadeleye girişerek “film lerin hel
zam andan daha iyi” olduğunu ilân etti. A m a bu, seyirciyi
g eri getirm edi. 1950 de bilet satışı üç m ilyarın a ltın a düştü.
1950 ile 1953 ara sın d a günde üçerden beş bin sinem a salonu
kapandı. Bu kap an ışları k a rşılam a k için m evsim lik sin em a­
lar, D rive In denilen ve seyircinin otomobilden çıkm adan film
se y re ttiğ i açık h av a sinem aları artırıld ı. 1946 da bunlardan
F. 12
1 78 SİNEMA TARİHİ
100 tan e v arken 1954’te say ıları 4000 1 bulm uştu. H er neka-
d a r senede 350 - 400 film yapılıyorsa d a K ore çatışm alarının,
önceki sa v aşla rd a olduğu gibi halkı sinem alara itm ediğini
görm ek, Hollyvood’tak ileri telâşlandırdı. Hollyvood, yüzyılın
ikinci y arısın a böyle girdi.

İN G İL T E R E 'D E

1946 yılı, In g ilte re için sinem ada b ir ü m it devrinin b aş­


langıcı oldu. S av aştan A nthony A squith, A lberto Cavalcanti,
D ickinson, D avid Lean, Carol Reed, L aurence Olivier gibi de­
ğerli rejisörlerle çıkılm ıştı. H um phrey Jennings, H arry
W a tt, B asil Dearden, C harles Frend, R obert H am er, Charles
Crichton gibi yeni yetişenler, açık b ir belgeci film tesiriyle
tam am iyle m ahalli, millî sinem acılığa yönelm işlerdi.
A m erikadakinden d ah a verim li b ir sanayile desteklendi­
ğinden, İngiliz sinem acılığı daha da şanslı görünüyordu.
R ank m m uazzam yardım ları, bu sm em acılığı b ü tü n dünya
piyasasiyle, h a ttâ Hollyvood’la kendi m em leketinde rekabete
sevkediyordu. B una im kân veriyordu. İn g ilte re ’de sinem ala­
rın yerli film gösterm e nisbetleri % 40 a yükseltilm işti.
L ondra’y a yerleşm iş A m erikan şirketlerine ağ ır vergiler kon­
m uştu. A m a R ank için esas olan, A m erikan piyasasının elde
edilmesiydi. A m erikalının hoşuna gidecek şa ta fa tlı film ler
y a p a ra k y av aş y av aş sesini yükseltti. H alkın suyuna g itm e­
si ve tic a re tte n anlam ası çabucak tesirini gösterdi.
S av aştan so n ra A nthony A squith, d ah a önceki filmleri
değerinde eserler verm edi. C avalcanti, “Gecenin ortasında,"
(D ead of N ig h t) film inde gerçekle hayali, şiirle m izahı u s ta ­
ca b irleştirerek bu devreye daha p arla k şekilde girdi. B un­
dan so n ra y ap tığ ı birk aç film, h a ta lı o la ra k İngiliz halkınca
değerlendirilm ediği için o da, doğduğu m em lekete, B rezilya’­
y a g itti; m eslekine orad a devam etti. O rada “Demiz şa rk ısı”
(O ca n to do M ar) gibi güzel eserler verdi.
Thorold D ickinson’un K enya’da, güç ş a rtla r altın d a çe­
virdiği “İld dünyanın adam ı” (Men of tw o W orlds) b a ş a n k a ­
zanam adı. “M aça K ızı” (Queen of Spades) da gelir sa ğ lam a­
dı. D avid L ean “K ısa tesadüfler” (B rief E ncounter) den
sonra D ickins’ın iki rom anını film e aldı. 1949 da yap tığ ı “Se­
ven K albler” (The P assio n ate F riends) le çağdaş h a y a t sa h ­
nelerine döndü.
SİNEMA TARİHİ 179
H ep P re ssb u rg er’le b irlik te çalışan M ichael Powell, dı­
şarı yollanacak R ank süperfilm lerini hazırladı. İk i u sta, “N e­
rey e g ittiğ im i biliyorum ” (I K now W here I am Going) fil­
m iyle y a rı halk sa n a tın a y a k la şa n bir özelliğe ulaşm ışlardı.
“B ir ölihn kalım m eselesi”nde (A M a tte r of L ife and D eath)
fazla renkli ve p a rla k göründüler. “P erile r dünyası” (The
Red Shoues) H offm ann m asalların ın zevksiz bir tefsiri h a ­
linde, bale film i o la ra k çevrildi.
Carol Reed, u sta ve becerikli bir rejisördü. E serlerinde
A lm an ifadeci sanatının, A m erikan tekniğinin tic ari değerini
birleştirm esini bildi. 1947 de çevirdiği “Ölümden kuvvetli”
(Odd M an O ut) film inde b ü tü n hünerini gösterdi. “M eşum
K adın” (The F allen Idol) da ise d ah a çok kişilik sahibi gö­
rü n ü r. E n tanınm ış, başarılı film i “Ü çüncü A dam K im ? ”
(The T ird M an) dir. Bu film R ank ve Selznik serm ayesiyle
hazırlandı. A m erikan şirketleri, L o n dra'da y ap tırd ık ları
film lerin an cak % 30 40 serm ayesini veriyorlardı. G raham
G reen’in senaryosu, İkinci D ünya S avaşı’ndan sonraki Viya-
n a ’d a geçm ekteydi. D edektif hikâyesinden siyasi m a k satların
p ropagandası için faydalanılm ıştı. A m erikan, İngiliz, İtaly an ,
A vusturyalI, M acar ak tö rleri çok güzel bir melodi etrafın d a
birleştirilm işti. G erçekten de, “Ü çüncü A dam K im ” filminde
bağlayıcı b ir m o tif halinde m ütem adiyen te k ra rla n a n melodi,
uzun zam an dillerde dolaştı. Orson Welles, asıl bu film deki
roliyle m eşhur oldu.
S ir L aurence Olivier, çevirdiği “H am let”le A v rupa'd a ol­
sun, A m erika’da olsun eşsiz denecek b ir b aşarı kazandı: hem
s a n a t yönünden, hem iş yap m a bakım ından. Ingilizler, bu
eseri d ah a soğuk kanlılıkla karşıladılar. Çünkü, psikanaliz
sebeplerine bağ lay arak , rejisör ve baş a k tö r L aurence Olivier,
b ir b ak ım a S hakespeare’i te fsir etm iş oluyordu. G erek eser­
deki büyüklük, gerek L aurence O livier’nin oyunundaki h a ­
rikulade u sta lık eseri büsbütün yüceltiyordu. Sinem anın ve
k am eran ın b ütün gereklerini, rejisö r olarak, bir tiy a tro eseri
lehine kullanabilm işti.
ö ted en b eri belge film leri çeken H um phrey Jennings genç
nesildendi. Konulu film lerde kendini tam am iyle gösterm ek
fırs a tın ı bulm adan 1950 de bir k az ay a k u rb an g itti. Basil
D earden, C harles F re n d gibi genç değerler içinde R obert H a ­
m er b ir a r a sivrilm işti. İngiliz rejisörlerinin çoğu gibi o da
m o n taj işlerinden y etişerek sinem acılığı, film cüiği öğrenm iş­
180 SİNEMA TARİHİ
ti. “Y ufka y ü rek le r” (Kind H e a rts an d Coronet) filmiyle
şö h ret y aptı. İçinde yirm i k a d a r insan ören, hiciv dolu bir
eserdi. A k tö r Alec Guinness, bu film le m eşhur olm uştur.

ALM ANYA /

A lm anya'da sinem a, H itle r’den önce g ay e t verim liydi.


L âkin Goebbels, film yapan, çeviren, film lerde rol alan bü­
tü n değerleri darm a dağın etm işti. Bu yüzden, boşaltılm ış bir
m em lekette sinem anın hızla gelişm esi beklenemezdi. îlkin
W olfgang S taudte, “K atiller aram ızd ad ır” (Die M order sind
U n d er U ns) film iyle d ik k a ti çekti. “R otation”da nazilik
aleyhinde bulundu. N ihayet “ C esaret A na” (M u tte r Courage)
la şöhretini sağlam laştırdı. H elm uth K aunter, çok ilgi çeki­
ci “G ünlerim izden” (In jenen T agen) film inde m em leketinin
1Ö32 1945 ara sın d ak i m acerasını, giden bir otomobil pen­
ceresinden görülen sahnelerle an lattı.
B atı A lm anya Birliği k u ru ld u k ta n sonra film y ap m a işi
gelişti. 1950 yılında 80 den faz la film yapıldı. U FA şirketi
m ü tte fik le r ta ra fın d an parçalan ıp ay rı şirk etler haline ko­
nu ld u k tan sonra istihsal daha da a rttı. Çoğu ticari m ah iy et­
te olm akla b eraber birçok rejisör dram , za b ıta filmi, hafii
komedi, m üzikli komedi şekillerinde bir hayli eser yaptılar.

ÖBÜR M EM LE K ET L ER

B erlin’den daha az m addi z a ra r görm üş, pek harab ol­


m am ış b ir şehir, Viyana, A lm an piyasasına hâkim olm ak
hevesiyle çabucak yılda 25 film yap acak dereceye ulaştı.
Doğduğu şehre dönm üş olan P abst, 1948 de “D ava” (Proces)
film ini çevirdi. Bu film, İm p a ra to r F rançois Joseph zam an ın ­
da geçiyordu am a, Y ahudi a le y h ta rla rın a yöneltilm işti. V iya­
na, eskisi gibi yine tarihinden ilham a la ra k çalışıyordu. Bu­
ra d a y apılan film ler çoğu, U FA şirketinden sürgün edilenle­
rin eseriydi ve B atı A lm anya’ya sevkediliyordu. B u raları
R u sy a ta ra fın d a n ilhak edilince sinem a da m illileştirildi.
Ç ekoslovakya’da, savaş yılları Ingiliz belge film cileri t a ­
rafın d an y etiştirilm iş b ir rejisör, J iry W eiss, “Ç alınm ış Hu-
d u t”la A lm anların işgal günlerine a it h â tıra la rı canlandırdı.
B aşk an Z apotocky’nin çocukluk h â tıra la rın a day an arak
“ö b ü r sa v aşçılar d a dirilecek” film ini yaptı. O tto k a r V avra,
SİNEMA TARİHİ 181
k ıy afetli film leri iyi beceriyordu. A lf R adok “G hetto Tere-
zin”de H itler devrinin toplam a kam pların d ak i f&ciaları g ö s­
terdi. M artin F ric, M iroslav Cikan, K rejcik ilgi çekici film ­
ler y ap tıla r. B unların hem en hepsi savaş aleyhinde p ro p ag an ­
d a film leriydi. 1945 - 46 m evsim inde Ç ekoslovakya’d a 1600
sinem a salonu bulunuyordu. B unların 163 ü Slovakya’daydı
Bu sayı, 1950 de 568 i S lovakya’da olm ak üzere 3000 i buldu.
P olonya’da savaş sonrası çok güç oldu. 1938' deki 789
salondan 1944 te yalnız beş tanesi işler durum daydı. Sinem a­
cıların, film y ap an ların çoğu sa v a şta ölm üştü. H er büyük şe­
hirden çok ta h rib edilmiş olan V arşova’da hiçbir stüdyo yok­
tu. F ilm Polsld, h üküm et yardım iyle hiçten işe g irişti. 1950
de 1200 sinem a saloniyle iki üç film çevrilen sahne y ap ıl­
m ıştı. 1950 den önce topu topu dokuz film çevrilebilm işti.
M a caristan ’ın durum u biraz daha elverişliydi. 1947 den
itib aren bu m em lekette film çevrilm esine b aşlanm ıştır. 1951
de ise yılda beş film yapılabildi.
İsveç, daha 1914’te, sav aş dolayısiyle bazı m em leketle­
rin verim i azalınca, gelişm e im k ân ları bulm uştu, ik in ci D ün­
y a Savaşı da ayni sonuçları sağladı. 7 m ilyon nüfuslu bir
m em lekette filmcilik, s a n a t bakım ından en büyük m em leket­
lerle boy ölçüşecek derecede gelişti. Bu teşebbüsü destekle­
yen m ükem m el b ir de işletm ecilik vardı. 2500 sinem a salonun­
da, n üfus başına yılda on bilet satılıyordu. M em leketin güzel
b ir k ü ltü r geleneği, sinem a sa n a tın a a k tö r ve rejisö r y e tişti­
ren eski, ileri bir tiy a tro dünyası vardı.
İsveç sinem asındaki gelişm enin ilk güzel belirtisi 1940
d a "B ir cinayet” ( E tt B ro tt) film iyle görüldü. E serin m izan­
senini a k tö r A nders H enrikson yapm ıştı. K onusunu Strind-
b erg ’ten aldığı “K a n koca” ile “A sa H an n a” ve “D ağ k ö y ü ­
n ü n kızı” film lerini de unu tm am ak lâzım dır. .
A yni yıl, a k tö r G östa E k m a n ’ın oğlu H asse E km an,
kendi yazıp kendi o y n ay arak çevirdiği b ir seri film e başladı.
D a h a ziyade acılı veya h afif kom ediler üzerinde çalıştı. Ake
Ohberg, Rolf H usberg gibi rejisörleri yalnız A lf S jöberg g e­
ride bırakabilm işti.
1930 dan b eri K rallık D ram T iy atro su ’nun başlıca re ji­
sörü ve G reta G arbo’nun ark a d aşı olan S jöberg 1929 da Axel
L indholm ’la o rta k la şa “E n güçlü” (Den S ta rk a ste ) filmini
çevirm işti. S inem aya b ir daha ancak 1940 ta döndü, ilk
Önemli film i "G ök yolu” (fftm laspalet) oldu. Bu film doğru­
182 SİNEMA TARİHÎ
d an doğruya eski İsveç sinem a geleneğine, S jöström ’e b ağ ­
lıydı. H ıristiyanlığı da ihm al etm iyen m asalım sı sahneleri,
s a f köylü tasv irleri bunu gösteriyordu. Yine onun çevirdiği
“H eyecan” (H ets) 26 yaşında bir senaryo yazarının, In g m ar
B erg m an ’ın eseriydi. O da S jöberg’le ayni tiy a tro d a rejisö r­
lük ediyordu. Film de eziyet etm ekten hoşlanan bir profesörün
hikâyesi anlatılm ıştı. A m a aslında film, naziliğe kuvvetli bir
hücum du. Tabii, ta ra fsız b ir m em lekette san sü rü n izin v er­
diği k ad ar. A k tö r A lf Skjellin, “P rofesör C aligula” tipiyle
m eşhur A lm an şefi H im m ler’i canlandırm ıştı. Z aten bu devrin
film lerinde nazilik ve faşistlik aleyhinde işa re tle r pek boldu.
S av aştan sonra İsveç sinem ası, sayı bakım ından daha
az film y ap m ağ a başladı. B una k arşılık H enrickson’un, H us­
berg, O hberg’in ve en iyi yıldızların o rta d a n çekilm esine r a ğ ­
m en değerce yüksek kaldı. G re ta G arbo’yu ve In g rid Berg-
m a n ’ı u n u ta m ay a n İngiliz ve A m erikan film cileri, İsveç sine­
m asının geliştirdiği yıldızları d ikkatle takibediyorlardı. Mai
Z etterlin g ’i R ank stüdyosu kaptı. Signe H asso ile Viveca
L indfors Hollyvood’a g ittile r. Gidenlerin yerini yeni değerler
aldı.
Yeni b ir rejisö r nesli doğdu. B unlar içinde A m e M a tt­
son, In g m ar B ergm an gibi şö hretler yetişti.
In g m a r B ergm an senaryodan b aşk a rom an ve tiy a tro
da yazıyordu, ilk in kendi eserlerini sinem aya çekm ekle k a l­
dı ve fazla bir özellik gösterm edi. B ununla berab er İsveç si­
n em asına yeni b ir ses getireceği belli oluyordu. “H indistan ’a
giden v ap u r” (ıSkepp till lııdiaJand), “K aran lık ların m üziği”
(M uslk in M orker), “L im an” (H am stad) gibi film lerinde or­
ta k bazı çizgiler vardı. H ay a tın şiddet yönünden ta sv ir edil­
m iş olması, isyancılık, bu çizgilerdendi. “H aplsane” (F an g el­
se) ile birinci sınıf rejisörler a ra sın a katıldı. “B ir y az gecesi
gülüşü” (S o m m arn atten s leende) film i 1956 Cannes film fes­
tivalinde en iyi kom edi arm ağanını, “H a y a tın eşiğinde”
(N arvavilet) film i de 1958 Cannes festivalinde en iyi rejisör
arm ağ an ın ı ona kazandırdı.
İkinci D ünya S avaşı’ndaki A lm an işgali, D an im ark a’da
m u kavem et hareketini, bu h a re k e t de film yap m a işini hız­
landırm ıştı. B enjam in C hristensen m em leketine dönmüş, D a­
n im arkalI y az arla rın eserlerinden cem iyet m eselelerini ince­
leyen film ler çeviriyordu. On yıldanberi sinem ayı b ırak m ış­
ken, Cari D reyer de, W iers Je nnsen’in 17. yüzyıla a it bir bü­
SİNEMA TARİHİ 183
yücülük hikâyesini a n la ta n eserinden film e çektiği “K ızgın­
lık günleri” (V redens D ag) ile yeniden m esleğe döndü. Film
soylu, gergin, acaip, resim leri bakım ından fevkalâde b ir eser­
di. S avaş bitm eden önce D reyer İsveç’e de g itti, orad a film
çevirdi. K u rtu lu şta n so n ra D anim ark a sinem ası üm it verici
teşebbüslere kavuştu. M ukavem et h a re k e tle ri Bodil İpsen ve
L au L au ritzen gibi rejisörlere zengin konular sağlıyordu. Bir
yandan B jam e ve A strid H enning - Jensen de en güzel eser­
lerini verm eğe başlam ışlardı. Yeni yetişenler çeşitli ko n u lar­
d a film ler çevirdiler.
F a k a t bir g ün geldi, Hollyvood film leri perdeleri k a p la ­
m a ğ a başladı. A hlâk konularına, m eselelerine dönm üş olan
A m erikalı film y apanlar, bu işlere önem veren D an im ark a’da
kolayca y er buldular. 1950 de D anim ark a film leri yılda elli
tan en in altın a düştü.
DOĞU ÜLKELERİNDE SİNEMA

1940 dan önce, A v ru p a ve A m erika, Doğu ve bilhassa


U zak Doğu ülkelerinde sinem anın varlığından hem en hem en
habersizdiler. H albuki bu m em leketlerin çok eski kültürleri,
gelenekleri vardı. Bu gelenek ve k ü ltü r, sa n a tın h e r şeklini
o rala rd a besleyip geliştirm eğe yetiyordu. N etekim , İkinci
D ünya S avaşı’ndan sonraki çeşitli tem aslar, vesileler, H int,
Japon, Çin ve öbür Doğu m em leketlerindeki film ciliğin öne­
m ini B atı dünyasına ta n ıttı.
U zak D oğu’da sinem a en önce Ja p o n y a’da başlam ıştı.
D ah a 1896 - 1897 yılların d a Edison V itascope’u bu m em lekete
girm işti. S onra Lum ière sin em ato g raf o p eratörü Durel, J a ­
p onya’d a bazı sokak sahnelerini film e çekti. 1899 - 1900 y ıl­
ların d a a k tö r T akeye Inouze, K abuki klâsik tiy atro su n d an
k ısa bazı p arç ala rı film e aldı. R us - Japon savaşı sırasında,
Shim izu ve F u jisa ra , ilk defa a k tü a lite film leri y ap tılar. D a­
h a so n ra Tokyo’da ilk stüdyolar ve atölyeler kuruldu. A rdın­
d an K yoto’da öncü Y oshizaw a ile Ja p a n e F ilm şirk eti işe g i­
rişti. P a th é ’nin b ir şubesi olan bu şirk e t hesabına, İm p a ra ­
to rlu k tiy a tro su aktörlerinden U gadaw a ve K anao u ra ile
F ra n sız o peratörü Camille L egrand “G elsha", “ S am ourai’nln
in tik am ı” film lerini çevirdi. 1912 de N ik k atsu kuru lu n ca g e r­
çek Japon film ciliği başladı dem ektir. T okyo'da Gendal- Gekl,
yani çağdaş sa n a t ve h a y a t üzerine, b ir m üze ve h a tır a şehri
olan eski hü k ü m et m erkezi K yoto’da İse Jid a l - Gekl, yani
eski k o n ularda film ler hazırlandı. A slında K abukl oyun ta rz ı­
nın rep e rtu v a rın d ak i piyesler film e aktarılıyordu. 1958 de
bile iki şehir ,ayni konuları işlem ekte devam ediyorlar, b ir­
birlerinin alan la rın a girm iyorlardı.
İlk b aşarılı film ler, Hollyvood tesiriyle 1916’te görüldü.
Soshiku firm ası ilk film ini 1920 de yaptı. K abııki tiy a tro su
geleneğine bağlı olan bu firm a, sahnede veya perdede g ö ste ri­
len h er tü rlü eseri tem sil edecek ta rzd a, d ah a 1900 de O tani
ikiz k ard eşler ta ra fın d a n kurulm uştu. T iy atro ve tem sil kol­
ların ın h er şekline sahip olan bu firm an ın K aorou O sanai ta ­
rafın d an idare edilen m ükem m el b ir de tiy a tro m ektebi v a r­
SİNEMA t a r i h i 185
dı ki, a k tö r ve sa n atç ı y etiştiriyordu. O sanai, M inoru M ura-
ta ile b irlik te “Y olda b ir canlı” film ini çevirdi. D ah a sonra
senaryo yazarı T anizaki, “A m atö rler kulUbü”, “Dişi yılanın
u tan m azlığı” gibi eserler verdi.
1920 den hem en sonra K enji Mizoguchi, Teinosuke Ki-
n u g asa ve Tomu U chida bir g ru p m eydana g etirdiler. Japon
sinem asının zam an a uydurulm ası fikrini kuvvetle m ü d afaa
ettiler. Bu sanatı, film e çekilm iş tiy a tro olm aktan k u rta rm a k
istiyorlardı. O yam a ve B enshl’eleri sinem adan a tm a k fik-
rindeydiler. Oyam a, K abuki ta rz ı eski tem sillerde kadın ro ­
lüne çıkan erkeklere deniyordu. B enshi’ler ise sessiz film leri
izaheden kim selerdi. B enshi’ler sesli film devrine k a d a r sade
Ja p o n y a’da değil, b ütün D oğu’da yerlerini korudular. A m a
k adınlar, stü d y o lara da çabuk girdiler. Jap o n y a d ah a o z a ­
m an, yılda yüzleri aşan film yapıyordu. 1 Eylül 1923’teki
m ü th iş zelzele, Sinem a salonlarının % 80 ini ve Tokyo’daki
b ü tü n stüdyoları m ahvetti. K ayıplar çarçabuk yerine kondu.
1924’te K yoto’da 372 si Soshiku’nun olm ak üzere 875 film
yapıldı. G endai - G eki dedikleri m odem k onular çoğaldı. Zel­
zele felâketiyle, garip şekilde büsbütün a rta n film y ap m a
işi genç sinem acıların ellerine geçti. B ir oyam a o la ra k m es­
leğe girm iş olan K lnugasa’nın film leri, s a n a t gücü bak ım ın ­
dan hem en birinci p lân a geçti. Sessiz film zam anındaki • en
iyi A m erikan ve A vrupa film leriyle karşılaştırılab ilecek olan
“Ju jlro " (Y oshhvara ü stündeki gölge) film iyle B atı d ünya­
sın d a tanındı. Rejisör, 1928 - 1931 yıllarını A vru p a’da g eçir­
di. B u rad a E isenstein’le tanıştı.
K inugasa'nm en kuvvetli rakibi Mizoguchi, pek çok film
y ap m ak yolundan büyük te sir elde etti. 1926 dan sonra,
1808 - 1912 ara sın d a yazılm ış M eiji devrinin en güzel çağdaş
ro m an larım sinem aya a k tard ı. 1929 da çevirdiği “P a ra sız sa ­
v aş olm az” film iyle cem iyet tenkidine yöneldi.
Jap o n sinem asının üçüncü büyüğü M inoru M u ra ta ’dır.
Y ılda 800 - 900 film i bulan verim li çalışm alar 1927 den so n ra
d ah a ziyade yeni k o n u la ra çevrildi. K inugasa, “O sak a sav aşı”
film iyle yepyeni b ir üslûp getirdi. M izoguchi’nin 1936 d a de­
nediği b ir çeşit Japon Yeni G erçekçiliği çevresinde genç re ji­
sörleri topladı. 1930 yılında p atlay a n ik tisad i b uhran dağıl­
m alara, yeniden te şk ilâ tla n m alara yol açtı. Bunun sonucu
olarak, sinem a salonları, b ir çeşit kontrol a ltın a girdi. Çe­
şitli çalışm alardan so n ra Toho .firm ası kuruldu. 1940 d a hu
186 SİNEMA TARİHİ
firm a, Konoyé kabinesinde vekil olan kurucusu tchizo Koba-
y ash i'n in gay retiy le U FA ta rz ın d a b ir tekel halini aldı. Ta-
k a ra s u k a dansözlerinin eğlence m erkezlerindeki şark ılı g a ­
zino balelerini film e çekm ekle işe girişen Toho, daha sonra
Jap o n kuvvetlerinin, istilâ ettik le ri m em leketlerdeki keşif y ü ­
rü yüşlerini konu olarak alan askeri film ler yaptı. Bu film le­
rin çoğu, zay ıf rejisörlerin elinden çıkıyordu. Jap o n ordusu­
n u n G üney D oğu A sy a’daki geçici b aşarıla rı Jap o n film leri­
nin M ançurya, Pekin, Ş angay, H ong K ong p iy a saların a y a ­
yılm asını sağladı. L âkin A m erikan bom bardım anları Japon
kuvvetleriyle b irlik te film lerinin de geri çekilmesine, yapılan
m ik ta rın düşm esine sebep oldu. 1940 da 497 film yapılm ışken
1944 te sadece 46 film yapılabilm işti. 1941 de 250C sinem a sa ­
lonu çalışırken 1945 te 1000 k ad a r salon çalışıyordu. S tü d ­
y o la r kısm en h ara b olm uştu, işg a l m akam ları, Ja p o n film ­
lerinin çoğunu p iyasadan çektirm işlerdi. B unların yerini
Hollyvood p ro g ra m la rı alıyordu.
B ütün b u n la ra rağm en 1946 dan itibaren Ja p o n y a’da si­
nem a yeniden doğdu. 1943 - 1945 ara sın d a film ciliğe b aşla­
m ış olan A k ira K urosaw a, henüz o rta derecedeki film lerinde
bile günün konularında dayanan kuvvetli bir kişiliğe ulaşm ış
bulunuyordu. T adashi Im ai de, savaş sırasın d a sinem aya gel­
miş, kabiliyetini gösterm işti. B unlar ve başkaları, sinem a sa ­
n atın ın kalkınm ası için ellerinden geldiği k ad a r çalıştılar.
K eisuké K inoshita, bu a ra d a “C arm ea’in döniişü”yle ilk re n k ­
li Jap o n film ini yaptı.
1948 de Toho stüd y o ların a başlını y apan polis, grevcile­
rin eline geçm iş olan tesislerden kızılları kovaladı. B urası
asıl sahibi K obayashi ye geri verildi. Bağım sız, yani siyasi
tesirlerden u zak kalabilen film ler çevrilm esine başlandı. B a­
tıda, m ahalli olduğu için Jid a i - G ekl film leri ne derece b a­
şa rı k a z a n ırsa kazansın, G endal - G ekl film leri gitgide ço­
ğu nluğa geçiyordu. 1953 te çevrilen 302 film den 211 i bu ta rz ­
daydı. S avaş film lerinin sayısı, bu film ler yüzünden gitgide
azalıyordu. 1950 ile 1955 a ra sın d a bağım sızlar birçok güzel
eserler verdi. Hideo Sekigaw a, bütün şehrin katılm asiyle
ta rih olayını yeniden y a şa ta n “H lroshlm a”yı çevirdi. Tadashi
tm ai, O kinaw a savaşında ölü bulunan m ektepli kızın acıklı
hikâyesini “L eylâldı k ule”de dile getirdi. E n güzel filmi,
"G ün o rta sı k a ra n lık ’’ta, h âlâ ta m ir edilem em iş ve b ütün
Ja p o n y a’yı heyecana verm iş b ir adli h a ta y ı inceledi. Bu devrin
SİNEMA TARİHİ 187
en kuvvetli rejisörlerinden biri de Y am am uto’ydu.
1953’te Japonya, A m erik a’y la işgal kuvvetlerinin çekil­
m esini sağlayan b arış andlaşm asını im zaladığı zam an sine­
ma, kıvam ını bulm uştu. 4000 salonda 800.000.000 seyirci ve
yılda 300 film. Beş büyük firm a, ik işer h a fta d a ta m am lay a­
ra k k ah ra m an lık film leri, z a b ıta film leri, cinsi zevklerle il­
gili film ler çeviriyordu.
K urosaw a, “R ashom on”la m illetlerarası b aşarı kazandı.
1951 de Venedik film festivalinde gösterilen bu b ir yıl önce
çevrilm iş film, K u rosaw a’y a en iyi rejisö r unvanını getirdi.
1952 de en iyi yabancı film O scar arm a ğ an ın ı yine bu film
aldı. A k u tag aw a R yunosuke adında bir hikâye yazarı, 12.
yüzyılda işlenm iş ve o zam andanberi değişik şekillerde an la­
tıldığı için aslının ne olduğu kestirilem ez iddiasında bulun­
duğu b ir olayı 1915 te hikâye şeklinde yazıp yayınlam ıştı.
A kiro K urosaw a, işte film inin konusunu bu rad an aldı. S avaş
dışı, sam ouraiların zam anını, o devrin hayd u tlu k olaylarını
an latm ay an, ta ra fs ız b ir eser. Ü stelik R avel'in b ir bolerosu
b aşariy le kullanılm ış. Bu haller, filme, B a tı dünyasm da, J a ­
po n ları bile şa şırta n b ir b aşarı sağladı. T ü rk iy e’de “S arı I r ­
k ın Şehveti” adiyle gösterildi.
K urosaw a’nin b aşk a film leri de V enedik'te, A lm anya’­
d a m ü k â fa tla r alm ıştır.
Çin'de ilk film 1903’te gösterildi. R am os adında b ir Is ­
panyol göçmen, bir çayhanede ilk defa film gösterdi. Bu, ona
o k ad a r u ğurlu geldi ki, göçm enin Ş an ghay’da, H angkeu ’da,
K an to n ve T iensin’de on yıl sonra on iki sinem a salonu ol­
m uştu.
1908 de ih tiy a r im p arato riçe Tseu H ieut v e fa t edince
Çin’de im p a rato rlu k o rtad a n kalk tı. D ünyanın en kalab alık
ülkesinde 850 km. dem iryolu v ard ı ve ağ a la r e lek trik gölge-
si’nin (sinem anın) m em lekete girm esine izin verm iyorlardı.
H ong - K ong’daki Ingiliz söm ürgesinde L iang Shao
Po bir iki film çevirdi am a iş, A m erikalı E ssle r le Lehr-
m an n ’ın Ş anghai’da k u rd u k ları A sya Ş irk eti gibi, çıkm aza
girdi. S av aştan so n ra kuvvetli T ic aret Basını, çeşitli işler
ara sın d a film cilikle u ğ raşm a ğ a T ching - tc h ia ta ra fın d a n ik ­
n a edildi. O sıra la rd a çok yaygın olan b ir cinayet dâvası böy-
lece film e a lın arak büyük b aşarı sağladı. Bu iki buçuk s a a t­
lik film in başrolü Ş anghai'da pek tan ın m ış b ir genel kadına
verilm işti,
188 SİNEMA TARİHİ
1923’te, A m erikadan göçm üş zengin y u rtta şla rın ın yar-
dım iyle C hang Shi - chuen, M inh Singh (Yıldız) şirk etin i k u r ­
du. Bazı sıkıntılı denem elerden so n ra acıklı bir olayı filme
çek ti: “ö k sü z ü n k u rta rd ığ ı büyük b ab a”. G ördüğü rağbet,
■Güney Doğu A sya piyasasını Ş anghai’a açtı. B u ralard a bol
olan zengin tü c ca rla rın desteğiyle Ş an g h ai’da 1925’te 50,
1926 d a 70, 1927 de 80 film yapıldı. O za m an lar Ç in’de 150
sinem a salonu vardı. Indonezya ve M alezya’da 40 Çin sine­
m ası, çeşitli A m erika cum huriyetlerinde on iki k a d a r sinem a
salonu, b ir o k ad ar B irleşik A m erika’da ve Şikago, San
F ran sisk o ve N evyork’ta k i China Town (Çin M ahallesi)nde
u fak b ir film y ap m a im kânı m evcuttu.
Sessiz film in en iyi öncüsü, A m erik a’da da tanınm ış
b ir sahne y az arı olan H ong-Sen’di. O sıra la rd a Ş an g h ai’a
yerleşm iş, sinem a a rtis ti y etiştire n bir okul açm ış ve bir
hayli de film çevirm işti.
Sesli film, bu şehirde film y a p a n la ra yeni im k ân lar sa ğ ­
ladı. Hollyvood'un rekabeti yüzünden Ş an g h ai’da film y ap ­
m a işi 1927 - 1931 ara sın d a epey gevşem işti. 1935’te 100 fil­
m e k a d a r yükselen yıllık istihsal bu sonuca M ançury a’daki
Çin - Jap o n sav aşları yüzünden bir kısım stüdyolar yakılıp
yıkıldığı halde ulaşm ıştı. 1930 da film ciliğe b aşlayan T sai
E s ou - Sen, o zam anın en iyi rejisörüydü. Y ouang Mou -
tsâ 'n in “ S o k a k ta m elekler” film i ise 1937 de çevrilm iş olm a­
sın a rağ m en Je an R enoir’ın veya İta ly a n Yeni G erçekçile­
rinin eseri sa n ılacak k a d a r ileriydi. Bu iki u stan ın çevresin­
de yeni yeni rejisörler de yetişm işti.
15 A ğustos 1937 de Ja p o n la r yeniden Ş an g h ai’a çık tı­
lar. Ç etin b ir sa v aşta n so n ra üç ay içinde şehri za p tettiler.
U zak D oğu’da ik inci D ünya S avaşı d ah a o tarih lerd e b aşla­
m ıştı. T sai Tsou - sen, Seto W aim an, Yu 1in ve b irçok film ­
ci H ong - K ong’a sığındı. Ingiliz bölgesinde, sesli filmin
çıkm asiyle film yapılm ası dehşetli a rttı. 1937 de 150 film
yapılm ıştı. C anton ağziyle konuşuluyordu bu film lerde. Sou -
Yi’nin 1932 de çevirdiği "E rk e k olm ak zor şeydir”, 1937 de
çevirdiği “Son ta lih ” sayılm azsa ü s t yanı değersiz opera, m a ­
sal, efsane, y a d a Hollyvood’ta yapılan ikinci derecede po­
lis, cinsiyet film lerinin taklidinden ib a re tti. Yeni gelenler,
H ong - K ong film ciliğini geliştirdiler. İngiliz san sü rü n e r a ğ ­
men, Çin’deki m ukavem et h are k etin i körükleyen eserler v e r­
diler. Bu film ler, ayni zam anda G üney Doğu A sya sinem a-
SİNEMA TARİHİ 1 89
la n n d a da ra ğ b e t görüyordu. Y arısı Jap o n askerinin istilâ ­
sında olan bir şehirde, Çin rejisörleri, halkın k ah ram an lık
duygularını bilhassa ta rih k o nularını bahane ederek k am çı­
lıyorlardı. Japon ordusu ve sanayicileri, Çin’e tecavüz etm e­
den önce, M ançurya’daki gölge im parato rlu ğ u n m erkezi
T chang T choun’da büyük ve m odem b ir stüdyo yap m ağ a
başlam ışlardı. B ir Ja n d a rm a albayının idaresinde, bu stü d ­
yo 1937 - 1945 ara sın d a 120 k a d a r film çevirdi. Sonra, Pe-
k in’de bir şube k u ra ra k yılda yedi sekiz film de orada y ap ­
m ağ a devam etti.
N an k in ’de açılan stüdyo, bir m üddet sonra, N ankin dü­
şünce, yerini değiştirdi ve T choung K ing’e nakledildi. M oğo­
lis ta n ’da çevrilen “H u d u tta F ır tın a film i için bu stüdyodan
faydalanıldı. Japonlar, Moğol serm aye sahipleriyle o r ta k ­
laşa “Cengiz H an”ı y a p a ra k bu n a 1944 te k arşılık verdiler.
Ja p o n lar yenildikten sonra, m em lekette, sene 1946 ol­
duğu halde, 1930 daki gibi sadece 300 sinem a salonu k ald ı­
ğ ı görüldü. Ş anghai yeniden film y ap m ağ a başladı. 1948 de
yıllık sayı 300 ü buldu. H ong - K ong da, 1949 d a iki yüz
film y ap acak hale geldi. 1950 den so n ra bile bu sayının a l­
tın a düşmedi.
İn g ilte re ’nin hükm ü altındayken 300 m ilyonluk H indis­
ta n İm p arato rlu ğ u şim diki H indistan’dan b a şk a B irm anya,
P a k ista n ve Seylân gibi yerleri de kendinde tutuyordu. H in­
d istan ’a sinem a, L um iere'in operatörleri ta ra fın d a n daha
1896 d a sokulm uştu. 1912 de fotoğrafçı ve m atb aacı D. G.
Phalknö, bu işi öğrenm ek üzere V incennes’a, P a th â stüd y o la­
rın a geldi. D önüşünde R a ja H arish a n d ra film ini çevirdi. B u­
nun gördüğü ra ğ b e t üzerine H indistan F ilm Ş irk e tl’ni k u r­
du. Bom bay yakın ların d ak i N asik te bir stüdyo açtı. İlk z a ­
m a n lar kadın rollerini de erk ek ler y apm ak şa rtiy le otuz k a ­
d a r ak tö rd en ib a re t bir topluluk m eydana getirdi. 1913 le
1923 ara sın d a otuz k a d a r film çevirdi. O zam anın H indis­
ta n ’ın a göre te k n ik ve sa n a t değerince öyle ileriydi ki, Lon-
d ra ’lılar h ay ra n kaldılar. P halkne, ta rih konularında u stalık
gösteriyordu. “K rishna’nın h a y a tı’’ gibi din ve m itoloji konu­
ların ı işliyor, bilhassa VII. yüzyılda y aşam ış ünlü y a z a r K a-
lid asa’nın klâsik tiy a tro eserlerini sinem aya naklediyordu.
B üyük nisbetlerde yapılnyş dekorlar, bol k ıyafetler, u s ta lık ­
lı sinem a hileleri başarısın ı sağ lay an sebeplerdendi.
H in distan FUm’in dekorlarını y apan B abourao P ain te r
190 SİNEMA TARİHÎ
(R essam Bâ.bür) 1919 da M a rh a stra F ilm stüdyolarını k u r­
du. Bom bay civarında M a h a tt’ların oturduğu bir yerdi b u ra ­
sı. E ski konuları işlem ekle b eraber s a n a t değeri yüksek on
a ltı film yaptı. A yni devirde, zengin P a rs i’lerden, B engale’de
30, 40 sinem a salonu sahibi J. F. M adan, F ran sız rejisörü C a­
m ille L egrand’ı d avet etti. L egrand çoğu din konusunda film
y aptı. “B uddha’nm h a y a tı”, “Vişnu’nu n h a y a tı” gibi şeyler.
B unlarda H intli kılığına girm iş İngiliz, F ra n sız ve İtaly an
ak tö rleri kullandı.
A z sonra, D oğu F ilm adiyle büyük bir şirk e t kuruldu.
H in d istan’d a etn o g ra fy a ile ilgili belge film leri çeken Al­
m an rejisörü F ra n tz O sten, bu şirk e t hesabına “A sy a Işı-
ğ ı”n ı hazırladı. B uddha’nın h a y a tın a a it bu eserde rejisörün
asista n ı H im ansu Ray, Buddha rolündeydi. A vrupa'da, sa n at
değeriyle büyük ilgi çekti. P aram o u n t’un veya Ingilizlerin
H in d istan’da s ırf yabancı m em leket sahnelerini belirtm ek
m aksadiyle çevirdikleri film ler, bunun k ad a r değerli değildi.
1921 ve 1922 yıllarında, yerli film cilik epey gelişti. A r­
tık 43 ü B om bay’da olm ak üzere yılda 63 film yapılabiliyor­
du. 1926 - 1927 m evsim inde bu sayı, 96 sı Bom bay’a a it ol­
m a k üzere 108 e yükseldi. 1925 te m em lekette 251 sinem a sa ­
lonu vardı. 35 i açık h av a sinem asıydı. İn g ilte re ’de 13000,
A m erik a’da 6000 kişiye bir sinem a salonu düşerken H indis­
ta n 'd a b ir m ilyon insana bir salon v a r dem ekti.
1928 le 1931 ara sın d a H indistan filmciliği, s a n a t yönün­
den ilerlem eye engel olam ayan b ir buhran geçirdi. 1920 den
itib aren g ünlük h a y a tla ilgili konuların tercih edildiği gö­
rülüyordu. S inem a’dan, m em leketteki ay rılık ları giderm ek
yolunda p ro paganda v asıta sı diye faydalanıldı. “H iddet” fil­
mi, M üslüm anlarla H indu’ların anlaşm ası fikrini telkin edi­
yordu.
İlk sözlü film, “A lam A ra ”, rejisör A. M. Ira n i ta ra fın ­
d an yapıldı. M üzik ve dans bu film de geniş y e r alıyordu.
“F e rh a d İle Şirin” öylesine başarı sağladı ki, bir H in t te n ­
kitçisinin verdiği bilgiye göre, P ençab’dan son hızla gelen
b ir arab acı bu film i a rk a a rk a y a yirm i iki defa sey retm iş­
ti. Bu film de de k ırk iki ta n e şa rk ı vardı. Sözlü ve şarkılı
film ler hızla gelişti. 1931 de 300 sessiz film e k a rşı 28 söz­
lü film yapılm ıştı. 1935 teyse 7 sessiz film e k a rşı 233 söz­
lü film yapıldı.
M illiyetçiler, îngilizlere k a rşı koym ak üzere, H indu di­
SİNEMA TARİHİ 191
lini y a y m a k ta sözlü film den çok faydalandılar. A m a m ahalli
lehçelerle film gösteren sin em alar a rttı. Böylece on iki leh­
çede film çevirm ek gerekti. H alkın % 90 ı okum a yazm a bil­
m ediği için b aşk a çare de yoktu.
B om bay’da yapılan film ler, bu şehrin k arışık ahalisi
yüzünden Hollyvood film lerinin tesirinde kalıyordu. “B ağ­
d a t H ırsızı” tarzında, B inbir Gece m asalların d an alınm ış
ko n u larla uğraşılıyordu. K işm iri ve P a n d it B etap gibi se­
n ary o y az arla rı bu alan d a çalıştı. M ahbup gibi bazı rejisö r­
ler ise içtim ai k o n u la ra el a ttı.
1934 - 1939 ara sın d a Bengale, s a n a t ve cem iyet alan ın ­
daki ilerlem e bakım ından H in d istan ’ın en önde gelen bölge-
siydi. K onusunu çağam ızdan ve günlük h a y a tta n alan pek
çok film bu bölgede çevrildi. H albuki güneyde, D ihkan bölge­
sinde h â lâ ta rih i ko n u lar işleniyordu, ik in ci D ünya savaşı,
H indistan sinem acılığında yeni bir buhran y a ra ttı. M alzeme
bulunm uyordu. Y eni sinem a salonlarının yapılm ası menedil-
m işti. G handi ve N ehru’nun zihinleri a ç tığ ı b ir m em lekette
Ingiliz sansürü fazlasiyle uyanık davranıyordu.
B irm anya da ilerleyen Ja p o n ların bom bardım anları a l­
tında, K a lk ü ta flim yapm a bakım ından hızla geriledi. S av aş­
ta n önce en az 175 200 film yapılırken şim di yüzün çok
a ltın d a n etice alınabiliyordu.
15 A ğustos 1947 de n ih a y et H indistan, bağım sızlığına
k av u ştu . P a k ista n ’ın k u rtu lu şu m ilyonlarla göçm enin yer
değiştirm esine sebep oldu. Bu a ra d a birçok sinem a tahrib-
edildi.
K ısa zam anda film ciliğin kalk ın m asın a çalışıldı. 1955
de yıllık film yap m a im kânı 255 i buldu. Böylece H indistan,
dünyada ikinci durum a geçti. M em lekette 3500 sinem a salo­
nu vardı. 1930 neslinin rejisörleri y avaş y av aş silindi. De-
baki Bose, ta rih ve din konulu, ağ ır tem polu film lerine se­
yirci bulam az oldu. N itin Bose ve P. C. B arua, K alk ü tay ı b ı­
rak ıp Bom bay’a yerleştiler. A m a eski b aşarıla rın ı elde ede­
m ediler. Güneyde ise m asal ve efsaneleri canlandıran film ­
le r h âlâ rağbetteydi. D aha ziyade tic aretle u ğ ra şa n ah a li­
nin yaşadığı B atı bölgesinde, G ü cerat’ta da durum ayniydi.
Bom bay, H indistan’ın Hollyvod’u sayılıyordu. F ilm y apan lar,
d ü ştü k leri ih tişam fik ri yüzünden C. B. de Mille’i k a t iyyen
a ra tm ıy o rlard ı. “Jâ n si K raliçesi” (Jan si Ki R ani) gibi teho-
nicolor sistem iyle çektikleri renkli film lerde A m erikalı re ­
192 SİNEMA TARİHİ
jisörle a tb a şı gidiyorlardı.
U nlü ra k k a s U day S hankar, son derece ş a ta fa tlı “KaJ-
p a n a ” film ini bu anlayışla çevirm işti. B om bay’da yıldız y a ­
ra tm a sistem i hüküm sürüyordu. Y ıldızlar, çevirdikleri film ­
lere serm ayeyi kendileri veriyorlardı. Genç a k tö r R aj K a­
poor, b ir iki denem eden so n ra “Â vâre” film iyle dünya ölçü­
sünde büyük bir şöhret y ap tı ve pek çok p a ra kazandı. K.
A. A bbas’ın hazırladığı senaryoya göre film i kendisi yapm ış,
kendi çevirmiş, kendi oynam ıştı. B una bir m ilyon dolar
h arcam ıştı. M uazzam bale sahneleriyle, bazan komik, bazan
acıklı kısım lariyle halkı sürüklüyordu.
Hollyvood’un ve birk aç Ingiliz film inin dışında, H in­
distan, yabancı sinem ayla tem as halinde değildi. 1952 de
Bom bay ve K a lk ü ta ’da tertiplenen film festivali, H ind film ­
cilerini y ab an cılarla te m asa getirdi. Bim al R o^’un “îk l hek ­
t a r a ra z i” (Do B ig h a Zam in) filmi, Ita ly a n Yeni G erçekçi­
liğinin tesirini aksettiriyordu. C annes'da arm a ğ an kazandı
ve dış m em leketlere H indistan’da da san atlı film yapıldığı­
nı isb a t etti.

