“Atina Okulu.- Raffaello Sanzio (1509-1511) Vatikan, Roma. Freskin merkezinde Platon
(solda) ve Aristotales (sağda) savundukları zıt görüşleri, ellerini göğü ve yeri göstererek ifade
ediyor.
1. Giriş:
Yaklaşık 50.000 yıldır bu dünyada hüküm süren Homo sapiens (akıllı / bilen insan) ,
var olduğu günden beri evrenle bir mücadele içindedir. İlk başta koca kâinatta bir zerreyi
oluşturan, adına “insan” denen bu canlı, düşünme ve çözüm üretmeye ilk bu mücadele
esnasında başladı. Zamanla, yaratılanların “küçük kardeşi” olan bu varlık, yüzyıllar içinde
erginleşti ve bu düşünme davranışını sadece dünyaya kafa tutarken değil, aynı zamanda onun
gizemlerini anlamak için kullandı. Zaman biraz daha ilerledikçe ve bu “küçük kardeş” kendi
ayakları üzerinde durmaya başlayınca, insan düşüncesi sonunda zorunlu bir mücadeleye
geçici bir çözüm üretmekten çıkıp, artık daha ilerisi için daimi bir eyleme dönüşmüştür.
Örneğin dünyanın en tanınmış Neolitik çağ (M.Ö 9 bin) toplumlarından biri olan Çatalhöyük’
deki insanların, gittikçe artan nüfuslarının ihtiyacını karşılayabilmek için tarım ve
hayvancılığı, üreme mevsimlerine ve hava olaylarına göre düzenlemiş oldukları bilinmektedir.
Zamanın biraz daha ilerlemesi ile kurulan şehirler, artan nüfus ve ticaret sayesinde dünya
üzerinde birbirleriyle bağımsız yaşayan medeniyetlerin iletişime geçmesine zemin hazırlamış
ve kültür alışverişini hızlandırmıştır. Bilim artık insanla evreni barıştırmış ve insanı evrendeki
yerini ve amacını sorgulamaya itmiştir. Aslında “bilim” denilen şey, bu sorgulamanın
sonucunda istemsiz olarak ortaya çıkmıştır. Çünkü her şey en ilkel haliyle “merak” ile
başlamıştır. Bilim, düşünen bir üst insanın ürünüdür. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde de
görüldüğü gibi: “kendini gerçekleştirme” piramidin en üstünde bulunmaktadır. Bunun için
diyebiliriz ki: bir şeyle mücadele etmek yerine, onun derinine inen, onu yok etmek yerine
onun bir parçası olarak kendini daha büyük bir gerçeklikte arayan insan bilimi yaratmıştır.
Bilime ve sanata yönelen toplum: fizyolojik ihtiyaçlarını gidermiş, güvenliğini ve duygusal
tatminlerini sağlamış ve ancak o zaman “kendini gerçekleştirme” safhasına ulaşabilmiştir.
Büyük markajda baktığımızda dünya tarihinin de bu piramitle paralel seyrettiğini fark ederiz.
İlk başlarda dünyayı yeterince tanımayan, onun kurallarına göre hayatta kalmaya çalışan bir
insan, daha sonra karmaşık bir sosyal bağ ile toplum bilincini oluşturan ve bu topluma kendini
kanıtlayan insan, ve daha sonra da “kendini, kendine kanıtlayan” bir insan profiliyle
karşılaşırız.
Ege denizi etrafında oluşmuş antik Yunan medeniyetinin temelleri, tarıma elverişsiz
bol kireçli topraklar, girintili çıkıntılı dağlık araziler üzerinde atılmıştı. Coğrafi şartların
elverişsizliğinden ötürü daha iç kesimlerde konumlanmış topluluklar denize yönelmeye
zorlanmış ve daha verimli yurtlar edinebilmek adına deniz aşırı seferler düzenlemeye
başlamışlardır. Yerleşime elverişli düzlüklere, tarıma uygun topraklara ve deniz ticaretini
kolaylaştıran girintili kıyalara sahip, Anadolu’nun batısı, coğrafi şartların uygunluğundan
ötürü, yüksek kültürlerin meskeni olmuştur. Bu zorunlu göçler antik Yunan toplumu,
kendilerine has bir özveri ve merakla bilinmeyen gelişmiş medeniyet ve kültürlere yelken
açmaya itmiştir. Bu ülkelerden, o dönemde bile köklü bir tarihe sahip olan Mısır ve dünyanın
en iyi denizcilerinin yaşadığı Fenikeliler, bu mavi bilinmezlikte temasta bulundukları ilk
medeniyetlerdi. Böylece, şartların elverdiği şekilde imar ettikleri “trireme” adı verilen, içi
zeytinyağı ve şarap dolu amforalar yüklü, hantal gemilerinin rotasını, sonradan “bizim deniz”
diyecekleri Akdeniz’e çevirdiler.