L um iere’in operatörleri, ki içlerinde kuzey A frik alı


M esguisch de vardı, 1897 den itibaren M ısır’da film çekm e­
ğe ve g österm eğe başladılar. 1908 de M ısır’da on iki sine­
m a salonu vardı. 1924 te bu sayı 40 açıktı. B unların bir
k ısm ı P a th â ve G aum ont şirketlerine a itti, ö te k ile r, b irta ­
kım çik olata ve sig a ra fa b rik a la rın ın d ı: m üşterilerine beda­
v a bilet ik ram ediyorlardı. M em lekette yabancı aktö rlerle
epey F ransız, Ingiliz, Ita ly a n ve A m erikan film i yapıldı.
K ral F u ad ’ın baş fo to ğ rafçıları olan Aziz ve D ore’in 1920 yı-
lındanberi çektikleri ak tü alite film leri bir y a n a bırakılırsa,
M ısır'da gerçek sinem acılık, 1926 da, T ü rk a k tö rü V edat
U rfi B engü’nü n . çalışm alariyle başlar. V edat U rfi, b ir F ra n ­
sız şirk eti hesabına iki film yaptı. Azize E m ir, F a tm a Rüş-
di, A ssia D ağis ve M ary Q ueeny’yle çalıştı. P a ra yetişm e­
diğinden y arım k alan bu çalışm alar üzerine kadınlar, kendi
serm ayeleriyle, kendilerinin d A büyük y er aldıkları bir sine­
m a sanayii kurdular.
M ısırlılar, m illî sinem alarını A hm et Celâl’in Azize
E m ir’le ve onun için çevirdiği “L eylâ” filmiyle, bu filmin
1927 deki gösterilişiyle başladılar. Bu film in ardından A ssia
D agher ve M arrie Q uueney'yle “Çöl M elikesi”ni çevirdi.
SİNEMA TARİHİ 193
ö te y andan m eşhur a k tö r Y usuf Vehbi, M uham m ed K erim
hesabına “Zeyneb”i hazırlıyordu.
1929 dan itibaren sesli film, “T ah telk a m er” film iyle
haşladı. Bunu Ş ük rü Hâdi, dans ve şa rk ı plâklariyle seslen­
dirm işti. G erçek m ânasiyle sözlü denebilecek ilk A rap filmi,
P a ris ’te 1931 de çevrilebildi. “Gönül Ş ark ısı” (Eşşudâdel
fuâd) İta ly a n rejisörü M ario Volpe’nin eseriydi. Y usuf V eh­
bi ise, M uham m ed K erim ’in rejisörlüğünde “Evlâd üz-ze-
v â t”ı çeviriyor ve bu film de F ra n sız a rtis ti C olette D arfeuil -
le oynuyordu. 1932 de M acar asıllı M uhsin Szabo, K ah ire’-
de sesli film te sisa tı kurdu ve K ah ire’yle İskenderiye’de ses­
li film çevrilm esine başlandı. 1935 te ise, yılda yirm i film
y ap acak dereceye ulaştı. B una imkân' hazırlay an M ısır Ban-
k a sı’n ın m odern b ir stüdyo kurm ası, A lm an rejisörü F ritz
K ram p ın idaresinde m eşhur şarkıcı Ü m m ü G ülsüm ’e A rap
ülkelerinde büyük başarı sağlayan “Vedad” film ini çevirtm e­
si oldu.
ik in ci D ünya S avaşından önceki rejisörler A hm et Celâl,
T âh a M izrahi, İbrahim Lâmi, Istep a n R üştü, A hm ed B edr -
ak ran , Cezayirli F uad v.s. idi. Çoğu da serm ayelerini kendi­
leri koydukları film leri k arıların a, çocuklarına çevirtiy o rlar­
dı. Şarkı, bu film lerin başlıca kozuydu. R adyo ve p lâk say e­
sinde tan ınm ış şa rk ıla rı film lerinde kullanıyorlardı. Bedri
Lâmi, M uham m ed Abdülvehab, Ü m m ü Gülsüm, L eylâ M u­
rad, E sm âhan vc L übnanlı N ûrü lh ü d â’yı böyle y ap tıla r. R e­
jisö rler y a halk hikâyelerini, y a d a acıklı m elodram ları seçi­
yorlardı. Y usuf Vehbi, bu ta rz d a altm ış beş tiy a tro eseri
yazm ıştı.
S avaş sırasın d a M ısır sinem ası, öbür A rap ülkelerine
üstü n lü k gösterdi. B ir y andan da İta ly a ’da, F ra n s a ’da y etiş­
m iş yeni rejisö rler işe başlam ışlardı. K em al Selim, b u n lar­
dandı. N iyazi M u stafa da B erlin’de y etiştik ten so n ra güzel
denebilecek film ler yaptı. S avaş bitince öbür m em leketlere
sü rü m y apm ak im kânı hasıl olduğundan, yılda 64 film e k a ­
d ar yükseldi. L âkin bu uzun sürm edi. Ç abucak 33 film e düş­
tü (1948). R ejisörlerin en iyisi K em al Selim 'den b a şk a Bed­
ri Lâm i ve A şm an gibi sa n atç ıla rın ölümü de bunu h ızlan­
dırdı. D erken K ra l F a r u k ’un koyduğu san sü r hüküm leri du­
rum u büsbütün ağ ırlaştırd ı. Ü stelik yapılan film ler de ol­
dukça kötüydü. D u y arlık ta aşırı m übalâğa, h e r film de m u t-
F. 13
194 SİNEMA t a r î h î

la k a bulunm ası istenen göbek h a v a la n ve dansları, film leri


değerce düşürüyordu.
D ak a r'd an Çin’e kad ar, M üslüm an âlem inde sinem a p a ­
z a rla rı M ısır’a açıldıktan sonra, yıllık m ahsul yine 60 filmi
buldu.
Bu devirde Japonya, Çiıı, H ong K ong ve Mısır, H in­
distan, D oğunun en çok film yap an m em leketleriydi. B ir y an ­
d an T ü rkiye’de, Indonezya’da, V iet N am da B irm any a ve
T ay lan d ’da da gelişm eler görülüyordu. A frik a ise, M ısır h â­
riç, h erhangi b ir kım ıldam a alâm eti yoktu.
YENÎ TEKNİK BULUŞLAR VE CANLI
r e s im d e ; g e l iş m e l e r

Yüzyılın ilk y arısı dönülürken herkesin zihnini ayni


fik ir m eşgul ediyordu. Sinem a ol tad an k alk ac ak mı ? Holly-
vood’ta ve İn g ilte re ’de sinem a sanayii adam akıllı b u h ran a
girm işti. R enkli film in her y an a yayılm ış olm ası seyirciyi
salonlarda top lam ağ a yetm em işti. Şimdi de, sinem anın yeni
m ucizelerinden bahsolunuyordu: 3 buutlu sinem a, sineram a,
sinem askop, k a b a rtm a film, üç yanlı perde, panoram ik p er­
de...
K ab a rtm a meselesi, sinem adan da eskiydi. 1868 denbe-
ri H enri d ’Alm eida ayni cam a ü stü ste biri yeşil, biri kırm ızı
iki resm i biraz oynam ış halde a k se ttiriy o r ve sonra h er ca­
m a a y rı ren k te b ir gözlükle bakılınca, siyah - beyaz te k h a ­
yal görülüyordu ve bu h ayal k a b a rtm a görülüyordu. Son­
rad a n anaglyphe denilen bu usul, 1935 sıraların d a k ısa süreli
film lere ta tb ik edildi. Louis Lum ière le A m erikan M. G. M.
şirk eti bunu y ap tıla r. A naglyphe usulü, g ö rü şte renkliliğe en­
gel olduğu için sonradan bu, bilhassa A lm anya'da yeşil ve
kırm ızı cam yerine gözlüklere polaroide denilen ve sağdan,
y a d a soldan gelen ışığı k ıran renksiz cam lar konuldu. Böy-
lece perdeden gelen yeşil ışık, polaroid cam ın yalnız birinde,
kırm ızı ışık da yalnız öbüründe toplanabildi. 1950 yılında,
bu usul, a rtık lftboratuvardan ç ık a ra k İtaly a, M a caristan ve
1951 L ondra festivalinde h a lk a sunuldu.
ı
1952 nin A ralık ayında, N evyork’ta A rch Oboler, 3 bo­
y u tlu b ir filmi, g a y e t iştah aç acak sözlerle takdim ediyor­
du: dizlerinizin ü stüne yum ulan a rsla n göreceksiniz, işte n i­
h a y e t üç boyutlu aşk, falan filân. Güney A frik a ’da pek az
m a sra fla çekiliverm iş bu av ve m acera film i öyle b aşarılı ol­
du ki, hem en Hollyvood’un büyükleri bu usulü korku film ­
leri için benim sediler. Y a da Ja n e R ussel’in “F ra n s a Deniz
Yolu” (F rench U n e ), R ita H ay w o rth ’un “D işi Ş ey tan ”
(M iss Sadle Thom son) film lerinde üçüncü boyutlarını b elirt­
m ek te kullandılar. L âkin Polaroid Şirketi, bu çeşit gözlük­
196 SİNEMA TARİHİ
lerin seyircinin gözünü oyacak bir fiy a tla kiraladığından,
k am eran ın bazı h areketlerinden b aşk a yerde zaten üçüncü
boyutu pek belli etm eyen bu usulden seyirci çabuk usandı.
A ltın y u m u rta y u m u rtlay an tavuk da böylece b aşlan g ıçta
öldürülm üş oldu.
1954 sonunda, Hollyvood, 3. bo y u ttan tam am iyle vazgeç­
m işti. Bu usulle b irlikte başlam ış olan cinöram a (sineram a)
d ah a öm ürlü oldu. îcadcısı F red W aller 1954 te ölmüştü.
P erdeyi yanlam asına üç m isline çık arm ak la ve salonun çe­
şitli yerlerine hoparlörler k o y ara k bir ses k a b a rtm a sı elde
etm ekle seyirciyi film in içine alıyor, film e üçüncü bir boyut
k azandırıyordu. N etekim 1927 ve 1935 te P a ris ’te Abel G an­
ce ve tesisatçı Debrie, N apolyon film inin iki kopyesi için
böyle bir tadil y ap tık la rı gibi W a lt Disney de, “F a n ta s ia ”-
nın b ir kısm ında, bazı A m erikan sinem alarına ayni tesisatı
koydurm uştu.
S ineram a sistem inde üç projeksiyon m akinesi kullanı­
lıyor, perde genişlem esine yayılırken çukurlaş t u'.h yordu.
P erdenin yüzeyi üç yüz m etre kareydi. A ltı ses şeridi, yirm i
hoparlörü vardı. N evyork’ta bu sistem çok rağ b e t gördü.
K oltuk biletlerini üç ay öncesinden alm ak gerekti. Bu te si­
sa tı y ap tırm ak büyük serm aye işiydi. S onra işden an lar k a ­
labalık bir teknisyen ordusuna ihtiyaç vardı. Böyloee, dört
beş yıl içinde bütün dünya sineram adan vazgeçti. Şimdi y er­
yüzünde sade 25 - 30 salon, M ike Todd, M erian Cooper v.s.
ta ra fın d an yapılm ış dö rt beş program ı habire sineram a p er­
desinde gösterm ektedir.
S in eram a bu haldeyken W alt Disney, circ o ra ıııı (sirk
o - ra m a ) adiyle b aşk a bir buluş y ap tı: seyirci a y a k ta du­
ruyor. Çevresi çem ber halinde perdeden ib a re ttir. Bu salona
onbir k apıdan giriliyor. O nbir p rojektör, h er perdeye filmin
b ir kısm ını ak settiriy o r. Y arım s a a t geçm eden zavallı se­
yirci yorulm uş ve nereye bakacağım şaşırm ış bir durum a
giriyor. Ü stelik bu sirk ve p an ay ır m an zarası içinde se y re t­
tiği şey de konulu b ir film değildir.
S ineram anın körükleyicilerinden biri olan Mike Todd,
derken o eşsiz reklâm dehâsiyle o rta y a yeni bir fik ir a ttı.
Todd A. O. (Todd A m erikan O ptical Com pany), yani Todd
görm e m alzem esi şirketinin yap tığ ı sistem şuydu: 70 mili­
m e tre genişliğindeki b ir filmi, öbür m akinelerde olduğu gibi
y u k arıd an aşağ ı değil, y anlam asına geçirerek bir dev per-
SİNEMA TARİHİ 197
deye ak settirm ek . Bu usule göre perdeye akseden hayaller,
n orm al perdedekinden on defa d ah a büyük olacaktı. Mike
Todd, 1958 de bir uçak k azasın a k u rb an gitm eden önce bu
usulle iki film h azırlattı. Biri F red d Z innem ann’ın rejisö r­
lüğünü y ap tığ ı “OklaJıoma”, öbürü “ Seksen günde dünyayı
dolaşm a”. 1958 sonunda, b ü tü n dünyada yalnız 200 sinem a
salonu bu sistem e göre donatılm ıştı, işletm eye çıkarılm ak
için de Todd’un 70 m ilim etrelik film leri, 35 m ilim etrelik
norm al kurdelelere basılm ak zorunda kaldı.
N etekim V ista vision (V istavizyon) film leri için de
ayni şekilde h a re k e t edilm ektedir. B u sistem e göre 35 m ili­
m etrelik film de y u k arıd an aşağ ı sıra la n a c a k yerde, resim ­
ler, y an lam asın a ve eskisinin iki m isli genişlikte çekilir. Y a­
ni k aren in yüksekliği 35, genişliği ise 55 mm. olur. Leica
tipi fo to ğ ra f m akinesi k u llan an lar bunu g a y e t iyi bilirler. Bu
sistem de, çekilen sahne, film de d ah a geniş y er kaplad ığ ın ­
dan büyütülm e ve n e t olm a im k ân ları daha fazladır.
1957 denberi R u sy a’da kullan ılan Klno - P a n o ra m a u su ­
lü de sin eram a ile ayni tem ele dayanıyor.
B ütün bu usuller, yeryüzünde oldukça az ta tb ik edilmiş
olm asına rağm en yine de g ü rü ltü kopardığından Spiros
Skouras, A m erikan F ox şirk eti için Sinem aScope (Sinem as­
kop) şeklini tercih ve kabul etti. Bu sistem de film, sta n d ard
boydan iki kere daha geniş bir perde üzerine ak settiriliy o r­
du. Bu usulde film çekilirken sahneyi boydan k ısaltan, p e r­
deye verirken de norm al biçim ine iade eden şekil bozucu
(an am orphique) o b jektifler kullanılıyordu. N isbetleri b ak ı­
m ından iyice hesaplanm ış olan bu usul .eğlence vesilesi diye
17. yüzyıldanberi bilinen, kullanılan şeylerdi. Cam ve aynada
ta tb ik edilen bu usulün objektiflere ta tb ik i E rn e st Abbe
(1840 - 1905) ta ra fın d a n 1880 de m üm kün oldu. Sinem ada
da ilkin 1925 de fran sız m ühendisi C hrétien (1879 - 1956) t a ­
rafın d an kullanıldı. H ypergonar denilen bu objektifle ilk de­
fa 1928 de Claude A u ta n t - L ara, Ja c k London’un b ir h ik â­
yesini film e çekti, 1937 P a ris sergisinde de 10 X 60 m etre
boyunda b ir perdede oynattı. S kouras 1953 de H enri Chré-
tie n ’de, o zam ana k a d a r genel ala n a düşm üş olan buluşunun
ru h satın ı değil, yapılış sırların ı sa tın aldı. A raların d ak i a n ­
laşm a, önce dehşetli b ir y a y g a ra y a sebep oldu. Böylelikle de,
ilk sinem askop film in reklâm ı kendiliğinden yapılm ış oldu:
“E sv ap ” (The R obe). Beş yıl sonra on binlerce sinem a salo-
198 SİNEMA TARİHİ
nu sinem askop sistem iyle çalışıyordu.
Sesli ve sözlü film ç ık tık ta n sonra, a rtık sessiz ve söz­
süz film yapılm az olm uştu. B ütün yaygınlığına rağ m en sine­
m askop için ve renkli film için böyle olmadı. H âlâ renksiz
ve norm al perdeye göre film çevriliyor. Y üzyılın ilk y a n s ın ­
da, film cilik ne de olsa te k tip te yürüyordu, ik in ci y a n y a
geçildiği sırad a yollar çok çeşitlendi. Sinem a sa n a tı hesabı­
n a bunun bir ilerlem e ve b ir k azanç olduğunu kabul etm ek
g erek ir. Şimdi de, en önemli şey, ses alm a m akinelerinde ol­
duğu gibi, film leri m agnetophone cinsinden m anyetik b and­
la r üstünde sesi ve resm iyle te sb it edebilm ektir. Bu gerçek ­
leşirse, sinem a salonlarında film seyretm eğe h ac et k alm ay a­
ca k tır.
CA N LI SİN EM A
1950 yılına gelinceye kadar, canlı resim lerle canlı sine­
m a k av ra m ları birbirine k arıştırılm ıştı. B una da sebep 1930
yılındanberi canlı resim leri sahiden canlandırm ış, onlara
h a y a t verm iş, dünya ölçüsünde geniş bir te sir y a p a ra k âde­
t a te k okul halinde bu işi idare etm iş olan W alt D isney’di.
Ç ünkü canlı sinem a denilince, onun yap tığ ı canlı resim a k ­
la gelir olm uştu. Bugünse, 1910 danberi izleri görülm eğe ve
gelişm eye başlayan bir düzüneye yakın "can lan d ırm a”, “h a ­
rek etlen d irm e” usulü te sb it edilebiliyor. B unların başlıca çe­
şitleri şöyle sıralanabilir:
B eylik canlı resim ler: W alt D isney ve benzerlerinin
y ap tığ ı film ler. B unlarda el yapısı resim , b ir dekor fonu
önünde ve düz plânda h arek etin tahlili esasına göre can lan ­
dırılır.
M afsallı gölgeler: T rn k a, B artosh, Collin Low gibileri­
nin k â ğ ıtta n , k a rto n d a n veya tenekeden keserek k am era
önünde o ynak yerlerinden k ım ıld a ttık la rı figürler.
Çbı K arag ö zü : L o tte R einiger’in y ap tığ ı gibi, çeşitli
gölgelerin ark a d a n ay d ın latıla ra k düz bir yüzeyde h a re k e t­
lendirilm esi. U zak D oğu’da N aburo Ofuji, renkli Çin K a ra ­
gözü figürlerini, ark a d an ışık lan d ıra ra k perde hareketleriy le
film e çekm iştir. T ü rkiye’de h azırlanm ış olan K aragöz film ­
leri de bu çeşit canlı resim lerdendir.
Ç eşitli can landırm a: D isney ve B arotsch'ım yaptığ ı şe­
kilde, b aşk a b aşk a fig ü rleri hem b ir yüzeyde, hem de derin­
lem esine hareketlen d irerek canlandırm a tekniği.
SİNEMA TARİHİ 199
Canlı bebekler: Cohl, S tarev itch , Potouchko, T rn k a gri­
bi kim selerin üç boyutlu dekor önünde h e r h are k etin i te k er
te k e r film e çektikleri oynak yerlerinden kım ıldayan bebek­
ler.
Canlı heykeller: p lâ stik m addelerden yapılm ış, am a k u k ­
la veya bebek olm ayan heykel figürlerinin ışıklandırılm ak ve
k ım ıld atılm ak suretiyle üç boyutlu dekor o rtasın d a canlan­
dırılm ası.
P elikül ü stü n e resim : so n rad an n eg a tif gibi kullanılm ak
üzere doğrudan doğruya pelikül ü stü n e yapılan resim lerle
hareketlendirm e.
E şy a film leri: rek lâm cılık ta kullanıldığı gibi, bazı eşya­
nın yerini değiştlre değiştire her h are k etin te k e r te k e r re s­
mini çekerek canlandırm a.
S in em a hUesiyle canlandırm a: norm al çekilm iş film lerde
hile y ap arak , m eselâ film in h e r karesini yeniden, am a ters
istik a m e tte film e çekerek önceki h are k eti te rs g österm ek su ­
retiyle canlandırm a. T ram plenden atlıy a n b ir yüzücünün su ­
y a d ald ıktan sonra bu usulle yeniden sudan fırlayıp tra m p ­
lendeki yerine geçmesi, insanları ve ta şıtla rı norm alden daha
çabuk h areketlendirm ek, y a lıu tta h are k eti y av a şla tm a k gibi
hileler.
D aha da b ir hayli çeşit bulunabilir. A m a hepsinde o rtak
olan nokta, canlı sinem anın tem elini teşkil ediyor: h are k etin
tahlili ve h er sahnenin te k te k film e çekilmesi.
B irleşik A m erika’da Disney, 1940 sıraların d a b ütün dün­
yayı eline geçirecek k a d a r yaygın b ir te sir gücü kazanm ıştı.
Bu y aygınlığa ve tesir gücüne rağm en, D ısney’in film lerinde
ic a t im kânları, yeni buluşlar, orijinal s a n a t vasfı, tersine,
y av aş y avaş azalıyordu. M ickey, Donald, P luto gibi in san laş­
tırılm ış h ay v an lan , sevim liydiler, am a kalıplaşm ışlardı.
Disney, y a ra tıc ı olm ak tan çıkmış, büyük ölçüde b ir im a lâ t­
çı b ir fab rik atö r, bir tü c ca r olm uştu. Flim lerinin resim li ro ­
m an ları m ilyonlarca sayı basılıp satılıyordu. Son yıllard a
k u rduğu D isney Land, film lerindeki kişiler ve dekorlarla
dünyanın her yanından çocukları, tu ristleri çeken gerçek bir
L u n ap ark , b ir eğlence şehri olm uştur ki, bu sayede Disney,
eski sa n atın ı işletm ekte, p a ra y a çevirm ektedir.
A m erikada canlı resim le film y ap a n la rın çoğu, h ay v a n ­
la rı in sa n la ştıra ra k M ickey ve D onald’ın izinden g itti. îs te r
istem ez, birbirine benzer hale girdi. P au l T erry, W alter
200 SİNEMA TARİHİ
L antz, Léon Schlésinger ve 1944 tenberi W arn er şirketinin
çeşitli ressam ları bu yolda yürüdüler. Kedi ve F a re Tom and
J e rr y g a y e t sevim li şeyler olm akla berab er kendilerinden
önce y ara tılm ış h ay v an cık lara son derece benziyorlardı. 1950
den so n ra Stephen Bosustow , bu biteviyeliği giderm eğe ça­
lıştı. Cannon, P ete Burness, Lew K eller gibi kim seler A m eri­
kan üslûbunu yenileştirdiler. Nevvyorker ya da E squire gibi
lü k s dergilerin k a rik a tü ristle rin e a it çizgi özelliklerini p er­
deye a k ta rd ıla r.
K an ad a’da çağım ızın en büyük san atçıların d an biri ye­
tişti. Canlı resim alanında N orm an Mc L aren b ir u s ta oldu­
ğunu isb a t etti. Bu genç Iskoçyalı’yı C avalcanti keşfetm iş­
ti. 1941 de Milli Film M erkezi m üdürü olan Grierson, onu İn ­
g iltere’den K an ad a'y a çağırdı. Mc Laren, • tekniğini boyuna
yenileştirerek, acı ve alaycı m izahiyle son derece şahsi eser­
ler verdi. Kişiliği, günüm üzün canlı resim cilerine te sir etti.
K a n a d a Film M erkezi’nde birçok yeni değerin yetişm esine
de g a y re t etti. Canlı resim tekniğinin her sahasında ayni
u sta lık la eser verm esini bildi.
Ç ekoslovakya’da S tan ty F ilm (D evlet sinem ası )nııı
desteğiyle 1945 tenberi iki esaslı okul gelişm ekteydi. Canlı
resim alanındaki bu gelişm e P ra g 'd a ve G ottw aldow ’daydi.
1945’te P ra g d a b ir grup m eydana gelm işti. Bu g ru p ta re s­
sam ve g rav ü rcü T rnka, Hofm an, B rdecka, K rejcik gibi sa ­
n a tç ıla r vardı, ö n ce resim leri hareketlen d irerek işe başladı­
lar. 1947 den sonra T rnka, Ç ekoslovakya’da çok gelişm iş bir
s a n a t olan oyuncakçılıktan, k ukladan faydalandı. “Spalicek”
(Çek Yılı) film ini sırf k u k la larla m eydana getirdi. Bu film
1948 de V enedik’te m ü k â fa t kazandı. D aha sonra plâstrin
gibi m addelerden yapılm ış heykellerin harek etin e d ay a n a­
ra k Çek H alk M asalları’m film e çekti.
G ottw aldow gru p u 1940 ta, B a ta nın m erkezi olan şeh­
re henüz Zlin denm ekte iken faaliyete geçm işti. H erm ina
Tyrlova, o za m an lar çocukların se y re ttiğ i k u k la larla film
çeviriyordu. Carel Zem an ise, kolları bükülm üş telden bir
ta h ta figürü B ay P rokouk adiyle baş a k tö r sayıp terbiye
film leri çevirdi. S onraları el yapısı resim lerle k u k laları k a ­
rıştırıp h are k etli m ak etlerle ta rih öncesine a it b ir eser m ey­
d an a getirdi. Jules V erne’den serbestçe n a k le ttiğ i “Ş ey tan ca
b ir ic at”ta, canlı resim ciliğin çeşitli tekniklerini b ira ra d a
kullandı.
SİNEMA TARİHİ 201
Çekler bu s a n a tta iki önem li ders verm işlerdir: biri,
m ahalli im k â n la ra bağ lan m ak (K ukla, oyuncak), ö b ü rü ,
canlı resim sinem acılığında m u tla k a orijinal olm anın çarele­
rini aram ak .
F ra n s a ’da, reklâm resim leri yapm akla bu işe girişen
G rim ault, savaş yüzünden başladığı film leri bitirem edi. D is­
ney üslûbunda çalışıyordu. Sonunda yine reklâm film lerine
döndü. Alexeieff, E tienne R a ik gibi sa n a tç ıla r b aşk a yönden
canlı resim lere devam ettiler. 1955 te F ra n sız canlı resmi,
gerçek s a n a t bakım ından hem en hem en silinip gitm işti. R ek ­
lâm cılık ta bu ta rz d a n çok faydalanılıyordu. H a ttâ teknik
bakım dan ilerlem eler bile yapılm ıştı. Çocuk resim leri ta r ­
zında şe m a la ştıra ra k canlı resim film leri y apm ak bu arad a
sayılabilir.
İn g ilte re’de 25 firm a, canlı resim lerle film y ap tırm ak
için 400 m ütehassıs kullanıyordu. John H alas’la Miss Joy
B atchelor, birçok k ısa ve iki üç uzun film y apm ak üzere 1940
ta n b eri işbirliği halindeydiler. Ü slûpları genel olarak D is­
ney tarzındaydı. E serleri çoğunlukla terbiye ve öğretim
kokusu taşıyordu. H ayvan resim leriyle tanınm ış D avid H and,
gölge resim leriyle belirgin Bob Godfrey b u n lar ara sın d a en
değerli san atçılardandır.
R u sy a'd a 1940 195-5 arası, canlı resim de çocuk eğ iti­
mini hedef tutuyordu. H ay v an lar ara sın d a geçen m a sallar
söz konusu olunca, üslûp D isney’in şaşm az taklitçisiydi.
T sekhanow sky bu alanda iyi sonuçlar elde etti. 1954 te n iti­
b aren de, canlı resim , değişm eye başladı. Bu film lerde olgun
in sa n la ra hitabetm ek, bebek figürleri kullanm ak gibi yeni­
likler görüldü.
H olanda, İtaly a, D anim arka, Norveç, R om anya Polonya
ve Y ugoslavya bu alan d a çeşitli örnekler verdiler. S ayıca az
olm akla beraber yine bir g a y re t ifadesi eserler m eydana g e­
tirdiler.
Jap o n y a ve Çin, yerli geleneklere bağlı k aldıkları için,
bazan D isney üslûbuna dökülseler bile gerek konuları, g e­
re k kom pozisyon ve işlenişleri bakım ından oldukça orijinal
sonuçlar elde ettiler.
B rezilya’da da, Anelio L atini Filho, beş jul ç a lıştık ta n
so n ra “A m azon senfonisi” adiyle el yapısı canlı resim film i­
ni bitirdi. Uzun filmdi bu Ve gerek yerli hayvanlariyle, gerek
y erlilerin h alk hikâyeleriyle çok ilgi çekti.
BUGÜNKÜ SİNEMA

A V RUPADA

1950 den sonra bir kısım ilgililer sinem a sa n a tı ve g e­


leceği üzerinde üm itsizliğe k ap ılır gibi oldular. 1930 dan iti­
b aren belirm eğe başlayan bir, dünyaya m a l oluş, yüzyüın
ikinci y a rısın a geçilince, sinem a âlem inin en m ühim m ese­
lesi halinor- girdi. Sinem a sanatı, beşiği olan m em leketlerin
tekelinde k a lm a k ta n çıktı. Belki de yakın b ir gelecekte A s­
ya, A v ru pa ve A m erika’yı gölgede b ırak a ca k tı. N e gelenek­
ler, ne tecrübeler eskim iş bir sanatı, doğduğu ülkelerde çe­
şitli b u h ran lard an k u rtaram ıy o rd u . B ütün üm it, yeni doğan
genç nesillerin sa n a t gücündeydi.
Sinem a salonlarına rağ b e tin azalm ası, yıldız sistem inin
k ö tü kullanılışı, yapılan film lerin bir kısm ına Hollyvood’un
b u rn u n u sokm ası, san sü rü n k ısırla ştırıc ı b askısı 1955 İ ta l­
y a'sın d a gerek s a n a t ve sanatçı, gerek m âli iflâ slar y üzün­
den istih sal konusunu b u h ran a götürdü.
Yeni G erçekçilik, A ntonini Felllni, Lizzani, M aselli g i­
bi yeni yetişm elerin elinde ham le kazanıyordu. Rossellini
kendine kapanm ıştı. Visconti, “ Seııso'’ (G ünahkâr G önüller)
film iyle yeniden sinem aya döndü. Yeni G erçekçiliğe sade ce­
m iyeti olduğu gibi ak settirm ek le bağlı kalm ıştı. S an sü r bu
film in birçok sahnelerini kırpm ış, k u şa çevirm işti. V isconti’-
nin en güzel eseri, şüphesiz “N o tte B ianche” (B eyaz Gece­
le r) oldu.
B ir z a b ıta vakası, Z av attin i ve De S an tis’e “Rom a, O re
TJndiol” (Acı lokm a) film ini ilham etti. B ir “İşçi aranıyor"
ilânı üzerine iki yüz işsiz kadın bir ta h ta m erdivene y ığ ıl­
m ışlar, m erdiven çökünce ara ların d a n b ir kısm ı ölm üşlerdi.
Z av attin i ile De Santis, genç gazeteci Elio P ie tri’nin de y ar-
dım iyle önce bu olay üzerinde b ir ta h k ik a ta g iriştiler. K u r­
ban lard an on kişinin h ay a tın ı öğrendiler ve herbiri çökme
olayında nihayetlenen on ay rı insanın h ay a tın ı b ir film e to p ­
ladılar. % 90 ı stüdyo’d a çevrilm iş olm akla b erab er bu film,
SİNEMA TARİHİ 203
Yeni G erçekçiliği en y üksek n o k ta sın a u la ştıra n eserlerin
başlıcalarından oldu.
Z av a ttin i “A m ore in C ittâ ” (Şehirde A şk) film iyle bu
akım ı d ah a da y ü k seltti. Bu film i için A ntonioni, Lizzani,
M aselli, Dino R isi ve Fellini gibi beş rejisörü dekor ve a r tis t
kulianm aksızm , olm uş şe fle ri film e çekm e işini ısm arladı.
Dino R isi bir halk bayram ının acı ve ta tlı ta ra fla rın ı Fellini,
evlenm e konusundaki b ir acı hab eri; M aselli çocuğunu b ıra k ­
m a k zorunda kalm ış b ir anayı olanca gerçeklik ve p arlak lı-
ğiyle te sb it ettiler. A ntonioni daha ileri giderek birçok k im ­
seye, v aktiyle başarısızlıkla sonuçlanm ış in tih arların ı te k ra r ­
lam aların ı te k lif etti. Film , hiçbir bakım dan birbirine ben­
zem eyen kim selerin eseri oldu.
Bu beş kişinin en yaşlısı M ichel A ngelo A ntonioni C ine­
m a dergisinde ve F ilm D enem e M erkezi’nde çalışm ıştı. M ar­
cel CamĞ'ye asistan lık etm iş, belge film leri çekm işti. Son­
r a M ilâno’da o rta halli b ir ailenin m acerası olan “Cronlca
de u n a A m ore” (B ir aşk ın hikâyesi) ni, P avese’nin bir ro m a­
nından konusunu a la ra k “L e A m lche” (D ostlar) ı çevirdi.
E dası ve üslûbu son derece şahsiydi. Bu film , 1955 Venedik
festivalinde güm üş a rsla n m adalyası aldı.
Carlo L izzani tenkitçiydi, tarihçiydi, nazariyeciydi, sı­
k ıştık ç a ak tö rlü k eder, senaryo yazar, g a y e t iyi belge film ­
leri çekerdi. Y irm i dokuz yaşında rejisörlüğe başladı, ilk fil­
mi “A ch tung B anditi!” (D avranm ayın H ay d u tlar!) dı ve
bunda, o zam an hiç tanınm am ış, am a sonradan dünyanın
dilinde dolaşacak b ir kadın, G ina Lollobrigida rol alm ıştı.
F ilm in konusu, Cenova bölgesinde, m ukavem et h a re k e ti z a ­
m an ın d a geçiyordu. “ Chronache dİ povertl A m anti" (F a k ir
âşık la rın hikâyesi) yle şaheserini verdi. Film , esas itibariyle
F lo ra n sa’da b ir daracık sokağın hikâyesiydi am a, canlı, ih ­
tira slı b ir h ay a tı anlatıyordu.
Dino Risi, daha ziyade “P ane, am ore e F a n ta sla ” (Aşk
ve H ay a l), “Pane, am ore e gelosa” (A şk ve kıskançlık ) se­
risiyle şöhretini yaptı. V ittorio de Sica ile G ina L ollobrigida’-
nın oynadığı bu seride üçüncü eser “P ane, A m ore e...”
(A şk v e ekm ek) idi ve De Sica’nın ark a d aşı Sophia Loren ol­
m uştu. Böylece, Yeni G erçekçilik fikri, ticari k azan ç em rine
girm iş bulunuyordu.
ö n celeri k arik a tü rist* ve gazeteci olan Federico Fellini,
1043 ten sonra R ossellini’nin birçok senaryolarını hazırladı.
2 04 '*■ SİN EM A T A R İH İ
F ilm lerinde k ö tü m ser b ir alaycılık göze çarpıyordu. En
önem li eseri, onu b ü tü n dünyanın gözünde en büyük re ji­
sörlerle b ir h izaya g etiren “La, S tra d a ” (Sonsuz yol) oldu.
Bu film le üslûbu da gelişti. G iulietta M assim a y a n ap tal
b ir kızı, A nthony Quinn, yarı hayvan bir serseriyi okadar

Softa L oren (İtalyan aktrisi)

m ükem m el canlandırdılar ki eserin cem iyetle ilgili yönü,


kadının m al gibi alınıp satılm ası fik ri ikinci p lân a düştü.
H arikulâde fotoğrafla, m ükem m el bir m ontaj, son derece te ­
sirli b ir gerçekçilik, h e r an değişen bir ritm le birleşerek
eseri, son yılların şaheserlerinden biri haline getirm işti. B a­
SİNEMA TARİHİ 205
zı b ak ım lardan yalnız aydım ilgilendirir sanıldığı halde, ru h
halleri yönünden b ü tü n dünyadaki k alab alık ları tahm in edi-
lem iyecek derecede ilgilendirdi. Film 1954 Venedik festiv a­
linde güm üş arslan, 1956 da A m erika’d a en iyi yabancı film
O scar m ü k â fa tı kazandı. Ayni yıl N evyork tenkitçileri, film i
en iyi yabancı eser ilân ettiler. “İl B idone’’ (K alpazan lar),
ayni b aşarıy a ulaşam adı.
L a ttu a d a “L a L upa” (D işi K u rt), M ario S oldati “L a
Provinciale’’ (A şkım sa tılm az), R enato C astellani “1 Songi
nel C assetto’’ (Çekm ecedeki rü y a la r), Zam pa, konusunu Mo-
ra v ia ’dan aldığı “L a R om ana’’ (Rom alı kadın) film iyle İ ta l­
yan sinem asının güzel eserlerini y a ra ttıla r.
V ittorio de Sica, “ Stazzione term ini’’ (B üyük g a r) film i­
nin başarısızlığından sonra eser verecek yerde a k tö r o larak
film lerde rol alm ak la h a tâ etti. Z av a ttin i’yle birlikte h az ır­
lad ık ları “tl T etto ” (Ç atı) filmi, Yeni G erçekçiliği bazı te k ­
ra rla ra da düşm üş olsa, yine yücelten bir eser oldu. Bu film,
bir gecekondunun hikâyesiydi. Yeni evli iki genç işçi, k a n u ­
nun boşluklarından fa y d a la n a ra k bir dam a ltı kurabilm ek
için didiniyorlardı. F ilm in plânı gözden geçirilince aynen
“B isiklet H ırsızı” ile karşılaşılıyordu. B una rağm en eser g e­
ne de güzeldi.

F ra n sa 'd a 1951 1955 a ra sı iyi geçti. H alkın yerli fil­


m e k arşı gösterdiği ilgi Hollyvood m ahsullerini düşürdü. 1956
da F ra n s a ’nın yap tığ ı film sayısı 120 yi geçti. Hele b aşk a
m em leketler veya şirk etlerle o rta k la şa yapılan film lerin s a ­
yısı d ah a da a rtm ıştı.
1950 den itib aren ko rk u film leri azalm ıştı, P agliero ve
C harles B rabant, Je an P aul S a rtre ’ın piyesinden “ Saygılı
Y osm a”yı sinem aya ak tarm ışlard ı. Yves, A llégret, "M ucize
b ir k e re o lu r” film iyle savaşın sevgilileri birbirinden a y ırm a ­
sın a isyan etm işti. “A slan P a y ı”nda b a ra j y a p m a k ta çalı­
şanları, “ih tira s kadını”nda kendi s a n a t kabiliyetini ta sv ir
etti.
Clouzot, “D ehşet Y olcuları” (Le salaire de la peur)
film iyle en güzel eserini verdi.
Charles S p aak 'la işbirliği ederek A ndré C ayatte, önce
F ra n s a ’nın ad alet işlerini dosdoğru ta sv ir eden b ir seri film
y aptı. Sonra, bu alan d a sansü rü n güçlükleriyle k arşılaşın ca
işi gelenekçi m elodram k onularına döktü.
206 SİNEMA TARİHİ
F r a n s a 'd a sin e m a n ın g e lişm esi J e a n R e n o ir’in m e m le ­
k e te d ö n m esin e sebep o lm u ştu . H in d is ta n ’d a çev ird iğ i “I r ­
m a k ” re n k le rin in g ü z elliğ in e ra ğ m e n . H in d g e rç e ğ in i a k s e t-

A n d r é C ayatte (F ra n sız re jisö rü )

tirm e k te b ira z y a p m a c ık lıy d ı. R en o ir, Jo h n H u s to n ’u n “M ou­


lin - R o u g e” u n u da geçen b ir “F re n eh - C a n c a n ” çevirdi.
M o n tm a rtre se m tin i a n la tm a k , b u se m tin m ille tle ra ra s ı e ğ le n ­
ce y e ri o lm ak d e ğ e rin i b e lirtm e k b a k ım ın d a n eşsiz b ir eserd i.
s i n e m a t a r i h î 207
René Clair, "G ece güzellerl”nde b aşarı gösterem eyince,
h e r bak ım dan gilzel b ir eser verdi: “P o rte des L ilas” (Ley­
lâ k la r K apısı).
René Clém ent’in “G ervaise”i (Sen bir m elektin) Zola'-
nın ‘,L 'A ssam ire”ınm iyi bir ad aptasyonu oldu.
1957 - 1958 ara sın d ak i k ay n aşm ay a rağm en F ra n sız si­
n em a okulunda b ir çeşit yorgunluğun izleri g a y e t açık tır.
H aklı, haksız, eski ü sta d la r yıpranm ış ve tasfiyeye u ğ ram ış

R o g e r V a d im (Fransız rejisörü)

olsa bile yeni yetişen gençler arasın d a sinem ayı kendine


b aşlıca iş edinmiş, h ayatının anlam ı haline getirm iş değerler
çoktur.
1945 ve 1955 ara sın d a k ırk k a d a r san atçı y etişm iştir ki,
bunların k alb u r ü stü olanları içinde Ciampi, A ndré Michel
ve bilhassa A lexandre A struc sayılm alıdır. Genç sinem a
tenkitçisi, d ah a yirm i yaşında olduğu halde stlio - k am era
form ülünü o rta y a a ta r a k kendine geniş bir şö h ret sağladı.
B arbey d’A urevilly’den sinem aya ak tard ığ ı "Kızıl P erd e”yle
2 08 SİNEMA TARİHİ
işe başladı. “K ötii te sad ü fler”inde konu hayli fakirdi. Ama
asıl kişiliğini, M aupasaant’m m eşhur eserinden çevirdiği
filmde, “B ir H a y a t” ta gösterdi.
1955 ten sonra, yaşları otuzu aşm ayan bir alay rejisör,
sinem a dünyasının altın ı ü stüne getirdiler. R oger Vadim, iç­
lerinde en iyi şö h ret yapanıydı, B irigitte B ardot'yu o rtay a
çık a ra ra k A m erika’da kendine büyük isim yaptı. B rigitte,
V adim ’in elinde, modern genç kız tipinin son modeli oldu.
“Ve A llah K adını y a ra ttı...”, “M ehtap kuyum cuları” gibi
film lerle, Vadim, s a n a t değerinden çok, yıldız yaptığı a r tis ­
tin tic a re t değerine önem verdi. A gnes V arda, P ierre K ast,
M arcel Camus, Louis M alle yeni yetişenler içinde oldukça de­
ğerli eserler veren rejisörlerdi.
1950 den bu y an a F ra n sız belge film cileri, y ap tık ları
k ısa film lerle bir çok m illetlerarası festivallerde derece a l­
dılar. S avaş sırasın d a bir İtaly an m o rta y a a ttığ ı S an at
Film ciliği, yani eski sa n atç ıla rın hayatını, eserlerini ta n ıta n
film ler * F ra n s a ’da gelişti. Jerom e Bosch gibi, G iotto gibi
eski ü sta d la rın eserleri film e çekitdi. Bu alan d a A lain Res-
nai en tanınm ış kimseydi. Van G ogh'un hayatını, yalnız ta b ­
lolarım film e çekerek biraz fazlaca edebi şekilde a n la ttı
O ndan sonra P icasso’ııun “L a G uernica” isimli büyük kom po­
zisyonunu ele aldı ve P aul E lu a rd ’m yardım iyle İsp an y a iç
savaşını da canlandıran bir film m eydana getirdi. N ihayet
büyük belge film cisi Jo ris Ivens de, “ Seine nehri P a ris ’e
ra stla d ı” adlı eserini F ra n sa da çevirdi.

Ingiliz film ciliği 1955 te büyük A lexander K orda'nın


ölüm ünden ve belge film ciliğinin yeniden canlanm asına se­
bep olan M ichael Balcon'un stüdyolarını televizyona s a ta ra k
M. G. M. in film yapıcısı olm asından so n ra yeni b ir b u h ran a
girdi. 1946 daki 1.635.000 bilet satışına, yani seyirciye k a rş ı­
lık 1957 de 925 bin bilet satışı da, seyirci kaybı bakım ırtdan
b u h ran ın belgesiydi. Beş yıl içinde, h e r on sinem a salonundan
b ir tanesi kesin o la ra k kapılarını k apam ıştı. R ank, uzun in ­
celem elerden, h esaplardan sonra, sinem acılık sanayim deki
bütçesini denkleştirm ek için şekerlem ecilikten k az an d ık ları­
nı ilâve ediyor, film cilik işlerinin bazı kısım larından vazge­
çiyor ve A m erikan film lerinin dağ ıtım ın a y e r veriyordu.
L ondra p iyasasında g ittik çe yeri, önemi a rta n Hollyvood, t a ­
nınm ış Ingiliz a r tis t ve rejisörlerini çekm işti: D avid Lean,
SİNEMA TARİHİ 20 9
Carol Reed, M ackendrick böylelerindendi. Carol Reed, eskisi
k a d a r güzel film yapm ıyordu. “A ra d ak i A dam ” (The M an
B etw een), o m eşhur “Ü çüncü A dam K im ? ”in bir çeşit te k ­
ra rı sayılabilirdi. D iana D ors’a b aş rolü verdiği “G üreşçinin
Sevgilisi” (A kid fo r Two F a rth in g s) İta ly a n Yeni G erçek­
çiliğinin az çok tesirinde kalm ış, am a gereği gibi ilgiyi k en ­
dine to playam am ış b ir filmdi. B ütün hüneri eski D ünya
Boks Şam piyonu P rim o C a m e ra 'y ı sinem ada h arc am a k ol­
du. D iana D ors’un sekiz saniyeyi aşan uzun, renkli ve çok
ta tlı b ir portresi, film i seyreden erkeklerin yüreğini ç a rp tır­
m ış olsa g erek tir. G ina L ollobrigida’y a baş kadın rolünü
verdiği “T rapez” ise, ta m m ânasiyle ticari b ir filmdi. Sop­
h ia L oren’in baş rolü aldığı “A n a h ta r” (The K ey) Carol
Reed’in ayni niyetle davrandığını yeteri derecede g ö ste ri­
yordu.
A nthony A squith, “F ira ri â ş ık la r” (The Y oung Lovers)
d a ve “ö lü m E m ri”nde (O rders to K ill) önem li cem iyet m e­
selelerini ciddi, d ü rü st bir üslûpla, am a ih tiy a tla inceledi.
D avid Lean “Ses D u v a n ” (The Sound B a rrie r) le İn g i­
liz h av a kuvvetlerinin g ay retin i belirtm eğe çalıştı. “Venedik
T atili”nde (Sum m er M adness) kederli b ir a şk hikâyesini
canlandırdı. N ihayet, Hollyvood hesabına çevirdiği b ir film,
ona h ak e ttiğ i m illetlerarası büyük şöhreti sağladı. Bu “KwaJ
n eh ri k ö prüsü”ydü (The B ridge on th e R iver). U ç buçuk
s a a t süren, bu uzun film de büyük İngiliz a k tö rü Alec G uin­
ness, vazife, disiplin ve tem iz iş yapm a fik ri uğruna, İkinci
D ünya S avaşı’nda, k ay p ak ve iki yüzlü Ja p o n larla işbirliği
du ru m u n a düşen bir İngiliz albayını canlandırıyordu. Film,
tekniğin h er m ânasiyle m ükem m el, sürükleyici bir eserdi.
H erşey büyük bir titizlik ve dikkatle hesaplanm ış, tatb ik
edilm işti. B ununla beraber, şaheser denecek deha ateşinden
m ahrum du.
S ir L aurence Olivier, “R ichard IH .”le S h akespeare’in
eserlerini film e çekm eğe devam etti. A m a bu film, “H am -
le t”in g etirdiklerine yeni birşey eklemedi. 1940 nesli k aybo­
lup gidiyordu. C harles F re n d ’in “Zalim Deniz”! (The Cruel
S ea), b aşarı ve güzelliğiyle b ir istisn a teşkil ediyordu. M i­
zahçı grup, F ra n sız B ulvar kom edileri veya Hollyvood’un şen­
likli film leri k a d a r saçm a, k ö tü eserler veriyordu. B ununla
b erab er yeni b ir ü m it belirm eğe başlam ıştı: birçok genç,
F. 14
210 SİNEMA TARİHİ
L indsay A nderson’un çevresinde, Hiiç S inem a (F ree Cln6-
m a) adiyle toplanm ışlardı. B unlardan Jam es Broughton, K a­
re l Reisz, Guy B renton, Claude G o re tta ve L indsay A nder­
son’un kendisi, d ik k a te değer eserler verdiler. G oretta, bir
film inde oyuncu olarak an adan doğm a iki sa ğ ır ve dilsiz k u l­
lanm ıştı. Bu g ru p u n İngiliz sinem ası üzerindeki tesirinin ne
olacağı tabii şim diden kestirilem ez.
1053 te n İtibaren R us sinem acılığı da yeni bir ham le
k azan m ıştır. Genç rejisörler h a y a tla doğrudan doğruya te ­
m a sa g irerek eserler veriyorlar. Sinem a salonları eskisine
göre d ah a da a rttı. Poudovkine, ölüm ünden önce, “Vassily
B ortnikov’u n dönüşü" adında iyi b ir film verdi. Dovjenko,
ta m "D eniz şiiri” isim li kendi senaryosunu film e çekecek­
ken ölüverdi. K a n s ı Ju lia Solntzeva, bu film i onun ölüm ün­
den so n ra yaptı. S erge Y outkevitch, önce A sya'da, so n ra b ir
A rn a v u t isyancısı olan İskender Bey’ı h a y a tın a d air bu
isimle iki film yaptı. R u sy a’da doğrudan doğruya kabinede
b ir V ekillikle id are edilen sinem a işleri, 1950 den sonra h al­
k ın iyi film görm em e şikâyetleri üzerine hızlandırılm ay a ça­
lışıldı. L âkin te k elde, tek görüşle, tek yönde y ü rü tü lm ek is­
tenen san at, hü r m em leketlerin sanatiy le kıyaslan am ay acak
derecede kö tü s a n a t oluyordu. A m erik a’da sinem anın sa n a ­
yileşm esini te n k it edenler bile, güdüm lü s a n a ta göre o sa ­
nayileşm enin dalıa serb est a ra ş tırm a la ra im kân hazırlam ası,
h e r yönde değişebilen fik ir h ü rriy eti ışığında gelişm esi üze­
rinde birleşm ektedirler. H alk a daim a ayni düşünceleri a şı­
lam ak tasası, rejim e bağlı k alm ay a m ahkûm R us film ciliği­
ni s a n a t alan ın d a serbestçe gelişem iyecek şekilde köstek le­
m ektedir.
1954 - 1958 a ra sın d a yeni film y a p a n la r ve rejisörler
y etişm iştir. B unlar bir y andan eski R us y azarlarının, yeni
R us y az arla rın ın eserlerini sinem aya naklediyorlar, bir y an ­
dan Bolşoy Balesi gibi hü k ü m et tesislerinden faydalan ıy o r­
lar. 1954 ten sonra, yeni bir canlılık b aşlam ıştır deniyor.
1958 den so n ra G uerassim ov, Şolohov'un "S ak in Don Irm a -
ğ ı”nı b aşariyle film e çekti. B una benzer d ah a b aşk a eserler
de verdi.
İsveç sinem acılığı 1950 denberi h er yıl o tuz film v er­
m ektedir. B ütçesi ise pek yüksek değildir (Y ılda 30 - 40 m il­
yon fran k . Y ani y arım m ilyon T ü rk lirasından biraz faz la).
SİNEMA TARİHİ 211
A rne M attson, “ Y alnız b ir y az d an setti” film iyle dünya ça­
pında bir b aşarı elde etti. F ilm in yıldızı körpe b ir san atçı
olan U lla Jacobson’du. B undan so n ra y ap tığ ı film ler o k ad ar
güzel olmadı. A m a genç İsveç senaryo y azarı R une L inds­
tröm , H alldor L akness’in rom anından konusunu a la ra k “ Sai­
k a V alka”yı yazınca, bu film i değerlendirm esini bildi. A lf
Sjöberg, b ir iki tic ari denem eden so n ra çok b aşarılı b ir eser
verdi. Bu, senaryosunu In g m a r B ergm an’ın yazdığı “Son ç ift
de g itti” (S ista p a re t u t) filmiydi.