Şekil 2: M.Ö 7. yüzyıla tarihlenen oturan Mısırlı heykeli. Amphinneos oğlu Pedon tarafından Mısır'dan getirilmiş ve kral
Psammetikhos onu bir kahraman gibi ödüllendirmiştir. (Hierapolis müzesi/2017 Temmuz)
THALES
Felsefe M.Ö 600’lerde Küçük Asya olarak bilinen Anadolu’nun batı kıyılarında
filizlenmiş bir düşünce akımıdır. Filozof kelimesi Yunanca philia (sevmek) ve sophia
(bilgelik) kelimelerinin birleşiminden oluşmuş olup, bilgiyi sevmek, bilgi için yaşamak
anlamına gelmektedir.
Thales üstte de değindiğimiz üzere bir doğa bilimcisidir. Onun çağındaki Yunan halkı
dünyanın diğer birçok toplumunda da görüldüğü üzere tanrılarla doğa olaylarını
bağdaştırmaktaydı. Thales gözlemlerine dayanarak bunların tanrılardan bağımsız işleyen bir
dizi döngü olduğu fikrini ortaya atmıştır. Ancak Thales’ in ateist olduğu hiçbir kaynakta
belirtilmemiştir. Bunlara ek olarak Thales, bazı taşların sürtünme etkisiyle birbirini çektiğini
gözlemlemiş ve bu şekilde fizikle de ilgilenmiş sayılmaktadır. Yüzyıllar sonra Aristoteles’in
aktardığı üzere Thales, ilginç bir şekilde her varlığın içinde bir “tanrısal gücün” olduğunu
iddia etmiş ve taşlar arasındaki çekimi de buna örnek göstermiştir. Bazı kesimlerce Thales
aynı zamanda “ölümsüz ruh” tanımını Yunan toplumuna tanıtmış kişidir. Bu görüşü
benimsemesinde şarkta aldığı eğitimin rolü olabilir.
Thales, denizcilere Büyük Ayı takımyıldızı yerine Küçük Ayı takımyıldızına bakarak yol
bulmayı öğretmiş, aynı zamanda şua n bile kullandığımız geometri kavramlarına fikir babası olmuştur.
Çapın, çemberi iki eş parçaya bölmesi, köşesi çember üzerinde olan ve çapı gören açının dik olması,
birbirini kesen iki doğrunun oluşturduğu açıların birbirine eşit olması gibi kuralları Yunan toplumuna
o tanıtmıştır. Ayrıca Herodot’un anlatımına göre, M.Ö 28 Mayıs 585’de oluşan güneş tutulmasını da
önceden hesaplayabilmiştir.
Şekil 4: Günümüz Aydın ili sınırları içinde kalan Miletus antik kenti (pinterest)
PYTHAGORAS
Filozof olarak adlandırılan ilk kişi Pythagoras’tır (Pisagor) . Kendisi bir matematikçi,
ve aynı zamanda bir gizemcidir. Samos adasında doğup, kendi isteğiyle Mısır’da fen bilimleri
öğrenmiştir. Ayrıca kendisi Thales’in öğrencisidir. Gençliğinde siyasi sebeplerden ötürü
İtalya’ya kaçıp, gizli bir cemiyet kurdu. Cemiyetin üyeleri kendilerine "mathematikhoi”
(matematikçiler) diyordu. Pisagor’un cemiyeti hem bir okul hem de bir kardeşlik örgütüydü.
İşte Pisagor bu toplulukta “Pisagorculuk” adı verilen kendi akımını başlatmıştı. Kendisinden
sonra da, onun öğrencileri bu öğretilere sahip çıkıp, bu akımı yaşatmışlardı. Pisagorcular
sadece matematikle değil aynı zamanda mistizm ve etikle de ilgilenmişlerdir. Pisagor, o
dönemde yaygın olan, kuralları yazılı Orpheus’un gizem dinini benimsemişler ve
ölümsüzlüğüne inanırdı. Bu görüşünden ötürü ruhun bir hayvanda yeniden beden bulacağını
düşündüğünden öğrencileriyle birlikte vejetaryen olmayı seçti.
Ona göre sayılar, tabiatta değişmez kanunlar bulunmakta ve sayılar onların temel
taşıdır. Her şey matematikle açıklanabilir ve ön görülebilirdi. Bir anlatıya göre Pisagor örsü
döven bir demircinin çıkardığı sesleri, “doğa kanunları buna izin veriyorsa, bu
matematikseldir” diyerek, formülüze etmiştir. Ondan sonra gelenler de nota ve perde ilişkisini
açıklamışlardır. Ayrıca “1” sayısını bütün sayıların kökeni olarak kabul etmiş ve ona “mutlak
bir” demiştir. Sayıları tek-çift, eril- dişil, sağ-sol, durağan- hareket eden gibi şekillerde
sınıflandırmış ve rakamlara çeşitli anlamlar yüklemiştir. En bilindik teoremi, kendi adıyla
anılan “Pisagor Teoremidir”
Sokrates’in düşünce sistemi diyalektiğe dayalıydı. Yani kesin olarak görülen bir
yargıyı, ince sorular sorarak kendi içinde tezatlaştırıp, insanların çok emin olduğu düşündüğü
konuları irdeler ve onları düşünmeye sevk ederi. Amaç, bilgiyi bulma değil, bilgiyi her zaman
aramaktı. Bu kesin olmayan değerlendirmelerden ötürü işin içinden çıkamadığı zamanlar da
olurdu. Sokrates’in çürütmeleri, her şeyi kesin ve net olarak bildiğini iddia eden Delphoi
kahinlerini sinirlendirmekteydi. Sokrates de sırf bu yüzden sorularını özellikle onlara
yöneltirdi.