In g m a r B ergm an’ın kendisi, nih ay et film lerini değ işti­


rip dünyasını derinleştirerek, 1950 sonrasının dünyada en
büyük rejisörlerinden biri olduğunu herkese kabul ettird i.
G erek “K adınların bekleyişi” (K vinnors V ataan ) g ere k "Mo-
n lk a’y la geçirdiğim iz y az” (ıSommarcıı m ed M onlka) şiddetli
hiciv yüküne rağm en iyi b irer cem iyet incelemesiydi. “H a y a ­
tın eşiğinde” (N arvavilet) film inde daha d a ileri g itti. Bu
film, 1958 Cannes festivalinde en iyi rejisö r ve en iyi kadın
oyuncu arm ağ an ın ı kazandı. Bu film de üç gebe kadın, ayni
h astah a n e odasında doğuruyordu. "Y abani çilekler” (Smul-
tra n sta lle t) film iyle de sa n atın ın en yüksek n o k ta sın a u la ş­
tı. Bu filmde, B ergm an ’ın ü stad ı V ictor S jöström , b ü tü n
k u d retiy le sevimli, n efrete lâyık b ir ih tiy arı canlandırıyor;
a r a ş tır a a ra ştı ra geçm işti, yaşadığı zam anı, şimdiyi, ölümü,
sevgiyi b ir a ra d a yaşatıyordu. In g m a r B ergm an, senaryo y a ­
z a n ve rejisö r olarak d ah a k ırk yaşında, daim a değişken, ça­
ğım ızın en kuvvetli insanı olduğunu yeni bitirdiği “Ç ehre”
film iyle bir kere daha isb a t etm iştir. D an im ark a okulu 1950
denberl iyiden iyiye gerilem iş bulunuyor. Eskiden, belge
film leri de, konulu film leri de tic ari m a k sa tla rla y a p tık la n
film lere göre çoğunluktaydı.. Sanayicilerin desteğinden m a h ­
ru m b ir halde, Ole Palsbo 1952 de, v akitsiz öldü. “Schm ijdt
ailesi” diye hiciv dolu b ir kom ediyi ancak bitirebilm işti. C ari
D reyer, sonuncu film ini kendi yurdunda y a p a ra k D anim ark a
sinem asına biraz değer kazandırdı. “ Söz” (O rdet) böylece
1955 yılında D ünya film m ü k â fa tla rın ın en büyüğünü elde
etti. K onusu K aj M unk’un b ir tiy atro su n d an alınm ıştı ve
zengin b ir köylü ailesinin h ay a tın ı gerçeğe uygun b ir şekilde
anlatıyordu. Ç ağından ve» içinde yaşadığı dünyadan uzakça
olm akla b era b er “ Söz” , o yıl b ütün dünyada yapılm ış olan
film lerin en iyisiydi.
212 SİNEMA TARİHİ

1952 ve 1955 ara sın d a F inlandiya’da, o rta la m a yılda


otuz film verdi. F in dili hem giiçtü, hem de d ö rt m ilyonluk
F in h alk ı dışında konuşulm adığı için film ler de anlaşılm ıyor­
du. F in landiya'da 550 sinem a salonu vardı. Bu m em lekette
ilk film ler 1908 de çevrilm eğe başlam ış, 1920 yılına doğru
b iraz gelişm işti. E k k i K a ru ’n u n k urduğu Suoml - F ilm şir­
ketin in bu gelişm edeki payı büyüktü. 1930 dan sonra sinem a,
F in lan d iya’da iyice gelişti. V alentin V aara, N yrki T apio v aara
gibi dünyaca tanınm ış rejisö rler yetişti. T apiovaara, 1940 da-
k i erken ölüm üne rağm en değerini dünyaya kabul ettim iş
b ir kimseydi. E rik Blomberg, op erato r o la ra k başladığı film ­
ciliğe rejisö r olarak devam etti. “B eyaz R en geyiği” (Val-
kotnen P eu ra) büyük b ir şö h ret kazandı.

N orveçte sinem a, 1915 tenberi m illileştirilm iş değildi


am a, belediyeleştirilm işti. 577 sinem a salonundan en önem ­
li 151 i büyük şehirlerdeydi. Y ılda 30 m ilyon seyircinin onda
dokuzu bu salonlarda sinem a seyrediyordu. Belediye sinem a­
la rı b ir B irlik halindeydi. Stüdyoların çoğu onların idaresin ­
de olduğu gibi film dağıtım ı işlerini de onlar idare ediyordu,
îlk N orveç film i 1912 de yapıldı. 1920 ile 1946 ara sın d a 76
büyük film yapıldı ki bu aşağı y ukarı yılda iki veya üç film
ediyordu. Ayni dili konuşan D anim ark ay la işbirliğine geçil­
di. C ari D reyer N orveç e gelerek film çevirdi. A lm an işgali
sırasın d a sinem acılık durm adı. “K arta llı k ız” (B astard ) g i­
bi, H elge Lind'in en kuzeyde m ükem m el fo to ğ ra flarla çe­
virdiği eserler yapıldı. N orveç’te çok önemli çalışm alar do­
ğ u rm u ş olan m ukavem et hareketi, İkinci D ünya S av aşın ­
dan sonraki film lere bol bol konu hazırladı. OJaw D eg ar’ın
“ Y aşam ak istiyoruz” (VI vil leve) gibi eserleri, o yılların
havasını g a y e t iyi ve sam im i çizgilerle canlandırdı.
1940 - 1945 arasında, işgalcilerin A m sterd am ’da y a p ­
tık la rı üç, d ö rt film b ir y a n a b ırakılırsa, H olanda’da hiç film
çevrilmedi. M em leketin te k stüdyosunda, sa v aşta n so n rak i
on yıl boyunca, sadece dokuz büyük film yapıldı. B una k a r ­
şılık, 1930 da Jo ris İvens’ın başladığı ve b aşk aların ın y ü rü t­
tü ğ ü güzel b ir belge film i serisi vardır. Bu alanda çalışan la­
rın en iyileri B e rt H a a n stra ile H erm an v an der H o rst’tu r.
Genel o la ra k sin e m a lara pek a z 'k işi gider, yılda nüfus b aşı­
n a yedi bilet sa tılır. P ro g ra m la r da hem en hep yabancı film ­
SİNEMA TARİHÎ 213
lerle doludur. 1955 tenberi yılda üç film yap ılm ağ a bağlan­
m ıştır.

Belçika, 1935 ve 1955 arasında, H olanda’y a göre çok


d ah a faz la film y ap an b ir m em leketti. 1934 te, A nvers’te
F lâm an diliyle yapılan film leri J a n V enderheyden idare edi­
yordu. Y aptığı film lerden, halk tiy a tro su tem eline dayanan
“ Uylenspiegel” oldukça değerli b ir eserdi. L âkin hem film
yapan, hem rejisörlük eden bu adam , işgal günlerinde A l­
m a n larla işbirliği ettiğinden k u rtu lu ş ertesi tasfiyeye u ğ ra ­
dı. 1945 le 1958 ara sın d a çevrilm iş k ırk k a d a r F lâm an ca film
an cak yerli halkı ta tm in edebilecek o rta k a r â r eser şeklin­
de görülm ektedir. Jasques Feyder, C harles Spaak, ve F racis,
F ern an d G ravey gibi en iyi B elçikalı rejisö r ve a rtistle r, eser­
lerini d aha ziyade F ra n s a ’da ve F ra n sızc a film lerle vererek
m em leketlerini yüceltiyorlar. 1500 sinem a salonu olein ve
adam başına 1946 da 16 bilet düşen böyle canlı b ir küçük
m em lekette sinem anın daha ileri gideceği m u h a k k ak tır.

İsv içre’de ise beş m ilyon nüfuz y aşar. D ört değişik dil
konuşulur. S av aştan önce ve sonra, İsviçre sinem acılığı y ıl­
d a üç veya d ö rt film den fazla verm em iştir. S avaş sırasın d a
ise 1941 ve 1942 .de her yıl on ikiden fazla film yapılırdı
Jacques F eyder, k arısı F ran ço ise R osay’la o ray a sığındığı
zam an birçok m addi im kânsızlığa rağm en “JMr k ad ın k a y ­
boldu” film ini orad a çevirm işti. İsviçre’de en çok A lm an
bölgesinde film yapılıyor. Z urih’teki P raesen s firm ası, 1945
tenberi A m erikalılarla o rta k la şa eser verm eğe yönelm iştir.
F re d Zinnem ann, “D am galı m elekler” (Die G eseschnlchnae-
te n )i orada çevirdi. İsviçre’de yetişen en iyi rejisö r L indt-
b erg d ir ki iki defa Venedik festivalinde arm a ğ an k a z a n ­
m ıştır.

1939 1952 ara sın d a İspanyol sinem acılığı siyasi b a ­


kım dan, içtim ai bakım dan sahte, güzellikte sıfır, sanayi ola­
r a k aciz içindeydi. F ran co rejim iyle b irlik te M adrid'te film
y ap ılm ağ a başlanm ıştı. 1942 de yıllık film yapım ı elliyi b ul­
du. O zam andanberi de o rtalam a m ik ta r k ırk la elli a ra sın ­
dadır. P ro p a g an d a film im i b a ş ta gelir. “I r k ” (R aza) buna
ö rn ek tir. S enaryosunu ta k m a isimle F ra n co ’nun kendisi y az­
m ıştı. Luiz Saenz de H eredia çevirdi. 1930 da film ciliğe
214 SİNEMA TARİHİ
bağlam ış olan bu becerikli adam h er çeşit eser verdi. E ski
nesil içinde güzel film y ap an lard an A ntonio Rom an, F lorian
Rey, Jo sé Buchs, Benito P erojo işe devam ettiler. E ski a k ­
tö r Ju a n de O rdunya ta rih konularında giizel eserler verdi.
1950 den sonra Ispanyol sinem ası, b ü tü n fik ir h ay a tı gibi
yeni b ir hız kazandı. Yeni neslin ilk önemli eseri, “H oş gel­
d i B ay M arshall” oldu. Bu film i çevirenler J u a n A ntonio
B ardem ve Luis G arcia B erlenga idi. B ardem ’in en kuvvetli
eseri “ln tik a m ”dı. B unda İspanyol rençberlerinin h a y a tı an ­
latılıyordu. İspanyol sinem ası, 1952 den so n ra m illetlerarası
p a z a ra açıldı.

Y u n an istan ’da ilk teşebbüs 1927 - : 1932 arasındadır. D e­


m etrio s G aziadis “Z incirli P rom etheus” ve “Çoban A stero ”
film leriyle işe girişti. B irkaç film y ap ıld ık tan so n ra general
M e tak sa s’ın idaresi zam anında işler tavsadı. T icari değerde
b irk aç film an cak yapılabildi. Sinem alar hep yabancı film ­
leri gösteriyordu.
H itler işgali m em leketi açlığa ve ölüme m ahkûm etm iş­
ti. B una k a rşı boyuna ham film getirtildi, film çevrildi. Yor-
g i Zavelas gibi gençler yetişti. Onun “A llu şlar”ı tiy a tro d an
gelm e bir a k tö r olan Y anikopulos’un “K albin sesi” oldukça
iyi eserlerdi. K u rtu lu şta n sonra, iç savaş başladığı sıralard a
m ukavem et h arek etin i konu eden birçok film yapıldı. Gri-
goriu gibi gençler bu devrede sinem aya başladılar.
1945 te 180 sinem a salonu varken, Y unanistan’da 1955
yılında bu sayı 550 ye çıktı. 1946 da seyircinin % 2 si yerli
film e giderken 1951 de bu n isb e t % 15 e çıkm ıştı. G erek ede­
biyat, g erek tiy atro , konu ve oyuncu bakım ından Y unan si­
nem asını besliyordu. Eleni M erkuri, L am betti, Yorgo P appas,
F u n d a gibi isim ler böyleydi. İçlerinde, dış m em leketlerce t a ­
nınm ış olan M ihal K akoyannis, In g ilte re’de yetişm işti, 1953 te
“P a z a r sabahı” kom edisiyle sinem aya başladı. B ir b a r k a ­
dınının sevgisini a n la ta n “S tella” gibi, “Siyahlı kız” gibi
film ler çevirdi. H y d ra ad asın a gelen ik i tu ristin h alk la te ­
m asım a n la ta ra k b aşlayan film fazlaslyle acıklı bitiyordu.
T enkitçilerin iyi karşılam ad ığ ı “İ tib a rd a n J düşm e” film inde
K akoyannis, sefalete düşen b ir ailenin, yaşayabilm ek için
k ızların ı nasıl sa ttığ ın ı anlatıyordu. H ayli beylik b ir konuy­
du. O ndan b a ş k a N iko Konduros, D anopulos gibi iyi rejisö r­
ler yetişm işti. P etropulaki, Zervos, O restiş L aşkos da nişbe-
SİNEMA TARİHİ 215
te n b aşarılı film ler çevirm işlerdir. Y unanlılar bazan senede
otuz k ırk film yapabiliyorlar. Ç oğu da K ab lre’de, A tin a da
çevriliyor.

B u lg arista n ’d a ilk defa V asili Gendof 1910 da “B ulgar,


k ib a r ad am dır” adm da bir film çevirm e denem esine g iriş­
m işti. Bu kom edinin'konusu h a tta bü tü n ü M ax L inder’den a k ­
tarm ay d ı. 1917 den sonra, iş b iraz hızlandı. E n iyisi yine
G endofıin "S ofyadakl Ş ey tan ” olan birkaç film çevrildi.
1923’te m em leketi korku kapladı. G rekov gibi rejisö rler ye-
tiştiy se de fazla film yapılm adı, ilk sesli film Gendof’un
1933 te çevirdiği kurdeleydi. O ndan sonra Berlin R om a
m ihver h üküm etlerinin p ropagandası olan k urdeleler yapıldı.
B u lg arsk e Dtelo, doğrudan doğruya devlet işletm esi o larak
kuruldu. Bu sinem a teşk ilâtın ı m ukavem etçiler kurm u ştu .
1948 de ise sinem a herşeyiyle S ovyet idaresine geçti. 1953 te
sinem a salonu sayısı 1200 e yükseldi. Şimdi îv a n Finçef, Bo­
ris Ş araly ef gibi rejisö rler çalışıyorlar, 1955 te, yıllık film
yapım ı beşe k a d a r çıkm ıştır.

R om anya’da sinem a F ra n sız film cisi B lörlot ve R om an­


yalI Z akaroviçi nin tertipledikleri turnelerle başladı. Z aka-
roviçi 1912 de, 10000 fig ü ra n la R om anya’nın istiklâline dair
b ir film çevirm işti. 1920 ile 1930 ara sın d a y irm i beş k ad a r
sessiz film yapıldı. B unların çoğunu yapan lar, yabancılardı.
L y a de P u tti ve E lvire Popesco bu devirde şö h ret k azan m ağ a
başladılar. 1921 den so n ra L ya de P u tti, B erlin’e, Popesco,
P a ris ’e g ittiler. O nlar gibi R om anyalI a rtistle rin çoğu da b aş­
k a m em leketlere göçetti. 1938 de 250 sinem a salonu vardı. Bir
yılda a ltı milyon bilet satılm ıştı. Ü ç kişiye b ir bilet düşüyor­
du yılda. 1948 a ra lık ayında R om anya’da sinem acılık işleri
m illileştirildi. Yani, Sovyet peyklerinde âd e t olduğu gibi, dev­
le t eline geçti. 1955 tenberi de yılda yedi, sekiz film yapılır
oldu. B unların çoğu çiftçilerin, fa k ir halkın hay atiy le ilgili
p ro p ag an d a film leriydi. B unların en ilgi çekicisi Louis Da-
quine’in P a n a it I s tr a ti’den konusunu a la ra k çevirdiği “Ba-
ra g a n ’m devedikenleri”dlr.

1918 de kurulduğu sırad a Y ugoslav hüküm eti em rinde


115 sinem a salonu vardı. İ921 de, “Çingene ra k ip ”, “Denizin
in tik am ı” gibi b irk aç film denem esine girişilm işti. L âkin
216 SİNEMA TARİHİ
san ay i a ğ ır b ir vergi sistem ine tâb i tu tu lu n ca 1920 1940
a ra sı y a bir, y a iki düzüne k a d a r film çevrilebildi, topu topu.
Y ani yılda b ir film bile düşm üyordu. Bu devrede, 16 mm. lik
film lerde bilhassa büyük b ir u sta lık g österen ve 1935 ten
so n ra iyice rejisörlüğe b aşlayan O kavjan M iletic’in g a y re tle ­
rin i an m ak lâzım dır. 1939 da ise, Y ugoslav halkının h e r b i­
rine, yılda bir sinem a bileti düşecek k a d a r sa tış yapılabilm iş­
ti. S avaş sırasın d a m ukavem et teşk ilâtı elinden geleni yap ­
tıy s a da, asıl k u rtu lu şta n so n ra ordu film m erkezinin m illet­
le ra ra sı tanınm ış iki fotoğrafçısı R udi Vapkoviç ve Y orga
S k rig in bu konuda çalışm aya başladılar. 1945 - 1955 a ra sın ­
d ak i on yılda, yani sinem a devletleştirildikten sonraki on yıl
içinde 38 uzun, 1500 k ısa film yapıldı. 1955 te, Y ugoslavya’­
da beş stüdyo vardı. Y ılda on ikiden fazla film çevriliyordu.
1954 te m em leketteki sinem a sayısı 1300 salondu. Z agreb ti­
y atro su a k tö rü ve rejisörü V ladim ir Pogaçiç, Rados Nova-
koviç gibi genç rejisö rler köylü h ay a tın ın ıstıra p lı yönlerini
belirten film ler yaptılar.
B ir m ilyon nüfuslu A rn a v u tlu k 'ta 1954’te 123 sinem a
salonu bulunuyordu. A ncak 1958 de T ira n a ’da stüdyo k u ru ­
labildi ve film yap ılm ağ a başlandı.
1950 den itibaren M a ca ristan ’da, B udapeşte’de ta rih k o ­
n u la rı üzerine değeri şüpheli film ler çevrilm eğe girişildi. Son­
r a hem en çağdaş k o n u lara dönüldü. Z oltán F abry, K aroly
M ak k gibi rejisörler yetişti.
Canlı resim film leriyle dünyanın en d ik k a ti çekecek
m em leketi haline gelen Ç ekoslovakya ise, yılda onbeş yirm i
uzun film bile yapam ıyordu. 1955 te n sonra kım ıldam aya
b aşlay an b ir yeni nesil bazı üm itlere yol açm ıştır. O tto k a r
V avra ta rih konusunda, M artin F ric, kom edi alanında k en ­
dilerini gösterdiler.
1950 den 54 e kadaİ- d u ralam a geçiren Polonya, yeni
yeni can lanm ağa başlam ıştı. A ndré M unk ve A ndré W ajda
gibi gençler 1956 danberl b aşk a m em leketlerin d ik k atlerin i
kendi üzerlerine çekm eği bildiler. Birincisi, belge film cili­
ğinden gelmeydi. “R a y la r üstü n d e b ir adam ” film iyle k ab i­
liyetini gösterdi. Son film i olan “E ro ik a” ta rtışıla b ilir bir
eserdi. W ajd a ise Lods sinem a okulunu b itirir bitirm ez, 25
y aşın d a film çevirm eğe başladı. “B ir kız k o n u ştu ” işgal a l­
tın d ak i V arşova’da m ukavem et sırasın d a geçen b ir aşk m a­
cerasını anlatıyordu. D aha so n ra da b ir iki film verdi.
SİNEMA TARİHİ 217

F ed eral A lm anya cum huriyeti, bugünkü durum da, B a­


tı A v ru p a’nın en kuvvetli sinem a sanayiine sah ip tir. 6500 sa ­
londa iki buçuk milyon kişilik y eri vardır. 1915 yılında, adam
b aşın a 15 bilet düşecek şekilde 800 milyon bilet satılm ıştır.
Geliri iki m ily ar Tl. sim bulur. 1954 tenberi yılda yüz film ­
den fazla eser verilir. N azi fikirlerini, cinsiyet meselesini, iç­
tim ai tenkidi şiddetle göz a ltın d a bulunduran bir kontrol sis­
tem ine rağm en, sa n a tç a değilse bile m addi bakım dan çok g e­
lişm iştir. 1954 tenberi, film ler sa n a t bakım ından da geliş­
m ektedir. P aul M ay’in çevirdiği bir film, 1939 da b ir askerin
b aşından geçenleri an lata n eser, 12 m ilyon kişi ta ra fın d an
seyredilm iştir. S avaş film leri, A lm anya da çok tutulu y o r.
H elm uth K a u tn e r’in “ıSoıı K öprü”sü M aria Schell’i de şöhre­
te ulaştırdı. “Son K öprü’’ (Die L e tz te B rücke) 1954 Cannes
festivalinde m illetlerarası arm ağanı, Berlin de de gene en iyi
rejisö r arm ağ an ın ı kazandı. K au tn e r bu film i A vustu ry a
Y ugoslavya işbirliğiyle yapm ıştı. O ndan sonra Z uckm ayer’in
bir piyesini “Ş eytanın generali” (D er Tuefels G eneral) ad iy ­
le film e çekti. B uradaki azçok tiy a tro v â ri rol, a k tö r Curd
J u rg e n s’e çok iyi gitm işti. A ktör, bu eserden sonra, m illet­
le ra ra sı şöhret sahibi bir yıldız oldu, çıktı.
P a b st da birçok savaş film i çevirdi. A k tö r O tto H asse,
“C anaris”te, H itler in m eşhur casusluk şefine a it filmde, öte-
denberi â d e t hükm üne girm iş bir tem ayı ele alıyor, iyi b ir
subayın kö tü naziler k arşısın d a m ecbur kaldığı dav ran ışları
canlandırıyordu.
A m erika’dan dönen Siodm ak, sonra W olfgang S tau d t,
ilgi çekici eserler verdiler.

A M ERİK AD A

B irleşik A m erika'da, Sinem aSkop’un icadına rağm en


buhran, 1952 de iyice derinleşm işti. 1954 - 1955 içinde, dış
m em leketlerde y ap ılan lar da dahil, an cak 250 k a d a r film
çevrilm işti. B üyük şirk etlerin geliri y arı y a rıy a düşm üştü.
B üyük stüdyolardan arazisini televizyon stü d y o ların a devre­
denler, y a da yeni m ahalleler k u ra n la r oluyordu. F ox’la P a ra -
m o u n t’un dışındaki hem en b ü tü n şirk etler ağ ır z a ra ra u ğ ­
rad ılar. B azıları da işden çekildi. B ir kısm ı serm ayelerini
p etro l veya havacılık işlerine y atırd ılar. 1958 de bile s ü r ­
218 SİNEMA TARİHİ
m ek te olan bu bu h ran bazı iyi sonuçlar verm edi değil. Bü­
y ü k şirk etler, m ilyonlarını büyük film lere sak lad ık ları için,
g eçer film leri bağım sız şirk etlere b ırak tılar. B ağım sızlar ise,
seçme, beğenm e ve dilediği gibi film çevirm e hak k ın ı re ji­
sö rlere verdiler. Böylece rejisörler, kabiliyetlerini daha iyi be­
lirtm ek fırs a tın a k av u ştu la r.
E lia K azan, ‘V iva Z a p a ta ” film iyle şuursuz kitlelerin
ihtilâllerdeki durum unu gösterdi. D aha önce, 1947 de “N a ­
m us Sözü” (G entelem an’s agreem ent) le en iyi rejisör O scar
m ü k â fa tın ı alm ış olan K azan, “İh tira s tram v ay ı” (A S tre e t­
c a r nam ed D esir) ile şöhretini sağ lam laştırm ıştı. 1953 te “i p ­
te k i A dam ” (M an on a T ightrope) ı çevirdi. K ızıllar aleyhi­
ne çevrilm iş bir filmdi. “R ıh tım lar üstü n d e” (On th e War
te rfro n t) 1954 ün yine ayni arm ağ an ın ı kazandı. Venedik
festivalinde de ayni yıl güm üş aslan alan bu film sendikacı­
lığın g an g sterliğ e nasıl çevrilebileceğini isb a t ediyordu. “Taş
bebek” (B aby Doll) belki en iyi eseriydi. “K ala b alık ta bir
yüz” (A F ace in th e foule) yine kitlenin h arek etlerin i ta s ­
v ir ediyordu.
Jo h n H uston, bir ara, A v ru p a’ya gelerek Hollyvood için
film ler çevirdi. T icari bakım dan büyük iş yap an “K ırm ızı
D eğirm en” (M oulin - Rouge) ünlü ressam H enri de Toulou­
se - L a u tre c ’in eserlerinin çok güzel renkli kopyelerini p e r­
deye ak settird i. “Deniz E jd e ri” (Moby D ick) kendi tarzın ın
en iyi örneklerinden biriydi.
E d w ard D m y try k “K atil ru h la r” (The Sniper) le ye­
niden işe koyuldu. Bu film de seyirciyi eziyetten hoşlandığı
için, zevk duym ak için b ir d uvar üstünden k ad ın lara ateş
eden ru h h astasın ın gerçekliğine kuvvetle inandırdı. “K an ­
lı ok” (B roken Lance) ı çevirdikten sonra en güzel eserini
verdi. Bu, Irv in g S haw 'nun rom anından konusunu aldığı
“Genç asla n la r” (Y oung Lions) tu.
F re d Zinnem ann, “K ah ram an S heriff” (H igh Noon)
h ak lı b ir b aşarı kazandı. Ü ç birlik kaidesi, az çok zoraki
olm akla beraber, film de g ay e t güzel ta tb ik edilm işti. K or­
kunun y alnızlığa m ahkûm ettiğ i b ir adam ın hikâyesiydi.
W estern tipi, am a alelâde olm ayan bir m acera. Sonunda,
S heriff, yani polis âm iri, ne yapıp yapıp hayduda yetişiyor
ve onu yokediyordu. “İn sa n la r y aşadıkça” (F ro m h ere to
E te rn ity ) ise, çok sa tıla n güzel b ir rom andan film e çekil­
m işti. B ununla b erab er ah lâk tem ellerine dayanıyordu. İn ­
SİNEMA TARİHİ 219
sa n la r ara sın d ak i çeşitli m ünasebetleri g a y e t aydın, fark lı
kigiliklerle gösterebilm işti. N ih ay e t duyguya biraz faz la y er
verm esi, seyirciyi yakalayıp sürükleyen ve tic ari bakım dan
çok büyük gelir sa ğ lay a n b ir sebep olm uştu. “O klahom a” ile,
Z innem ann açıkça p a r a getirecek film yap m a işine yeniden
dönm üş oldu. “B ir şa p k a dolusu y ağ m u r” (A H altfu ll of
R ain) de N evyork’un k e n a r m ahallelerine u la ştıy sa d a sa ­
m im iliğe ulaşam adı.
1955 ten sonraki yeni nesil, hepsi 1920 den so n ra doğ­
m uş gençleri iş b aşına getirdi. S tan ley K ubrick, M artin R itt,
D elbert M ann gibi rejisörler bu nesildendi. R ichard Brooks,
N icholas Ray, R obert A ldrich gibi daha olgun kim selerle
bazan işbirliği y ap a rak , film çevirdiler.
N icholas Ray, radyoda ve E lia K azan’da çalıştı. G ayet
acı b ir filmle, “D önülem lyen yol” (They l i v e by N ig h t) la
işi sinem aya döktü. O rta k a r a r bazı film ler çevirdikten son­
r a “IMşl K a rta l” (Johnny G u itar) rejisö rlü k tek i üstünlüğünü
gösterdi. Hele “A si Gençlik” (Rebel W hito u t Cause) cem i­
y etin en günlük ve çetin b ir m eselesini ele aldığı için şöh­
retin i genişletm esine yaradı. “V ahşi nesil” (W ild G énéra­
tio n ) dedikleri genç A m erikalı tipi, bu filmde, Jam es D ean’in
kişiliğinde belirtilm işti: k a r a deri ceket, blûcin (B lue Jean s)
dedikleri d a r pantalon, b aşk a m em leketlerde de gençlerin
ta k lid e ttik leri b ir üniform a haline gelm işti. H ele a k tö r J a ­
m es Dean, kullandığı otomobille k a z a yapıp ölüverince a n a ­
la rı R udolf V alentino’nun ölüm ünden sonra ne hale geldiy­
se, m ilyonlarca genç de öylesine k a ra y a s la ra b a ttı. N icho­
las Ray, sonradan K uzey A frik a savaşlariyle ilgili “Acı Z a­
fer" film inde ayni şiddeti gösterem edi.
R ichard Brooks, önce rom an ve Dassin, D m ytryk, H us­
ton gibi rejisörlere senaryo yazıyordu. R ejisörlükte de pek
k a ra rlı davranam adı. V erdiği eserler belli bir seviyeyi tu t­
turm adı. 1958 de “K aram azof K ardeşler”i çevirdi.
R o b ert A ldrich, ünlü rejisörlerle işbirliği e ttik te n sonra
bir m üddet televizyonda çalıştı. S onra film çevirm eğe b aşla­
dı. “A si ceugâver” (F o rt A pache) bir W estern m acera film i
olm akla b eraber güzeldi. “B üyük B ıçak” (T he B ig K n ife)la
b irta k ım m a d aly a la r aldı. Bu film de Hollyvood’un görenek­
lerini tartışıy o rd u . Film leçinde bitip tükenm ek bilmez kon u ş­
m alara, kuvvetli te sir y ap acak sahnelere, tiy a tro v a ri sa h n e­
ye koyuşa önem veriyordu. Bol sayıda y ap tığ ı film ler a ra -
220 SİNEMA TARİHİ
sm da " ö p beni öldüresiye!” (K iss m e Deadly) özel b ir yer
alır.
A m erikan televizyonları, 1955 sıraların d a film çeviren­
lere esaslı b ir rek ab ete g irişm iştir. Televizyon için film h a ­
zırlay an lard an bazıları, d a r film den 35 mm. lik norm al filme
geçtiler. D elbert M ann, CaJıyevsky’nin televizyon için h a ­
zırladığı senaryodan 1955’te "M arty ”yi çevirdi. T atlı bir aşk
hikâyesi olan film büyük bir b aşarı kazandı ve M ann’a en
iyi rejisö r O scar’ını getirdi. D elbert M ann, bundan sonra
ay n i kuvvetle "B ek â rlar p a rtisi” (The B achelor’s P a rty )n i
S teinbeck’in rom anından "K a ra a ğ a ç la r a ltın d a ” (D esir U nder
th e E ln ıs)y ı çevirdi.
Hollyvood sinem ası, A m erikan tiy atro su n d an da hayli
fay d alan m ak tad ır. B ir piyes ve senaryo yazarı, tiy a tro re ­
jisö rü olan Jo sh u a L ogan’m çevirdiği “O tobüs D urağı”, sade
M arilyn M onroe’nun çekiciliğine dayanm ıyordu. B a sit bir
olay içinde, A m erikan ta ş ra kasabasını ta sv ir e ttiğ i k ad a r
perdeye g etirilm iş tiy a tro eserini piyes olm aktan u za k la ştı­
rabilm iş n âd ir eserlerden biriydi. B aşrolünü Kim N o v ak ’ın
oynadığı "P ik n ik ” ise, psikolojisi itibariyle birçok b ak ım la r­
d an çok kuvvetli b ir eserdi. Genç A m erikan rejisörleri için­
de en kuvvetlisi S tanley K ubrick o la ra k görünüyor. “K a­
n u n d an K açılm az” (The K llllng) 1956 da onun şöhretini p e r­
çinleyen güzel ve kuvvetli b ir dram dı. O tuz yaşını doldur­
m ad an "Z afer yolları” (P a th s of Glory) film ini çevirebil­
m esine bu b aşarısı sebep olm uştu.
Genç rejisörlerden büyük şeyler bekleniyor. B ununla be­
rab er, yaşlıların da hâlâ iyi şeyler verebildikleri görülm ek­
tedir. C. B. De M ille’in sonuncu “On E m ir” filmi, ilki k ad a r
değilse bile, yine iş yapm ış eserlerdendi.
Ş arlo’y a gelince, genç karisiyle evine kapanm ışken,
"S ah n e I ş ık la n ” (L lm ellght) film i için yalnızlığından çık ­
m ıştı. F ilm in k ah ra m an ı olan Calvero, h ay a tın zulm üne u ğ ­
ram ış b ir aktördü. B irçok kısım ları za te n Ş arlo'nun kendi
h ay atın ı anlatıyordu. A ktörün feci günleri, 1913 1915 a r a ­
sında L o ndra’d a geçiyordu. A rtık bitm iş olan yaşlı ak tö r,
genç b ir dansözü y e tiştirm e k istiyordu (C lair Bloom). S ağ ­
lığını, kabiliyetini, sevgisini ve b aşan sın ı ona feda etm işti.
N ihayet, onun b aşarı yolunda ilerlediğini göriip em in ol­
d u k ta n sonra, kendini feda etm esinin boşa gitm ediğine em in
o la ra k h a y a ta gözlerini yum uyordu. G oethe'nin “ö l k i y a ş a ­
SİNEMA TARİHİ 221
y asın ” düsturunu, to p rağ ı beslem ek, binlerce yeni y ap ra ğ ı
y eşertm ek için k u ru b ir y ap ra ğ ın düşm esi kabilinden, Şarlo,
bu film ine a n a fik ir yapm ıştı.
Şarlo, “S ahne I ş ık la n ”m n A v rupada gösterilm esi b ah a­
nesiyle, n an k ö r Hollyvood’ta n uzak laştı. Geldi, İsviçre’ye
yerleşti. “N evyork’t a b ir K ra l” çevirdiği son film oldu. Bu
filmde, Şarlo, acıyı b ir y a n a bırakıyor, eski benliğine b ü rü ­
nerek herşeyi k a h k a h a y a ve neşeye boğuyordu. B aşk a devir­
den k alm a bir K ral kafasiyle, çağım ızın en k e k re insan ları
ve k u rallariy le sa v aşa giriyordu. N asıl “D ik ta tö r”, H itle r’le
M ussolini’nin ölüm lerinden on üç yıl sonra, 1958 de geçerli­
ğinden hiç birşey kaybetm eksizin yeniden basılıp p iy asay a
çıkarılm ışsa, denebilir ki “N evyork’t a bir K ra l” d a 1975 te
in sa n la r için seyre değer b ir eser o la ra k k alac ak tır.
F ra n k Tashlin, eski senaryo yazarı, bu sefer film çe­
virm eğe başlam ış bulunuyor. İlk in kom ik film ler çevirm işti.
M arilyn M onroe'yu k a rik a tü rle ştire n Ja n e M ansfield’e çe­
v irttiğ i “S arışın Bom ba” film iyle hem bu yıldızı m eşh u r e t­
ti, hem de C a p ra la rın , P re sto n S tu rg e s’la rın geleneğine
uydu. Bu a ra d a G eorge S tevens “ V adiler A slanı” (Shane)
film iyle d ik k ati çekiyordu. 1956 d a başrolünü Jam es D ean’in
y ap tığ ı “D evlerin aşk ı” (G iant) m ükem m el b ir W e ste rn m a ­
ce ra film i olduğu halde insanlık dram ının b ir yönünü de i§-
leyebildiğinden kendisine ertesi yıl, en iyi rejisö r O scar’ını
kazandırdı.
Orson W elles, 1958 de “K ö tü te m as” (Touch of E vil) i
ta m kendi üslûbiyle çevirerek en kuvvetli olduğu m eraklı
za b ıta film i alanına döndü. Y ine eskilerden sayılan A lfred
H icthcock, bugün te k n ik ustalığ ı sayesinde, günün kuvvetli
film lerini y ap m ak ta. Yedi senede 2000 den faz la film veren
Hollyvood’ta o, h er yıl, b ir iki eser çıkarıyor.

1940 - 1950 ara sın d a M eksika sinem ası gerek s a n a t b a ­


kım ından, gerek sanayileşm e alanında b ir gelişm e sağladı.
1940 d a 27 film yapılm ışken 1950 de 121 film yapıldı. 830
sinem a salonu, o zam andanberi 2459 a yükseldi. 66 m ilyon
kişi sinem aya giderken bu sayı 1954 te 162 m ilyona çıktı.
H er M eksikalIya yılda yedi bilet düşüyordu ki, n ü fu sa nis-
b e t edilince A v rupaya y ak ın b ir ortalam aydı. A halisi Isp a n ­
yol aslından gelen m em leketler içinde M eksika, film çık ar­
m a ve d ışarı yollam a bahsinde en önde geliyordu. Emilio
222 SİNEMA TARİHİ
F ernandez, m em leketin en ünlü rejisörüydü. “A şk çiçekleri”
(M arla C andelaria), b ütün dünya m em leketlerinde tanınm ış
b ir filmiydi. Pedro A rm endariz’le D olores del Rio, filmin
yıldızlarıydı. H er ikisi de sonradan Hollyvood’un m alı oldu­
lar. M eksika, onlardan b aşk a M aria Felix gibi b aşk a yıldız­
la n da sinem a m erkezine yolladı. F ernandez “A ğ a düşen k a ­
d ın” (L a R ed) le şöhretini büsbütün a rtırd ı. O ndan b aşk a
Qalino, b ilhassa Luis Bunuel gibi ünlü rejisörler yetişti.
B unlar, çoğu defa b aşk a m em leketlerin m eşhur y a z a rla rın ­
ca m eydana getirilm iş eserleri filme çekiyorlardı. Benito
A lazrak i gibi “K ök” (Raices) filmiyle tam am en yerlilerin
oynadığı eserler veren de bulunuyordu. M eksika sinem ası
1052 den bu y an a geriliyor. İşletm e, K uzey A m erikalı Jen-
k in s’in tekelinde.- B irleşik A m erika D evletleri’nin bu eski
konsolosu, yapılan film lerin büyük çoğunluğunu doğrudan
doğruya, y a da v asıtalı olarak kontrolü altın d a tu tu y o r. Çok
iyi h azırlanm ış stüdyolarda Hollyvood’un hissesi var. 19481e
1952 ara sm d a yapılm ış 488 film den 301 i A m erikan şirk etle­
rince dağıtılm ıştır. B ereket M eksika B ankası, serm ayesine
katıld ığ ı film leri m illileştirdi. Çoğu zam an üç h a fta d a bu
film lerin çevrilm esi bitiriliyor. Hollyvood’ta 12 h a fta , F ra n ­
s a ’d a 8 h afta, İta ly a ’da 7 h a fta süren bu iş M eksika’da iyice
k ısaltılm ıştır. Y erli film ler çoğunlukla h afif komedi, din
efsaneleri, geçen yüzyıl usulü acıklı konulardadır.
O rta A m erika cum huriyetlerinde to p a rlak hesap 10 m il­
yon kişi y aşar. B ugün 35 ve 16 mm. lik film o y natan 350 s i­
nem a salonu vard ır. Yüzden fazlası h er gün sinem a oynatır.
P a n a m a ’da ilk film 1949 da çevrildi. G u atem ala 1950 denberi
film yapıyor. S alvador'd a 1950 de ilk defa ve renkli o la ra k
b ir konu film i çekildi. H onduras film yapm adığı gibi sine­
m aları d a K uzey A m erika’da bir şirk ete a ittir. N ik a ra g u a ’­
da sinem a salonları, norm al vergilerden b a şk a bir de "Y a­
n a rd a ğ vergisi” öderler. Bu vergi, y a n a rd ağ la rd a n biri püs-
k ü rm eğ e b a şla rsa z a ra r görenlere yardım için alınır. Bu
m em leketlerde halkın sinem aya rağ b eti azdır. A dam b aşın a
yılda iki bilet düşer. Ç ünkü halkın % 65 veya % 80’i (bölge­
ye göre) okum a yazm a bilm eyen yerlilerden ib a re ttir.
K üba’da 17 m ilyon insan yaşar. İlk film, 1897 de çev­
rilm iş, yangın konusunda b ir a k tü a lite filmiydi. 1908 de ise
ilk defa konulu film çevrildi. A m a asıl sinem acılık, 1913 te
E nriquez D iaz Q uesada’m n rejisörlüğünde y ap tığ ı “M anuel
s i n e m a t a r i h i 223
G a r d a ” film iyle başlar. 1920 den. so n ra E ste b an R am lrez,
Ram on Pâon gibi rejisö rler yetişti. A m a ik inci D ünya Sava-
şı’n a k a d a r hem en hiç sesli, sözlü film yapılm adı denebilir.
1939 ve 1940 d a Pellicıılas C ubanas stü d y o lara bol bol m a l­
zem e tem in ettiğinden iki yılda on k a d a r film çekildi. Ondan
so n rak i y ıllard a verim yine sıfıra düştü. D aha so n ra M anuel
Alonso gibi değerli bir rejisör çıktı. K üba’da, M eksikalIlar
da çok film çevirdiler. 1940 la 1957 a ra sın d a top yekûn elli
eser verildi. B u n lar gallegos’la n (Ispanyol) ve neğ rito s’ları
(zenci) alay a alan değersiz, kom ik şeylerdi. B azıları d a t a t ­
sız, acıklı hikâyelerdi. Y a d a tu ristle ri eğlendirm ek için fil­
m e alm an şark ılar, rum ba dansları gibi yerli eserler...
B rezilya da 1941 de te k b ir film çekildi. Sinem a salonla­
rı ve film işletm eciliği Lııis Severiano Ribeiro ile Sao - Paolo
bölgesinde S erra d o r’un tekelindeydi. Bu sa n atı B rezilya’da
k u ra n la r ara sın d a L uis de B arros, C arm en S antos ve U m ­
b e rto M auro sayılm alıdır. M auro, uzun zam an T erbiyeci Si­
nema. M illi E n stitü sü ’n ü id a re etm işti. Z am anla bu geniş ve
k alab alık ça m em leket, sinem acılık bakım ından lâyık olduğu
dereceye ulaşm a ihtiyacını duyurdu. 1948 de rom ancı Jo rg e
A m ado’nun “A cı T o prak”ı başariy le film e çekildi L âk in bu
film i kim se beğenmedi. Onun üzerine A m ado orijinal bir
senaryo yazdı: “S abah yıldızı” (E s tre la de M an h a). Jo n ald ’ın
rejisörlüğünde çevrilen eser çok m ükem m el olduysa da V ar­
g as hüküm etinin san sü rü uzun zam an gösterilm esine m ü sa­
ade etm edi. 1949 da A lberto C avalcanti m em lekete gelince,
kendisini çağırm ış olan Saol - Paolo hüküm etinin ve B rezil­
y a B ankasının o rta k la şa k u rd u k ları V era - Cruz film şirk e­
ti hesab ına çalışm ağa başladı: “B rezilyalılar için B rezilya
sinem ası k u rm a k ’’ tem el düşüncesiydi, içeride büyük b a şa ­
rı k azan an eserler m eydana getirdiler. A m a, anlaşm aları, bu
film lerin dış m em leketlerde fa z la k â r sağ lam asın a engel
oluyordu. Böylece serm ayesini yiyen V era Cruz, çalışm a­
la rın ı d u rdurm ak zorunda kaldı. Hollyvood, piyasasının % 80
ine h âk im oldu. 1953’tc 2580 sinem a salonu ve 251 m ilyon
b ilet satışı olduğu düşünülürse, bu Hollyvood’un dış m em le­
k e t piy asasında ikinci durum daki k aynağı dem ektir. 250
m ilyon bilet satışı, bu m em lekette adam b aşın a yılda beş bi­
le t d ü ştü ğünü gösteriyor. C avalcanti’nin A v ru p a’y a gidişi,
V era - C nız’un fiyasko verm esi, B rezilya’yı k arn a v al film ­
leri y ap m ağ a sürüklem edi. Y etişen nesil içinde h e r yıl otuz
2 24 SİNEMA TARİHİ
film i bulan b ir g a y re t görülüyor.
A rja n tin ’de 1940 - 1950 ara sı iyi geçmedi. H am film
ithalindeki güçlükler, bu m em lekete İspanyolca konuşan di­
y a rla rd a k i üstünlüğünü, M eksika lehine, kayb ettird i. 1940 sı­
ra la rın d a yeni b ir nesil işbaşına geçiyordu. B unlardan L u­
cas D em are, m em leketin tarih in e gözlerini çevirdi. E n güzel
film i “G oşoların sav aşı” (L a G uera G aucha) dik k ati kendi
üzerine çekti. 1950 den sonra da Hollyvood’e göçerek işe
devam etti. S avaş sonunda A rja n tin yılda elli film yap acak
hale gelm işti. T eknik bakım dan son derece güzel olan bu
film ler, Hollyvood’ta hazırlan an ikinci sınıf film lerle atb a-
şı gidiyordu. P eron devrinin sonlarında Leopold T orre Nil-
son, R am on Vignoli B a rreto gibi istid atlı genç rejisörler y e­
tişti.
Şili, Peru, E k u v ato r, Bolivya, Kolombiya, V enezuelaı
U ruguay, P a ra g u a y gibi güney A m erika m em leketleri de
nüfusları, zenginlikleri nisbetinde k alk ın m ay a çalıştılar.
B unlardan en az P a ra g u a y ’da (30) sinem a salonu vard ır, ilk
yerli film 1957 de yapılm ıştır.
K an ada da ise halkın sinem aya düşkünlüğü adam b a ­
şın a yılda 20 bilet getirecek kadard ır. Televizyon rek ab eti
olm adığından, K anada, bu bakım dan A. B. D. ne ü stü n geli­
yor. K an a d a’da film işletm eciliği 1906 da başladı. M ontre-
a l’li E rn e st Ouimet, Ouim etoscope adını verdiği büyük âle­
tiyle büyük b aşarı sağlam ıştı. Bu sayede b ir sinem a salonu
şebekesi kurdu. F a k a t sinem a tarihçisi H ye Bossin’in yazdı­
ğı sözler: “Birleşik D evletler’le kom şuyken sinem a sanayii
gerçek anlam da gelişem ez ’ hükm ü doğruydu. M ary P ick ­
ford, M ack S ennett, Louis B. M ayer, W a lte r H uston, Glenn
Ford, W a lte r Pidgeon gibi n ek a d ar K an ad a’dan yetişm e
oyuncu, rejisör ve film yapan kim se v a rsa hepsi Hollyvood’a
göçtüler. 1912 1918 ara sın d a film yapm a işi nisbeten bol­
du. 1939 da P arlam ento, b ir “Millî F ilm M erkezi” N ational
F ilm B oard) k u rulm asını uygun buldu. İşin b aşına G rierson’u
getirdiler. S enaryo m üsabakası aç tılar. Y ılda en az beş
m ahalli film yapılm asına çalıştılar. G rierson’un g ay re tleri
d ah a çok belge film ciliğinde verim li oldu.
Serm aye sahiplerinin zenginleşm eleri, S av aştan so n ra
y atırım y a p a ra k üç stüdyo k u rm aların ı sağladı. 1945 ve 1948
arasında, Quebec ve Toronto civarında k u ru lan bu stüdyolar,
1950 den sonra televizyon ve reklâm film ciliğine işi döktüler.
SİNEMA TARİHÎ 2 25
1945 - 1955 ara sın d a 21 film yapıldı. B unların 14 il F ra n sız ­
ca sözlüydü. B ir şirk et, F ra n sızc a ve İngilizce olarak, her
film i iki dilde çeviriyordu. B undan da m a k sa t yabancı p iy a­
sa la ra film yollam aktı. R an k ın desteklem esine rağm en bu iş
yürüm edi. Iç p a z a r için, yerli kon u lard a çevrilen film ler d a­
h a ziyade iş yapıyordu. Sinem a salonları, yabancı firm aların
m alı o larak kaldı. P a ra m o u n t’un 390, R a n k ’m 100 sinem ada
film leri oynuyordu. Film ciliğin gelişm esine engel olan şey­
lerden biri de d a r görüşle yapılm ış sansürdü. Bu yüzden hiç­
bir F ra n sız film i K an ad a’da gösterilem iyor. A ncak, film in
asıl kopyasında sadece birbirine aşık olan insanlar, K an ad a’­
da gösterilecek kopyasında evli diye tak d im edilmişse, o film
sinem alarda y er bulabiliyor.
A v u stu raly a ve Yeni Zelanda, sinem a işletm esi ve s a ­
lonları bakım ından L ondra’y a değil, Hollyvood’a bağlı. S a­
vaş sırasında, bir tek rejisör, A vrupa daki A v u straly a k ı­
ta la rın ın b aşarıla rın ı g österen b irkaç savaş film i çevirm işti.
G rierson’un desteklem esiyle de belge film ciliğinde b ir h are k et
görülm üştü. 1945’te Jo ris Ivens, yardım görerek, “Indonezya
çağ ırıy o r” (Indonesia calling) film ini çevirdi. M aksadı B a­
ğım sız în donezya'yla A v u stu raly a gem i işçilerini ta sv ir e t­
m ekti. H a rry V aatt, A vusturalyalı a rtistle rle R ank hesabı­
n a belge film leri çevirdi. S av aştan b eri de bu m em lekette her
yıl iki üç eser veriliyor.

AS YADA

Jap o n sinem acılığı gerek film lerinin s a n a t değeri, g e­


re k sayısı bakım ından 1950 - 1958 devresinde hem en hem en
D ünya’nın birincisidir. 1955 te 423 konulu film çevrilm işti.
B unlardan 87 si, 51 d ak ik a süresinde o rta boy filmdi. Çoğu
seri halinde yapılan “im â lâ t” am a, içlerinde değerli eserler
de var. N etekim çeşitli festivallerde arm a ğ an alm aları bu­
nun delili sayılabilir. *
M izoguchi’nin 1956 da ölüm ü’ne rağm en K urosaw a ça­
lışm ağ a devam etti. “K o rku içinde y aşam a k ” (tklm ono no
K lrobu) değerliliği gereği k a d a r anlaşılm am aış b ir eserdir.
“K anlı T a h t” (Kum onosu - Jo, yani M acbeth) ise gerçek b ir
şaheserdi. Bu film de Lady. M acbeth, klâsik Nö tiyatro su n u n
boyalı yüzlü kadını halinde görünüyor ve yürüyen orm andan
F. 15
226 SİNEMA TARİHİ
atılm ış ok yağ m u ru altın d a can veriyor. Böylece K urosa-
w a ’nın b ütün insanlıkla ilgili ta ra fı, S h akespeare’i Ingiliz ol­
m a k ta n bir k ere daha çıkarıyordu.
Bağım sız şirk etlerin film yapışı, 1956 danberi büyük y a ­
bancı şirk etlerin baskını altın d a biraz hızını kaybetm iştir.
Y am am oto, Kon Ishigaw a, Y asushi N ay a h ira ve Yasuzo
M asm u ra gibi rejisörler, ça lışm ak ta devam ediyorlar.
1050 de g a y e t bol verim li olan Çin sinem ası, o zam an-
danberi film lerin değeri üzerine de çalışm alara girişm iştir.
Ş an g h ay ’da T cheng Si-ho, Thcochu’da Lu-pin gerçekçi eser­
ler veriyorlar.
H ong - K ong Ingiliz bölgesinde, 1954’te 62 sinem a sa ­
lonu v ad n . A dam başına yılda 15 bilet düşüyordu. L âkin
H ong K ong'ta, yılda yapılan 200 film, sadece bu şehrin
iki buçuk m ilyona y ak laşa n halkı için değildi. Bu film lerin
d ö rtte üçü K anton lehçesiyle, d ö rtte biri M andarin denilen
aydın Çincesiyle sözlüydü. Çoğunluğu A sy a’da ve A m erik a’­
daki Çin sinem aları için yapılm ış eserlerdi. K onulan genel
o la ra k çağdaş yaşayışın, y a da derebeyliği zam anına a it â d e t­
lerin, geleneklerin tenkidine dairdi. Bu arad a. Tchou Shen
Ling, 1952 den sonra, ev buhraniyle ilgili bir seri film y aptı.
Çin çevreleri dışında, H ong K ong film ciliği gereği k ad a r
ilgi görem iyordu.
K ore’de ilk film 190® sıraların d a çevrilm işti. 1921 - 1940
ara sın d ay sa 200 film yapıldı. 1040 ta n sonra Ja p o n lar stü d ­
y o lara hâkim oldular. Koreli sa n atç ıla r onlarla işbirliğini
reddetti. 1947 de yeniden yerli film yapılm asına başlandı.
1950 de savaş çıkm ca K uzey K ore deki stüdyolar bom bardı­
m an lard a yıkıldı. S avaş b ittik te n sonra Güney K ore’de yıl­
da on iki film i bular, bir çalışm aya girişildi. K uzey K ore’de
de P yong Y ang stüdyosu yeniden yapıldı.
Filipinlerde ilk yerli film 1915 1920 ara sın d a çevril­
miş olsa g erek tir. A m a asıl sinem acılık ancak 1933 te b aş­
lam ıştır. tOOO ad ad a 21 m ilyon insan elli k a d a r lehçeyle ko­
nuşuyordu. B unların o rta k la şa bildikleri lehçe olan Tago-
log lehçesiyle film çevriliyordu. M anila’da k u ru lan stü d y o lar­
da çok ucuza m aledilen eserler verildi. 1950 de on d ö rt şir­
k e t seksenden fazla film çevirdi. M em leketteki 750 sinem a,
p ro g ra m la rın a % 10 nisbetinde yerli film koym ak zoru n d a­
dır.
80 milyon nüfuslu Indonezya’da, sessiz film devrinin son-
SİNEMA TARİHİ 227
la rın a doğru 100 sinem a bile yoktu. İlk film 1927 de çevril­
di. H olandalı rejisö r K ruger, b ir halk m asalından “Saygılı
m aym un’’ (L u tan g H a sa ru n g )u yerli a rtistle rle hazırladı.
O ndan so n ra Lie T ek Soi gibi, B a h tiy a r E fendi gibi rejisö r­
ler y etişti. E n b aşarılı eser, A lfred B alling'in 1936 da Holly-
vood ta rz ın d a çevirdiği şark ılı “A y ışığ ı’’ (T erang B ulan)
oldu. 1942 - 1945 y ılların a ra stla y a n Jap o n işgali sırasın d a
topu topu beş film yapılabildi. 1945 - 1948 arasındaki İn g i­
liz H olanda ordulariyle îndonezya ask eri arasın d ak i ç a r­
p ışm alar sırasında hiç film çevrilmedi. 1949 dan so n ra b aş­
lay an bu iş, 1952 de 62 eser verdi. 1954’te U nesco’nun bil­
dirdiğine göre 70 milyon insan sinem aya gitm işti. A m a adam
b aşın a b ir tek bilet düşüyordu. Sinem a salonu sayısı ise,
değişik k ay n a k la rd a »350 470 k ad a r gösteriliyor. 1958 den-
beri- P erfin i (D evlet işletm esi) ve P ersari (îndonezya B irle­
şik S an atçıları) g ayretiyle film cilikte bir kalk ın m a b aşla­
m ıştır.
M alezya ve S in g ap u r’da (yılda yirm i beş otuz film ),
F orm oza’da, V iet-N am da, T ay lan d ’ta, B irm an y a’da (altı
stüdyoda 27 film ) ve Seylân’da yapılan film sayısı değişm ek­
tedir. H alkın sinem aya rağ b e ti çoksa da, adam başına s a ­
tılan bilet sayısı, nüfu sa ve sinem a salonlarına nisbetle a z ­
dır.
H in distan'da ise 1956 da 4000 sinem a salonu vardı. A y ­
ni yıl 256 film yapılm ıştı. 1948 de 200 m ilyon insan sinem a
se y re ttiğ i halde 1956 da bunların sayısı m ily ara y ak laşıy o r­
du. 1957 de H in t film leri K arlovy V ary’ye V enedik büyük
arm ağanını, Cannes ve Berlin festivallerinde de çeşitli a r ­
m a ğ an la rı kazandırdı. D ünya, 1950 ye k a d a r haberi olm a­
dığı b ir sinem a m em leketini keşfetm eğe başlam ıştı. B en­
gale, on yıllık bir sessizlikten sonra, birdenbire “P eder P an -
çali” film iyle birinci sıra y a geçm işti. S a ty a jit Ray, ard ın d an
"Y enilm ez’’ (A parajlto ) yu çevirdi. Ray, ressam lık tan sine­
m ay a geçm işti. B una de sebap Je a n R enoir’ı ve yeğeni C lau­
de R enoir’ı K alk ü ta y ak ınlarında film çekerken görm esiydi.
1952 de senaryo yazarlığına, rejisörlüğe başladı. 1954’te de
“P a te r P an çali”yle B ibutibhusan B andapathai'nin seri h a ­
lindeki bir rom anını film e çekm eğe koyuldu. P a te r P an çali
fa k ir b ir köy çocuğunun «hayatını anlatıyordu. B üyük b ir
y ab an i orm an kenarında, bir kulübede fa k ir bir aile y aşıy o r­
du. B ir küçük oğlanla kız, günün birinde, çay ıra inerek
2 28 SİNEMA TARİHİ
sazlık ların arasından, inanılm az birşeyin geçişini, tren in du­
m anını gözetlem eğe gidiyorlardı. Konu, Bengale ça y ırları­
nın biteviyeliği içinde, a ğ ır b ir tem poyla anlatılıyordu. Sub­
r a ta M itra'n ın harikulâd e zevkli bir anlayışla çektiği h er re ­
sim, seyirciyi bağlam aktaydı. “A p arajito ”da, oğlan çocuk a r ­
tık delikanlı olm uştu. Ailesiyle B enares’e gidiyordu. D aha
so n ra K a lk ü ta ’y a geçiyor, Ü niversite’de okuyordu. R ejisör
b iraz d aha m addi im kân bulabilseydi de, 1930 sıraların d a,
H in d istan’ın m üstem lekeliği zam anındaki şehirlerin halini
çekebilseydl, d ah a iyi olacaktı. Venedik te film in büyilk m ü ­
k â f a t kazanm ası, birinci sınıf bir rejisörün doğduğunu dün­
y ay a isb at etti. S ta y a jit R a y ’ın aksine, R aj K apoor’da Bom ­
bay sinem acılığının izleri vardır. “A vâre”nin büyük şöhreti
ona “Boyacı çocuk’’ film ini çevirtti. A yni zam anda sinem a
yıldızı olan Kapoor, bundan sonra “B ay 420” (Shree 420) yi
çevirdi. Ş arlo’nun büyük tesiri hem en belli oluyordu. Bu
filmde, Kapoor, sokak sokak dolaşan, başından binbir olay
geçen bir serseriydi. Bim al Roy ise 1952 - 1958 arasında, es­
ki başarısını gösterem edi. B ununla beraber, üçü, H int sine­
m asının üç büyük kuvvetidir. H int sinem acılığı yabancı pi­
y asay a kendini kabul ettirm iş durum da bulunuyor. A rap
m em leketlerinde ve F a s ’ta, bilhassa M ısır film lerinin en k u v ­
vetli rakibidir. 25 senede 5000 den fazla ve yirm i dilde film
veren H in t sinem ası, m em leketin büyük im kânlarını g ö ste ri­
yor.
B ağım sızlığa k av u ştu k ta n sonra geçen on yıl içinde, 70
m ilyonluk M üslüm an devleti P a k ista n ’la H indistan film ciliği
a ra sın d a herhangi b ir ilgi de görülm ez. L âh u r’da ku rulan
stüdyolar, o rta la m a yılda 12 film yap acak hale gelm işti
(1949 - 1952). 1954 tenberi ise yılda elli film e ulaşm ıştır.
F ilm lerin çoğu, yerli dili olan Ordu diliyle sözlüdür. A rap ça
ve Bengali dilinde y ap ılan lar da vardır. B unlar, daha ziyade
K alk ü ta y akınlarına, Doğu P a k is ta n ’a gönderilen eserlerdir.
M em leket kalabalık olduğu için, 1954 te henüz adam başı­
n a b ir sinem a bileti düşm üyordu. 40 ı gezici olm ak üzere
m em lekette 260 sinem a vardır. Hollyvood’ta n bol bol film
g e tirilir a m a b u n lar günde 225.000 den faz la seyirci çekmez.
G eri k alan b ir m ilyon seyirci, yerli P a k ista n film lerini te r­
cih eder. M ısır film leri de y avaş y av aş yer b ulm ağa b aşla­
m ıştır. P ak istan , yak ın za m a n lard a T ürkiye'den bilhassa
film g etirtiy o r. E n tanınm ış rejisörler L okm an, D avud Şand
SİNEMA TARİHİ 229
ve E n v er K em al’dir.
İra n ’da sinem a, o zam anki şahın 1900 P a ris sergisini
gezip de film görm esi üzerine, sa ra y foto ğ rafçısın a b ir k a ­
m era sa tın aldırm asiyla başladı. 1001 de T a h ra n ’da bazı so­
k a k sahneleri film e çekildi. Beş yıl sonra iki sinem a salonu
açıldı, ilk konulu film, 1929 da çevrildi, ilk Ira n sözlü filmi,
“D u h ter-i L or (Lor aşiretin d en b ir kız) H intli rejisö r Sep-
n e ta ta ra fın d an Ira n lı oyuncularla B om bay’da çevrildi.
Sepneta, ondan sonra “L eyli vii M ecnun” hikâyesini de si­
nem ay a ak tard ı. Dr. K uşan, 1947 de M irza F ilm ’i ku rd u ve
d ö rt eser verdi. 1953 teyse T a h ra n ’daki 35 şirket, 37 film çe­
virdiler. 1950 de, m em lekette 20 si aç ık h av a olm ak üzere 80
sinem a vardı. 9 milyon insan sinem aya gidiyor, adam başı­
n a yılda y arım bilet düşüyordu. K âtibi, gibi rejisö rler y e­
tişti. 1954 - 1958 ara sın d a yılda on iki film yapıldı. M uhsi-
ni, G affari, d ah a so n ra daha iyi eserler verdiler.
M ısır’da S alâh E bu Ş erif ve Y usuf Şahin, 1945 1958
a ra sın d a m eydana çıkan rejisörlerdendi. Salâh, d ah a on iki
yaşında, “D alm a K albim desin” (D alm en fi kalbi) film iyle
sinem aya atıldı. Y usuf Şahin ise Hollyvood’ta çalıştı, ilk
film lerinde de H itchcock'un çok tesirinde kaldı. Şahin 1950
de, yirm i d ö rt yaşındayken film çevirm eğe girişm işti. Y usuf
V ehbi’ye başrolü verdiği “S o y ta n ” (E l M u h arrik - el - K e­
bir) en başarılı filmiydi. M ısır’da h üküm et darbesi, sinem a
sanayiinde de tesirini gösterdi. 1950 denberi, M ısır film leri,
uzun zam an âd e ta m ahkûm kaldığı b arlard an , A rap m üzi­
ğiyle oyun h av aları y ay m ak ta n k u rtu lm a k gayretindedir.
D ünyanın çeşitli m em leketlerindeki sinem a çalışm aları­
nı böyle kuş bakışı gözden geçirm ek bile, sinem anın nasıl
d ünya ölçüsünde b ir s a n a t kolu olduğunu isb a ta yetiyor.
B ütün dünyada film işlerini üç dö rt şirk etin elinde tu ttu ğ u
devirler ta rih e k arıştı. Şimdi h er m em leket, kendi varlığını
b a şk ala rın a d u y u racak bir çalışm a peşinde. Y alnız A frika,
film y ap m a işinde çok geç kalm ıştır. K enya’daki N airobi şeh­
rinde k u ru lan stü d y o lar bile Ingiliz veya A m erikan filmcile-
rin in d ir ve onlar hesabına çalışır. A frika, bu gibi film lerde
zencileriyle, ta b iatiy le dekor vazifesini görür. A ncak A sy a
ve G üney A m erika m em leketlerinin durum u, u y an m ağ a
başlayan A frik a 'd a sinem anın y ak ın d a nasıl gelişeceğine g ü ­
zel b ir ö rn ek tir. Sinem anın insan topluluklarını y e tiştirm e k ­
teki, o n lara te sir etm ekteki rolü göz önüne alınırsa, A frik a ’-
230 SİNEMA TARİHİ
ya neden dolayı çok dikkat etmek gerektiği kendiliğinden
anlaşılır.
Yüzyılımızın doğurduğu sanat olan Sinema, sınırsız im ­
kânlar getirdi. Bu imkânlardan faydalanmak, yine bilgi ve
teknik sayesinde, o insanların elindedir. Çabuk gelişmeleri,
ansızın gelen buhranları, sayısız seyircisi, büyük yaratıcıla­
rı, tek kişinin değil de birçok kişinin em eğiyle meydana
gelm esi gibi birçok sebepler, bilhassa sonuç bakımından, y a ­
ni en kalabalık seyirciye hitabetme bakımından, sinemayı
çağımızın en önemli sanatı haline getirmiştir.