Sokrates makam peşinde koşmamıştır ancak vatandaşlık görevi olduğu için M.Ö 406-
500 yılları arasında meclis üyeliği yapmıştır. Meclis “Pirus Zaferine” neden olan generalleri
haksız bir biçimde yargıladığında buna tek karşı çıkan kişi o olmuştu. Siyasi çalkantılarda
Sokrates dayatılanları reddettiği için “şehrin resmi tanrılarını tanımama, şehre yeni tanrılar
tanıtma ve gençleri yozlaştırmak” gibi aslı olmayan sebeplerden ötürü yargılanmıştır. Kendi
savunmasını kendisi yapmıştır ve az bir oy çoğunluğuyla infazına karar verilmiştir. Ölümü
baldıran zehriyle olmuştur. Kimi tarihçiler baldıran zehriyle ölmenin pek Sokrates’in tarzı
olmadığı yorumunda bulunurlar.
Sokrates’in yazılı bir yapıtı olmamakla birlikte, kendinden sonra gelen düşünürler ona
birçok eser ithaf etmiştir. Ancak onu yaşarken görmüş olan Ksenophon, Platon, Aristophanes
gibi kimseler dahi mutlak bir fikir birliği içinde onu tanımlayamamıştır. Bu durum bazı
günümüz düşünürlerini, Sokrates’in hayali bir kişilik olduğu sonucuna ulaştırmış olsa da bu
tez güçlü değildir.
PLATON
M.Ö 427 senesinde doğmuş, muhtemelen zengin bir Atinalı ailenin çocuğu olan Platon
günümüz batı felsefesinin ve Atina Akademia’sının kurucusu olarak bilinir. Hocası Sokrates
olmakla birlikte en bilinen öğrencisi Aristotales’tir. Kalemi güçlü bir yazar olan Platon,
hocasının üslubuyla yazmış olduğu diyaloglarıyla ünlüdür. Küçüklüğünde bir sanatkar olarak
yetiştirilmesi nedeniyle insan betimlemeleri bir romancının tasvirlerini anımsatır. Platon
felsefesini maddi dünyadan sıyırıp maneviyata yöneltmiştir. Ona göre, dünyadaki nesnelerin
dünya ötesi bir yerde mükemmel bir dünya mevcuttur ve gördüğümüz varlıklar o boyutun
yansımalarıdır. İnsan ruhu ise maddi dünya ve “idealar dünyası” arası bir yerdedir. Ruh,
idealar dünyasıyla iç içe oluşundan, dünyevi nesneleri tanıdığından insan, doğuştan bir bilgiye
sahip olarak doğar. İnsan ruhu devinimli ve ölümsüz bir varlıktır.
Platon’un en parlak öğrencisi olan Aristotales, hocasıyla genellikle zıt düşen fikirleri
savunmuştur. Platon doğayı mistizmle anlamaya çalışırken Aristo, olayları daha daha gerçekçi
ve somut bir biçimde incelemiştir.
M.Ö 335’de Atina’ya dönüp kendi akademisini (Lykeion) kurdu. Bu akademi topluma
mal edilip, birçok konu bu meclislerde konuşulmuştur. Lykeion dev kütüphanesi, doğal nesne
koleksiyonları ve rekor sayıdaki öğrenci kapasitesi ile (iki bin kişi) bilinen ilk araştırma
enstitüsü ünvanını taşır. Aristotales bu okulda hocalık yaparken birçok canlıyı sınıflandırmış
ve botanik –biyoloji biliminin temellerini atmıştır. Kendisi antik çağ filozoflarının en
sistematik düşünürüydü. Sadece doğa bilimleri değil aynı zamanda iktisat, mantık, hukuki
fizik, metafizik, siyaset, meteoroloji gibi konularda da kayda değer eserler vermiştir. Bu
eserlerden başlıcaları: “Nikomakhos’a Etik”, “Politika” ve “Metafiziktir”. “Politika” ‘da ele
aldığı demokrasi, aristokrasi ve monarşi yapılanmalarını incelerken bir yandan da
Yunanistan’ın siyasi tarihine ışık tutmuştur.