S ir A lexa n d er K o rd a (Macar ve İngiliz rejisörü) 1893 - 1958


TÜRKtYEDE SİNEMA
T ü rkiye’de projeksiyon m akinesiyle film ilk defa 1896 -
1897 y ılların d a ve İsta n b u l’da, G a la ta sa ra y dönem ecinde bu­
lunan Sponek birahanesinde g ö sterilm iştir. E ldeki sayılı
k a y n a k la ra göre, adı büinm iyen b ir F ra n sız ressam ı, daha
önce S aray ’da başladığı bu gösterileri h alk a te k ra rlam ıştır.
B una o zam an sinem a değil, "canlı fo to ğ ra f” denilm işti.
İkinci M e şru tiy etin ilân edildiği yıl, yurdum uzda yerleşm iş
b ir Lehli, Sigm und W einberg, T epebaşında, şim di yıkılm ış
olan eski Komedi T iy a tro su ’nun bulunduğu binada ilk si­
nem a salonunu açtı. Adı “P a th â ” sinem asıydı. Çünkü, m em ­
lekete ilk fo to ğ ra f âletini de getirm iş olan bu W einberg,
P a th e ’nln sayısız acentelerinden biri olarak T ürkiye tem sil­
ciliğini üzerine alm ıştı.
B irinci D ünya Savaşı başladığı sıra la rd a yedek subay
olan F u a t U zkınay, vaktiyle R u s la rın A yastefanos’a (Ye­
şilköy’ün o zam anki adı) geldikleri sırad a dikilm iş olan sü ­
tunun, 1914’te hav ay a uçuruluşunu film e çekm işti. Böylece
ilk a k tü a lite ve belge filmcisi ve T ü rk operatörü, F u a t U zkı-
n ay olm uştur.
1914 yılı, ilk yerli film in çevrilm eğe başlanm ası ta rih i­
d ir de A rşak Benliyan ve ark a d aşla rı tiy a tro kum panyası,
büyük bir ihtim alle M oliöre’in "Zor N ikâhı”ndan ak tarılm ış
“H im m et A ğa’nın izdivacı’’ kom edisini film e çekm eğe b aşla­
m ışlardı. F a k a t oyunculardan b ir kısm ının askere gitm esi
yüzünden film çok sonra tam am lanm ış, 1918 - 19 yılların d a
gösterilebilm işti.
Sinema, dışarıdan ziyade, ilkin okullarda yer bulm uş
oldu. D aha 1910 yılında, İstan b u l S ultanisi (Lisesi )nde d a­
hiliye şefi olan F u a t Bey (U zkınay) P a th â sinem asının m a ­
kinistinden film gösterm eyi öğrenm işti. S onra okul m üdürü
E bülm uhsin K em al B ey’i teşv ik ederek okulda film g ö steril­
m esini sağladı. F u a t ve Ş ak ir B ey’ler (Seden) İstan b u l Sul-
ta n isi’nde gösterilecek film leri seçm ekle vazifelendirildiler.
E sasen o devirde şehrin h er ta ra fın d a elek trik tesisleri
ta m olm adığı için sinem a, gezgindi. Sinem acı, projeksiyon
2 32 SİNEMA TARİHİ
m akinesiyle elek trik tesisatı olan k ib a r k o n ak ların a gider,
dörder beşer dakikalık yedi sekiz film den ib a re t p ro g ra m la r­
la seyredenleri eğlendirirdi. A nadoluhisarı’nda, K adıköy
Y oğurtçu bahçesinde R am azandan R am azana, k ad ın lara a y ­
rı, erkeklere ayrı, K aragöz tem silleri gibi sinem a o y n atılır­
dı. 1914 yılm a k a d a r bu böyle g itti.
1914 tarihi, sinem acılığım ızda birk aç bakım dan h are k et
no k tasıd ır. B ir kere o yılın 19 M artında, Şehzadebaşı’ndaki
Feyziye K ıraa th an e si (K ahve )nde C evat (B oyer ve M u ra t
B ey'ler, Millî Sinem a adiyle, özel teşebbüse a it ilk T ü rk
sinem asını aç tılar. Yine İstan b u l ta ra fın d a k i ikinci sinem a,
ayni yılın 6 Tem m uzunda, S irkeci’de Ali E fendi sinem ası
adiyle açıldı. Ali Efendi, lokantacıydı. İstan b u l S u ltan isi’n-
den ay rılan F u a t B ey’le K em al ve Ş ak ir (Seden) kardeşlerin
işbirliği sonunda bu sinem ayı açtı. Y akın zam a n lara k ad a r
çalışan bu salon, sonradan lo k a n ta oldu.
B irinci D linya Savaşı içinde A lm anya’y a se y ah a t eden
H arbiye N â z ın E nver P aşa, orduda bir film m erkezi k u ­
rulm asını istem işti. 1917 de M erkez Ordu Sinem a dairesi
adiyle, istediği kuruldu, ilk in teşk ilâtı P a th â sinem asını
işleten W einberg k urm uştu. A m a henüz R om anya u yru ğ u y ­
du. Bizse R om anya’y a k a rşı ta r a f ta savaşıyorduk. Bu se­
beple onun yerine F u a t (U zkınay) getirildi. O rdu Film M er­
kezi, şim di Ü niversite M erkez binasının y anında bulunan su
deposunun a lt ta ra fın d a b ir binaydı. O sırad a yedek subay
o la ra k orduda bulunan Cemil (F ilm er) ve M azhar (Y alay)
B eyler de bu dairede çalışıp y etiştiler. O rdu F ilm Merkezi,
a k tü a lite ve belge m ahiyetinde birçok film çevirdi. M erkez
O rdu Sinem a D airesi’nden b aşk a bir de, o y ıllard a M üdafa-i
M illiye Cem iyeti nin stüdyosu vardı. C em iyet 1912 de, B al­
k an H arbi sırasın d a kurulm uştu. H arbin ikinci yılında, b aşk a
çalışm a alan la rın a da girildi. K enan (E rginsoy) Bey’in ça-
lışm alariyle bazı savaş sahneleri, Boğaziçi’nden sahneler,
belge film i m ahiyetinde, hazırlandı. L âkin bunlar cemiyete-
b ir fay d a sağlayam ıyordu.
1917 de, henüz on sekiz y aşın d a bir genç, S ed at Simavi,
M Udafaa-i M illiye C em iyeti’n e konulu film çekm eği te k lif e t­
ti. Z aten sav aş dolayısiyle F ra n s a ve İta ly a ’dan film gelm ez
olm uştu. S ed at Sim avi 1896 da İsta n b u l’da doğmuş, K adıköy
S ain t Joseph ve G ala ta saray liselerinde okum uş u y an ık b ir
gençti. 1917 de rom ancı M ehm et R a u f’un ad aptasyonu olan
SİNEMA TARİHİ 233
“Pençe” isimli tiy a tro eseriyle “ C asus” adında diğer b ir k o ­
nulu filmi, M üdafaa-i M illiye C em iyetinin Divanyolunda,
şim di Sağlık M üzesi olan binanın a lt k a tın d a m eydana g e tir­
diği b ir stüdyoda başlandı. F u a t U zkınay’ın operatörlü ğ ü n ü
y ap tığ ı “H im m et A ğ a’n ın izdivacı”ndan so n ra b aşlan an bu
film ler, ondan önce p iy asay a çıkarıldı. Ü çüncü eser olan
“A lem dar V ak’ası y a h u t S u ltan Selim -i ıS&lis”, M ü tarek e’nin
ilâniyle cem iyetin dağılm ası üzerine m o n tajı yapılam ad ığ ın ­
dan, bitirilem edi. S ed at Simavi, tnci, Diken, K a rik a tü r gibi
m izah dergilerinden b a şk a h a fta lık “Yedi Gün”ü uzun z a ­
m an, 1932 ve 1948 ara sın d a y ay ın lay a ra k gazeteciliğe g iriş­
ti. 1948 de şimdi oğullarının devam ettird ik le ri H ü rriy e t g a ­
zetesini çıkardı. “F u jiy am a” ve “H ü rriy e t a p a rtım a n ı” isim ­
li iki rom anı da v ard ır ki, bu sonuncusu, m erhum Tal&t
A rtem el in rejisörlüğüyle * film e de çekilm işti. “ Pençe” ve
“C asus” gibi film ler ilkin B eyoğlundaki F ra n sız T iy a tro ­
s u n d a (şim di Ses O pereti salonu), sonra İstan b u l ta ra fın d a ­
ki A lem dar S inem ası’nda h a lk a gösterilirdi.
M ü tareke ilân edilip de Ordu Film M erkezi o rtad an
kalkınca, düşm an eline geçm esin diye m alzem esi olduğu g i­
bi "M alûl G aziler C em iyeti”ne devredildi. B ir yardım laşm a
derneği olan bu kurum , D ivan Y olunda b ir stüdyo kurdu.
S onra stüdyolarını V eznecilcr’e n ak lettiler. '
M alûl G aziler Stüdyosu’n d a a k tö r Fehim Efendi, re ji­
sörlüğünü ve başrollerden birini de kendi y a p a ra k ilkin ro ­
m ancı H üseyin R ahm i G ü rp ın ar’ın m eşhur eseri “M ürebbi-
ye”yi filme çekti. “M ürebbiye” m izahi bir tö re rom anı idi.
İkinci M eşru tiy et’i hazırlay an yıllarda pek m oda olm uş ve
cem iyet h ayatım ızın k alb u r ü stü ta b a k a sın a yerleşm iş b ir
tipin iç yüzünü anlatıyordu: K endini F ra n sız b ir m ü reb ­
biye o larak ta n ıta n bir kadın, girdiği konağın küçükbeyini,
dam adını, h a ttâ yaşlı efendisini sıray la b aştan çıkarıyor,
so n ra ipin ucunu kendi de k aç ırarak , bunların hepsini b ir­
den idareden âciz kalınca ku rtu lu şu in k ârd a a rıy o rsa da,
evin efendisi bir baskın la m ürebbiyenin odasına girip baş-
kasiyle k arşılaşın ca yüreğine inerek ölüyor. B irçok yerleri
hayli k ab a bir m izaha dayanan bu rom anda yazar, çocukla­
rım ızı terbiye için güvendiğim iz y abancıların ne m al olduk­
la rın ı o rta y a koyarken Jıöyle b ir h a y a ta kendini uyduram a-
y acak olan b aşk a gelenek ve görenekteki in san ların g ö rg ü ­
süzlükleriyle de alay ediyordu. M ürebbiye’de kepaze edilen
234 SİNEMA TARİHİ
kadının F ra n sız oluşu, İşg al m ak am ların ca uzun m üddet bu
film in o ynatılm asına İzin verilm em esine yol açm ıştı. Fehim
Efendi, bunun yanında “B iıuıaz’T da çevirdi. “B lnnaz” o z a ­
m anın genç şairlerinden Y usuf Ziya O rtaç ın yazdığı m an ­
zum bir ta rih i dram dı. 18. yüzyıl civarında geçen olayın
k ah ra m an ı Binnaz isimli bir yosm aydı. Sonunda adam öldür­
m ekle esere tiy a tro v a ri bir b itiş sağlanıyordu. Fehim E fen ­
di (A hm et F ehim ) sinem aya tiy a tro d an gelmeydi. E sasen
fa z la d a film çeviremedi. 1857 de İsta n b u l’da, Ü sk ü d ar’da
doğmuş, "îd are-i m a h su sa”da (Şehir v ap u r h a ttı) to rn ac ı­
lık y ap ark en b ırakıp tiy a tro y a geçm işti. 1879 d a Güllü Agop
E fendi’nin Osm anlı D ram K um panyası’n d a sahneye çıktı.
E rte si yıl A hm et V efik P a ş a n ın B ursa tiy a tro su n d a çalıştı.
O ndan so n ra çeşitli heyetlerle tiy a tro sa n a tın a hizm et etti.
1930 da da v efa t etti.
Bu devirde yapılan ilk T ü rk film leri, b aşk a m em leket­
lerde. olduğu gibi, edebiyatın rom an ve tiy a tro alanındaki
eserlerinden yardım görüyordu. Bu hal uzun zam an, hemen
İkinci D ünya S avaşı’n a k a d a r da sü rm ü ştü r. İlk oyun­
cu lar d a esasen tiy atro d an gelmeydi.
Böyle tiy a tro d an perdeye geçenlerin başında a k tö r Şa-
di vardır. A k tö r Ş adi K aragözoğlu, 1881 de İsta n b u l’da
Beylerbeyi’nde doğm uştu. G ala ta saray L isesi’nde okuduğu
sırad a, istidadı dolayısiyle sahne işlerine m erak sardırdı. Son­
ra d a n a k tö r olan M uvahhit (Bedia M uvahhit’in eşi), şimdi
y a z a r olan R efik H a lit (K aray ) ve R efi’ C evat (U lu n ay )la
birlikte, d ah a okuldayken sahneye çıktı. İkinci M eşru tiy et in
il&nından so n ra R e şa t R ıdvan Bey’le tiy a tro y a z a rt İbn ü rre-
fik A hm et N u ri (Sekizinci) nin k u rd u k ları profesyonel to p ­
lu lu ğ a girdi. D aha so n ra P a ris ’ten “Sylvain’in şâkird-1 m a’-
rifeH ” diye reklâm edilerek dönen büyük tra g e d y a la rd a g ü ­
rü ltü lü rollerle şö h ret yap an a k tö r B u rh an ettin Bey le (Tep­
si) b irlik te çalıştı. 1910 da Rum eli turnesinden döndükten
so n ra k u m panyadan ayrıldı. D onanm a Cem iyeti tiy a tro he­
yetinde çalıştı. Birinci D ünya S avaşı’nda a sk er oldu. M ü ta­
rekeden sonra, tb n ü rre fik A hm et N u ri’nin “H isse-i şây ia”
kom edisini sahneye koydu. Bu eserde Bican E fendi rolünü
o k ad ar iyi b aşard ı ki, bu isim ona lâkap oldu kaldı. Şadi,
bundan fay d a lan a ra k M alûl G aziler Cem iyeti hesabına 1918
de Bican E fendi m akiyajiyle, Ş arlo’nun ilk film lerini h a tır ­
la ta n k ısa kom ediler çevirdi. B unlar ara sın d a "B ican E fendi
SİNEMA TARİHİ 235
m ektep hocam”, “B ican E fendi’nin rü y ası”, “B ican E fendi v e­
k ilh a rç” en çok beğenilenlerdendi. L âkin F azlı N ecip stü d ­
yo iğlerine k arışm ay a bağlayınca işler bozuldu. M alûl G a­
zilere verilen sinem a m alzem esi de O rdu F ilm M erkezi t a ­
rafın d an geriye alındı. Bu yıl içinde D ariilbedâyl (Şehir T i­
y atro su ) aktörlerinden B ehzat H âki (B u ta k ), İsm ail Galip
(A rcan ) ve V asfi (R ıza Zobu) da, “B ican E fendi V ekilharç”-
ta rol a la ra k sinem aya girdiler. ^
B ehzat H âki (B u ta k ) 1891 de B u rsa’da doğm uştu. 1906
d a İstan b u l’a gelerek M ercan Idadisi’ne girdi. B urad an T i­
c a re t okuluna geçti. R essam M uazzez’den resim dersi de
alıyordu. Bu ressam M uazzez, O rtaoyununun kuvvetli s a ­
n atçıların d an biriydi. B ehzat ilkin 1908 T em m uzunda a m a ­
tö r b ir O rtaoyunu tem siline ç ık a ra k tiy a tro h a y a tın a ay ak
bastı. S onra M uazzez’in k urduğu "S ahne-i heves” adlı to p ­
lu lu k la profesyonel oldu. Ayni yıl Sanayi-i N efise’ye (Güzel
S a n a tla r A kadem isi) g irerek o ra d a bir tiy a tro m eydana g e­
tirdi. 1909 da elek trik m ühendisliği için gönderildiği İta ly a ’­
da tiy a tro m eselelerini inceledi. D önüşünde F ra n sız s a n a t­
çısı ve rejisörü A ndré A ntoine’ın kuru lm asın a yardım e t­
tiği "DarülbedâyV ’e (Şehir T iyatrosu) giriş im tihanını ilk
k azan an lard an oldu. 1914 te b aşlanan “H im m et A ğa’n ın iz­
divacı” film inde rolü vardı. Birinci D ünya Savaşı p a tla y ın ­
ca ask ere alınm ış ve 1915 te Ç anakkale sa v aşların d a y a r a ­
lanm ıştı. M ütarekeden sonra yeniden D ariilbedâyl çalışm a­
la rın a katıldı. 1918 de yeniden k am era önüne geçti.
I. Galip diye şö h ret bulan İsm ail Galip (A rcan) ise
1894’te Ü sk ü d ar’da doğm uştu. A skeri rü ştiy e ’de okudu. 1911
de A hm et Fehim E fendi’nin tiy a tro su n d a ilk defa sahneye
çıktı. Çeşitli topluluklarda ç a lıştık ta n so n ra D ariilbedâyl
için açılan yarışm ayı kazandı ve bu tiy a tro y a girdi. O da,
B eh zat’la b irlikte ilkin 1918 de, “B ican E fendi V ekilharç”ta
rol aldı.
Bu film le sinem aya b aşlayan b aşk a bir a k tö r Vasfi
Bey (Zobu) idi. B ir subay oğlu olan V asfi Rıza, 1902 de İ s ­
ta n b u l’d a doğm uştu. K uleli’yi y arıd a b ıra k a ra k A lm an
O kulu’n a girdi. 1917’de ise D arülbedâyi’in tiy a tro okuluna
yazıldı. A m a V asfi R ıza'nm da niyeti, elbette sinem a a rtis ti
değil, tiy a tro a k tö rü olm aktı, netekim öyle oldu.
1919’da, K emal v e 'Ş a k lr K ardeşler (Seden), tic ari
m a k sa tla ilk T ü rk film şirk etin i kurdular. Ş irk e t film g e tir­
236 SİNEMA TARİHİ
tiyordu. Y ani İşletmeciydi. A ncak 1922 de “K em al F ilm ” fir­
m a sı altın d a yapım cılığa geçm iş olacaktı. A m a bundan ön­
ce, Ş ak ir (Seden) d ah a İstan b u l S u ltanisi’nde öğretm enken
F u a t (U zkınay) la b irlikte film işleriyle ilgilenm eğe b aşla­
m ıştı. 1014 de ağabeyi K em al Bey ve am caları Ali E fendi’yi
de a la ra k S irkeci’deki Ali E fendi sinem asını açm ışlardı. 1919
da, ilk defa M alûl G aziler Cem iyeti stüdyosunda, bu cem i­
y etle o rta k la ş a b ir film y a p tıla r "Tom bul aşığın d ö rt sevgi­
lisi”. A dından da belli olduğu gibi, bu, b ir komediydi.
1922 de K em al Film , film yapm ağ a geçti. H aliç’teki D ef­
te rd a r fab rik asın ın dikim evini tu tm u şla r, stüdyo haline g e­
tirm işlerdi. K em al F ilm ’in o yıldan b aşlıy a ra k b ü tü n çevir­
diği kurdeleleri rejisö r M uhsin E rtu ğ ru l idare etm iştir.
M uhsin E rtu ğ ru l, H ariciye vezne m em uru H üseyin H üs­
nü Bey’in oğluydu. 1892 de İsta n b u l’da doğm uştu. M ercan
îd a d isi’nde okudu. îlk in 1908 de, B u rh an ettin Bey in (Tepsi)
tiy a tro su n d a fig ü ra n lık la sahneye çıktı. 1911 de tiy a tro üze­
rin e çalışm ak için P a ris ’e g itti. B ir yıl k ald ık ta n so n ra İs ­
ta n b u l’a döndü. T eşkilâtçı ve çalışkandı. H em en “E rtu ğ ru l
M uhsin ve A rk a d a şla rı” adiyle b ir kum panya kurdu. 1913’te
b ir d ah a P a ris e g itti. E rte si yıl, D arülbcdâyl’e (Ş ehir T iy a t­
ro su ) rejisö r yardım cısı o la ra k girdi. îlk in H enri B em stein ’-
den çevirdiği “F âh lşe”yi sahneye koydu ve oynadı. O z a ­
m an için hayli ce sa re t istiyen bir eserdi. Genç M uhsin’in
şö h reti çabuk büyüdü. 1916 ve 1918 de B erlin’e g itti. îk in ci
gidişinde sinem a işleriyle ilgilendi. 1921 de te k ra r B erlin’e
g ittiğ i zam an “S am son”, “Siyah l ü l e ”, “ Ş ey ta n a T ap a n lar”,
“ö lü m K ervanı” gibi film lerde rol aldı. A lm an îfadeci sa n a ­
tın ın (expressionlsm us) tesirinde kaldı. 1922 de, İsta n b u l’a
dönünce, K em al F ilm ’in rejisörlüğünü üzerine aldı. S o n ra­
dan devam eden seyahatlerinden önce, bu firm a hesabına
film ler çevirecekti. Bu film leri kam eracı o la ra k operatör
Cezmi A r çekecekti. Cezmi Ar, lâ b o ra tu v ar işleri tertem iz,
tekniği güzel, am a çoğu zam an sa n atlı görüşe erişem iyen, o
devirlerde çeşitli yönlerde gelişm iş k a m e ra tekniğine y a ­
bancı b ir fo to ğ ra f direktörüydü. B ununla beraber, çektiği
film ler, tek n ik ten hiç birşey anlam ayan seyirciye gerek ko­
n uları, g erek yeni olm ası bakım ından çok te sir edecekti. N i­
hayet, geçm işi olm ayan b ir m eslekte, Cezmi A r, şerefli bir
öncü olm ak m evkiini daim a m u h afaza edecekti.
M uhsin E rtu ğ ru l 1922 ve 1923’te, yani İsveç’e g itm e­
SİNEMA TARİHİ 237
den önce K em al F ilm hesabına a ltı eser verdi. 1922 de çe­
virdiği ‘‘İstan b u l’d a bir f â d a -i a ş k ” , k o n u su n u . gerçekten bir
olaydan o zam an epey heyecanla takib edilmiş Şişli Güzeli
M ediha H am m ’ın k a tli v akasından alm ıştı. Bu bakım dan çok

M uhsin E rtu ğ r u l (R e jisö r ve a k tö r)

tutuldu. A yni yıl, ayni firm a için F u a t (U zkınay) d a b ir


belge film i çekti: “Z afer Y ollarında” Bu film, B üyük T aa r-
ru z ’dan İzm ir’in k u rtu lu şu n a k a d a r geçen h are k etle ri tesb it
ediyordu. D ört kısım lıktı. G eneral F a h re ttin A lta y ve Gene­
ral M ürsel, film çevrilirken em irlerindeki kuvvetleri sefer
2 38 SİNEMA TARİHÎ
b er etm işler, böylece ilk “reconstitution” filmimiz, olm uş b ir
şeyi yeniden ca n la n d ırm ak ta beklenen b aşarıy a ulaşm ıştı.
K em al F ilm ’in yine o yıllarda çevirdiği 47 tane ak tila lite
film i de, b ir kısm ı sonradan A vrupa ve A m erika’da g ö ste­
rildiği zam an, “Z afor Y ollarında” k ad a r önemli belgeleri bir
a ra y a getirm işti.
M uhsin E rtu ğ ru l 1922 1923 ara sın d a beş film d ah a
y ap tı. B unlardan “N u r B aha”, Y akup K adri (K araosm an-
oğlu) nun ayni isimle yeni çıkm ış rom anından konusunu al­
m ıştı. O sıra la rd a tam am iyle bozulm uş bir ta rik a t olan
B ek taşilik ’in iç yüzünü, ta sav v u f ve felsefe m askesi altında,
bazı in sanların nasıl bu gibi düşünceleri kendi tu tk u la rı ve
tu tk u n lu k la rı için â le t ettiklerini açıklıyan bir eserdi. Film in
öbür adı “Boğaziçi E s ra rı” idi. “N ur B aba” da sinem a te k ­
niği no k tasından b ütün ilkelliğine rağm en, konusunun çeki­
ciliğinden dolayı büyük rağbetle karşılandı. K em al Film ,
te k firm aydı. İlk denem elerden sonra konuca kuvvetli eser­
ler veriyordu. K ullandığı rejisör, o p eratör ve a k tö rle r m em ­
leketin bu alanda tanınm ış, değerli .gençleriydi. F ilm lerin
ra ğ b e t görm em esi için sebep yoktu. D ışarıdan az m ik tard a
gelen yabancı film ler de sessiz olduğundan, a k tö rlü k ve ifa ­
de aşırılığı yanında o y nayanların ve film i h az ırlay an ların
bizden olm ası geniş tesirler yapıyordu. İşte bu h av a içinde
çevrilen “A teşten Gömlek”, oyuncu ve rejisör olarak M uh­
sin ’in değerini daha iyi o rta y a koydu. “N u r B aba”yla sine­
m ay a başlam ış olan R efik K em al A rdum an'dan b aşka Beh-
z a t H âki (B u ta k ), V asfi (R ıza Zobu) ve ilk defa sinem ada
görülen E m in Beliğ (Belli), Bedia, N eyyire E rtu ğ ru l eser­
de rol alm ışlardı. “A teşten Göm lek” T ü rk kadın artistle rin in
ilk o larak rol aldıkları filmdi.
N eyyire E rtu ğ ru l, 1902 de İsta n b u l’da doğm uştu. Asıl adı
M ünire’ydi. T iy atro y a girince N eyyire N eyyir ta k m a adını
aldı. İstan b u l Kız ö ğ re tm e n O kulu’nda yetişti. M uhsin E r-
tu ğ ru lla evlendi. D ârülbedâyi’de ilkin S h akespeare’in “ Ot-
hello”siyle sahneye çıktı. İstik lâ l Savaşı nın .kazanılm asın­
dan so n ra a k tö r Ş adi’nin k urduğu toplulukla o d a İzm ir’e
g itti. 1924’te İsta n b u l’a döndü ve M uhsin E rtu ğ ru l un F erah
tiy a tro su n d a k urduğu heyete katıldı. 1925 te ise yeniden D a-
riilhedâyi’e girdi. 1943’te v efa tın a k ad a r bu tiy a tro d a baş k a ­
dın rollerinde çalıştı. N eyyire, 1928 de çevrilen “A n k ara
P o sta sı” film inde de oynam ıştı.
SİNEMA t a r î h î 2 39
Bedia (M uvahhit) perdede görünen ilk iki T ü rk k a ­
dınından biriydi. T ahsilini N ö tre D am e de Sion .F ran sız Kız
Lisesi nde yaptı. E renköy K ız L isesi’ne F ra n sızc a ö ğ retm e­
ni tayin edildi. Bu vazifede k a lm a y a ra k 1918 de a k tö r A h­
m e t M uvahhit'le evlendi. “A teşten G ömlek” film inde ilk defa
perdede göründü. O ndan sonra 1931 den itibaren çeşitli

Bedia M uvahhit (Perdede görünen ilk T ürk kadın sanatçı)

film lerde rol aldı. 1937 de M uvahhit’in ölümü üzerine bir a ra


tiy a tro y u b ırak tıy sa da yeniden girdi. B ugüne k a d a r da
sahne, perde ve radyo tem sillerine daim a katıldı.
Bedia ve N eyyire’nin oynadıkları “A teşten Gömlek”
rom ancı H alide E dip (A dıyar) m o günlerde çok okunm uş
bir eseriydi. K onusu M ü tareke yıllarında İsta n b u l’da b aşlı­
yordu. İsta n b u l’un o zam anki hali rom anda g a y e t iyi tasvir
240 S î N 10 M A T A R t H I
edilm işti. S onra İzm ir İşgal ediliyor, halk ve sub ay lar şehit
ediliyordu. İz m ir’den İstanbul’da bir ak ra b a sın a gelen Ayşe
(N eyylre) bin adan Anadolu ya geçerek k u rtu lu ş savaşına
katılıyordu. HnsLabakıcı o la ra k katıldığı savaşın çeşitli saf-
naln rm d a ona Aşık olan iki zab itten yedek subay olan Peyam i,
a rk a d a şla rı gibi çeşitli fed a k ârlık lard an sonra başından al­
dığı y ara y la ölüyordu. R om ancı H alide Edip, bu harek etlere
kendisi katılm ış, Düzce, A dapazarı, E skişehir ve S ak ary a
bölgelerinde fiilen çalışm ış olduğu için gerek yer, gerek A na­
dolu kızından köylüsünü işgal kuvvetlerine s a ta n softay a
k a d a r herkesi g ay e t kuvvetle canlandırm ıştı. Tabii senaryo,
rom anı adım adım takibetm iyordu. B ununla beraber, zam anın
ş a rtla rı da ^yardım ederek film son derece ilgiyle karşılandı.
T eknik bakım dan m ükem m el olduğu elbette iddia edilemezdi.
A rad an otuzbeş yıldan fazla zam an geçtiği halde bugün bile
h atırlad ığ ım ıza göre m eselâ düşm anla işbirliği edenlerin,
bir köyde, olayın başlıca k ah ra m an la rın d an birini b ağ lay a­
ra k sürüdükleri sahnede kullanılan gıcır gıcır, yepyeni h a­
la tın tem izliği, el değm emişliği, daha o zam an bile seyirci­
nin gözüne batıyordu, ö y le b ir ücra yerde nasıl olur da hiç
kullanılm am ış böyle güzel bir h a la t bulunurdu ? O günün
şa rtla rı altında, yıpranm ış bir u rgan bulm ak gerçeğe daha
uygun düşm ez miydi ? A m a urgan, sırf film çevrilirken ak-
sesu v ar o larak yeni alınm ış, eskitilm esi ak la bile gelm em iş­
ti. B una gelinceye kad ar, işden anlayanlar, “A teşden Göm-
lek ” te kim bilir daha ne a k sa k lık la r göreceklerdi. E hem m i­
y eti y o k tu bunun. Çünkü otuz yıl sonraki film lerim izde bile
rejisör, film direk tö rü ve öbür teknik elem anlar bu çeşit y a n ­
lışları, d ik k atsizlikleri daim a y ap a cak lard ı: film in birinde
dışarıd an beyaz elbiseli bir adam sokak kapısını itecekti.
S onraki sahne ev içinden çekilm işti. G iren adam ın siyah el­
biseli olduğunu seyirci h ay re tle görecekti. Ç ünkü h e r iki
sahne a ra d a n epey zam an geçtik ten so n ra çekilm işti. A k ­
tö rü n elbisesine kim se d ik k a t etm ediği gibi m o n tajd a değiş­
tirm eğ e de lüzum görm eyeceklerdi. 1955’te çevrilen “O yuncu
K ız”da N erim an K oksal, b ü tü n dış sahnelerde, canlı, m aki-
y ajh b ir kız olm ası g erek tiğ i halde d udakları renksiz g ö rü ­
nüyordu. Ç ünkü operatör, bu sahneleri kırm ızı e k ra n la çek­
m işti. A m a objektife kırm ızı ek ra n konurken, kızın d u d ak ­
ların ın renksiz görüneceği, ru ju n rengini değiştirm ek g ere k ­
tiği kim senin ak im a gelm em işti. Bir b aşk a filmde, Karşı k a r ­
SİNEMA TARİHİ 241
şıya konuşan iki kişinin yüzleri te k k ay n a k ta n , am a her
ikisi de sol ta ra fla rın d a n ışık alıyordu. Ç ünkü y ak ın plânda
çekilen resim ler a y rı a y rı za m a n lard a alınm ış, birine sağdan
ışık v erilirken karşısın d ak in e soldan ışık verm ek lüzumu
u nutulm uştu. Böyle şeyler daim a olacaktı.
“Leblebici H orhor” B enliyan O pereti'nln rep ertu v arın -
dan film e çekilm işti. T arihi kostüm lerle çevrilen bu film,
m üesseseye g a y e t p ahalıya m aloldu. Ü stelik oynayanların
çoğu tiy a tro a k tö rü olduğu için sahneler b ir tü rlü tabiiliği­
ni bulam am ıştı. E ser, olduğu gibi film e çekilm iş tiy a tro du­
ru m unda kalıyordu. D aha çok sav aş ve m acera film lerinin
geçer akçe olduğu yıllarda, sessiz sinem a devrindeki bu ş a r­
kılı oyun başarısız bir denem e oldu. H iç iş yapm adı.
“K ız K ulesi F â c la sı” M uhsin E rtu ğ ru l’un “F en er B ek­
çileri” diye P a ris ’teki G rand Gulgnol (K orku T iyatrosu ) re-
p e rtu v a rın a dahil ad a p te b ir dram dan senaryosunu çık ard ı­
ğı b ir filmdi. Senaryo yazarı, rejisörü, baş a k tö rü M uhsin
E rtu ğ ru l’du. Film, kuvvetli ve tiy a tro v â ri bir acı olayı an la­
tıyordu. K em al F ilm hesabına o yıl M uhsin’in çevirdiği son
eser, konusunu yine bir rom andan aldığı “Sözde K ızlar” ol­
du.
M uhsin E rtu ğ ru l, 1924’te İsveç'e g itti. D aha 1916 da
A lm anya seyahatindeyken o a ra lık pek oynanan isveçli tiy a t­
ro y a z a n A ugust S trin d b erg ’le ilgilenm iş, eserlerini tiy a tro ­
da g örm üştü. 1922 de onun b ütün eserlerini okum uş d u ru m ­
daydı. “ Cehennem” (B aba) adiyle bir eserini ad a p te edip
D ârülbedâyi’de oynatm ıştı. Istokholm ’de, 1906 da ölm üş olan
bu y a z a n n 75. doğum yılı dolayısiyle tören ler yapılıyordu.
Muhsin, Milli K ütüphane'de S trin d b erg ’in eserlerinin el y az­
m a ların a v arın c ay a k a d a r inceldi. Bu yazarın rejisö r ola­
ra k da onun kişiliğine S hakespeare’den önce ve kuvvetle te ­
siri m u h a k k ak tır. N etekim 1937 de (Sayı: 78) ve 1949 da
(Sayı: 223) T ü rk T iyatrosu D ergisi’ne iki yazı y a z a ra k i s ­
veçli tiy a tro y az arı üzerindeki düşüncelerini, ona h ay ra n lı­
ğını belirtm işti. 1925 de, bu sefer R usya’y a g itti. M oskova
ve U k ra y n a stüdyolarında film ler çevirdi. Böylece, dış m em ­
lek et stü dyolarında çalışan ilk T ü rk sinem a rejisörü, M uh­
sin oluyordu.
Bu sırad a ondan b aşk a bir T ü rk de, M ısır’d a rejisö rlü ­
ğe başlam ıştı. A k tö r olarak pek b aşarı gösterem eyen bu reji-
F. 10
242 SİNEMA TARİHİ
sör, V edat U rfi Bengü'ydü. 1926 da, M ısır film ciliğinin k u ­
ruluğunda önemli bir rolii olm uştu. Isis C orporation adında­
ki büyük film şirketinin yöneticisi ve rejisörü olarak 1926 -
1929 ara sın d a on iki k ad a r film çevirdi. B unların ilkleri:
“A llahın Ç ağırışı’’, “H a y a t cilveleri”, “Çöl K ızı”, “M um ­
y a ”, “Çöl a te şle r içinde”, “ Siyah Oözlii ad am ”, “M ısır Gök­
le ri altın d a” çoğunlukla m elodram havasında eserlerdi. V e­
d a t U rfi, 1928 de F ra n s a ’y a gitm iş, o rad a da “K um cehen­
nem i” (L’E n fe r des Sables) film inde rol alm ıştı.
B ir yandan, yerli film ler yap ılm ay a başlandıkça, İ s ta n ­
bul’da sinem a salonları da çoğaldı. Şehzadebaşı’n d a F erah ,
Millî, H ilâl sinem aları, Sirkeci de de K em al Bey sinem ası
açılm ıştı. İpekçi K ardeşler, 1920 de Beyoğlu nda E le k tra sine­
m asını a ç tıla r (şim di A lk az ar). D aha sonra, 1922 de, yeni
y apılan E lh a m ra sinem asını kiralad ılar. Beyoğlu, sinem ala­
rın en toplu bulunduğu yerdi. G a la ta sa ra y ’da Sipm und
W einberg’in a ç tığ ı ikinci sinem a olarak W einberg (Şık, şim ­
di B uğday B a n k ası), F ra n sız T iyatrosu (şim di Ses O pereti),
O pera (sonra îpek, şimdi K üçük E m ek), M elek (şim ­
di E m ek), G lorya (şimdi S aray ), E clair (şimdi L üks),
E toile (şim di K adri H anı), M ajik (şim diki T aksim )
sinem alarından so n ra Lâle, A tlas ve n ih a y et Yeni Melek si­
nem aları zam anla açıldı. B unların bir kısm ı, 1933’te to p la­
n an Dil K ongresi’nden sonra Ü niversitelilerin h are k ete geç­
mesi üzerine isim lerini T ürkçe ad larla değiştirdiler.
M uhsin E rtu ğ ru l 1927 de m em lekete döndükten so n ra
1928 den itib aren k u ru lan ip e k F ilm rejisörlüğünü üzerine
aldı. K âni ve Ih san Ipekçi’nin k u rd u k ları bu işletm e ayni za­
m anda film y ap m ağ a da başladı. “A n k a ra P o stası” 1928 de
p iy asay a çıkarıldı. B ir casusluk filmiydi. Stüdyo olm adığın­
dan şim di S üm er sinem asm ın ark asın d ak i b ir a rsa y a dekor
k u ra ra k açık havada, çeşitli yokluklar içinde çalışm ışlardı.
M aarif Vekili’nin özel m üsaadesiyle, İzm ir A m erikan Koleji
öğrencilerinden is m e t S im adında bir T ü rk kızı da filmde
rol alm ıştı. T eknik im kânsızlıklar yüzünden çok kusurlu ol­
duğu halde, A n k a ra P ostası, sessiz film ler içinde “A teşten
Gömlek” gibi büyük ra ğ b e t gördü. Bundan ce sa re t alan ip e k ­
çiler, M uhsin E rtu ğ ru l’a b ir de za b ıta film i çevirtm ek iste ­
diler. “K açakçılar” film ine bu m a k sa tla başlandı. M uhsin
E rtu ğ ru l, senaryosunu b ir y abancı eserden a k ta rm ıştı. R e ji­
sörlüğünü de kendisi yapıyordu. Lâkin B u rsa yolunda u ğ ra ­
s i n e m a t a r i h î 243
d ık ları bir otomobil kazası yüzünden a k tö r K a ra k a ş ölüp S a­
it K ök n ar da a ğ ır y ara lan ın c a film, y a rıd a kaldı. A ncak üç
yıl sonra, ilk sesli T ü rk film ini seslendirm ek için P a ris'te k i
Tobis - K langfilm stü d y o ların a gidildiği zam an orad a ta ­
m am lanabildi. “K açak çılar”la sinem aya giren yeni oyuncular
vardı. T a lâ t A rtem el, H âzim K örm ükçü, A tıf K ap tan ve
1929 yılının ilk T ürkiye güzellik kraliçesi F e rih a Tevfik bun­
lardandı.
1931 de M uhsin E rtu ğ ru l, ip ekçiler h esabına ilk T ürk
sesli filmini çevirdi: “İstan b u l so k ak ların d a”. Film de k ö r de­
likanlı rolünü ilk defa k a m e ra k arşısın d a görünen R ahm i y a ­
pıyordu. Senaryosu M uhsin E rtu ğ ru l ta ra fın d an te rtip len ­
m işti. Acıklı bir sevda hikâyesiydi. Sem iha B erksoy’la M ısır­
lı san atçı Azize E m ir de ilk defa yerli bir film de perdeye
geldiler. Yunun ak tö rü Gavrilides, yine m isafir sa n atç ı ola­
r a k bu filme katıldı. O lay M ısır’da başlıyor, Y un an istan ’d a
ve. T ü rk iye’de devam ediyordu. M ısır'a, Y unanistan’a ve ses­
lendirm ek için bütün sa n a tç ıla rla birlikte P a ris ’e yapılan se­
y ah atler, Ipekçilcr’c epey pah alıy a m alolm uştu. işe devam
edeceklerine göre, en kestirm e yoldan gitm eyi uygun bul­
d u la r ve N işa n ta şı’nda bugün de kendilerinin olan İpek
film stüdyosunu kurdular. B urası eski bir fırındı. Az çok- de­
ğ iştire rek stüdyo haline getirdiler. M uhsin’in yardım iyle A l­
m an y a'd an m akineleri de geldi.
ipekçiler, M uhsin'in rejisörlüğünde ucuz ve pahalı o larak
iki çeşit film yapm ak yoluna gittiler. “K arım Beni A ld a tır­
sa” (1933), “Söz bir A llah lılr” (1933), "C ld B erber” (1933),
“M ilyon avcıları” (1934), “Leblebici H orhor” (1934) m a s­
raflı film lerdendi. Bir tanesi tarihi olm ak iizere, ötekilerin
hepsi stüdyo içinde, dekor önünde oynanan sahneleri çoğun­
lu k ta, şark ılı kom ediler, o zam anın deyimiyle operetlerdi.
K onuları F ransızcadan (K arım Beni A ldutırsa, Söz b ir A l­
lah b ir) y a da A lm ancadan (Cici B erber, Milyon avcıları)
a k ta rılm ış şeylerdi. O ynayanların hem en hepsi tiy a tro a k tö ­
rü olduğu için, film lerde b ir tü rlü tabiilik sağlanam ıyor, fa z ­
la tiy a tro v âri oluyor, oyuncular k am era k arşısın d a (dekor
içinde) birikiyorlar, k a m e ra sâb it kalıyor ve çoğu defa tam
k arşıd an resim çekiyordu. M uam m er K araca, Melek, Zozo
D alm as, F erdi T ay fu r bu yıllarda film artistliğ in e girm işler­
di. *
İp e k - film ’in geçirdiği buhrandan so n ra d ah a ucuz
2 44 SİNEMA TARİHİ
film ler çık arm ay a çalıştığım görüyoruz. “Güneşe D oğru”
(1037), “A ynaroz K adısı” (1938), “B ir K avuk devrildi”
(1930), “A llahın Cenneti” (1939), “T osun P a şa ” (1939),
“Şelıvot K urb an ı” (1940), “A kasy a P a la s” (1940) bu çeşit
film lerdendi.
M uhsin E rtu ğ ru l’un "B ir M illet U yanıyor” (1932) adlı
eseri de büyük ra ğ b e t gördü. Yerli film ler içinde, İstik lâl
H arbi tarih in e u z a k ta n y akından dokunan k onular halkın
heyecanını kolayca yakalıyordu. Bu film in senaryosunu ilk
defa sinem ayla ilgisi olm ayan b ir kim se yazıyordu: y a z a r Ni-
za m ettin N azif Tepedelenlioğlu. O peratörü yine Cezmi A r'dı.
B aşlıca rollerde E rcü m en t B ehzat (L âv), A tıf K ap ta n ve
F erd i T ay fu r vardı.
A tıf K aptan, İzm it liydi. O rada ve İsta n b u l’da tahsil
g örm üştü. D ah a okul sıraların d ay k en sahneye çıkm ıştı.
1927 de, çalıştığı sig o rta şirk etin i b ırakm ış ve D ariilbedâyi
yeniden düzenlenirken bu tiy a tro y a girm işti, ilk önce “H am -
le t” te küçük b ir rolle sahneye çıktı. 1928 yazında F ra n s a ’­
y a ve M ısır’a g itti. 1930 da “K açak çılar” film iyle sinem aya
başlam ış oldu. “B ir M illet U yanıyor”da Y ahya K ap ta n ro-
liindeydi. Y ahya K aptan, Milli K urtuluş h areketinin b aşlan ­
gıç y ılların d a İsta n b u l’la A nadolu a ra sın d a irtib a t vazifesini
gören, adam ve silâh k a ç ırm ay a yardım eden çalışkan, y u r­
dunu sever bir insandı. İstan b u l hüküm eti, alm an bütün te d ­
birlere rağm en kendisini y ak a la ttı. Söyletm ek için eziyet
e ttik te n sonra öldürttü. M u stafa Kemal, bu acı olayı “Büyük
N u tu k ”ta içi y a n a ra k an latır. A tıf K a p ta n ’ın son derece ifa ­
deli b ir çehresi vardı. Film deki başarısından sonra, 1934’te
çık an soyadı k an u n u n a u y ara k K ap ta n adım aldı. 1932 den
1945 yılına k a d a r V edat U rfi Bengü ile gezici b ir tiy a tro
topluluğu kurup A nadolu’yu dolaşan K aptan, o ta rih te n son­
r a çevrilen birçok film de rol alm ış olacaktı. B ugün için en
çok film çevirm iş olan, hem en her film de kendisine ih tiy aç
duyulan T ü rk a k tö rü durum undadır.
F erd i T a y fu r'a gelince, 1931’de “Ç anakkale Geçilmez”
film iyle sinem aya girm işti. 1904’te Ç anakkale’de Kilidülba-
h ir’de doğm uştu. A sker oğluydu. A nnesi A lm an asıllıydı. L i­
se tahsilini K arlsru h e şehrinde yapm ıştı. 1923’te m em lekete
dönünce Ira k D em iryolları’n a girdi. 1931 de ilk film ini çevirdi.
F erd i T ay fu r asıl kabiliyetini a k tö r o la ra k değil, dublör ola­
r a k gösterdi. M arx K a rd e şle rin film lerini E rm eni şivesiyle
SİNEMA TARİHİ 245
ve A rşak P alabıyıkyan ta k m a adiyle duble etti. G erek b u n ­
larda, g erek L aurel le H ard y ’yi k o n u ştu rm a k ta büyük bir
b aşarı gösterdi. O iki a k tö rü n yabancı ağziyle T ürkçe ko-
n u ştu ru lm aları o k ad a r tabii ve gerçeğe uygun görünüyordu
ki, kom iklerin T ü rkiye’de tu tu n m ası ve aran m ası hem en h e­
m en F erdi T a y fu r’un sayesinde oldu denebilir. S anatçı, ayni
zam anda m ikrofon spikerliği dediğimiz ve h alk toplulukları
karşısında, m ikrofon başında pro g ram idare etm ek, n ükteli
sohbetler yapm ak m eslekinin kurucusudur. îlk reji denem e­
sini 1941'de M uhsin E rtu ğ ru l’la b irlik te hazırlad ık ları bir
“N asreddln H oca” film inde yapm ıştı. 1946 dan itibaren de
yeniden film yapım cılığına geçen îp e k - F ilm ’in rejisörü ol­
du. 1958 yılında, henüz genç y a ş ta v e fa t etti.
M uhsin E rtu ğ ru l, 1933’te, senaryosunu bir R us eserin­
den n ak lettird iğ i “B atak lı D am ın kızı A ysel”i çevirdi. Konu
b ir h a y a t fâciasıydı. B aş rolleri Cahide Sonku ve T a lâ t A r-
tem el oynuyorlardı. Film o k ad a r beğenildi ki, Cahide'nin b a­
şın a bağladığı eşarp “A ysel” adiyle m oda oldu. Cezmi Ar,
bu filmde görüş açısı ve çerçevelem e (cadrage) b ak ım la rın ­
dan oldukça değişik çalışm ıştı. Cahide Sonku, asıl adiyle Ca­
hide Serap, d ah a önce “Söz b ir A llah b ir” isimli komedi fil­
m inde de görünm üştü. H alkevleri sahnelerinde tiy a tro çalış­
m a ların a katılm ış, 1932 de Ş ehir T iy a tro su ’na girm işti. Son
derece güzeldi. Genç ve güzel oluşundan başka yüzü fo to ğ ­
ra f a g ay e t iyi gidiyordu. 1948 yılına k a d a r tiy a tro d a çalış­
m a ğ a ve çeşitli film lerde rol alm ağ a devam etm işti. N ete-
kim, 1933’te M uhsin E rtu ğ ru l’u n senaryosunu m em leketi­
m izde d ah a önce ayni adla gösterilen Em il Ja n n in g s'in
"Ş eh v et K urbanı” film inden a la ra k çevirdiği ve baş erk ek
rolünü oynadığı film de de baş kadın rolündeydi. Konu, güzel
b ir k ız a tu tu la ra k em niyeti kötüye kullan an b ir veznedarın,
suçunu u n u ttu rm a k için in sanlardan kaçm asını, sonra da, se­
fil, perişan, dayanam ayıp yuvasına döndüğü zam an ev lâtla­
rın ın kendisini tanım am alarını, dilenci zannetm elerini hikâye
ediyordu. Baba, çocuklarının hayallerini bozm am ak için sır­
rın ı açıklam ıyor, ev lâtları ta ra fın d a n tanınm am ış olm ağa
katlan ıy o r, seyircinin gözyaşları içinde sefaletine dönm ek
üzere b ir şenlik gecesinde geldiği, cam dan se y re ttiğ i m esu t
yuvayı b ıra k a ra k k a ra n lığ a dönüyordu. Muhsin, film in sade­
ce konusunu, senaryosuna a k ta rm a k la kalm am ış, Em il
Jan n tn g s'i, m a k iy ajın a k a d a r ta k lit etm işti. E sasen bu dev­
2 46 H İ N 10 M A TARİHİ
rede çevirdiği film lerin hem en hepsinin y a konularını, ya
senaryolarını doğrudan doğruya b aşk a m illetlerin eserlerin­
den nakletm eyi tercih etm işti. Yerli y azara, an cak m illî m ev­
zu lard a İltifat ediyordu. Senaryo bilgisinin ve sinem acılığın
m em lekette henüz bir m eslek halini alm am ış olması, bunun
bnşlıca sebebiydi.
“Ayıınroz K adısı” ve "B ir k avuk devrildi” m erhum M u­
sahip zade Celâl’in ayni isim deki iki ta rih i komedisinden
film e çekilm iş eserlerdi. O sm anlı tarihini gülünçleştirerek
kötülüyor diye bir zam an oynanm ayan bu kom ediler, filme
çekilince, sinem aya alınm ış tiy atro n u n b ütün aksak lık ların ı
gösterdi. B ununla beraber, rejisör, kabil olduğu k a d a r bu
ak sak lık ları giderecek b ir senaryo h az ırlam ağ a g a y re t e t­
m işti. B ütün bu film lerde sahnelerin a ğ ır tem posu, a k tö rle r­
deki durgun ve suni hal, h a re k e t ve davranışlardaki aşırılık,
seyirci ta ra fın d a n farkedilse bile, rağ b e te engel olmuyordu.
N etekim , M uhsin E rtu ğ ru l, konusunu yerli eserlerden alan
b aşk a film ler de yapm ağ a başlam ıştı: Ziya Ş ak ir’den “Al­
lah ın C ennetl”ni, Ib n ü rrefik A hm et N uri Sekizinci’den
“A k asy a P a la s”ı a la ra k film e çekti. “A llahın C ennetl”nde,
F e rih a T evfik’in k arşısın d a ilk defa profesyonel b ir T ü rk ş a r­
kıcısı, M ünir N u re ttin Selçuk perdeye gelm işti. A ktörlük b a­
kım ından sıfır olm akla beraber, sesi, film i süslüyordu.
İpekçiler, kendi hesap ların a yirm i büyük film den başka
altı tan e de k ısa film (short) yapm ışlardı: “D üğün Gecesi”,
“İstan b u l Senfonisi”, “B u rsa Senfonisi”, N aşit dolandırıcı",
“K arag ö z”. A k tü alite film leri de çektiler.
İp ek film stüdyosundan b aşk ala rı da faydalandı. İ s ­
tan b u l’a gelen Y unanlı a rtistle r, a ra la rın a bir k aç T ü rk s a ­
n atçısı d a a la ra k M uhsin E rtu ğ ru l’un rejisörlüğünde “F en a
Yol” (O K akos D ram os)u çevirdiler.
1937 de, H alil Kâmil, plâk doldurm a, sinem a işletm e
gibi işlerin yanında film ciliğe b aşlam ak için M ecidiyeköyü’n-
de bir g a ra jı stüdyo haline getirdi. B azı yabancı film lerin
a ra sın a yerli sahneler k a ta ra k “Yeniçeri H aşa n ”, “Zeynep”,
“M emlş” gibi k a rm a film ler m eydana getirdi. Bu denem ele­
rin' ardından b ir de m o n taj film i yaptı. O sm anlı im p a rato rlu ­
ğunun son devirlerinden C um huriyetin kuruluşunu takibeden
y ıllara k ad a r çekilm iş çeşitli a k tü a lite film lerinin p arçaların ı,
bir ta rih öğretm eni sın ıfta ders veriyorm uş gibi, y ani a r a ­
y a daim a sın ıfta çekilen k ısım ları da ekleyerek b ir fik ir
SİNEMA TARİHÎ 247
etra fın d a birleştirdi. “Tilrk inkılâbında terakki hamleleri”
verilen film pek b aşarılı olm adıysa da, H alil KAmil’e yeril
film ¿evirm ek cesaretini verdi. Bunun üzerine İlkin F a ru k
K enç’in rejisörlüğünde, rom ancı R e şa t N uri G ü n tek in in
“Taş P arça sı” adlı piyesinden kendisine b ir senaryo yazdı­
ra ra k ayni adla çevirtti. F a ru k Kenç, henüz on sekiz y aşın ­
daydı. F azla tecrübesi yoktu. Senaryoyu hem en aynen film e
çekti. Lâkin ondan sonra, y a z a r V âlâ N u re ttin 'in eseri olan
“Y ılmaz All”yi çevirince d ik k a ti kendi üzerine çekti. Alelâde
bir m acera film i olan “ Y ılm az AU”de rejisö rü n bilhassa k o ­
n uya uygun b ir tem po tu ttu rm a sı, film in sonuna doğru
m ontajın süratlendirilerek heyecanlı sahnelerin birbirini ko­
valam ası film i b aşarıy a u la ştıra n sebeplerdendi. H er iki
film in o peratörü N ecati T özüm ’dü. F o to ğ ra fla r tem iz bir
lâ b o ra tu v ar çalışm ası sonucu iyi te sir yapıyordu. Siyah
Beyaz k o n trastın d an b ir dereceye k a d a r faydalanılm ıştı.
F a ru k Kenç, H a-K a (H alil K âm il) hesabına 1939 da Serm ed
M u h tar A lus’un rom anından "Kıvırcık P a ş a ” adlı komediyi
çekti. 1943'te de Ses - film için senaryosunu ve rejisörlüğünü
kendisinin y ap tığ ı “D ertli P ın a r”ı çevirdi. Bu filmi, operatö r
B ah a Qelenbevi çekm işti. K onu köyde geçen acıklı b ir aşk
hikâyesiydi. Şehir T iyatro su a rtistle ri oynuyorlardı. A çık
h av a sahneleri boldu. Böylesi d ah a kolay oluyordu. K am e­
ra bakım ından h erhangi bir özelliği olm ayan film de oyun
tem posu g ay e t ağ ır gitm işti. K onu da zayıftı. F a ru k K enç’in
senaryo yazarı olarak büyük b ir tecrübesi olm adığı, bu film ­
den anlaşılıyordu. Genç rejisör, 1944’te İsta n b u l - film fir­
m asını k u ra ra k film yap m a işlerine girişti.
1939 da p a tla k veren İkinci D ünya Savaşı, hem en b ir­
çok m em lekette olduğu gibi T ü rk iy e’de de yolların k a p a n ­
m ası, dışarıdan film getirm e güçlükleri dolayısiyle yerli
film ciliğin gelişm esine yol açm ıştır.
S avaş y ıllarında biraz a rta n yerli film ler yeni yetişen
genç rejisörler ta ra fın d a n çevriliyordu. B ir yandan d a ye­
ni stü d y o lar kurulm ak tay d ı. Hele savaşı takibeden yıllarda,
eski firm a la r işe koyulurken yenileri de b u n la ra katıldı.
Y alnız tiy a tro artistle riy le değil, hem en kolundan tu tu lu p
h erhangi b ir eğitim e h ac et k alm adan k am era k arşısın a çıka-
rılıveren kim selerle film ler çevrildi. Bu davranışın İtaly an
Yeni G erçekçiliğinden, R uslarm Göz - K am e ra’sından fark ı,
ilk defa k am era k arşısın a getirilenlerin ötekiler gibi kendi
248 HI N r: MA TARİ Hİ
tnblt hııllnrİM'< Innılıılııııyarnk rejisörün ta lim a tın a uydurul-
nıııH Ifi1<'■ııı>ı' 11' rly<11. C ahit I r g a t gibi, “Y ılm az AU’’de fo to ğ ­
ra fa mm (Icıccc elverişli yüz ifadesiyle film i b a şa rıy a u la ş­
tıran tiy a tro san atç ıla rı sinem aya yeni yeni k a tılırk e n o z a ­
m ana k ad a r hiçbir sahne denem esine girişm em iş oyuncular
bulunup çıkarıldı. B ir yandan, tahsilini A lm anya'da K langı-
fllm stü d yolarında .yapm ış ses m ühendisi Yorgo îly ad is gibi,
o p era tö r K rito n îly a d is gibi gençler yetişiyordu.
H a-K a firm ası, A vusturyalI bir rejisöre, A dolf K ö rn er’e
de film çevirtm işti. 1940’ta, R e şa t N u ri’nin “Hulleci” adlı hi­
kâyesinden “D uvaksız gelin” K ö m er ta ra fın d a n çevrildi.
N aşit Özcan, film de yaşlı b ir kadın rolüne çıkm ıştı. K onu­
su, eski zam anda geçiyordu. K ıyafetlerini, yaşlarını benimse-
yem eyen a k tö rle r suni bir h av a y ara tıy o rlard ı. N aşit, H alide
gibi P işk in b irkaçı hâriç, oyunun oyun olduğu her an sezil-
diği için film ra ğ b e t görm edi. K orner, H a-K a hesabına 1941 de
“K erem ile A slı”yı çevirdi. Senaryo, R agıp Şevki Yeşim indi.
M em leketi gereği gibi ta n ım ay an rejisör ve oyuncular, z a ­
y ıf b ir senaryo k arşısın d a za te n bir b aşarı gösterem iyecek-
lerdi.
N asıl olsa sürüm yapıldığı için film ler k ısa zam anda,
İyi çalışılm adan, provasız, dışarıdan pahalı gelen ham filmi
ta s a rru fla kullanm ak zoru yüzünden bol n eg a tif sarfedilm e-
den çekiliyordu. B inlerce kilom etre n eg a tif h a rc a y a ra k üç
bin m etrelik sonuç alan yabancı şirk etlerin film yap m a u su ­
lü yan ın da bizim kiler çocuk oyuncağı gibi kalıyordu. N e z a ­
m an, ne m asraf, ne m alzem e göze alınam adığı ve oyuncular
d a m eslekten yetişm e olm adığı için bu devrin film leri içinde
b aşarılısı pek seyrekti. D aha ziyade halkın zevki düşünüle­
re k tic ari m a k sa tla rla h a re k e t ediliyor, işletm ecilik A nado­
lu ’y a doğru geliştiğinden sebepli sebepsiz film lere şa rk ılar,
a la tu rk a m üzik, çiftetelli sahneleri dolduruluyordu. K onula­
rın acıklı, M ısır film leri gibi ağ la ta c a k şekilde te rtib i sa n ­
ki şa rttı. S ırf s a n a t tasasiyle film y apm ak â d e ta kim senin
ak lın a bile gelm iyordu.
İkinci D ünya S avaşı yıllarında, b aşlıca üç stüdyo çalışır
durum daydı. İp e k - film, H a - K a ve Ses - film stüdyoları.
B aşk a firm ala rın film leri de iç sahne ve seslendirm e kısım la-
riyle bu stü d y o lard a hazırlanıyordu.
1944’te Ş adan K âm il, B aha Gelenbevi, Ç etin K aram an -
bey rejisörlüğe başladılar,
SİNEMA TARİHİ 249
Ş adan K âm il 1917 de İsta n b u l’da doğm uştu. İlk ve O rta
öğrenim ini S a n k t G eorg A v u stu ry a lisesinde y a p tık ta n son­
r a 1936 da M ünih’e g itti. O rada fotoğrafçılık öğrendi. Bir
y andan da M ünih yüksek m ühendislik okuluna devam edi-

B aha G elcnbevi (R e jisö r)

yordu. 1939 da L o ndra'ya geçti. RCA stüdyolarında ses y a ­


zımı üzerinde çalıştı. P a ıjs 'te P athö, B erlin’de U FA stü d y o ­
ların ı gezdi. 1943 te İsta n b u l’a döndü. E rte si yıl H a-K a h esa­
bına “ 13 K ah ram an ”ı çevirdi. Senaryosunu A lm anca’dan
2 50 SİNEMA TARİHÎ
ad ap te etm işti. Başlıca rolleri Şehir T iyatrosu a rtistle ri oy­
nuyorlardı. O ndan sonra da rejisörlüğe devam etti.
B ah a Gelenbevl 1907 de İsta n b u l’da doğm uştu. Lise ve
yüksek öğrenim ini F ra n s a ’da yaptı. Joinville stüdyolarında
m ontajcı olarak çalıştı. 1936 da Abel G ance’ın “B eethoven’in
b ir büyük a şk ı” (U n g ran d anıour de B eethoven) filminde
rejisö r yardım cılığı etti. 1943’te F a ru k K enç in çevirdiği
"D ertli P ın a r” film inde o p eratör olarak çalıştı. R ejisör ola­
ra k ilkin Ses film hesabına “Deniz K ızı”nı çevirdi. S enaryo­
sunu kendi yazm ıştı. O peratör K riton Ilyadis’ti. Şehir T iy a t­
rosu artistle rin in oynadıkları filmde, A lm anya dan sav aş do-
layısiyle m em lekete dönm üş olan dansöz E m ine A dalet Pee'-
ye de rol verilm işti. A dalet Pee, d ah a sonra “ Y anık K av al”-
d a d a o ynayacaktı. Gelenbevi, m elodram k a ra k te rin d e film ­
ler çevirm eğe devam etti. B unların isim leri bile tic ari m a k ­
s a tla k o nduktan başka, konularını belirtiyordu: “Çıldıran
K adın” (1947), “K anlı D öşek” (1949), “Boş B eşik” (1952),
"K ald ırım çiçeği” (1954) v.s.
Çetin K aram anbey, 1944'te rejisörlüğe başladı. 1922 de
Ç anakkale'de doğm uştu. V efa Lisesi’ni 1942’(je bitirdi. S a­
v aş başladığı için A v ru p a’ya gidem em işti. T ic a re t h ay a tın a
atıldı. K abzım allıktan gazeteciliğe kadaı- h er boyayı boyadı.
1944’te bazı ark ad aşlariy le K u rt - Film adında bir firm a
k u ra ra k film y ap m ağ a ve çevirm eğe k a ra r verdi. “K a n a tla ­
n an G ençlik” bir havacılık film i olacaktı. A m a k a rşıla ş tık ­
la rı m addi güçlükler yüzünden filmini tam am layam adı.
Ş irk e t de dağıldı. Sonra, A m erika'dan dönm üş olan T u rg u t
D em irağ’m A nd - F ilm ’i k u rm ası üzerine onun hesabına
“K anlı T a şla r”ı çevirm ek istedi. O da y arım kaldı. N ih ay et
D em irağ'm A nd - F ilm adına çektiği “B ir D ağ M asalT’nda
reji yardım cılığı etti. İp ek - film ve Ses - film stüdyolarında
teknisiyen o la ra k çalıştı. 1947 de H alk film hesabına “ Si­
lik Ç ehreler”i çevirdi. 1944 te başlayan rejisörlüğü ilk mey-
vasını an cak üç yıl sonra verebilm işti. Bu çetin g a y re tle r so­
n unda Çetin K aram anbey, rejisö r o la ra k birçok film çevirdiği
gibi A slan - film firm asını k u ra ra k yapım cılığa da geçti.
1944 te F a ru k Kenç, kurduğu İstan b u l - film firm ası
hesab ın a senaryosunu da kendi y a z a ra k “H a sre t” i çeviri­
yordu. Bu filmde, hiçbir sahne tecrübesi olm ayan ince yü z­
lü b ir genç k ız a ilk defa rol verm işti. B aş rolü oynayan Oya
Sensev (S a b a h a t P erinçek) durgunkenki yüz ifadesiyle gü-
SİNEMA TARİHİ 251
lerk en k i ifadesi ara sın d a çok büyük b ir m esafe bulunan
b ir oyuncuydu. B ir köy kızı rolündeydi. T a lâ t A rtem el ve
V edat K araokçu gibi tecrübeli ak tö rlerin y anında hiç ezil-
m em işti. işin a k say a n te k ta ra fı, O ya Sensev’in yüz y ap ı­
sı köy k ızına benzem iyor, ta m b ir şehirli y ap ısın a sahip bu-

Çetin K aravıanbcy (Rejisör)


252 SİNEMA TARİHİ
lunuyordu. Oya, 1929 da S am sun’da doğm uştu. D aha lise
öğrencislyken sinem aya girm işti. Onbeş yaşında “H asretf’i
çevirdi, so n ra da (iç yıl boyunca h er sene yeni b ir film de oy­
nadı, 1946 da Cahide S onku’nun ve K âni K ıpçak’ın da rol a l­
d ık ları “Y uvam ı Y ıkam azsın”da evli bir kadının rakibesi
oluyordu. S enaryoyu y azan ve rejisörlüğü y apan K âni S.
K ıpçak’tı. O ya Sensev, tiy a tro d a kalıplaşm adığı için, bu
film de g a y e t tabii görünüyor ve seyirci,aradaki fa rk ı hem en
seziyordu. 1945’te F a ru k K enç’le çevirdiği “G ünahsızlar” a
göre, bu film inde daha iyiydi. B undan sonraki “Y a İstik lâl
y a ölüm ” (F ato, 1950), “K aran lık Y ollar” (1951), “H ü rriy et
Ş a rk ısı” (1956), “K a ra V âdi” (1957) de de b aşarı gösterdi.
Bu arad a, 1955 y azında ispanyaya, o radan P a ris ’e giderek
U nlfrance stüdyolarında incelem eler yaptı. S onra da D evlet
T iy atro su ’n a girdi (1958).
1945’te R efik K em al A rdum an, Ses - film hesabına çe­
virdiği “K öroğlu” ile rejisörlüğe başladı. F ilm in senaryosunu
M uharrem G ürses yazm ıştı. G ülistan Güzey başroldeydi. T a ­
rihi b ir filmdi. M akiyajların suniliği yüzünden eser gerçek ­
liğinden b ir hayli kaybediyordu. G ülistan Güzey, 1942 de Şehir
T iy a tro su ’n a girm işti. “H ü rriy e t A partım anT ’ndaki roliyle
sinem aya başlam ış bulunuyordu. O ndan so n ra da b ir çok
film de rol aldı. R efik Kem al, bundan b aşk a “B üyük i t i r a f ı
çevirdi. P ro d ü k tö rü de kendisiydi. Senaryosunu P rim u s la
o rta k la ş a yazm ıştı. Şehir T iyatrosu sa n atç ıla rın ın oynadığı
film büyük b ir b a ş a n kazanam adı. K am era tekniği çok z a ­
yıftı.
A yni yıl, M uhsin E rtu ğ ru l, F a ru k N afiz Çam lıbel’in p i­
yesi olan “Y ayla K a rta lı”m H alk - film hesabına çevirdi.
O p eratö rü Y uvakim F ilm erldis’tl. Cahide Sonku baş roldey­
di. Film , dış sahnelerine rağm en perdeye getirilm iş tiy a tro
eseri o lm aktan kurtulam adı.
1945 yılında T a lâ t A rtem el “H ü rriy e t A p artım an ı” ile,
H âdi HUn, b ir h alk m asalından konusu alm an “K ızılırm ak -
K arak o y un”la, Ş ak lr S ırm alı “U nutulan sır D om aniç yol­
cusu” ile rejisörlüğe başladılar. “H ü rriy e t a p a rtım a n ı”, Se­
d a t Sim avl’nln kendi rom anından yazdığı senaryoyla Ses
film h esab ın a çevrilm işti. Konu, b ir a p a rtım a n ı m erkez y a ­
p a ra k içinde o tu ra n la rın m acerasını anlatıyordu. “K ızılır­
m a k ” ise, A nadolu’nun İsta n b u l’dan görülüşüne gilzel bir
örnek teşkil ediyordu. P ırıl pırıl diktirilm iş köylü elbiseleri
SİNEMA TARİHİ 253
iğinde m odern m akiyajlı Ş ehir T iyatrosu artistle ri, k av al
sesleri ara sın d a b ir h alk efsanesini can lan d ırm ağ a u ğ raşıy o r­
lardı. S ahneler uzun, oyun h are k etsiz ve durgundu. T ab iat
m a n za ra ları ne dekor olarak, ne de eserin psikolojisine bir-
şey ekleyecek şekilde değerlendirilm işti. Yalnız, a ra s ıra gös­
terilen b ir karakoyun, K ızılırm ak’ta k i ölüm olayını sem bol­
le ifadeye çalışıyordu.
Ş ak lr Sırm alı, 1916 da İstan b u l'd a doğmuş, Liseyi Şişli
T e ra k k i’de okum uştu. D aha okuldayken fo to ğ ra f ve sinem a
işleriyle ilgiliydi. Resim li rö p o rta jla r yapm ak, a m a tö r film ­
leri çevirm ekle oyalanıyordu. H alkevi tem sillerine de k a tıl­
m ıştı. H ukuk fakllltesindeyken rejisö r olm ak em eliyle b u ra ­
sını b ırak tı. A m a hem en ask ere alm dı. 1945 te b irk aç a rk a -
daşiyle o rta k la şa S em a - film firm asını kurdu. “U nutulan
sır” ilk filmiydi. B aşarısızlıkla sonuçlanan bu denem e so­
nunda şirk e t dağıldı. Ş ak ir Sırm alı, bundan y ılm ay a ra k
D u ru - film için “E felerin E f e s i’ni çevirdi (1952). D aha son­
r a d a bu yolda ça lışm aların a devam etti.
F ilm işlerinin böyle k ö tü gitm esi karşısında, bazı f ir ­
m a la r elele v ererek “ Yeril FUm Y ap an lar CemlyetT’ni k u r­
d u la r (1946). C em iyet idare heyeti İh sa n îp e k çi’nin b aşk an ­
lığında F a ru k Kenç, T u rg u t D em irağ, İskender Necef, M u­
r a t Köseoğlu, N ecip E rses, F u a t R utkay, R efik K em al A r-
dum an, H ikm et Yıldız ve Y orgo S aris'ten kuruluydu. Ce­
m iy et o yıl “F ilm lerim iz” adlı b ir broşür yayınladı ve k u ru ­
luş m aksadiyle film cilik •üzerindeki düşüncelerini açıkladı.
Film lerim iz neden A m erika, A vrupa, h a ttâ M ısır derecesinde
m ükem m el olam ıyor ?” sorusunu o rta y a a ta r a k cevaplandır­
m ay a çalıştı. O nlara göre bu işin ilk sebebi parasızlık tı. Çün­
kü yerli film, bizde, yalnız iç p iy asa ta ra fın d an m a sra fla rı
k a rşıla n a n bir “production’’du (m ahsul). H albuki b ir A m e­
rik a n film i b ü tü n dünyada gösterildiğinden, b ütün dünya o
film in yapılış m a sra fların ı paylaşıyor dem ekti. Bu b ak ım ­
dan film leri ucuza m aletm ek gerekiyordu. 1946 da bir yerli
film 40 - 50 bin lira ara sın d a m al oluyordu. İsta n b u l’un n i­
h a y e t 85 sinem asm da gösterilen b aşarılı b ir yerli film in g e­
tireceği p a ra ise en çok 45 - 50 bin lira olabilirdi. B inaena­
leyh him aye şa rttı, istedikleri, film işletm esinin (o zam an )
k azan ç vergisinden affedillnesiydi. F ilm cilikte çalışanların da
bu vergiden affedilm eleri gerekiyordu. S inem alardan alm an
% 75 tem âşâ vergisi, yerli film gösterilirk en alınm am alıydı.
25 4 SİNEMA TARİHİ
Böylece sinem acıların, yerli film gösterm eleri k o la y laştırıl­
m ış olurdu. Yeni stüdyoların kurulm ası için getirtilm esi g e­
rek e n m alzem e g ü m rü k te n vergisiz geçirilm eliydi.
iş te onların gördükleri k u su rla r bunlardı. Y erli Film
Y ap an lar Cemiyeti, m ücadelesinde b aşarı sağladı ve dış m em ­
leketlerden gelen film ler k arşısın d a korunm ak üzere yerli
film lerden alınan vergiler % 80 indirildi. N etekim o ta rih ten
başlay arak , eskisinden d ah a çok film çevrildi am a, bu film ­
lerin % 80 i eskilerinden d ah a da değersiz oluyordu.
Yerli F ilm Y apanlar Cemiyeti, kuruluş yılında b ir de
y arışm a tertipledi. T eşvik m aksadiyle tertiplenen bu y a rış ­
m a y a dokuz kişilik bir jü ri b ak a ca k tı. O yıl (1946 - 1947 se­
zonu) on iki yerli film p iy asay a çıkarılıyordu. J ü ri en güzel
filmi, en b aşarılı rejisörü, en başarılı operatörü, en iyi se­
n ary o yazarım , en b aşarılı kadın artisti, en başarılı erkek
a r tis ti seçecekti. F ilm ler bazan bir günde iki, üç ta n e olarak
gösterildi ve jü ri üyelerinden bu altı m addelik sual fişlerini
doldurm ası istendi. H em en hiç biri sinem ayla m eşgul olm am ış
üyeler b ir g ö rü şte a ltı ayrı açıdan değerlendirem edikleri
film lere rastg e le rey verdiler. Böylece, ilk T ü rk film festiv a­
li, sonuçlandırılm ış oldu.
Yerli F ilm Y ap an lar C em iyeti’nin işi hüküm etle, vergi
sistem iyle olduğu için bir n o k ta y a d o kunm aktan d ik k atle
kaçınm ışlardı. Yerli film ciliğim izin gelişm esine engel olan
çeşitli sebepler ara sın d a san sü rü n de önem li bir yeri oldu­
ğu m u h ak k ak tı.
T ü rkiye’de çevrilecek film lerin 'san sü rü m eselesi polis
vazife ve salâhiyetleri k anununun bir m addesiyle ilgili o larak
h ü k ü m etin kontrolü altm d a tutuluyordu. 1939 da y ap ılarak
15/1/1948 ta rih ve 3/6862 sayılı k a ra rla 2 4 /1/1958 ta rih ve
4/9710 sayılı k ara rn a m elerin bazı m addelerini değiştirdiği n i­
zam nam e "F ilm lerin ve film senaryolarının kontrolüne d air
nizam nam e” adm dadır. N izam nam enin ilk bölüm ü film lerin
kontrolüyle, ikinci bölüm ü çekim iyle ilgili bulunuyor. T ü r­
k iy e’de film çekm ek isteyen yerli, yabancı, h erkes film in
çevrileceği yerin en büyük sivil âm irine b ir dilekçeyle baş
v u rm ak zorundadır. Bu dilekçede film çevirm ekteki m a k sat,
nerede ve ne zam an çekileceği, konusu, çekim den kim lerin
sorum lu bulunduğu belirtilir, senaryonun da a ltı kopyesi ek ­
lenir. E v ra k Iç işle ri B akanlığına yollanır. B ak an lık bunu
ilgili kom isyona havale eder. Bu kom isyon A n k a ra ’dadır.
SİNEMA TARİHÎ 25 5
B ir başkanı, dö rt de üyesi vardır. Diyeler E m n iy et Genel M ü­
dürlüğünü, Genel K urm ay B aşkanlığını, B asın Y ayın ve
T urizm genel m üdürlüğünü ve Millî E ğitim B akanlığını te m ­
sil ederler. K om isyon başkanı, İç işle ri B akanlığı m em u rla­
rından biridir. K omisyon film senaryolarını herhangi b ir dev­
letin siyasi propagandasını yapıp yapm adığı, h erhang i bir
m illeti aşağılayıp aşağılam adığı, din propagandasiyle ilgisi
olup olmadığı, edebe ay k ırı olup olm adığı, askerlik şeref ve
haysiyetini kırıp kırm adığı, suç işlem eğe k ışk ırtıp k ışk ırtm a ­
dığı, m em leket aleyhinde veya m em leketin em niyetini te h ­
likeye koyucuk kısım lar bulunup bulunm adığı n o k taların d an
inceler. U ygun görürse izin verir. M ahzurlu y erle r v a rsa g e­
ri yollar. Ellinin çekilm esine izin verilirse bu valiliğin b ir
belgesinden anlaşılır. Ş ayet Honradan bir sa k ın ca göze ç a r­
p a rsa film çekilm ekte lılle olsıı d urdurm ak İç İşleri B a k an ­
lığının yetkisindedir. G erekirse operntörün yanına b ir h ü k ü ­
m et m em uru bile katılabilir. İle r çeşit film in banyo için
y u rt dışına gönderilm esi de hüküm et iznine bağlıdır. T ü rk i­
ye’de çevrilen film lerin dış m em leketlere gönderilm esi de y i­
ne hüküm etçe veya ilgili bakanlıkça İzin verilm esine bağlı­
dır.
Bu nizam nam e d ışarıdan getirilen film lerin gösterilm e­
sini de kııyıt altın a alm ak tad ır. Film g e tirte n İşletmeci, b ir
dilekçeylo hüküm ete, yani bulunduğu yerin en büyük sivil
âm irine hıış v u rarak g e tirttiğ i film in kontrol edilmesini is­
ter. Dilokçede filmin adı uzunluğu, eni, senaryocusu, alındığı
eserin orijinal adı, y a z a rla rı bildirilir. Film deki diyaloglarm ,
şark ı sözlerinin orijinal m etinleri, senaryosu, T ürkçeye çev­
rilm iş özetiyle birlikte yine dilekçeye eklenir. B unlar, film
kontrol kom isyonu üyelerinin sayısının iki k a tı m ik ta rd a ve­
rilm iş bulunm alıdır. Bir h a fta önce kom isyon üyelerine bun­
lar dağılılır. İncelendikten sonra film lerin kontrolü yapılır.
Uygun görüldüğü takdirde, film in g ü m rü k m uam elesine izin
verilir. Yoksa, film, güm rü k işlemi yapılm ış olm ayacağından,
geri gönderilir. Sonunda, kabul edilmişse, ith a l edilebilecek­
se, gösterilebilecekse bunu belirten bir izin kâğıdı film i g e­
tirene verilir.
Hınısilr heyetinin bu uzun ve k a rışık vazifesi, bilhassa
yeril fllııı çevirm ekte elbette (büyük b ir ayakbağı o lm a k ta­
dır. Ilele senaryo yazanlar, s a n a t anlayışından çoğu zam an
m ahrum olan h ey et üyelerinin h av a sın a bağlı k a la ra k m eselâ
Mİ N E M A TARİHİ
m em leketin turizm bakım ından önem ini belirtm ek durum un­
d a bırakılabileceklerinden, konulariyle hiç ilgisi olm adığı h al­
de yüzlerce m etre m a n z a ra resm ini film e sokm ak zoruna
düşebilirler.
tş te bu gibi a ğ ır ş a rtla rd ır ki, 1950 yılına kad ar, y er­
li film yapım ını zincirlem iş durm uştu. G erçi bu şa rtla rın
san sü rle ilgili kısm ı henüz değişm edi veya hafiflem edi. Ne
v a r ki, vergi güçlükleri büyük ölçüde o rtad a n kalktığından,
y a d a hafifletildiğinden, bol bol yerli film çevrilm esine im ­
k ân hasıl oldu. S a n a t değerinin düşüklüğü ise, senaryoların
artiste , rejisöre veya doğrudan doğruya senaryo yazarın a
değil, büyük ölçüde kontrol heyetine, sa n sü r kom isyonuna
bağlı k alm asından ileri geliyordu.
A ltı yıl A m erika’da film işleriyle u ğ ra ştık ta n , incele­
m eler y a p tık ta n sonra m em lekete dönen T u rg u t D em irağ,
1946 d a A nd - film şirketini, babası A b d urrahm an N aci De-
m ira ğ ’ın adlarının ilk harflerinden kelim e y a p a ra k m eydana
getirdi. A yni yıl, R e şa t N uri Gün tekin'e senaryosunu y az­
dırdığı “B ir B a ğ M asalı”nı film e çekti, ö ted en b eri film lerde
d ek o ratö r o la ra k çalışm ış yakışıklı b ir m im ar, K adri E ro-
ğan, ilk defa bu film de b aş erk ek rolüne çıkm ıştı. Lâkin,
Cezmi A r’ın operatörlüğünü yap tığ ı filmde, reji pek başarılı
olm adığından fazla iş yapm adı. T u rg u t D em irağ da, re ji­
sörlüğü b ırak tı ve film yapm akla, başka rejisörlere çevirt-
m ekle m eşgul oldu.
1949 - 1950 y ıllan , yerli film ciliğim izde b ir bolluk m ev­
sim i oldu. Yeni yeni firm alar, yeni yeni rejisörler film y ap ­
m ağa, film çevirm eğe başladılar. L ûtfi Ö. A kad, Aydın A ra-
kon, M üm taz E ner, Suavi Tedü, Orhon A rıbum u, Semih
Evin gibi eski a tk ö r veya yeni rejisörler bu sırad a film çe­
virm eğe g iriştiler. F a ru k Kenç, Sam i Ayanoğlu, K âni K ıp­
çak, H urrem , E rm an, T a lâ t A rtem el, Çetin K aram anbey,
B ah a Gelenbevi gibi eskidenberi bu işle u ğ ra şa n la r d a boş
du rm ad ılar yeni film ler yaptılar.-
L û tfi A kad, 1916 da İsta n b u l’da doğm uştu. Jean n e
d’A rc F ra n sız okulu ile G ala ta saray L isesi’nde tahsil g ö r­
m üştü. 1942 de Y üksek İ k tis a t ve T ic a re t okulunun m aliye
bölüm ünü bitirdi. Ü niversitedeyken tiy a tro ve sinem a ile il­
gileniyordu. Çeşitli a m a tö r topluluklarında bu sebeple çalış­
m ıştı. A skerlik hizm etinden sonra Osm anlı B ankası n a m e­
m u r o larak girdi. 1946 da Ş ak ir Sırm alı ve ark a d aşların ın
SİNEMA TARİHİ 25 7
kurdug^ı S em a - film ’in prodüksiyon m üdürlüğünü aldı. Son­
r a U Ue • fllm ’e işletm eci o la ra k girdi. 1948 de hesap uzm an ­
lığı vazifesiyle E rm a n K ard eşler firm asm a geçti. 1949 da bu
firm a hesabına “V urun K aiıbeye” film ini çevirdi. E serin k o ­
nusunu rom ancı H alide E dip A dıvar’ın m eşhur kitabın d an
alm ıştı. 1945 tenberi film lerde oynayan Sezer Sezin’e bu film ­
de y e r verm işti. O ndan so n ra “L ü k s H a y a t”ı çevirdi. 1951 -
1952 ara sın d a I r a k ’a giderek “T ahir’le Ziihre", “A rzu ile
K an b er" gibi h alk m asalların ı film e çekti. 1952 den so n ra d a
“K anun N am ına”, “İngiliz K em al”, “İp sa la cinayeti”, “B ul­
g a r S adık”, “ V ahşi b ir kız sevdim ”, “K ard eş kurşu n u ”, “Be­
y az m endil” gibi m acera film leri yaptı. L ûtfi A kad, rejisö r
olarak bilhassa m acera film lerindeki h a re k e t sü rati, canlı bir
m o n taj gibi özellikleriyle d ik k a ti çekm iştir. 1952 de “K anun
N am ına", I9Ö3 te “ö ld ü re n Ş ehir”, 1954 te “B u lg ar S adık”
film leri TFlMVnln (T ü rk Film D ostları D em eği) a rm a ğ a n ­
larını k azanm ıştır.
Aydın A rakon, 1918 de E d irn e’de doğm uştu. İsta n b u l’da
Işık Llsesl'nde o r ta öğrenim ini yaptı. A skerlik hizm etinden
so n ra rejisör Ş adan K âm il’in isteği üzerine onun çevirdiği
“DUmbüllü m acera peşinde” (1947), “D inm eyen sızı” (1948)
ve “E fe a ş k ı” (1949) film lerinin senaryolarını yazdı. 1949 da
ilk defa, A tla s - film hesabına “Çığlık” ve “E fsuncu B ab a”yı
çevirdi. 1953 ten so n ra bu şirk e tte n ayrıldı. F ilm lerinin se­
n aryolarını da kendi hazırlıyordu. “İsta n b u l’u n F e th i” (1951),
“A n k a ra E ksp resi” (1952), “K ızıl T uğ” (1953) gibi ta rih ve
m acera film leri yaptı. “G aripler A dası” (1955), “T uzak O te­
li” (1956), “M iras u ğ ru n a” (1956) da yine ayni cinsten eser­
lerdi.
Suavi Tedü, Ş ehir T iy a tro su ’n d a ak tördü. 1938 de “T aş
P a rç a sı” ile a k tö r o la ra k sinem aya girdi. Birçok film de rol
ald ık ta n sonra rejisörlüğe 1949 d a “Zehirli Şüphe” ile b aşla­
dı. Çok acı ve tiy a tro v â ri b ir m izansen içinde çevrilen bu
film den b aşk a 1952 de iki film yapm ıştı: “Göçmen Çocuğu”
ve “Son Buse”. B ilhassa “Göçmen Çocuğu”, konusunun da
yardım iyle, çok iş y ap an tic ari değeri yüksek b ir film oldu.
Suavi Tedü, 1959 da ansızın ve genç y aşta, beklenm edik bir
a n d a v efa t etm eseydi, rejisö rlü k alanında başarılı eserler ve­
receğine şüphe yoktu. .
O rhon M u ra t A n b u m u 1918 de E sk işehir'de doğm uştu.
F. 17
258 SİNEMA TARİHİ
İlk ve O rta ö ğ ren im in i A n a d o lu ’n u n ç e şitli y e rle rin d e y a p ­
tı k ta n s o n ra İ s ta n b u l’d a H u k u k F a k ü lte s in e g ird i. Ş iir y a z ı­
y o rd u . İlk şiir se rg isin i de, s o n ra d a n A d a M obilya s a lo n u n ­
d a o a ç m ıştı. Y ed ek su b ay o la ra k a s k e rlik h iz m e tin d e n dö­
n ü ş te E d e b iy a t fa k ü lte sin e g ird i. O ra d a y k e n sin e m a y la ilgi-

O rhon M urat A n b u r n u (R ejisö r ve a k tö r)

len m eğ e b aşlad ı. İlk in 1945’te çev rilen “ G en çlik G ü n a h ı” fil­


m in d e a k tö r o la r a k g ö rü n d ü . B irço k film d e ro l a ld ık ta n so n ra
1950 de “ Y ü zb aşı T a h sin ”le re jisö rlü ğ e b a şla d ı. 1951’de, k o ­
n u su n u R e fik H a lit K a r a y ’ın ro m a n ın d a n a la n “ S ü rg ü n ” ü
e rte s i yıl “K a n lı P a r a ”yı çevirdi. E n b a ş a r ılı film i “L ejyon
d ö n ü şü ” oldu. S e n a ry o s u n u d a k e n d isi y a z m ış tı. K azan k ay a
p ro d ü k siy o n u o la r a k çev rilen film d e b a şlıc a ro lle ri B elg in D o­
SİNEMA TARİHİ 259
ruk, U ğ u r B aşaran, F ik re t H ak a n ve O rhan G ünşiray oy­
nuyorlardı. Belgin D oruk, 1952 de “Ç akırcalı M ehm et E fe”
ile sinem a perdesine çıkm ış, 1934 doğum lu bir genç kızdı.
Yıldız D ergisinin a ç tığ ı b ir y arışm ay ı k az an a ra k , T ü rk iy e’de
ilk defa böyle bir yoldan sinem aya geçm iş kadın a r tis t ol­
m uştu. Minyon yapılı b ir kızdı. D aha ziyade gözleri ve ba-
k ışlarlyle düşüncelerini a n la ta ra k m uvaffak oluyordu. Bu
özellikleri ona birçok film lerde rol verilm esine yol açtı. Or-
hon A n b urnu, 1952 de “O rhon F ilm ” firm asını kurdu. “İs tik ­
lâl M adalyası” ve “E fe A şkı” adiyle çevirdiği film ler Y una­
n ista n ’a da gönderildi.
M uzaffer Tema, ilk defa 1949 da “Ç ığlık” film inde rol
a la ra k perdede göründü. O ndan sonra "N ıım -ı diğer P a rm a k ­
sız Salih” gibi, “İstan b u l k an ağlıyor” (H risantos) gibi m a ­
ce ra film lerinde göründü. N ihayet A m erika’y a giderek Holly-
vood'ta çevrilen bir film de rol aldı: “A c e rta in sm ile” (Acı
tebessüm ).
N erim an K öksal, 1950 de Çetin K aram anbey'in çevirdiği
“Ç ete” ile ilk defa perdede göründü. “Ç ete” b ir m acera fil­
miydi. A m a K öksal, kadınlığı ve güzelliğiyle film i ren k len ­
diriyordu. H alkın zevkini okşayan çekiciliği birçok kurd ele­
nin tic ari değerini artırd ı.
F eridun Çölgeçen de bu sırad a sinem aya girm iş bir a k ­
törd ü r, 1914 te doğm uş ve O rta tahsilini İsta n b u l’da yapm ış­
tı. A vrupanın birçok m erkezlerinde, Brüksel, P a ris ve Viya-
n a ’da gezip dolaştıktan, sinem ayla ilgilendikten sonra n ih a­
y e t 1950 de “E sterg o n K alesl”yle perdede göründü. Çeşitli
film lerde oynadı. N ihayet 1957 de A m erika’y a g itti. M uzaf­
fe r T em a ile ayni filmde, “A ce rtain sm ile” (Acı tebessüm )^
de u fa k b ir rol aldı.
B u devrin doğrudan doğruya sinem ada s a n a t hay atın a
a tıla n b ir b aşk a ismi, A yfer F e ra y ’dır. A yfer F e ra y 1930 da
İzm ir’de doğm uştu. O rta öğrenim ini İzm ir’de yaptı. 1952 de
B e rg a m a’da çevrilen “B erg am a sevdalıları” film iyle sinem aya
atıldı, içinde “E fe” bulunan ve adında bu kelim e geçen b ir­
k aç film de o ynadıktan sonra “A şık Veysel’in h a y a tı”n a girdi.
B ir güzellik y arışm asını kazanm ış olması, d ik k ati üzerine
çekm işti. Sinem a onu m eşhur etti. Sonra K üçük Sahne
H aldun D orm en tiy a tro su n a geçti.
1950 den sonra M etin E rk sa n (Çetin K aram anb ey ’in
k ard e şi), F ik re t O tyam , M em duh Un, O sm an Seden, A hm et
260 SİNEMA TARİHİ
Ü stel gibi yeni yeni rejisö rler sinem a h a y a tın a g ire re k b ir­
çok film ler çevirdiler. B unlardan p ek azı film ciliğim ize yeni
b ir ses, yeni bir değer k atabildi. N ed ret Güvenç, L âle O ral-
oğlu, Çolpan İlhan, A lta n K arm daş gibi tiy a tro d a n gelenler­
le A yhan Işık, M uhterem N ur, T u ra n Seyfioğlu, K enan A r-
tun, F ik re t H ak a n gibi doğrudan doğruya sinem ada başlayan
g ençler yetişti. Çoğu zam an k ısa sürede çevrilmiş, ucuza
m alolm uş film ler s a n a t değeri bakım ından b ir tü rlü özlenen
dereceye yükselem edi.
M uhsin E rtu ğ ru l 1953'te, Y apı ve K redi B an k ası’nm bir
k ü ltü r hizm eti o la ra k ku rd u ğ u K üçük Sahne san atçıların a,
senaryosu V edat N edim T ör ta ra fın d a n y azılan ilk re n k ­
li T ü rk filmini, “H alıcı K ız”ı çevirtti. Ali Ip ar, eşi V irginia
B ru ce’le yine renkli b ir T ürkçe film yaptı. L âkin bu film ler
y ık an m ak üzere d ışarıy a gönderiliyordu. H enüz m em lek et­
te k i stü d yolarda' buna elverişli tesisler kurulm am ıştı.
1952 de, T FD D (T ü rk F ilm D ostları D erneği) adiyle bir
d em ek kuruldu. M a k sat yerli film ciliğin kalkm dırılm asıydı.
T ü rk film lerinin m illetlerarası p iy a say a çıkarılm ası, s a n a t­
çıların k o runm ası gibi m a k sa tla rla k u ru lan dernek, h e r yıl
verilecek olan bazı a rm a ğ a n la r o rta y a a ttı. K u ru cu ları L û t-
fi A k ad (rejisö r), A ydın G. A rakon (re jisö r), Oriıon M u rat
A rıb u rn u (re jisö r), B urhan A rpad (y a z a r), H ü sam ettin Bo-
zok (y a z a r), Hıfzı Topuz (y az ar) idiler.
E n son olarak, 1950 da bir m eslek kurum u d ah a m ey­
d an a getirildi: T ürkiye F ilm Im alcileri Cemiyeti. Bu dem ek,
film y ap an lard an b ir kısm ı ta ra fın d an kuruldu. D em eğe d a­
hil o lan lar a ra sın d a Ş ak ir Seden (reis), N aci D uru, N azif
D uru, F a ru k Kenç, T u rg u t D em irağ, H ulki Saner, İh san
Y urdakul Çetin K aram anbey vardı. D em eğin tem sil ettiğ i
firm a la rın başlıcaları: K em al film, D uru film, A tla s film,
A nd film , A rslan film, İstan b u l film , A s film, Güven film,
Ozon film, E rm an film, Sonku film, O ral film ’dir. D em ek
F ra n sız ve İta ly a n sinem a nizam nam elerini dilimize çe v irt­
miş, M ısır k an ununu özetliyerek b ir sinem a kanunu h a z ır­
lam ış, düşük B. M. M. ne sevketm işti.
1954 te İstan b u l Ü niversitesi E deb iy at F a k ü lte si’nin
S a n a t T arih i E n stitü sü n e bağlı bir film m erkezi k urulm u ş­
tu. B aşında P rof. M azhar Ş evket Ibşiroğlu bulunuyordu.
S a b a h a ttin E yüboğlu ile o rta k la şa ça lışarak hazırlad ık ları
belge film lerinden siyah - beyaz “H itit G üneşi”, 1957 Berlin
s i n e m a t a r i h î 261
F ilm festivalinde güm üş m ad aly a aldı. F ilm m erkezi, bun­
dan b a şk a renkli o la ra k “ Sûrn&me”, “K aran lık K ilise” gibi
eserler verdi. B irincisi T opkapı sa ra y ın d a bulunan S û m â-
m e'dekl m iny atü rlerin tesbitiydi. İkincisi de Ü rg ü p ’te k i k ay a
içi kilisesini gösteriyordu. “ S iyah - K alem ”, bu isim deki m in-
y atü rcü n ü n eserlerini canlandırm aktaydı. Ü niversite film

M u z a ffe r T e m a (Aktör)

m erkezinin İlmî çalışm aları sayesinde belge film ciliği, bizde


b aşlan g ıç yılı olan 1914’e göre uzun zam an susm ağ a m a h ­
k ûm kaldığı halde, birdenbire çok ileri ad ım lar a tm a ğ a b aş­
lam ıştı. *
K onulu film ler ise, yılda yüzü bulduğu, hatt& geçtiğ i
2 62 SİNEMA TARİHİ
halde b ir tü rlü d ö rt başı m a m û r hale gelem iyordu. B ir t a ­
kım genç kabiliyetler, perdede kendilerini g ö sterm ek te ge-
cikm iyeceklerdi. B unlardan Yılm az Gruda, Cep tiy a tro su n ­
dan K üçük S ahne’ye, orad a tiy a tro ve reji denem elerini y ap ­
tık ta n so n ra da perdeye atlay a ca k tı. “D okuz d ağ ın efesi”,
“ Ö lürüm de ay rılam am ”, “D ah a çekecek m iy im ?” “D iişm an
y o lla n k e sti”, “İn tik a m için”, “K irli eller”, “Suçlu âşık ­
la r”, “G ecelerin ötesi”, “R ü zg âr Z ehra” gibi çoğu tic a ri m a k ­
s a tla rla çevrilm iş birçok film de, b aşarılı kom pozisyonlar v e­
recekti. T olga Tiğin, yine tiy a tro d an geçerek “Suçlu â şık la r”
ve “Gecelerin ötesi”nde kendini gösterecekti. M etin E rk s a n ’ın
rejisörlüğünde D uru film hesabına çevrilen “G ecelerin ö te ­
si”, toplum un değişik k a tla rın d a yaşayan, k a rışık tu tk u la r­
dak i gençlerin p a ra ihtiyacı e tra fın d a iyi niyetli birleşm ele­
rin i tem el düşünce o la ra k alıyordu. B irtak ım hırsızlık, cina­
y e t olaylarından sonra, te k suçlu olan toplum , bunca genci
harcıyordu. T ic aret m aksadı güdülm ediği besbelli olan bu
film, bize, 1960 yılı içinde, sa n a t gayesinin sinem am ızda b ir
m esele haline geldiğini g österen delillerdendi.
Yine tiy a tro d an film e geçm iş sa n a tç ıla r a ra sm d a k a r i­
k a tü ris t ve a k tö r A lta n E rbulak, M ünir özk u l, E ro l G ünay­
dın sayılabilir. M ünir özkul, 1950 de çevrilen “Ü çüncü Se-
lim ’in gözdesi - M lhriban Ue S adullah A ğ a”dan b aşlay a ra k
birçok kurdelede rol alm ış, V asfi R ıza Zobu ile o rta k kom ik
film ler de yapm ıştı.
1960 yılı, yabancı festivallere konulu T ü rk film lerinin
de gönderilm eğe başladığı ta rih oldu. G erçekten de 21. Mil­
letle ra ra sı Venedik Film festivalinin yapıldığı P alazzo de]
Cinâm a’nm (sinem a sa ra y ın ın ) k ap ısın a festivale eser g ö n ­
deren m illetlerin b a y ra k la rı asılm ıştı. A m a içlerinde T ü rk
b ay rağ ı yoktu. Bu işde festival kom itesini de suçlu bulam az­
dınız. Sadece, böyle h are k etle re k a tılm a k için gerekli İzni
alam ıyorduk, okadar. F a k a t bu sefer, y ani 21. V enedik fe s­
tivalinde, resm i olm am akla beraber, b ir T ü rk film i de, özel
şekilde gösterilm işti. D aha önce iki festivale gönderilen bu
eser, Sel film adm a, firm anın k urucusu Selçuk B ak k alb aşı’-
nm yazdığı bir senaryodan çekilm işti. Selçuk B akk alb aşı
1927 doğum luydu. P a ris ’te felsefe ve siyasal bilgiler okum uş,
so n ra ilk defa bir senaryo yazm ıştı. R ejisörlüğü kendisinden
üç yaş küçük olan A ttilâ T o k atlı’y a verm işti. F ilm de Ulvi
U raz, A yfer F eray, S ad ettin Erbil, R ukiye G öreç rol alm ış­
SIN E MA TARİHİ 263
lardı. ‘‘D enize inen sokak", P alazzo del Cinâm a’nm P a sin e tti
salonunda gösterilm işti. Seyredenler, içlerinde T ü rk g az ete­
cileri ve film i y a p a n la r da dahil, on kişiyi geçm em işti. B un­
ların d a b ir kısm ı y a rıd a bırakıp g ittile r. Ü nlü tenk itçi Ge­
orges Sadoul’un b ir yazısından naklederek Selmi A ndak,
onun teknik bakım dan film i çok zay ıf bulduğunu, bazı ilgi
Sekici y a n la n bulunduğunu, U lvi U ra z ’ın oyununu beğendi­
ğini söylüyor. “D enize İnen so k ak ”, T ürkiye de gösterilm e­
den d ışarıya gönderilm iş olm ak gibi b ir özelliğe de sahip.
H a ttâ elinizdeki bu k ita p basıldığı sıra d a bile gösterilm iş
değil.
T ürkiye Film îm alcileri C em iyeti’nin verdiği bilgiye
göre bugün, m em leketim izde, çalışır halde 657 kapalı, 150
yazlık sinem a salonu vardır. Y ılda 90 - 110 film yap ılm ak ­
tadır. B u n lan n % 95 i uzun film dir. K em al B aysal gibi k u ­
sursuz renkli film çeken b ir o p era tö r yetişm iştir. K em al
Baysal, İlse tahsilini İsta n b u l’da y a p tık ta n so n ra A lm an y a’­
da Uç, A m erika'da d ö rt sene k a la ra k fotoğrafçılık tah sil e t­
m iş b ir kam era ustasıd ır. Çoğu reklâm film i olan epey film
çekm iştir.
O rtalam a hesap la m em leketim izde bir film on bin lira ­
ya m aloluyor. F ilm işlerinde döner serm aye halinde her yıl
on m ilyon Tl. y atırım yap ılm ak tad ır. Konu bakım ından çev­
rilen film lerin % 50 si dram , % 25 i m acera, % 15 i komedi,
% 10 u m üziklidir. R eklâm film ciliği henüz pek yetersiz
» durum dadır. 1960 yılında Tekel idaresi 3, T urizm b ank ası 2,
Demir ve Çelik S anayii 1, özel teşebbüs 2 reklâm film i çek­
tirm iştir.
Ç alışır durum daki stüdyolarım ız şunlardır:
İp ek - film : P lâtosu yoktur, öbür tesisleri vardır. A car
film: M ecidiyeköyündeki eski A tla s film. P lâtosu dahil, h er
tonİHİ tam am dır. Ses film : Necip E rses'in k u rd u ğ u stüdyo.
J'lftlo su hâriç b ütün tesisleri vardır. E rm a n film : E rm an
kardeşlerin stüdyosu. P lâto su h ariç herşeyi vard ır. H alk
film: F u a t R u tk a y 'ın stüdyosu. P lâtosundan b aşk a h e r tesisi
lıımıımdır. L âle film : Cemil F ilm er’in stüdyosu. P lâtosundan
lınşlın lıerşeyi var. A r stüdyosu: B ütün tesisleri tam dır. And
fllnıı Henkron plâtosu var, ses ve lâ b o ratu v arı yok.
Iiııgün için m em leketim izde film y ap an k u ru m la rın en
Mklai Kemal - film ’dir. Ş ak ir Seden ve O sm an Seden’in id a­
re« İn dedir. K em al - film de dahil, b ü tü n öbür firm ala r, re n k ­
264 SİNEMA t a r i h i

liler sayılm azsa, y ap a ca k la rı film leri y u k a n k i stüdyolard a


h a z ırla tırla r. Keza, dublâjlı yabancı film ler de bu stü d y o lar­
da T ürkçelegtirilir.

SO N
İ Ç İ N D E K İ L E R

S ay fa
Önsöz 3
Sinem a m akinelerinin icadı 5
İlk kım ıldıyan resim ler ve Louis L um ière 10
Filim de sahne te rtib i: G eorges M éliès 17
B righton okulu . . . 21
P a th é ’nln ilk zam anları 25
M izansende gelişm e 30
İşletm e ve sa ııa t film i yapm a teşebbüsleri 36
F ra n sız sinem asının 1909 - 1914 ara sın d a ge­
lişm esi 41
K uzey okulları 45
İta ly a n sinem ası 49
G riffith ve A m erikan sinem asının doğuşu , . 53
M ax Ldnder’den C harlie Chaplln’e k a d a r kom ik film _ 59
A m erikan sinem asının en yüksek devri 64
A v ru p a’d a sinem a 72
İsveç .................................... 72
A lm an sinem asının doğuşu 75
F ra n sa 'd a sav aş sonrası 83
R us film ciliği 88
S inem ada ilericilik 93
Holiyvood’un ku ru lu şu 98
Sesli film in başlam ası 110
H itler’den önce A lm an sinem ası 117
A m erik a’d a sözlü f i l m ........................ 124
F ra n s a ’d a sin e m a n ın yeniden doğuşu 138
B elge film ciliği ve canlı resim ler 144
Rusyada sinemanın gelişm esi 152
öbür memleketlerde 154
Savaş sırasında sinem a . . . . 161
Savaştan sonra Avrupa ve Amerika 169
Italy an sinem ası 169
F ra n sa 173
A m erika'da 174
Inglllern'ıle 178
Almıınyıı . . 180
ö b ü r m om lrltrl ler 180
Doğu ülkelerinde sln e ıııa , 184
Yeni teknik buluşlar vn e a ıılı r e s im le r 195
Canlı sinem a 198
Buglinkl sinem a VI02
A v ru p a’da M'*
A m erika’da Hl <
A sya’da K’Jf'
Türkiye’de sinema
Başlangıcından bugüne Türk ve dünya
sinemasının teknik ve sanat bakımların­
dan gelişmelerini tarihî seyri içinde ele
alan bu eserinde Zahir Güvemli sinema
dünyasının her aydınca bilinmesi gerekli
özelliklerini, Hollivut dedikodularının dı­
şında ve üstünde kalan asıl öğrenilmeye
değer yanlarını size anlatıyor.

Anda mungkin juga menyukai